Futbolun Lakabı

Futbol, hayatın bütün varlarının yoklarının bir arada yaşandığı spor olması özelliğiyle, lakap olgusundan kendini sıyıramamıştır. Bazen taraftarlar, bazen basın, bazen belli bir zümre tarafından her futbolcuya olmasa da bir kısım futbolcuya lakaplar hediye edilmiştir ki, futbolun hayatın birebir parçası olduğunu teyit noktasında bize bir kapı aralayacaktır bu husus.
Mayıs 20, 2025
image_print

Dahil olduğumuz medeniyet havzasında, insanlara birtakım lakaplar takıp onları o lakap ile çağırmak ayıbı da aşan bir hisle günah addedilir. Bunda şüphesiz ki temel dayanak noktamız Allah’ın bu konudaki ikazıdır. Hucurat Suresi’nin 11.ayetinde Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Bir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin; belki de o alaya aldıkları kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler; belki o alaya adlıkları kendilerinden daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıplamayın, birbirinizi incitici, aşağılayıcı kötü lakaplarla çağırmayın. Bir insan iman ettikten sonra onu fâsıklığı çağrıştıran bir isimle çağırmak ne kötü bir davranıştır ve böyle yapıp imandan sonra fasıklık damgası yemek de ne kötüdür. Bu tür davranışların ardından kim tevbe edip Allah’a yönelmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” Bu ayetin tarihsel olabileceği, dönemin Mekke şartları göz önüne alınarak değerlendirilebileceği, burada lakap takmanın imana erme raddesinden sonra takılan lakapları içine aldığı söylenebilecektir belki. Müşriklerin, Müslümanlığı kabul edenleri rencide etmek, incitmek için toplum içinde onlara kötü sözlerle, lakaplarla seslenmesi sonunda bu ayetin indiğine şüphe yok. İşte bu sebeple Müslümanlar tarih boyunca, lakap takmanın günah olduğunu Kuran’ın evrensellik ve ebedilik ilkesi gereğince içine sindirmelerine mukabil, sevdiği insanlara lakap takmanın bu ayetin hükmü dışında kalacağına fetva vererek birbirlerine lakapları ile seslenmekten de geri kalmamıştır. Müslüman zihni arada kendince çizdiği o ince çizgiyi aşmamaya çalışarak, bu lakap mevzusunda kendince bir çözüm üretmiş diyebiliriz. 7.yüzyıl Mekke şartları ile günümüz şartlarını bir terazinin kefesine koyarak günahın kıyısından dönmeyi hesaplamıştır da diyebiliriz.

Futbol, hayatın bütün varlarının yoklarının bir arada yaşandığı spor olması özelliğiyle, lakap olgusundan kendini sıyıramamıştır. Bazen taraftarlar, bazen basın, bazen belli bir zümre tarafından her futbolcuya olmasa da bir kısım futbolcuya lakaplar hediye edilmiştir ki, futbolun hayatın birebir parçası olduğunu teyit noktasında bize bir kapı aralayacaktır bu husus. Bazı futbolcularımızın kendilerine tevdi edilen lakaplarını düşündüğüm zaman çoğunluğunun hem hikayesi hem de çağrışımı ile bizlerde bir tebessüme sebep olduğunu, dolayısıyla yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi, Müslümanların ayeti kendince dengelemeye çalışmasının izlerini taşıdığını söyleyebiliriz. Rıdvan Dilmen’e takılan “şeytan” lakabı kocaman bir istisna olarak tabii. Söz konusu lakap Rıdvan Dilmen’in elbette ki imanî boyutuyla değil kıvrak oyun zekasıyla bağlantılı olsa da, bu lakabı takanlar kesinlikle ve kesinlikle onun oyunda pratik düşünme yönüne bir gönderme olarak bu lakabı uygun görseler de, söz konusu lakap Hucurat Suresi’nin 11.ayetine çıkıyor amasız fakatsız. Lakap takma konusunda toplumsal kriterimiz biraz da lakap taktığımız kişinin bu lakaptan memnun olup olmamasıyla ilgili desek doğru bir şey demiş oluruz. Taktığımız lakap kişide bir memnuniyetsizlik yaratmışsa, dünyanın en hoş lakabını takmış olsak bile buna cevaz vermemiz mümkün değil. Rıdvan Dilmen’in futbolculuk döneminde bu lakap ile ilgili bir tasarrufta bulunduğunu hatırlamıyorum. Fakat futbolu bırakıp televizyon ekranlarında yorumcu olarak görünmeye başladığında bu lakaptan hiç memnun olmadığını defalarca dile getirdi. Ona bu lakabın verilmesinde ana etkenin dilimize yerleşen “şeytanın bile aklına gelmez” söz kalıbının olduğu aşikâr ama yine dilimizde yer bulan “tilki gibi kurnaz” deyimi varken insanlar niye tilki lakabında değil de şeytan lakabında karar kıldı bilinmez. Onun Altay deplasmanında orta çizgiden driplingle getirdiği meşin yuvarlağı, ters ayağı üzerinde yakalanan Altay kalecisinin sol altından sakince kaleye yuvarlaması vardır ki, bu kurnazlık onu tilki lakabına en çok yaklaştıracak olan pozisyondur doğrusu.

Trabzonspor’un eski futbolcularından Hasan Şengün’e verilen bir lakap vardır ki, bizleri gülümseten lakaplardan biridir. Bilindiği gibi onun ismi lakabıyla birlikte Dobi Hasan’dır. Hasan Şengün, nasıl söyleyelim biraz kilolu bir futbolcuydu. Dönemin şartları gereği çok sorun edilmeyen kilosu sonunda ona Dobi lakabının uygun görüldüğünü düşünürdüm hep. Yüzünün de yuvarlak bir yapıda olması bu hissimi kuvvetlendiriyordu doğrusu. Bir antrenmanda santrafor bölgesinden orta yuvarlaktaki arkadaşına seslenip “Dobi bana at” diyerek Trabzon ağzı ile top isteyince, takım arkadaşlarının kahkahalar eşliğinde ona Dobi demeye başladıklarını öğrendiğimde ufak bir şok yaşadığımı söyleyebilirim. O meşhur antrenmandan sonra Hasan Şengün’ün adı artık Dobi’dir. Şimdilerde bile.

Rıdvan Dilmen ve Hasan Şengün’ün top oynadığı dönemin futbol sosyolojisinde biraz daha oyalanacak olursak Atom Karınca Rıza Çalımbay’a ulaşabiliriz. Beşiktaş’ın uzun yıllar kaptanlığını yapan Rıza Çalımbay için taraftarın uygun gördüğü lakap atom karıncaydı ki, Çalımbay için daha iyi bir lakap bulunamazdı. Sağ kanatta sürekli ileri çıkışlarıyla durmaksızın çalışan Rıza Kaptan, her ne kadar dönemin oldukça yavaş oynanan futbolu içinde çok fazla dinlenme fırsatı yakalamasına rağmen hatta orta yaparken bile geri çekilip nefes alma imkanı yakalamasına rağmen, çizgi film kahramanımız Atom Karınca gibi daima bir didişmenin içinde buluyordu kendini.

Dönem arkadaşlarından Galatasaraylı Yusuf Altıntaş’a gelecek olursak, ona da Rambo Yusuf lakabını uygun görmüştü basın. Bugüne kıyasla oldukça yavaş ve sakin oynanan oyunda bile o kadar çok sert müdahalelere maruz kalıyordu ki, vücudunda kırılmayan kemik kalmamıştı neredeyse. Seksenli yıllarda bir gazete onun büyük boy fotoğrafını yayımlamış ve vücudunun kırılan kemiklerini ve sakatlığa uğrayan uzuvlarını tek tek göstermişti. Onca sakatlığa rağmen güçlü vücudu ile her hafta yeşil sahalarda olmaya devam ederdi Yusuf. Hal böyle olunca da, basın ona Rambo gibi yıkılmak bilmiyor diyerek Rambo Yusuf lakabını takmıştı.

Buraya kadar olan bölüm, biraz da benim şahitliklerime dayanan lakap hadiseleri. Günümüzde futbolcuların lakap almaları söz konusu bile değil neredeyse. Sadece futbolcuların değil, toplumda insanların birbirine lakap takmaları ve lakaplarıyla seslenmeleri mevzusu da sıfıra indi neredeyse. Yiğit lakabıyla tanınır diyen bir kültürün, bunu terk etmesinin ve kendi içinde yaşadığı sosyal dönüşümlerin futbola da ayniyle yansımasını görüyoruz neticede. Günümüzde futbolcular ad soyadlarıyla birlikte biliniyor ve çağrılıyor daha çok. Bu da doksanların ortalarından itibaren başladı ki, endüstriyel futbolun doğumuna denk geliyor aşağı yukarı. Endüstri, futbolcuların lakaplarını alıp karşılığında onlara soyadlarını verdi diyebiliriz. 50’lerde, 60’larda, 70’lerde soyadları hiç bilinmeyen lakaplarıyla tanınan futbolcular; 80’lerde ve kısmen doksanlarda soyadları bilinen ama telaffuz edilmeyen, lakapları göz önünde olan futbolcular; 2000’lerden sonra tamamen adları ve soyadlarıyla bilinen ve çağrılan, lakabı olmayan futbolcular… Futbol; sosyolojinin, psikolojinin, sosyopsikolojinin, kültürel değişimlerin… en rahat ve en kolay görüldüğü spor olmayı sürdürüyor.

Futbolda soyadı kanununun 2000’lerden sonra yürürlüğe girdiğini söylemiştim. Formaların arkasına futbolcu isimlerinin yazılmaya başladığı yıllar da diyebiliriz. Onun öncesinde bir takımda aynı isimde iki futbolcu var ise ne oluyordu? Mesela Trabzonspor’da Büyük Hamdi, Küçük Hamdi oluyordu. Fenerbahçe’de Büyük Şenol, Küçük Şenol… Bu büyüklük ve küçüklük umumiyetle yaşa göre belirleniyordu fakat bazı takımlarda, takıma katılma durumuna göre de belirlenebiliyordu. Önce gelenin yaşı küçük olsa da “Büyük”lük onun hakkı olabiliyordu. Ve bu “büyük-küçük” önadı bir ömür boyu futbolcunun peşini bırakmıyordu. Mesela Mustafa Denizli hâlâ Altaylı Büyük Mustafa’dır, ya da Trabzonsporlu Hamdi Aslan, yaşı kaç olursa olsun hâlâ Küçük Hamdi’dir. Yine dönemin şartları gereği aynı isimde futbolcuya çok rastlandığı için takımda ikiden fazla aynı isimde futbolcu olunca devreye sokulan bir kart var ki, başlı başına dünya futbolunda muazzam bir buluştur. Büyük Şenol, Küçük Şenol, Şenol 3… Veya Şenol 1, Şenol 2, Şenol 3…  Günümüzde böyle bir isimlendirmeye ihtiyacın kalmaması yabancı futbolcu çokluğundan değil, isim çeşitliliğin artmasından mütevellit diye düşünüyorum. 2000’lere kadar çocuklara isim verme hususunda gelenekli yapıyı pek bozduğumuz söylenemez. Mustafa, Orhan, Osman, Mehmet, Yusuf… etrafında dönüp dururken, şimdilerde Ozan, Ozancan, Efecan, Berkay, Göktuğ… gibi nice isim ile “büyük-küçük-3” önadlarını doğrudan etkisiz kılıyoruz zaten. Bu da toplumdaki dönüşümlerin ilk uğrak yerinin futbol olduğu konusunda bizi haklı çıkarıyor.

Nadir Aşçı

Nadir Aşçı
1977 yılında doğdu. Şiirleri, öyküleri ve denemeleri çeşitli dergilerde yayımlandı.
Yayımlanmş Kitapları:
Gölgede Kırk, şiir, 2011 Serander Yayınları
Fid Dünya, şiir, Granada Yayınları, 2013
Ölümle Paslanmış, şiir, 2020 Çıra Yayınları
Deniz Tarafındaki Kale, deneme, 2021 Loras Yayınları
Savunmanın Arkasına Uzuun Koşular, deneme, 2022 Loras Yayınları
Ceza Sahasının Uzak Köşesi, deneme, 2023 Loras Yayınları
Bütün Münkünler, öykü, 2024 Hece Yayınları
Futbol Hariç, deneme, 2024 Matruşka Yayınları

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA