Futbolun İdeolojisi

Futbol, 19.yüzyılın ortalarında İngiliz topraklarında modern kurallar eşliğinde revize edilip oynanan saf oyun olmaktan çıkalı çok oldu çünkü. Bugün itibariyle, dünya üzerindeki milyarlarca insanı aynı yöne bakmaya icbar edebilecek potansiyeli taşıyan, yeri geldiğinde din, mezhep, ırk ayrımını bile rahatlıkla tolare edebilen futbolun, kendi içinde ideolojik kamplaşmaları eritmesine mukabil iktidar-muhalefet denkleminde ideolojik bir aygıt olarak kullanılması paradoks gibi görülebilir ilk başta. Fakat taraftar olarak futbolun içinde olanların bir argüman olarak futbolu kullananlardan ayrışmasıyla bu paradoks ortadan kalkacaktır.
Nisan 17, 2025
image_print

Geçtiğimiz hafta sonu oynanan Süper Lig ve Birinci Lig müsabakalarında sahaya çıkan takımların ellerinde tuttukları “doğal olan normal doğum” pankartı, bir şey olsa da kutuplarımıza çekilsek diye ellerini ovuşturan biz Türkler için, yapılan muz ortanın gole dönüştürülmesi anlamı taşıyordu ki, kimse o fırsatı kaçırmadığı gibi kendinden geçercesine röveşataya kalkarak beklenen o gol hamlesini layıkıyla yerine getirdi. Tabii çoğu tartışma konumuz gibi birkaç gün misafir edilip gönderilecek bir mevzu olsa da üzerinde kalem oynatmaya değecek kertede bir hareketlilik de taşıyor nihayetinde.

Kimisi söz konusu pankartı Sağlık Bakanlığı’nın verileriyle orantılı olarak rutin bir hükümet uygulaması parantezinde değerlendirdi, kimisi ise konuyu hemen her konuda olduğu gibi özgürlükler ve kadın bedeni parantezine alıverdi. İsimlendirmeler değişse de aşağı yukarı Tanzimattan beri iki akım üzerinde yürüyen Türkiye’de, normal doğumu halihazırda İslâmcı-muhafazakâr milliyetçi kesimin; sezaryenle doğumu seküler-laikçi kesimin sahiplenmesi sanırım kimseyi şaşırtmamıştır. Bir pankarttan yola çıkarak, ülkedeki istisnasız bütün doğumların normal olması ve hiç sezaryenle doğum olmaması olarak idrak eden kesimle özgürlüğümüze karışılıyor diye feveran eden kesimin arasına girip, bunun bir hükümet politikası olduğunu, tıbbî gerekçelerle normal doğumun tavsiye edildiği ama gerekli durumlarda sezaryenle doğumun olabileceği anlamı taşıdığını anlatmanın bir fayda getirmeyeceğini kavrayacak kadar yaşım var. O yüzden yeşil zeminin bu noktasından suhuletle çekilip diagonal bir koşu yapıyorum.

Takımların sahaya pankartla çıkması mevzusu çok eski olmasa da çok yeni de değil. Hatırladığım kadarıyla benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda her müsabakaya pankartla çıkmazdı takımlar. Belirli gün ve haftaların yaygınlaşması ve 365 günün her birine modern insan tarafından bir hususiyet kazandırıldıktan sonra, her maça pankartla çıkmak kaçınılmaz oldu. Futbol, dünyanın en popüler spor dalı ve aynı anda hem statta on binlere hem de ekran başında milyonlara ulaşabiliyorsunuz. Masrafa ve reklâm şirketine ihtiyaç duymadan dilediğiniz kurumsal mesajı bütün dünya sathına bile yayabiliyorsunuz. Böyle bir pasta diliminden tat almayı hiçbir siyasi otorite, hiçbir federasyon, hiçbir kurum elinin tersiyle itemezdi. Öyle de oldu zaten. O hafta oynanan müsabakalar belirli gün ve hafta takviminde nereye isabet ediyorsa, oraya ait bir pankartla sahaya çıkıyor takımlar. Tıpkı 14 Şubat haftasına denk gelen Cuma hutbesinin metnin eşlerimize sevgi, saygı, hoşgörü cümleleriyle doldurulması gibi… Nasıl ki din-insan ilişkisinde bunu modern dünyanın “ucube”si olarak değil gerekliliği olarak algılıyorsa insanlar, aynısını müsabaka öncesi açılan pankartla için de söyleyebiliriz.

Gelelim işin futbolcu boyutuna. Çoğu futbolcunun maç öncesi taşıdığı pankartta ne yazdığıyla ilgilenmediğine eminim. Hatta pankartta ne yazıldığından bile haberi olmayan nice futbolcunun olduğuna da inanıyorum. Çünkü onların asıl işi, asıl motivasyonu önlerindeki maçı kazanmaktan başka bir şey değil. Liglerde çok sayıda yabancı futbolcu olduğu için, pankartta yazan anadile vâkıf olamama gibi bir vaziyetten de bahsetmiyorum. Pankartta yazanı okuyabilecek derecede bir dil yetisine sahip olsalar da dönüp pankartı okuduklarını sanmıyorum. Sivassporlu Rey Manaj’ın pankartta ne yazdığını bilmediğini söyledikten sonra bütün kadınlardan özür dileyip “sizin bedeniniz sizin kararınız” demesi söylediğimi doğrular nitelikte. Arnavut bir futbolcunun Türkçeye bigâne kalamayacağını, o pankartta ne yazdığını çözecek kadar Türkçe becerisine sahip olduğunu bilmemiz, dil yetisi ile değil pankartın futbolcular tarafından pek de kaale alınıp okunmamasıyla ilgili daha çok. Dediğim gibi onlar işin sadece futbol ve oyun kısmında, geri kalan bizler her yere giydirdiğimiz ideoloji gömleğini futbola da giydirmekle meşgulüz.

Söz konusu pankartların alelade doğaçlama hazırlanan pankartlar olmadığını, günler öncesinden kulüplerden ve federasyondan izin alınması gerektiğini, onay olmadan bu pankartların açılamayacağını söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama zaten tartışmanın merkezinde bu durum yok. Az evvel belirtmeye çalıştığım gibi, siyasal iktidar kendi çerçevesinden meşru ve haklı gördüğü bir tavsiyeyi futbol seyircisi vasıtasıyla bütün Türkiye ile paylaşma güdüsü taşıyor. Tartışanların yerlerini değiştirip, doğumların kişi tercihine bırakılması gerektiğini düşünen zihin dünyasının siyasal iktidarda, doğal olanın normal doğum olduğunu savunanların muhalefette olduğunu varsaydığımızda, takımlar sahaya bu defa “benim bedenim benim kararım” yazan pankart eşliğinde çıkacaklardı muhtemelen. Ve biz yine aynı tartışmanın içinde bulacaktık kendimizi. Değişmeyecek olan tek şeyin, futbolun artık siyasal irade ve otoritenin ideolojik bir aygıtı olarak işlevini yerini getirmek olduğunu görecektik. Futbol, 19.yüzyılın ortalarında İngiliz topraklarında modern kurallar eşliğinde revize edilip oynanan saf oyun olmaktan çıkalı çok oldu çünkü. Bugün itibariyle, dünya üzerindeki milyarlarca insanı aynı yöne bakmaya icbar edebilecek potansiyeli taşıyan, yeri geldiğinde din, mezhep, ırk ayrımını bile rahatlıkla tolare edebilen futbolun, kendi içinde ideolojik kamplaşmaları eritmesine mukabil iktidar-muhalefet denkleminde ideolojik bir aygıt olarak kullanılması paradoks gibi görülebilir ilk başta. Fakat taraftar olarak futbolun içinde olanların bir argüman olarak futbolu kullananlardan ayrışmasıyla bu paradoks ortadan kalkacaktır.

Futbol ve ideoloji mevzusunu kaleme alıyorken, Arjantin’e 1978 Dünya Kupası’nı kazandıran Cesar Luis Menotti’den bahis açabiliriz burada. Devrimci kişiliğiyle bilinen Menotti’nin dünya futboluna sağcı futbol ve solcu futbol kavramlarını kazandırdığını biliyoruz. Skora odaklı oynanan zevksiz, sıradan futbola sağcı futbol; rakibi domine eden, kendi oyununu rakibe dikte eden oyuna da solcu futbol diyor Menotti. Fakat 1978’in rakam bağlamında olmasa bile anlam bağlamında epey uzağındayız artık. İdeolojiler devrinin sona yaklaştığını, kapitalizmin bütün ideolojileri esir alarak ideolojiler üstü bir konum elde ettiğini, değişen konjenktörde sadece sağcı futbol – solcu futbol terimlerinin değil genel anlamda sağ ve sol siyasetin zaman zaman birbirinin içinde kaybolduğunu, birbirini dönüştürdüğünü gözlemleyebiliyoruz. Haliyle futbol da herkes ve her şey kadar bu rüzgârdan payına düşeni aldı. Futbol; kapitalizmin, egemen gücün, yerleşik doktrinin, hâkim anlayışın bir parçası ve bizler de ona kendimizce ideolojik bir gömlek giydirmenin telaşına düşen amatör terzileriz son tahlilde.

Nadir Aşçı

Nadir Aşçı
1977 yılında doğdu. Şiirleri, öyküleri ve denemeleri çeşitli dergilerde yayımlandı.
Yayımlanmş Kitapları:
Gölgede Kırk, şiir, 2011 Serander Yayınları
Fid Dünya, şiir, Granada Yayınları, 2013
Ölümle Paslanmış, şiir, 2020 Çıra Yayınları
Deniz Tarafındaki Kale, deneme, 2021 Loras Yayınları
Savunmanın Arkasına Uzuun Koşular, deneme, 2022 Loras Yayınları
Ceza Sahasının Uzak Köşesi, deneme, 2023 Loras Yayınları
Bütün Münkünler, öykü, 2024 Hece Yayınları
Futbol Hariç, deneme, 2024 Matruşka Yayınları

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.