Comperative Southeast European Studies (Karşılaştırmalı Güney-doğu Avrupa Çalışmaları) dergisinin 70. Cilt, 3. Sayısının Doğu Akdeniz temasının editörlüğünü yapmış olan Heinz-Jürgen Axt, söz konusu derginin hazırlandığı tarih itibariyle Duisburg-Essen Üniversitesi Siyaset Bilimi Enstitüsü’nde emekli profesör ve Saarland Üniversitesi’nde Avrupa İleri Davranışsal Yönetim Enstitüsü’nde konuk profesördür. Münih’teki Güneydoğu Avrupa Derneği’nin eski başkan yardımcısıdır. Araştırma alanları arasında Avrupa bütünleşmesi, AB genişlemesi, AB yapısal politikası, Güneydoğu Avrupa, Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs yer almaktadır. Bu konulara ilişkin yazıları yaygın bir şekilde yayımlanmıştır.
Heinz-Jürgen Axt; derginin, Doğu Akdeniz enerji kaynakları ve bölgenin küresel güçler ile olan ilişkileri temalı bölümünün editörü olarak, konu ile ilgili yayınlanmak üzere kendisine gönderilen ve yayınlanan yazıların değerlendirmelerini de yaptığı bu giriş yazısını dikkatlerinize sunuyoruz.
Ali Karakuş/Kritik Bakış
———————————-
Doğu Akdeniz’de Çatışmalar ve Küresel Güçler: Bir Giriş
Özet
Doğu Akdeniz’deki çatışmalar uzun bir geçmişe sahiptir ve son zamanlarda, bölgede olduğu varsayılan enerji rezervleri bu çatışmaları daha da körüklemiştir. Konu ile ilgili mevcut çalışmaların çoğu, Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin stratejilerini analiz etmektedir. Bu özel sayı (Comperative Southeast European Studies Derigisi Cilt: 70, Sayı: 3); AB, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Çin gibi küresel güçleri de analize dahil ederek bakış açısını genişletmektedir. Bölgesel bir güç olan Türkiye’nin rolü de burada odak noktası olarak göz önünde bulundurulmuştur. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaş ta hesaba katılmak zorundadır. Rusya Devlet Başkanı’nın gazı bir silah olarak kullanması ve özellikle Avrupa üzerinde baskı kurmaya çalışması nedeniyle Doğu Akdeniz’deki enerji rezervlerinin önemi yeniden değerlendirilmelidir. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, küresel siyasi aktörler kural temelli bir dünya düzeni sözü vermişti. Ancak, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle bu söz ciddi şekilde sorgulanır hale geldi ve bu da küresel güçlerle Akdeniz ülkeleri arasındaki ilişkilerin yeniden değerlendirilmesini zorunlu kıldı.
Rusya’nın Savaşı
24 Şubat 2022’de Avrupa’da bir “dönüm noktası” (Zeitenwende) yaşandı. O zamana kadar nüfuz bölgeleri üzerindeki jeostratejik anlaşmazlıklar; ekonomi, finans, enerji veya teknoloji gibi alanlarla ilgiliyken, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in sadece Gürcistan veya Suriye’de değil, Avrupa’da da askeri yöntemlere başvurmaktan çekinmediğini ortaya koydu. Bu dönüm noktasından önce ise, Rusya’nın Doğu Ukrayna’daki isyancılara verdiği destek ve Kırım’ı ilhak etmesi olayı yaşanmıştı. Rusya böylece Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra kurulmuş olan dünya düzenini ortadan kaldırdı. Ukrayna’nın demokratikleşme süreci tersine çevrilecekti. Rusya, saldırı savaşını hazırlarken Batı’nın zayıf olduğunu, transatlantik iş birliğinin kırılgan olduğunu ve Avrupa Birliği’nin (AB) bölünmüş olduğunu varsaydı. Rus bakış açısına göre yalnızca üç küresel güç vardı: Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya ve Çin. AB, bu güçler arasında sayılmıyordu. Ancak Rusya yanlış hesap yapmış olabilir: Moskova’nın saldırgan eylemleri AB’deki çıkar ayrışmalarını ortadan kaldırdı, savunmaya hazır olma iradesini güçlendirdi ve transatlantik iş birliğini sağlamlaştırdı.
Bu tematik bölüm, küresel güçlerin Doğu Akdeniz’de ne tür çıkarlar peşinde oldukları sorusuyla ilgilenmektedir. Son dönemde, bölgede olduğu varsayılan enerji kaynakları üzerindeki anlaşmazlıklar daha da alevlenmiş ve eski rekabetler yeniden su yüzüne çıkmıştır. AB, ABD, Rusya ve Çin’in konuya ilişkin tutumları incelenmektedir. Türkiye üzerine yapılan bir çalışma da analizi tamamlamaktadır. Misafir editör olarak Yunanistan hakkında bir makale yazmaları için iki akademisyeni davet ettim, ancak hiçbiri çalışmasını teslim etmedi. Küresel güçlerin çıkar ve hedefleri incelenirken, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaş nedeniyle değişen dünya durumu göz önünde bulundurulmalıdır. Yazarlar, bazı değerlendirmelerinin geçici olabileceklerinin farkında olarak, mümkün olduğunca yeni durumu hesaba katabilmişlerdir.
Doğu Akdeniz’deki çatışmaların uzun bir geçmişi vardır. 1950’li ve 1970’li yıllarda Yunanistan ile Türkiye arasında deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda anlaşmazlıklar yaşanmıştı ancak son dönemde kamuoyunda bu anlaşmazlıkların unutulduğu görülüyor. Bu meseleler, 2019 yılında Türkiye ile Libya’nın deniz yetki alanlarını sınırlandırma hususunda anlaşmasıyla tekrar gündeme gelmiştir. Yunanistan ve Kıbrıs söz konusu bu anlaşma ile, haklarının ihlal edildiğini düşündü. Başlangıçta mesele enerji kaynaklarının araştırılması ve işletilmesi olsa da, şiddetli çatışmaların patlak verme ihtimali göz ardı edilemez. Araştırma gemilerine savaş gemileri eşlik etmektedir, bu da olası gemi çarpışmaları ve yaşanabilecek askeri kazaların, çatışmaların hızla tırmanmasına yol açabileceği anlamına gelmektedir.
Son yıllarda akademisyenler, Akdeniz devletleri arasındaki rekabetlere odaklanmış, küresel aktörlerin çıkarlarını ve stratejilerini göz ardı etmiştir. Ancak günümüzde çatışmalar, değişen dünya düzeni bağlamında daha geniş bir çerçevede analiz edilmelidir. İşte bu nedenle bu özel sayı, küresel güçler olan Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Çin’in Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını netleştirmeyi amaçlamaktadır: Bölgede bu büyük güçlerin ne tür çıkarları bulunmaktadır? Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarına ne ölçüde ilgi duymaktadırlar? Bölge stratejik bir değere sahip midir ve eğer öyleyse, bu nasıl bir değerdir? Küresel güçler belirli Akdeniz devletlerini destekliyor mu? Müdahale etmeye hazırlar mı, yoksa çatışmaları sınırlandırmayı mı tercih ederler? Küresel siyasi aktörlerin odağı, Çin’in yükselişinin başladığı ve ABD’nin onu kontrol altına almayı hedeflediği Pasifik bölgesine tamamen kayıyor olabilir mi? Küresel bir güç, askeri güç projeksiyonu temelinde uluslararası ilişkilerde önemli etkiye sahip bir devlet olarak tanımlanırken, bölgesel bir güç yalnızca belirli bir bölgede güç yansıtma kapasitesine sahiptir (Kegley and Wittkopf 2000). Türkiye, bölgesel bir güç olarak algılanmaktadır.
Bu giriş bölümünde küresel güçlerin rolü ve stratejilerini tartışırken, bunun uluslararası ilişkiler alanında realizm teorisine (Morgenthau 1954) dayandığı izlenimi oluşabilir. Ancak durum böyle değildir. Bunun yerine, farklı teorilere açık, ampirik-analitik bir yaklaşım benimsenmektedir. Realizm, devletler dünyasının anarşisi içinde, dünya hükümetinin bulunmadığı bir ortamda, devletlerin sahip oldukları mevcut güçle yetinmediklerini, güvenlik nedeniyle de hegemonya kurmaya çalıştıklarını varsayar. Realizm teorisinin yetersiz doğası, Amerikalı siyaset bilimci John J. Mearsheimer’ın Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı hakkındaki değerlendirmesiyle son dönemde açıkça ortaya konmuştur. Mearsheimer, hem 2014’te hem de 2022’de, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşının sadece NATO’nun doğuya doğru ilerlemesinin bir sonucu olarak yorumlamakla kalmadı, aynı zamanda bu savaşın Rusya’ya eski Sovyetler Birliği devletleri aleyhine kendisi için bir nüfuz alanı talep etme hakkı da verdiğini ileri sürdü. Bu durum; Ukrayna’ya, Batı ile Rusya arasında bir tampon rolünden başka bir şey bırakmıyor (Mearsheimer 2014; Mearsheimer 2022). Ukrayna’nın demokratik bir siyasal yapıya doğru kendi kalkınma yolunu belirlemesi ya da Rusya’ya bağımlı bir uydu devlet haline gelmesi gerektiği realizmin temel varsayımlarıyla bağdaştırılamaz. Realizme alternatif bir model olarak liberalizm ise, devletler dünyasındaki anarşinin müzakereler, anlaşmalar ve uluslararası kurumlar aracılığıyla sınırlandırılabileceğini öne sürer (Axt 2022).
Bir Casus Belli (Savaş Nedeni) Olarak Uyuşmazlık Konusu Deniz Yetki Alanları
Doğu Akdeniz, köklü çatışmaların yaşandığı bir bölgedir. Kıyıdaş devletler olan Yunanistan, Türkiye, Kıbrıs, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır ve Libya, enerji kaynaklarını kullanmak için deniz yetki hakları üzerinde anlaşmazlık içindedir. Ayrıca, ulusal egemenliğe dair tarihsel hafızalar ve anlatılar da birbiriyle rekabet halindedir; donmuş çatışmalar, ortak çıkar söz konusu olduğunda bile iş birliğini engellemektedir. Doğu Akdeniz’deki anlaşmazlıklar; enerji kaynakları, deniz hakları gibi konularla ilgili olup, Yunanistan ile Türkiye’yi ve GKRY ile Türkiye’yi birbirinden ayırmaktadır. Bu devletler, egemenlik konusunda birbirleriyle çelişen taleplerde bulunmaktadır. Bu devletler, tıpkı Türkiye ve Suriye, Lübnan ve İsrail ve İsrail ve Filistin Ulusal Yönetimi gibi, egemenlik konusunda birbirleriyle anlaşmazlık içindedirler (Axt 2021).
Uluslararası ilişkiler alanında yapılan çalışmalar, çatışmaları farklı türlerde sınıflandırır: etnik, dini, ideolojik, toprakla ilgili, yönetimsel ya da ekonomik (Axt, Schwarz ve Wiegand 2008, s. 43–45). Suriye, Irak veya Libya’daki çatışmalar yönetimsel olarak anlaşılabilirken, İsrail–Filistin çatışması güçlü biçimde toprakla ilgili ve dini unsurlar taşır. Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelere bakıldığında, buradaki çatışmaların temelinde ekonomik nedenlerin, özellikle de enerji kaynaklarının etkili olduğu görülmektedir: Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarına olan talep oldukça yüksektir. Sadece Libya ve daha az ölçüde Mısır, tükettiklerinden fazla enerji üreten net enerji ihracatçısı konumundadır. Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan ve İsrail ise net enerji ithalatçısıdır (Schenk vd. 2010). Doğu Akdeniz’de ülkelerin enerji bağımlılığının yüksek olması göz önüne alındığında, söz konusu devletlerin kendi deniz bölgelerini veya daha doğrusu “münhasır ekonomik bölge” (MEB) olarak neyi ilan edecekleri önem taşımaktadır. Bu bölgede, kıyı devletlerinin doğal kaynakları araştırma, işletme, koruma ve yönetme konusunda egemen hakları bulunmaktadır. Hâlihazırda Doğu Akdeniz’de üç çatışma kümesi tespit edilebilmektedir.
Birinci çatışma kümesi nispeten yenidir. Bu çatışma, Türkiye ile Libya’nın 2019 yılının sonunda enerji kaynaklarını kullanmak amacıyla deniz yetki alanlarının sınırlandırılması üzerine bir anlaşma imzalamasıyla alevlenmiştir (Axt 2021). Deniz yetki alanlarının belirlenmesi, Türkiye ve Libya’ya bu bölgelerdeki doğal kaynakları münhasıran kullanma hakkı vermiştir. Yunanistan ve GKRY, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasının bir üçüncü tarafın aleyhine yapıldığını, çünkü mutabakat zaptının Türkiye’ye, Yunanistan’ın kendi münhasır ekonomik bölgesi olarak tanımladığı alanda, Oniki Ada ve Girit adaları yakınlarında deniz yetki alanları öngördüğü hususunda şikâyetçi oldu. Öte yandan Türkiye, Libya’da eski Başbakan Mustafa es-Serrac hükümeti ile savaş lordu Mareşal Halife Hafter arasında yaşanan askeri çatışmaya müdahale etti.
İkinci çatışma kümesi, adaların münhasır ekonomik bölge ilan etme hakkına sahip olup olmadığı sorusuyla alevlenmiştir (Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, Aralık 1982, s. 40–49). Bu konu özellikle Ege Denizi açısından önem taşımaktadır çünkü çok sayıda Yunan adası Türk anakarasına oldukça yakındır. Yunanistan, adaların, Yunanistan’ın arama ve işletme faaliyetlerinde bulunmaya yetkili olduğu deniz bölgelerini ilan etme konusunda yasal hakka sahip olduğunu ileri sürmektedir. Türkiye bu görüşe karşı çıkıyor ve Doğu Ege’deki Yunan adalarının Anadolu anakarasının kıta sahanlığına dayandığını, bu nedenle Türkiye’ye orada keşif ve işletme yapma hakkı verdiğini savunuyor (Siousiouras ve Chrysochou 2014). Bu önemlidir çünkü enerji kaynaklarının, özellikle doğal gazın bölgede var olduğu varsayılmaktadır. Türkiye bölgeye keşif gemileri gönderiyor, Yunanistan ise bu eylemi kendi egemenlik haklarının ihlali olarak algılıyor. Türkiye, Yunanistan deniz bölgelerini genişletirse casus belli (savaş sebebi) tehdidinde bulunmaktan çekinmez. Bu, esas olarak devletlerin tam egemenlik hakkına sahip oldukları karasularıyla ilgilidir.
Üçüncü çatışma kümesi Kıbrıs’ı kapsamaktadır; ada 1974’ten bu yana Yunan kökenli (GKRY) ve Türk kökenli (KKTC) olmak üzere ikiye bölünmüştür. Yunanistan ile Türkiye arasındaki anlaşmazlık, Kıbrıs dahil edilmeden tam olarak anlaşılamaz. Türk araştırma gemileri, Kıbrıs adasının güneybatısında, GKRY’nin münhasır ekonomik bölgesi olarak ilan ettiği alanlarda araştırma faaliyetleri yürütmektedir. Bu araştırma gemilerine Türk savaş gemileri de eşlik etmiştir. 2011 yılında Türkiye, Kıbrıslı Türk temsilcilerle bir anlaşma imzalayarak araştırmalara başlamıştır. Anlaşma, Kuzey Kıbrıs için orijinal kıta sahanlığı ve 200 mil uzunluğunda münhasır ekonomik bölge öngörüyordu; bu, GKRY’nin iç işlerine müdahale olarak yorumlanması gereken bir adımdı (Axt 2012). Devletler topluluğu, GKRY’ni adanın tek yasal temsilcisi olarak kabul etmektedir. GKRY ve Yunanistan, Türkiye’nin bu araştırma faaliyetlerini “yasadışı” olarak ortak şekilde kınamış ve hem Atina hem de Lefkoşa, Avrupa Birliği’ndeki ortaklarını Türkiye’ye yaptırım uygulamaya çağırmıştır.
Son olarak, Doğu Akdeniz’deki çatışmalar yalnızca kıyı devletleriyle sınırlı değildir ve Güneydoğu Avrupa, Karadeniz Bölgesi, çatışmaların yaşandığı Ortadoğu (İran, Irak) veya Kuzey Afrika ülkeleri gibi komşu bölgelerde “taşma etkilerine” yol açabilir. Doğu Akdeniz’den uzak, Kuzey Akım 2 boru hattı (Eylül 2022’de hat patladı veya patlatıldı) gibi tartışmalı konular, Rusya, AB ve ABD’nin kendi içlerinde bölünmüş olması ve Akdeniz’deki işbirliklerini daha da karmaşık hale getiriyor.
Doğu Akdeniz’de Enerji: Değersiz Kaynaklar Üzerine Bir Çatışma mı?
Doğu Akdeniz’de ciddi çatışmalarla karşı karşıya olduğumuz şu dönemde, tüm durumun ironisi, Doğu Akdeniz’deki enerjinin hiçbir değere sahip olmayabileceğidir (Ellinas 2020). Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaş, bu varsayımları kökten değiştirmiş olabilir. Bu durum özellikle, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından Batı tarafından uygulanan yaptırımlara karşılık olarak gazı bir silah olarak kullanmaya başlaması ile ilgilidir. Rusya’nın özellikle AB ülkelerine güvenilir bir şekilde gaz tedarik etmeye devam edip etmediği sorusunu bir kenara bırakırsak, Akdeniz’de doğal gaz ve petrolün çıkarılmasının önünde dört engel olmuştur ve olmaya devam edebilir. Birincisi, Akdeniz devletleri arasındaki çatışmalar devam ettiği sürece yatırımlar çok riskli olarak görülmektedir. İkincisi, Rusya veya Arap ülkeleri gibi diğer üreticilerin daha düşük bir fiyata enerji sunabilmesi durumunda, Doğu Akdeniz’den çıkarılacak petrol ve doğalgazın fiyatının rekabetçi olup olmayacağı tartışmalıdır. Karadeniz’de yeni keşfedilen Sakarya gaz sahası, Türkiye için önemli enerji kaynakları sunabilecektir. Üçüncüsü, Akdeniz enerjisinin Avrupa genelindeki pazarlarda satılması durumunda, AB’nin fosil enerji kullanımını büyük ölçüde azaltma planına bağlanması halinde kesin sınırlamalar söz konusu olacaktır. Ancak birçok Avrupa ülkesi, iklim hedeflerine ulaşmak ve Fransa gibi nükleer enerjiye bağımlı kalmamak istiyorsa geçiş teknolojisi olarak daha fazla doğalgaza ihtiyaç duyacaktır. Dördüncüsü, geçmişte enerji kıtlığı AB açısından bir sorun olarak görülmüyordu çünkü Kuzey Akım 1 ve TürkAkım 2 gibi boru hatları Rusya’dan Avrupa’ya yeterli miktarda enerji sağlıyordu. Bu bağlamda, Akdeniz’in güneyi ve doğusundaki ülkelerin daha yüksek gaz talebi olacağı, AB’nin ise buna ihtiyaç duymayacağı varsayılıyordu. Son olarak, yeşil enerjiye olan talep giderek artmaktadır. Avrupa, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki bilim insanları ve politika yapıcılar, fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi güçlü şekilde önermektedir. Bu nedenle enerji, çatışmaların sebebi değil, tetikleyicisi olarak görülmektedir.
Bazı analistler, Akdeniz devletlerinin iş birliği yaparak enerji kaynaklarını ortak şekilde işletmesinin farklılıkları aşmak için bir fırsat olabileceğini düşünmektedir. Avrupa entegrasyonunun kuruluşuna bir benzetme yapılmaktadır. Uluslararası aktörlerin desteğiyle Akdeniz için hazırlanacak bir “Schuman Planı” anlaşmazlıkların üstesinden gelinmesine yardımcı olabilir mi? Küresel aktörler ne tür bir katkı sunabilir? Doğu Akdeniz ülkeleri arasında çatışmasızlık ortamı yaratmak, diyalogu teşvik etmek, güven artırıcı önlemleri ve iş birliğini başlatmak ve desteklemek konusunda istek ve yeteri kadar kapasiteye sahipler mi? Amerika ve Avrupa şirketlerinin hükümetler tarafından kontrol edilmediği düşünüldüğünde, bu şirketlerin bölgedeki gerginliği azaltıcı olumlu bir etkisi olabilir mi? Peki ya Rusya ve Çin? Rusya sadece kendi enerji kaynaklarının satışına mı odaklanıyor? Çin’in “Kuşak ve Yol Girişimi” Doğu Akdeniz’de iş birliğine olumlu bir etki yapabilir mi?
Bugüne kadar böyle bir bakış açısı ortaya çıkmamıştır; aksine, kıyıdaş devletler birbirleriyle rekabet eden ittifaklar kurmaktadır. Yunanistan, Kıbrıs, İsrail, Lübnan ve Mısır, 2010 yılında Türkiye’yi dışlayarak münhasır ekonomik bölgelerini belirlediler. Ankara, Rus gazının Avrupa’ya taşınmasında enerji merkezi olma rolünün tehlikeye girdiğini fark etmiş ve bu nedenle Libya ile bir mutabakat muhtırası imzalamıştır. Bu mutabakat, Türk deniz kuvvetlerinin Libya kara sularında faaliyet göstermesini ve Kıbrıs’tan Avrupa’ya boru hattı ile gaz taşınmasını engelleyebilecek görünmez bir duvar oluşturmasını mümkün kılmıştır (Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Mutabakat Muhtırası, 2019). Atina ile Abu Dabi arasında yakınlaşma sinyalleri artmıştır. Yunanistan, Kıbrıs, İsrail, Mısır, Ürdün ve Filistin, 16 Ocak 2020’de Kahire merkezli Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurmuştur. Fransa resmen foruma katılmak istemiş, ABD ise daimi gözlemci olacağını açıklamıştır. Aynı şekilde, Ocak 2020’de Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs, Doğu Akdeniz üzerinden Avrupa’ya gaz taşımayı amaçlayan bir Doğu Akdeniz boru hattı projesi için ortak bir anlaşma imzalamıştır. Bu tür bir boru hattının gerçekçi olup olmadığı tartışmalı olsa da, Türkiye’nin Akdeniz devletleri arasındaki artan iş birliğinden dışlandığını göstermektedir. Atina, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle daha da yakınlaşmıştır. Mayıs 2021’de yüksek düzeyde bir Türk heyeti ikili ilişkileri geliştirmek amacıyla Kahire’yi ziyaret etmiştir. 2013’teki İslamcı hükümete yönelik askeri darbenin ardından Türkiye ile ilişkiler soğumuş ve hatta düşmanlık seviyesine ulaşmıştı. Şimdi ise diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması ihtimali ortaya çıkmıştır.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sadece güvenlik politikası açısından değil, enerji politikası açısından da bir dönüm noktasıdır. Meseleye ilişkin bu giriş analizinde, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynaklarının geliştirilmesinin ve pazarlanmasının zor olduğunu savunuyor olsam da, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaş, rota değişikliklerine yol açabilir. Rusya’dan gelen arzın yerini doldurmak için enerji talebi artmıştır. Savaş hazırlıkları sırasında bile yeni durum, gaz ve petrol fiyatlarındaki artışla kendini göstermiştir; bu durum yalnızca hane halklarını değil, sanayi işletmelerini de etkilemiştir. Rusya, Avrupa’nın enerji alanındaki kırılganlığını gözler önüne sererek kendisine karşı uygulanacak büyük çaplı yaptırımları engellemek istemiştir.
Rus doğalgazına ve petrolüne bağımlılığı azaltmanın yolunun yenilenebilir enerjinin gelişimini hızlandırmak olduğu yönündeki yaygın argüman temelde tartışmasızdır. Ancak bu tartışmasızlık durumunda bile hala anlamını koruyan soru şudur; hangi hızda, hangi maliyetle ve hangi araçlarla ilerleme kaydedilecektir? Hızlı bir başarının mümkün olduğunu düşündürecek çok az şey var. Bu durum pratikte ne kadar çok doğrulanırsa, önceki hesaplamalar o kadar çok teste tabi tutulacaktır. Rusya’nın gazını yenilenebilir enerjilerin genişlemesini teşvik etmek için bir köprü teknolojisi olarak kullanma planı sallantılı bir zemindedir. Rusya’dan enerji ithalatına bağımlılığı azaltmak için nükleer santrallerin ömrünün uzatılması ve fosil yakıtlardan çıkışın ertelenmesi şimdiden tartışılmaktadır. Almanya da kömür üretiminden çıkışını erteleme seçeneğini değerlendirmektedir.
Peki, bu durum Doğu Akdeniz’de olduğu varsayılan potansiyel enerji kaynakları için ne anlama geliyor? Eğer varlığı muhtemel bu enerji, artık Rusya gibi tedarikçilerle fiyat rekabetine girmeyecekse, bu muhtemel doğalgaz kaynaklarının işletilmesi daha kârlı hale gelebilir. AB, Akdeniz gazının çıkarılmasına yönelik başlangıçta verdiği ancak son zamanlarda pek de aktif olmayan desteğini yeniden canlandırmak zorunda hissedebilir. Emile Badarin ve Tobias Schumacher’in bu sayıdaki ortak makaleleri, Güney Gaz Koridoru projesi kapsamında “Ortak Çıkar Projesi”ne (PCI) yönelik AB’nin mali yardımı hakkında daha fazla bilgi sağlıyor. Değişen dünya konjonktürüne rağmen boru hatlarıyla gaz taşınması hâlâ sorunlu olmaya devam ederse, Akdeniz’den LNG (Sıvılaştırılmış Doğal Gaz) olarak gaz taşınması oldukça cazip hale gelebilir, çünkü AB’de bu teknolojinin kullanımına yönelik destek artıyor. Taşıma kapasiteleri ve liman altyapıları genişletilecektir. Ancak gelişmelere bağlı olarak, önceki hesaplamalar geçerliliğini yitirebilir. Doğu Akdeniz doğalgazı için yeni bir gelecek doğabilir ve bu enerji kaynaklarına erişim sağlamak için rekabet artabilir. Doğu Akdeniz için geçerli olan bu durum, Avrupa’nın diğer bölgeleri için de geçerlidir. Hollanda, 2022 sonu itibariyle durdurmayı planladığı gaz üretimini, depremlere yol açma riski taşımasına rağmen ertelemeyi tartışmaktadır (Kotkamp 2022), (Nisan 2024’te Groningen’deki gaz üretimi depremlere neden olduğu için tamamen durduruldu).
Kural Tabanlı Dünya Düzeni: Batı’nın Çöküşü mü, Yeniden Doğuşu mu?
Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin izole bir şekilde değerlendirilmemesi, küresel bağlam içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana Avrupa’daki tarihsel gelişim üç aşamada ele alınabilir. İlk aşama, caydırıcılığın hakim olduğu Soğuk Savaş dönemiydi. 1975’te Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra yumuşamanın hakim olduğu ikinci aşamayı başlattı. Bu aşama, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle sona erdi. Doğu Akdeniz bağlamında ilk iki aşama şu şekilde tanımlanabilir.
1945 sonrası iki kutupluluk caydırıcılığa dayanıyordu. Batı ve Doğu blokları, nükleer bir savaşın kazananı olmayacağı konusunda hemfikirdi. Süper güçler, Kore (1950–1953), Vietnam (1955–1975) veya Afganistan (1979–1989) gibi vekâlet savaşları yürütmekle yetindiler. Karşıt bloklar, karşılıklı bağlayıcı kurallar ve kurumlar oluşturmanın her iki taraf için de avantajlı olduğunu öğrendikçe iki kutupluluk daha istikrarlı hale geldi. 1795 yılında Immanuel Kant, “Sürekli Barış Üzerine” (Zum Ewigen Frieden) adlı eserinde, devletler dünyasının ortak hukuki normlar ve buna karşılık gelen kurumlar üzerinde anlaşması durumunda bir barış düzeninin mümkün olabileceği fikrini geliştirdi (Kant 2003). 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler, şiddetten vazgeçme ve diğer devletlerin toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına saygı gösterme ilkelerine taraf devletleri bağlayarak bu ilkeleri benimsedi. Hukukun, gücün üzerinde olması — Kant’ın vizyonu buydu. Evrensel saygı gören normatif bir ilke tesis etmek mümkün oldu, ancak bu uluslararası ilişkileri kökten tanımlamadı. II. Dünya Savaşı’nın galip güçlerine Birleşmiş Milletler Daimi Güvenlik Konseyi’nde tanınan veto hakkı, kişisel çıkarların ön planda tutulmasına olanak sağladı. Uygulamada olmasa bile, düzenlenmiş çatışma çözümünün temel ilkeleri yine de benimsenmişti; devletler bunları ileri sürebilir ve vatandaşlar liderlerini uyarmak için bunları kullanabilirdi. Hem kurallara dayalı hem de çok taraflı bir dünya düzeni ideal olurdu.
Birleşmiş Milletler’in gündemindeki konular, 1975’te Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı ile Avrupa’da ele alındı. Sovyetler Birliği ile Batı arasında bir “paket anlaşma” sağlandı. Sovyetler Birliği ve müttefikleri için savaş sonrası sınırların tanınması ön plandayken, Batı için güç kullanımından vazgeçme ve insan haklarına bağlılık esastı. Katılımcı devletlerin sayısı artmış ve kurumlar gelişmiş olmasına rağmen AGİK, Immanuel Kant’ın vizyonunun temelini oluşturan felsefi idealizm anlamında bir kolektif güvenlik sistemine dönüşememiştir. Güce dayalı realizm anlayışı baskınlığını korumaktadır ve devletler kendi çıkarlarını takip ederek, güvenlik amacıyla hegemonya arayışına girmektedir.
Karşıt askeri blokların varlığı, çatışmaların barışçıl çözümü için mekanizmaların ve araçların gelişimini engelledi. Ancak AGİK, Soğuk Savaş döneminde yüksek siyasi öneme sahip bir düzenlemeydi (Axt 1993). Katılımcıların ve özellikle süper güçlerin istekli olması koşuluyla müzakerelerde güvenlik, silahsızlanma, insan hakları, güven artırıcı önlemler, ekonomik işbirliği ve insani boyut konuları ele alındı. Devlet başkanları Kasım 1990’da Paris’te bir araya gelip “Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı” üzerinde anlaştığında, Soğuk Savaş sonrası Avrupa’da barışın, karşılıklı anlayışın ve ilerlemenin sağlanacağına dair büyük beklentiler oluşmuştu. Ardından, 1995 yılında AGİK, Birleşmiş Milletler Şartı’nın Sekizinci Bölümü kapsamında bölgesel bir güvenlik örgütü olarak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) dönüştürüldü.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, 1997 yılında bir ortaklık kurmak ve karşılıklı güvensizliği gidermek amacıyla NATO-Rusya Kurucu Senedi imzalandı. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana yaşanan değişiklikler kabul edildi, şiddetten vazgeçilerek ortak bir istikrar alanı oluşturulması ve halkların egemenliğine ve kendi kaderini tayin hakkına saygı gösterilmesi hedeflendi (Velickovic 2009). Gerginlik anlarında sorunların çözümüne yardımcı olmak üzere bir NATO–Rusya Konseyi kurulması öngörüldü. Ancak NATO ülkeleri ile Rusya birbirinden giderek uzaklaşıp, birbirini sözleşme ihlalleriyle suçlayarak silahsızlanma yerine silahlanma programlarını hızlandırdığında ve silah kontrolünü terk ettiğinde, NATO-Rusya Konseyi, üzerinde anlaşılan kurallar ve mekanizmalarla bu gerilimlerin üstesinden gelemedi.
Küresel bir güvenlik mimarisi kurma çabaları, Batı’nın normatif projesi olarak adlandırılan anlayışa dayanmaktadır. 1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız Devrimi; insan haklarını, hukukun üstünlüğünü, kuvvetler ayrılığını, bağımsız yargıyı, demokrasiyi ve halk egemenliğini temel ilkeler olarak kabul etmiştir (Winkler 2015, 15–8). Birleşmiş Milletler’den NATO–Rusya Kurucu Senedi’ne kadar bu ilkeler Doğu–Batı ilişkilerine aktarılmıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Batı’nın normatif projesinin küresel ölçekte destekleyici bir ilkeye dönüşebileceği yönündeki umudu beslemiştir. Piyasa ekonomisi ve demokrasi, ilgili tüm bildirilerde öz taahhütler olarak yer almıştır. Bugün gözlemleyebildiğimiz gibi, özgürlük arzusu, Ukrayna veya Gürcistan gibi ülkelerde Rusya’nın emperyalist büyük güç politikasının gerçekliğiyle çarpışmaktadır. Dünyanın birçok köşesinde alevlenen çatışmalar ve küresel güçler arasındaki rekabetler dikkate alındığında, uluslararası ilişkilerin istikrara kavuşup kavuşamayacağı konusunda kuşkucu olunmalıdır. Bu açılardan bakıldığında, mevcut dünya düzeni çok kutuplu olarak adlandırılıyor ki bu bir nevi hüsnütabirdir. Aslında durum; Alman siyasetçi Gernot Erler’in 2018’deki kitabında tanımladığı gibi, “Batısız bir dünya düzeni” (Weltordnung ohne den Westen) ve endişe vericidir. Bu özellikle, yükselen iki güç olan Çin ve Rusya’nın özgürlük, sivil haklar, insan hakları ve vatandaş katılımına dayalı Batı tarzı liberal demokrasiyi reddetmeleri ve onun yerine otoriter başkanlık sistemleri kurmalarıyla açıkça görülmektedir (Erler 2018, 147).
Son yıllarda Batı, tartışmaların ve değerlendirmelerin odak noktası haline gelmiştir. 2021’de Afganistan’dan yapılan aceleci çekilme, birçok soruyu gündeme getiren bir boşluk yaratmıştır: Avrupa Birliği bu boşluğu doldurup stratejik özerklik elde edebilir mi, yoksa bu alanı Rusya ve Çin mi dolduracak? Çin’de yaygın olan “Batı çöküyor, Doğu yükseliyor” anlatısında bir gerçeklik payı var mı? ABD tarafından başlatılan ve tek taraflı olarak yürütülen Afganistan’dan çekilme, müttefiklerin Amerikan güvenlik garantilerine olan güvenini sarsmış mıdır? Bu durum, Avrupa Birliği’ni kendi başına mı bırakmıştır ve AB, tutarlı ve birleşik bir şekilde hareket edebilir mi? Yerel veya bölgesel çatışmaların riskleri doğru bir şekilde değerlendirildi mi? İstihbarat servisleri çatışmaların tırmanma hızı ve güç dengesindeki değişimler hakkında güvenilir tahminlerde bulundu mu? Kısacası: Afganistan’dan aceleyle çekilme, demokrasi, çoğulculuk, hoşgörü, ulus inşası gibi evrenselci değerlerin aslında küresel ölçekte uygulanamayacağı yönünde Batı fikrinden bir vedaya mı işaret ediyor? Sadece kendi çıkarlarını tanıyan ve çok taraflı hareketi reddeden mutlak bir realist siyaset anlayışına mı ilerliyoruz? Eğer durum buysa, Doğu Akdeniz’deki çatışmalar artık yalnızca ulusal çıkar politikalarıyla ilgili hale gelir ve çatışmaları azaltma yönündeki irade zayıflar. İşte bu nedenle, bu çatışmalara ilişkin soruların küresel güçler gözlüğüyle irdelenmesi hayati önem taşımaktadır.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, sonunda savaş sonrası düzenin üçüncü aşamasını zorladı. Rusya devlet başkanı Carl von Clausewitz’in “savaş, politikanın başka araçlarla sürdürülmesinden başka bir şey değildir” (Clausewitz 1968) şeklindeki ünlü sözünü takip etmiştir. Eski Sovyetler Birliği devletinde demokratik ve liberal bir sistemin gelişmesi Putin tarafından bir tehdit olarak algılandı (Axt 2022) ve o gelişme Rusya Devlet Başkanı’nın emperyal hırslarına aykırıydı. Bu nedenle, 24 Şubat 2022’de Rus tanklarına Ukrayna’ya ilerleme emri verilmiştir. Rusya açıkça Batı’nın saldırganlığa karşı çıkamayacak kadar zayıf olduğunu varsayıyordu. Afganistan’dan aceleyle çekilme, ABD’nin Çin’e saplantılı şekilde odaklanması ve AB ülkeleri arasındaki çıkar farklılıkları, Rus lideri harekete geçmeye teşvik etmiş olabilir.
Ancak Rusya, yanlış hesap yapmış da olabilir. Putin’in beklediğinin aksine, Batı’nın birliği güçlenmiş, transatlantik ortaklık yeniden canlanmış ve Avrupa içindeki ayrılıklar geri plana itilmiştir. Batı, caydırıcılık kapasitesine sahip olduğunu kanıtlamıştır. Almanya bu konuda örnek niteliğindedir. Uzun süre boyunca “Rusya’yla barış yapılır” anlayışı hâkimdi; yumuşama için caydırıcılığa gerek duyulmadığı düşünülüyordu. Ancak Ukrayna’nın işgalinden sonra Rus liderin bu yönde bir ilgisinin olmadığı anlaşıldığında, Almanya’da köklü bir değişim gerçekleşti. Hiç bir şey bu dönümüşü, Şansölye Olaf Scholz’un 27 Şubat 2022’de Bundestag’daki konuşmasından daha açıklayıcı olamaz. Scholz’un bu konuşmasına göre Almanya, savunma harcamalarını gayrisafi yurtiçi hasılanın %2’sinin üzerine çıkarmak istiyor, Bundeswehr (Federal Savunma) için 100 milyar euroluk özel bir fon oluşturulacak, silahlı insansız hava araçları tedarik edilecek, Ukrayna’ya tanksavar silahları ve hava savunma füzeleri gönderilecek ve ortak Avrupa silahlanma projeleri hızlandırılacaktır (Regierungserklärung von Bundeskanzler Olaf Scholz, 27 Şubat 2022). Ancak bu arada, Alman hükümetinin bu vaatlerini somut eylemlerle destekleyip desteklemeyeceği konusunda şüpheler artmaktadır. Sadece Alman muhalefeti değil, Doğu Avrupa’daki birçok AB ortağı da özellikle Ukrayna’ya talep edilen silah yardımı konusunda Berlin hükümetine kararlı hareket etme çağrısında bulunmaktadır.
Küresel Güçlere Bağımlı Bir Bölge mi?
Doğu Akdeniz’deki gelişmelere karşı küresel güçlerin çıkarlarını doğru bir şekilde değerlendirmek, ancak onların mevcut zihinsel durumu ve toplumsal yönelimleri dikkate alındığında mümkündür. Bu da yalnızca ekonomik ve siyasi durumu değil, aynı zamanda öncü elitlerin ve sivil toplum aktörlerinin arzularını da kapsamaktadır. Uluslararası siyaset, realizm yaklaşımının odaklandığı devletler dünyası kavramından daha fazlasını yansıtır.
Küresel güçlerin Doğu Akdeniz bölgesindeki çıkarlarını tanımlayabilmek için, karşılıklı bağımlılık ilişkilerini daha ayrıntılı açıklamak anlamlı olacaktır. 1970’li yıllarda kalkınma politikası ve uluslararası ilişkiler çalışmalarında, sadece Üçüncü Dünya Ülkelerinin sanayileşmiş ülkelere bağımlı olup olmadıkları değil, aynı zamanda bir karşılıklı bağımlılık ilişkisinden söz edilip edilemeyeceği tartışılmaya başlandı. Robert O. Keohane ve Joseph S. Nye, akademik tartışmalara 1973 petrol krizi bağlamında, sanayileşmiş petrol ithalatçısı ülkelerin üretici ülkelere ne derece bağımlı olduğunu ortaya koyan bir bakış açısı getirdiler (Keohane ve Nye 1977). Bu paradigma, Akdeniz ülkeleri ile küresel güçler arasındaki ilişkilere de belli ölçüde uygulanabilir. Karşılıklı bağımlılığın devletlerarasındaki ilişkileri istikrara kavuşturduğu varsayılabilir. Ancak siyasi liderler şu anki Rusya Devlet Başkanı örneğinde olduğu gibi artık kararlarını rasyonel tercih değerlendirmeleri temelinde almamaya ve hesaplanamaz hale gelmeye başladıklarından bu varsayım sarsılmaktadır.
Burada neo-fonksiyonalizm teorisiyle bir benzetme yapılabilir. 1960’lar ve 1970’lerde neo-fonksiyonalist teori, 1945 sonrası Avrupa entegrasyonunun, adeta otomatik olarak, artan iş birliğinin yayılma etkisiyle ilerlediğini varsaymıştı. Entegrasyon tüm taraflar için faydalı hale geldikçe, katılımcılar birleşik bir Avrupa’ya yetki devretmeye daha istekli hale geliyorlardı (Haas 1968). Ancak gerçekte bu gelişim, açıkça milliyetçi bir tutum sergileyen Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün 1965 yılında uyguladığı “boş sandalye politikası” ile durduruldu ve entegrasyon süreci geriledi. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ülkeleri, Fransa’nın talep ettiği tarım ürünleri fiyat artışında uzlaşamayınca, Fransa’nın temsilcisi altı ay boyunca Bakanlar Konseyi toplantılarına katılmadı (Bomberg, Peterson ve Stubb 2008, 33–5). Bu nedenle AET karar alamaz hale geldi. Haas gibi akademisyenler bu durumu kabul ederek neo-fonksiyonalist yaklaşımlarını gözden geçirmiştir (Haas 1975). Rusya ile Batı arasındaki mevcut ilişkiye bakıldığında, Batılı politikacıların Rusya’yla karşılıklı bağımlı ilişkilere—Batı’nın Rusya’ya enerji bağımlılığı ve Rusya’nın Batı’ya teknoloji bağımlılığı—dayanarak bunun istikrar sağlayıcı bir etkisi olduğunu savunmalarının haklı gerekçeleri olduğu söylenebilir. Ancak aşırı milliyetçi, yeni-emperyalist ve otoriter bir siyasi lider olarak Başkan Putin güç kazandıkça, bu varsayım geçerliliğini yitirdi. Bu durum nihayetinde 2022’de Ukrayna’ya karşı savaşın başlamasına yol açtı. Bu nedenle, karşılıklı bağımlılık istikrar sağlama potansiyeli taşısa da, sınırlarının olduğu da açıktır.
Peki, Akdeniz ülkeleri ile ABD arasındaki ilişkiler ne durumda? Sadece üç rakibi, Yunanistan, Türkiye ve GKRY’ni ele alırsak, Yunanistan’ın geleneksel olarak ABD’ye çok bağımlı olduğunu görürüz. Bu bağımlılık, iç politika, ekonomi ve güvenlik alanlarını kapsıyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, 1946–1949 yılları arasında Yunanistan’da iç savaş sürerken, iç ve askeri politikalarda “komünizm tehlikesini” bastıran ABD olmuştur (Couloumbis ve Iatridis 1980). Ülkenin ekonomik yeniden inşası büyük ölçüde Amerikan desteğine bağlıydı. Bu durum, bir yandan Avrupa Birliği’nin ülkenin kalkınmasına daha fazla dahil olması, diğer yandan güvenlik politikasında yumuşama sürecinin etkisini göstermesiyle değişti. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte, Sovyetler Birliği’ne karşı koruyucu bir tampon bölge olarak Yunanistan’ın önemi de azaldı. ABD, Çin’i en büyük tehdit olarak görmeye başladığında, Yunanistan’ın Washington’un güvenlik politikalarındaki yeri daha da geri plana düştü. Atina, ABD’ye daha az bağımlı hale geldi ancak kendi lehine karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi kurmayı da pek başaramadı.
Ancak Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Akdeniz ülkeleri ile küresel güçler arasındaki karşılıklı ilişkileri değiştirdi. Rusya ile ilişkiler köklü bir sınamaya tabi tutuldu. Batı tarafından uygulanan yaptırımlara Yunanistan ve GKRY de katıldı. Tüm devletler, Rus enerji kaynaklarına olan bağımlılıklarını azaltmanın yollarını araştırmaktadır. Batılı savunma ittifakı yeniden değer kazandı, aynı şekilde aktif ekonomik ve mali destek sağlaması beklenen Avrupa Birliği de yeniden takdir edildi.
Şimdi de NATO’ya bakalım. ABD için NATO, geçmişte komünizmin yayılmasını önlemede olduğu kadar, rakipler olan Yunanistan ve Türkiye üzerinde dengeleyici bir etki kurmada da merkezi bir unsurdu. Daha 1995–1996 yıllarında bile, Kardak kayalıkları üzerindeki anlaşmazlık nedeniyle Atina ile Ankara arasındaki büyük bir askeri çatışmanın önüne geçebilen ABD ve NATO olmuştu (Axt, Schwarz ve Wiegand 2008, 177–8). Washington’un taraflara eşit mesafede durma politikası, bunu mümkün kılmıştı. Ancak bugün hem ABD’nin hem de NATO’nun Akdeniz’deki NATO üyeleri arasındaki anlaşmazlıklara müdahale etme yeteneği büyük olasılıkla aynı ölçüde geçerli değildir. Atina; İsrail ve Körfez ülkeleriyle ittifaklar arayışına giderek daha fazla yönelmekte, Ankara’nın ABD ile olan ilişkileri ise Orta Doğu’daki savaşların ardından oldukça soğumuş durumdadır. Türkiye, ABD’yi Ortadoğu’da Kürt yanlısı YPG (Yekîneyên Parastina Gel, Halk Savunma Birlikleri) gibi Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atan gruplarla askeri işbirliği yapmakla suçladı. Türkiye, Batı’dan çok az destek aldığını düşünüyor ancak Batı’nın etkisini kendi iddia ettiği bölgelerde sınırlamayı seviyor (Bardakçı 2021). Mümkün oldukça, ABD’nin Orta Doğu’dan çekilmesini kendi lehine çevirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin artan özgüveni hakkında daha fazla bilgi için derginin bu tematik bölümünde Mehmet Bardakçı’nın makalesine bakınız. Türkiye’nin Amerikan teknolojisi yerine Rus füze teknolojisini tercih etmesi, ikili ilişkilerde hasara yol açmıştır (Tol ve Taşpınar 2019). Bu şekilde Ankara, ABD’ye olan bağımlılığını azalttı, ancak ABD’nin Türkiye’ye karşı benzer bir bağımlılık geliştirmesini sağlayamadı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra, Türkiye’nin Batı ile ilişkileri yeniden yakınlaşabilir (Seufert 2022). Türkiye, hem Rusya hem de Ukrayna ile iyi ekonomik ilişkilere sahiptir. Bu nedenle Türkiye’nin arabuluculuk teklifinde bulunması anlaşılabilir bir durumdur (Malsin 2022). Türkiye, Rusya’ya karşı ilk adımlarını da attı: İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını savaş gemilerine kapattı; ancak bu daha çok sembolik bir adımdı; zira Rus savaş gemileri zaten konuşlanmış durumdaydı. Türkiye, çatışmayı bir savaş olarak tanımlayarak, Rusya’nın “özel operasyon” anlatısını kabul etmedi. Türkiye tarafından, Rusya’nın işgali “kabul edilemez” olarak nitelendirildi. Ankara’nın söylemi, Türkiye’nin NATO’nun sadık bir üyesi olduğu, ancak ulusal çıkarlarını da gözetmek zorunda olduğudur; bu nedenle Türkiye, Batı’nın ekonomik yaptırımlarına katılmamıştır. Coğrafi ve tarihsel nedenlerle Türkiye, Moskova’nın Odessa ve Karadeniz üzerindeki kontrolü yeniden kazanmasını istememektedir (bu konuda Zaur Gasimov’un bu sayıdaki katkısına bakınız). Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasındaki kadim rekabetlerin yeniden canlanması için çok az şey yeterlidir.
Türkiye’nin ABD ile ilişkileri son yirmi yılda soğurken, GKRY’nin ABD ile ilişkileri her zaman mesafeli olmuştur (Laipson 1992). Washington ve Lefkoşa aynı değerler ailesine bağlı olduklarını hissetseler de, GKRY güvenlik politikasında daima kendi yolunu izlemiş ve NATO’ya katılmamıştır (Kadritzke ve Wagner 1976). Lefkoşa, ABD’nin “ulusal sorun”, yani adanın bölünmesi ve Türklerin Rumlara yönelik taleplerinin reddedilmesi konusunda kendisine yeterince destek vermediğini hissetti. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerindeki anlaşmazlıklarda, GKRY tıpkı Yunanistan gibi desteği ABD’den çok Doğu Akdeniz’in güney kıyısındaki ülkelerden (İsrail ve Mısır) aramaktadır. GKRY ile Rusya arasında siyasi ve mali bağlar mevcuttur, ancak Kıbrıs parlamentosu, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kınayan bir kararı oy birliğiyle kabul etmiştir. Rus turistlerin, GKRY’ni ziyaret eden ikinci en büyük grup olması ve adanın Rus sermayesi için bir sığınak olarak ün yapmış olması, bu karara engel teşkil etmemiştir. Kıbrıs uzun bir süre “Rus zenginleri için bir zamanlar çok övülen ‘açık denizlerin ana kapısı’” olarak kabul edildi (Adkisson 2013). Geçmişte, GKRY’nin Rusya’ya karşı fazla hoşgörülü davranıp davranmadığı sıkça sorgulanmıştır. Bu durum özellikle, Kıbrıs’ın 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhakına karşı AB yaptırımlarına mesafe koyması ve 2015’te Rus savaş gemilerine limanlarını açmak istediği yönündeki haberlerin yayılmasıyla gündeme gelmiştir (Axt 2015a).
Rusya’nın Akdeniz ülkeleriyle ilişkilerine gelince, Türkiye ve Yunanistan’ın NATO üyesi olarak Soğuk Savaş boyunca Sovyetler Birliği’nden uzak durdukları gözlemlenebilir. Bu tutum, en azından kısmen, 1989/90 sonrası dönemde Rusya’ya da aktarılmıştır. Kabul etmek gerekir ki, bu durum Yunanistan’daki siyasi solun siyasetçilerinin Moskova ile yakınlaşmada avantajlar gördükleri ve bazı durumlarda bugün de gördükleri gerçeğini ve Türkiye’nin 1964’ten 1979’a kadar Rusya’ya yaklaşarak NATO’yu dengelemeye çalışmasını engellemedi. (Axt 2015b; Steinbach 1979, 98–196). Kuşkusuz, Türkiye’nin esas olarak Rus gazını taşıyan bir enerji merkezi olarak gelişmesi, Rusya’ya olan bağımlılığını artırmıştır ve Ankara bu süreci Rus askeri teknolojisi satın alarak daha da geliştirmiştir. Türkiye ile Rusya arasında, Suriye örneğinde olduğu gibi, çatışma içeren bir iş birliğinden de söz edilebilir. Türkiye’nin Rus gazına olan taşıma bağımlılığı ancak Doğu Akdeniz’de kendi enerji kaynaklarına önemli ölçüde erişim sağlaması ve bu şekilde Rus gazının yerine geçecek kaynaklar elde etmesiyle dengelenebilir. Ancak şimdiye kadar bildiklerimize göre, bu pek de gerçekçi bir beklenti değildir (Schenk vd. 2010). Gerçi Rusya da Ankara’ya bir ölçüde bağımlıdır, çünkü Türkiye Avrupa’ya gaz taşımacılığı için bir koridor konumundadır. Yunanistan da Rusya’dan doğalgaz satın almaktadır; ancak bir enerji merkezi işlevi görmemektedir. Bu durum bir yandan gelir kaybına yol açarken, diğer yandan bağımlılığı da azaltmaktadır. Geçmişte Yunanistan’ın ABD ile ilişkileri zaman zaman soğumuş olsa da, Atina Rusya’ya yakınlaşarak Washington’dan daha fazla destek alma cazibesine kapılmamıştır. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş, bu tutumu pekiştirmiştir. Yunanistan, günümüzde ABD ile güvenlik politikası iş birliğini yoğunlaştırmaktadır. Mayıs 2022’de Yunanistan, ABD ile yeni bir Karşılıklı Savunma İş Birliği Anlaşması’nı (MDCA) onayladı. Aleksandrupoli Limanı, ABD’nin Ukrayna’ya silah sevkiyatında önemli bir rol oynamaktadır. Buna ek olarak, ABD Yunanistan’a modern savaş uçakları tedarik etmektedir (Michalopoulos 2022).
Çin, Doğu Akdeniz’de siyasi ya da güvenlik temelli müdahalelerden geri durarak ekonomik faaliyetlere odaklandığı için, Çin ile Akdeniz ülkeleri arasında bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi gelişmiş gibi düşünülebilir. Ancak bu, gerçeği tam olarak yansıtmaz. Ekonomik işbirliği karşılıklı faydalar sağlarken, Çin’in Doğu Akdeniz ülkelerinin çoğunda kritik altyapı sektörlerine yaptığı yatırımlar, bağışçı bağımlılığından bahsetmek için çok önemlidir. Bununla birlikte, bu bağımlılık, Çin’in şimdilik ekonomik boyutun ötesine geçme eğilimine direnmesiyle sınırlı tutulmaktadır. Bunun uzun vadede de böyle kalıp kalmayacağı gelecekte görülecektir. Finansal bağımlılığın kritik olabileceği Çin yatırımlarını alan ülkelerde daha az duyuluyor, ancak genel sekreteri Jens Stoltenberg gibi önde gelen NATO temsilcileri, Çin’in kritik altyapıya yaptığı yatırımların endişe verici olduğu açıklandığında sistem rekabeti yönünü vurguluyorlar. Stoltenberg 30 Kasım 2021’de şunları söyledi:
Aynı zamanda farkına varmalıyız ki, evet, Çin birçok bakımdan uzak bir ülke olabilir ama güvenliğimiz için önem taşıyor […]. Toplumlarımıza müdahale etmek amacıyla kritik altyapımıza yoğun yatırımlar yapıyorlar. Ve temel ihtiyaç maddelerine olan bağımlılığımızı kendi çıkarlarını ilerletmek için kullanıyorlar.” (NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in konuşması, 2021)
Haziran 2022’de NATO tarafından kabul edilen Stratejik Konsept, Çin’e yönelik eleştirel bakışı yeniden teyit etmiştir (NATO Stratejik Konsept 2022, 5). Küresel faiz oranlarındaki artış, enerji fiyatlarındaki büyük yükseliş ve zayıflayan büyüme, birçok gelişmekte olan ülkenin Çin’den aldığı kredileri geri ödemesini şimdiden zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda borç indirimi taleplerinin artması, tüm uluslararası finans sistemi için ciddi sonuçlar doğurabilir (Horn, Reinhart ve Trebesch 2022). Ekonomik işbirliğinin, Batı sistemleri ile Çin modeli arasındaki rekabeti göz ardı edemeyeceği düşünülüyor. Çin’in, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşı açıkça eleştirmemesi ve BM Güvenlik Konseyi’nde vetosuyla Rusya’nın kınanmasını engellemesi, iki otoriter gücün yakınlaştığını göstermektedir. Çin temsilcisi BM Genel Kurulu’ndaki oylamada çekimser kalmıştır. Çin, savaşın nedeninin NATO’nun doğuya genişlemesi olduğu yönündeki Moskova anlatısını benimsemiş ve hem Rusya ile olan stratejik ortaklığı sürdürmek hem de bu savaşın Avrupa ile ekonomik ilişkiler üzerindeki zararını sınırlamak istemektedir. 2021 yılında Çin’in Rusya’ya ihracatı 59,5 milyar ABD doları, ABD’ye 521 milyar ABD doları ve Almanya’ya 103 milyar ABD doları olmuştur (Workman 2022). Çin’in çıkarı, Batı’ya karşı Rusya ile uzun vadeli bir çatışmaya girmek değildir. Öte yandan, Rusya Devlet Başkanı, Çin’in desteğine ne kadar çok ihtiyaç duyarsa, o kadar çok onun küçük ortağı konumuna düşmektedir.
AB örneğinde ise, Doğu Akdeniz’deki birçok devletin bağımlı bir ilişki içinde olduğu varsayılabilir. AB pazarına erişim onlar için hayati önemdedir. Bu durum, AB tarafından sunulan çeşitli destek tedbirleri için de geçerlidir: üye devletler söz konusu olduğunda, örneğin tarımsal ve yapısal politika transferleri şeklinde ve üye olmayanlar söz konusu olduğunda, özel programlar aracılığıyla (Avrupa Komisyonu 2021). Ancak bu bağımlılık sürekli olarak kırılıyor; örneğin borç krizinde, Yunanistan’ın borç yükü hafifletilmezse para birliğinin kendisi tehlikeye gireceği için euro bölgesinden mali yardım almıştı. Atina’daki protestocular kendilerini Brüksel’in, özellikle Almanya’nın emri altındaymış gibi hissetseler de, karşılıklı bağımlılığı inkâr etmek zordur. AB üyesi olmayan Türkiye örneğinde ise, kitlesel göçle başa çıkmanın Ankara olmadan mümkün olmadığı görülmüştür. 2016 yılında Avrupa Konseyi ve Türkiye, Türkiye üzerinden Avrupa’ya düzensiz göç akışını durdurmayı amaçlayan bir anlaşmaya varmıştır. AB–Türkiye Mutabakatı’na göre, Türkiye’den Yunan adalarına gelen ve iltica başvuruları kabul edilemez ilan edilen tüm yeni düzensiz göçmenler ve sığınmacılar Türkiye’ye geri gönderilmelidir (Corrao 2022). AB ile Türkiye arasındaki geri kabul mutabakatı, karşılıklı bağımlılık unsurlarına işaret etmektedir.
Doğu Akdeniz’de doğal gaz üretiminin ilerlemesi ve Avrupa’nın bu kaynaklara bağımlı hale gelmesi durumunda bu karşılıklı bağımlılık artar mı? Şimdiye kadar bilinenler temelinde, kaynakların pazarlanmasıyla ilgili gerçek (!) fırsatlara ilişkin kuşkuculuk haklıdır. AB, yakın çevresindeki çatışmaların kendi istikrarı ve güvenliğini de tehdit ettiğinin farkındadır. Bu nedenle temel olarak, tıpkı 1950’lerin başından beri Batı Avrupa’da olduğu gibi entegrasyonun denge ve istikrarı teşvik ettiği yaklaşımı kopyalanarak çeşitli ittifak entegrasyon girişimleri başlatıldı (Avrupa Komisyonu 2022). Ancak zaman içinde, Batı Avrupa entegrasyonunun kopyalanmasının Akdeniz ülkelerinde pek olumlu sonuç vermediği kabul edilmelidir. Doğu Akdeniz’deki çatışmalar söz konusu olduğunda, Fransa, İtalya veya İspanya gibi bazı AB ülkeleri, etkilenen AB üyeleri lehine daha kararlı bir AB tutumu çağrısında bulunmaktadır, ancak bu talep üzerinde şimdiye kadar bir uzlaşı sağlanamamıştır. Belki de bu, güvenlik politikası açısından Akdeniz’in bir öncelik olmadığının bir göstergesidir (Lippert 2021).
Temkinli bir sonuç çıkarılabilir: bölge, küresel güçlere bağımlıdır ancak iki faktörle sınırlıdır: Birincisi, küresel güçlerin çıkarları birbirini dengeler ve bu da tek bir küresel gücün baskın bir etki yaratmasını engeller. İkincisi, bölge küresel güçler için önemlidir ama bu önem, onları diğer küresel güçlerle burada bir çatışmaya girmeye itecek düzeyde değildir. Çin, reddedilmesi zor tekliflerle etkisini genişletmektedir. Rusya ise, Batı’nın etkisini sınırlama kaygısıyla dikkatli bir gözlemci konumundadır. ABD, Çin ve Rusya’nın artan etkisine karşı çıkmasına rağmen, bu etkinin Doğu Akdeniz’de reddedilmesi gerektiğini düşünmemektedir. Çin söz konusu olduğunda, ABD Pasifik bölgesine odaklanmıştır; Rusya söz konusu olduğunda ise, “Rus Ayısı”nın hak iddia ettiği yerlerde; Orta Doğu’da, Karadeniz bölgesinde, Güneydoğu Avrupa’da veya Baltıklar gibi birçok başka çatışma cephesi görmektedir. Bu nedenle Doğu Akdeniz, Rusya’nın emellerini dizginlemek açısından Washington’un gündeminde üst sıralarda yer almamaktadır. ABD, Rusya ve Çin’in Akdeniz’deki bölgesel dengeyi kendi lehlerine bozmasını engellemeye çalışmaktadır; Mehmet Yegin de makalesinde buna dikkat çekmektedir. Geriye AB kalmaktadır. AB artık sadece “yumuşak güç” ile sınırlı kalmaması gerektiğinin farkındadır, ancak üye devletlerin Akdeniz ülkeleriyle ilgili çıkarları çok karmaşıktır, bu nedenle AB çatışma yönetiminde kararlı bir tutum sergileyememektedir. Türkiye gibi ülkelerin, Yunanistan ve Kıbrıs’ın AB üyesi olması nedeniyle AB’yi taraflı görmesi, AB’nin tarafsız bir arabulucu rolü üstlenmesini doğal olarak zorlaştırmaktadır. Ancak bu durum, AB’nin gözlemlenen pasifliğini yeterince açıklamamaktadır. Üye devletlerin çıkarlarının heterojenliği belirleyici bir rol oynamaktadır.
ABD’nin Çin’e odaklanması Avrupa’da yeni bir durum yarattı: Bu durumun Rusya’yı Avrupa’nın siyasi mimarisinde en azından kısmi bir yeniden yapılanma gerçekleştirmeye teşvik etmiş olma ihtimali göz ardı edilemez. Böyle bir durumda AB ülkelerinin Rusya’nın emellerini ne ölçüde reddedebileceği ise, her şeyden önce AB’nin güvenlik ve savunma politikalarının kapasitesine bağlıdır. Uzun süredir küresel bir aktör olmayı hedeflediğini ilan eden AB, bu beyanlarını somut adımlarla desteklemek zorunda kalacaktır. Bu, aynı zamanda iç siyaset açısından hassas bir konu olan, Fransa’nın ve ayrıca Birleşik Krallık’ın nükleer potansiyelinin ABD’nin nükleer şemsiyesinin geri çekilmesi durumunda ne gibi bir rol oynayacağı sorusunu da içerecektir. 2016 tarihli stratejiyi değiştirecek olan yeni güvenlik stratejisinde AB bu tür sorulara yanıt vermek zorunda kalacaktır. 2016’daki stratejik konseptin artık geçerli olamayacağı, o dönemde “AB ile Rusya birbirine bağımlıdır” ifadesinin yer almış olmasından da anlaşılmaktadır (Ortak Vizyon, Ortak Eylem: Daha Güçlü Bir Avrupa 2016, 33). Güvenlik konusuna gelince, AB’nin yakın ittifak ilişkilerini, ABD, Rusya, Çin ve AB’nin oluşturduğu kutupların belirlediği küresel siyasal güç dengeleri bağlamında ele alması gerekecektir. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşla birlikte yeniden teyit edilen güvenlik alanında daha yakın iş birliği arzusunu AB ancak üye ülkelerde bu doğrultuda sürdürülebilir koşullar oluşturulursa gerçekleştirebilecektir. Ancak o zaman Rusya’nın, çıkar ayrılıkları nedeniyle AB’yi ciddi bir aktör olarak görmediği yönündeki algısı ortadan kalkacaktır.
Avrupa için geçerli olan durum, Doğu Akdeniz bölgesi için de geçerlidir. Burada ABD’nin başlattığı geri çekilme süreci bir boşluk yaratmış ve bu boşluk Rusya ile Çin’e daha fazla nüfuz alanı sağlamıştır. Rusya hâlâ geri planda kalmakta ve daha çok “gözlemci” konumundadır; Zaur Gasimov da bu sayıya yaptığı katkısında bu noktaya dikkat çekmektedir. Çin ise daha çok yatırım ve ticarete odaklanmakta, ancak Çin pazarının sınırlı açılımı bu stratejinin sınırlarını da ortaya koymaktadır. Jens Bastian analizinde oldukça güven verici olsa ve Çin’in öncelikle ekonomik hedeflere odaklandığını savunsa bile, Çin yatırımlarının ve bunun sonucunda Akdeniz ülkelerinin borçluluğunun gelecekte Çin’e ne ölçüde daha fazla siyasi nüfuz fırsatı vereceği sorusu hâlâ ortada duruyor. Doğu Akdeniz’in enerji kaynakları söz konusu olduğunda ise, Çin ve Rusya’nın talepleri sınırlıdır. Rusya, Akdeniz enerji tedarikçilerinden gelecek rekabeti sınırlamak istemektedir; ancak hem Rusya hem de Çin, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının şu ana kadar sınırlı ölçüde kullanılabilir olduğunun farkındadır. Ancak daha önce de birçok kez belirtildiği gibi, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaş kartları yeniden dağıtmış ve öncelikle Batı’nın birliğini pekiştirmiştir.
Yazar hakkında:
Heinz-Jürgen Axt
Bu sayının tematik bölümünün konuk editörü olan Heinz-Jürgen Axt, Duisburg-Essen Üniversitesi Siyaset Bilimi Enstitüsü’nde emekli profesör ve Saarland Üniversitesi’nde Avrupa İleri Davranışsal Yönetim Enstitüsü’nde konuk profesördür. Münih’teki Güneydoğu Avrupa Derneği’nin eski başkan yardımcısıdır. Araştırma alanları arasında Avrupa bütünleşmesi, AB genişlemesi, AB yapısal politikası, Güneydoğu Avrupa, Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs yer almaktadır. Bu konulara ilişkin yazıları yaygın bir şekilde yayımlanmıştır.
Kaynakça:
Axt, H.-J. 1993. “Auf dem Weg zur kollektiven Sicherheit? Die KSZE nach Erweiterung und Institutionalisierung.” Europäische Rundschau 21 (1): 83–99. Google Akademik’te ara
Axt, H.-J. 2012. “Zypern.” In Jahrbuch der europäischen Integration, edited by W. Weidenfeld and W. Wessels, 509–10. Baden-Baden: Nomos.10.5771/9783845245027-509. Google Akademik’te ara
Axt, H.-J. 2015a. “Zypern.” In Jahrbuch der europäischen Integration, edited by W. Weidenfeld and W. Wessels, 527–8. Baden-Baden: Nomos.10.5771/9783845260549_527. Google Akademik’te ara
Axt, H.-J. 2015b. “Regierung Tsipras fordert Gläubiger heraus. Verhandlungen im Zeichen akuter Finanznot Griechenlands.” Südosteuropa-Mitteilungen 55 (2): 20–35. Google Akademik’te ara
Axt, H.-J. 2021. “Troubled Water in the Eastern Mediterranean. Turkey Challenges Greece and Cyprus Regarding Energy Resources.” Comparative Southeast European Studies 69 (1): 133–52.10.1515/soeu-2021-2006. Google Akademik’te ara
Axt, H.-J. 2022. “Neuer Kalter Krieg. Oder: Warum fürchtet Putin die EU mehr als die NATO.” Südosteuropa-Mitteilungen (62) 2: 33–42. Google Akademik’te ara
Axt, H.-J., O. Schwarz, and S. Wiegand. 2008. Konfliktbeilegung durch Europäisierung? Zypernfrage, Ägäis-Konflikt und griechisch-mazedonischer Namensstreit. Baden-Baden: Nomos.
10.5771/9783845209678.
Google Akademik’te ara
Bardakçı, M. 2021. “Is a Strategic Partnership Between Turkey and Russia Feasible at the Expense of Turkey’s Relations with the EU and NATO?” Comparative Southeast European Studies 69 (4): 535–59.10.1515/soeu-2021-0001. Google Akademik’te ara
Clausewitz, C. von. 1968. On War. London: Penguin Books. Google Akademik’te ara
Corrao, I. 2022. “EU–Turkey Statement & Action Plan.” European Parliament. 23 June. https://www.europarl.europa.eu/legislative-train/theme-towards-a-new-policy-on-migration/file-eu-turkey-statement-action-plan (Erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Couloumbis, T. A., and J. O. Iatridis, eds. 1980. Greek–American Relations: A Critical Review. New York: Pella Publishers. Google Akademik’te ara
Ellinas, C. 2020. “Changing Priorities Threatens Viability of EastMed Gas Pipeline.” Cyprus Mail. 6 January. https://cyprus-mail.com/2020/01/06/changing-priorities-threatens-viability-of-eastmed-gas-pipeline/ (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Erler, G. 2018. Weltordnung ohne den Westen. Freiburg im Breisgau: Herder. Google Akademik’te ara
European Commission. 2021. “Southern Neighbourhood: EU Proposes New Agenda for the Mediterranean.” 9 February. https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/ip_21_426 (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
European Commission. 2022. “Southern Neighbourhood.” https://policy.trade.ec.europa.eu/eu-trade-relationships-country-and-region/countries-and-regions/southern-neighbourhood_en (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Adkisson, J. 2013. “Cyprus And The Death Of An Offshore Haven.” Forbes. 25 March. http://www.forbes.com/sites/jayadkisson/2013/03/25/cyprus-and-the-death-of-an-offshore-haven/ (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Bomberg, E., J. Peterson, and A. Stubb. 2008. The European Union: How Does It Work? New York: Oxford University Press. Google Akademik’te ara
Haas, E. B. 1968. The Uniting of Europe. Stanford: Stanford University Press. Google Akademik’te ara
Haas, E. B. 1975. The Obsolescence of Regional Integration Theory. Berkeley: University of California. Google Akademik’te ara
Horn, S., C. M. Reinhart, and C. Trebesch. 2022. “Hidden Defaults.” Kiel Working Paper, No. 2208. January. https://www.ifw-kiel.de/fileadmin/Dateiverwaltung/IfW-Publications/-ifw/Kiel_Working_Paper/2022/KWP_2208_Hidden_Defaults/KWP_2208.pdf (erişim 10 Ağustos 2022).
10.1596/1813-9450-9925.
Google Akademik’te ara
Kadritzke, N., and W. Wagner. 1976. Im Fadenkreuz der NATO: Ermittlungen am Beispiel Cypern. Berlin: Rotbuch. Google Akademik’te ara
Kant, I. 2003. To Perpetual Peace. Indianapolis: Hacket. Google Akademik’te ara
Kegley, C. W., and E. R. Wittkopf. 2000. World Politics: Trend and Transformation. New York: St. Martin’s Press. Google Akademik’te ara
Keohane, R. O., and J. S. Nye. 1977. Power and Interdependence: World Politics in Transition. Boston: Little, Brown. Google Akademik’te ara
Kotkamp, L. 2022. “The Netherlands’ Earthshaking Gas Deal with Germany 2022.” Politico. 27 January. https://www.politico.eu/article/the-netherlands-earthshaking-gas-deal-with-germany/ (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Laipson, E. 1992. “The United States and Cyprus: Past Policies, Current Concerns.” In Cyprus: A Regional Conflict and its Resolution, edited by N. Salem, 90–9. New York: St. Martin’s Press.
10.1007/978-1-349-12781-8_7
Google Akademik’te ara
Lippert, B. 2021. “Europäische Nachbarschaftspolitik.” In Jahrbuch der Europäischen Integration, edited by W. Weidenfeld and W. Wessels, 379–88. Baden-Baden: Nomos.
10.5771/9783748912668-379 Search in Google Scholar
Malsin, J. 2022. “Turkey Offers Again to Host Russian-Ukrainian Peace Talks.” The Wall Street Journal. 30 May. https://www.wsj.com/livecoverage/russia-ukraine-latest-news-2022-05-28/card/turkey-offers-again-to-host-russian-ukrainian-peace-talks-7ZiiQCjHKjuNs8vJhxSm (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Mearsheimer, J. J. 2014. “Why the Ukraine Crisis Is the West’s Fault: The Liberal Delusions That Provoked Putin.” Foreign Affairs (93) 5: 77–84. Google Akademik’te ara
Mearsheimer, J. J. 2022. “John Mearsheimer on Why the West is Principally Responsible for the Ukrainian Crisis.” The Economist. 19 March. https://www.economist.com/by-invitation/2022/03/11/john-mearsheimer-on-why-the-west-is-principally-responsible-for-the-ukrainian-crisis (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
“Memorandum of Understanding between the Government of the Republic of Turkey and the Government of National Accord-State of Libya on Delimitation of the Maritime Jurisdiction Areas in the Mediterranean 2019.” United Nations Division for Ocean Affairs and the Law of the Sea. https://www.un.org/depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/PDFFILES/TREATIES/Turkey_11122019_%28HC%29_MoU_Libya-Delimitation-areas-Mediterranean.pdf (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Michalopoulos, S. 2022. “Greece Ratifies Defence Deal with US.” Euractiv. 12 May. https://www.euractiv.com/section/politics/short_news/greece-ratifies-defence-deal-with-us/ (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Morgenthau, H. W. 1954. Politics among Nations: The Struggle for Power and Peace. New York: Knopf. Google Akademik’te ara
North Atlantic Treaty Organization. “NATO Strategic Concept 2022.” Adopted by Heads of State and Government at the NATO Summit in Madrid 29 June 2022. E-Library. Official Texts. Press Release 095. 29 June. https://www.nato.int/cps/en/natohq/official_texts_196951.htm (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
North Atlantic Treaty Organization. “Speech by NATO Secretary General Jens Stoltenberg.” 2021. “Speech by NATO Secretary General Jens Stoltenberg at the Event: NATO’s Outlook Towards 2030 and Beyond.” Newsroom. Speeches and Transcripts. 30 November. https://www.nato.int/cps/en/natohq/opinions_189089.htm (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
“Regierungserklärung von Bundeskanzler Olaf Scholz am 27. Februar 2022.” 2022. Die Bundesregierung (website of the German federal government). 27 February. https://www.bundesregierung.de/breg-de/suche/regierungserklaerung-von-bundeskanzler-olaf-scholz-am-27-februar-2022-2008356 (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Schenk, C. J., M. A. Kirschbaum, R. R. Charpentier, T. R. Klett, M. E. Brownfield, J. K. Pitman, T. A. Cook, and M. E. Tennyson. 2010. “Assessment of Undiscovered Oil and Gas Resources of the Levant Basin Province, Eastern Mediterranean.” U.S. Geological Survey Fact Sheet 2010–3014. 12 March. https://pubs.usgs.gov/fs/2010/3014/ (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Seufert, G. 2022. “Erdoğan’s Tightrope Act: In the Conflict on Ukraine, Turkey is Moving Cautiously Toward the West.” Stiftung Wissenschaft und Politik. 9 March. https://www.swp-berlin.org/publikation/erdogans-tightrope-act-in-the-conflict-on-ukraine-turkey-is-moving-cautiously-toward-the-west (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
“Shared Vision, Common Action: A Stronger Europe. A Global Strategy for the European Union’s Foreign and Security Policy 2016.” European Union Global Strategy. European External Action Service. June. https://www.eeas.europa.eu/sites/default/files/eugs_review_web_0.pdf (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Siousiouras, P., and G. Chrysochou. 2014. “The Aegean Dispute in the Context of Contemporary Judicial Decisions on Maritime Delimitation.” Laws 3 (1) 12–49, https://www.mdpi.com/2075-471X/3/1/12 (erişim 10 Ağustos 2022).
10.3390/laws3010012
Google Akademik’te ara
Steinbach, U. 1979. Kranker Wächter am Bosporus. Freiburg: Ploetz. Google Akademik’te ara
Tol, G., and Ö. Taşpınar. 2019. “Turkey’s Russian Roulette.” In The Mena Region. A Great Power Competition, edited by K. Mezran and A. Varvelli, 107–25. Milano: Le edizioni. Google Akademik’te ara
United Nations Convention on the Law of the Sea of 10 December 1982. United Nations Division for Ocean Affairs and the Law of the Sea. https://www.un.org/depts/los/convention_agreements/texts/unclos/unclos_e.pdf (erişim 10 Ağustos 2022).
10.18356/22186018-2022-108-1
Google Akademik’te ara
Velickovic, E.-M. 2009. Der institutionelle Wandel der KSZE/OSZE nach dem Ende des Ost-West-Konflikts. Münster: Lit. Google Akademik’te ara
Winkler, H. A. 2015. Geschichte des Westens. Munich: C. H. Beck.
10.17104/9783406669873
Google Akademik’te ara
Workman, D. 2022. “China’s Top Trading Partners.” World’s Top Exports. https://www.worldstopexports.com/chinas-top-import-partners/ (erişim 10 Ağustos 2022). Google Akademik’te ara
Online Yayın: 2022-10-11
Baskılı Yayın: 2022-09-27