Derbim Var Derbim Üstüne

Benim derbi kriterimde aynı şehrin iki güçlü takımı değil aynı şehrin, arkasında bir siyasal, dini, içtimai, sosyal…  hikaye barındıran iki takımı yer alıyor. Güçleri ne olursa olsun. Ankaragücü’nün işçi takımı, Gençlerbirliği’nin “okumuş” insanların takımı olması hikayesi bile bu derbiyi, hiçbir hikayesi olmayan Galatasaray – Fenerbahçe derbisinin önüne taşıyor benim gözümde. Galatasaray – Fenerbahçe müsabakası ülkenin en büyük, en çok ses getiren müsabakası olmasına rağmen…
Mart 7, 2025
image_print

Biz her ne kadar kapsama alanını genişletip işi biraz da zıvanadan çıkarmış olsak da aynı şehrin iki takımı arasında oynanan müsabakalara deniyor derbi. Aynı şehirden kastımız karayolları il sınırlardan müteşekkil gibi gözükse de coğrafi, kültürel, ekonomik vb. etkenlerle aynı havayı soluyan iki farklı şehrin takımı karşılaşsa bir üst adlandırmayla yine derbi parantezine dâhil edilebilir. Katalan derbisi, Bavyera derbisi örneklerinde olduğu gibi… Farzımuhal bizde Nevşehirspor ile Kayserispor karşı karşıya gelse, şehir bağlamında olmasa bile bu müsabakayı Kapadokya derbisi parantezine alabiliriz. Tıpkı Altay ile Denizlispor oynarken, manşetlerin Ege Derbisi olarak atılması gibi.

Bu girişten sonra yazının nereye doğru evrileceğini az çok tahmin etmişsinizdir diye düşünüyorum. Türk futbolu ve derbi deyince ülkenin kahir ekseriyetinin zihninde tek bir maç canlanır. Galatasaray – Fenerbahçe ya da Fenerbahçe – Galatasaray… Toplananların yeri değiştirilince toplamın değişmeyeceği kuralı gibi müsabaka kimin sahasında oynanırsa oynansın toplam yani özgül ağırlık değişmiyor. Girişteki tanımdan da anlaşılacağı üzere her ne kadar farklı kıtalarda yer alıyor olsalar da aynı şehrin iki takımı oldukları için derbi tanımına teknik anlamda birebir uyuyor söz konusu müsabaka. Burda bir sorun yok. Söylem bazında benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda daha sıklıkla işittiğim Beşiktaş’ın da dahil edildiği sonradan bir galat olarak Trabzonspor’un da içeri buyur edildiği derbi parantezini yaşadığımız günler itibariyle Galatasaray ve Fenerbahçe takımları daha fazla işgal ediyor. Eğer bir sorun ararsak, sorun burada yatıyor. Televizyonlarımız, gazetelerimiz, gazetecilerimiz velhasıl medyamız elbette Beşiktaş’ın da dahil olduğu bir galat olarak Trabzsonspor’un da devam ettirildiği eksende derbi sözcüğünü kullanıyor fakat şunu çok rahat müşahede ediyoruz ki özgül ağırlık tamamen Galatasaray – Fenerbahçe derbilerinde gözüküyor. Bunun altında elbette iki takımının sosyolojik olarak toplumda makes bulma kriterlerini irdelersek, diğer takımlarımıza karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş olmalarının yadsınamaz payı var ama bütün ligimizin bu iki takım üzerine kurgulanıyor olması sadece beni değil birçok futbolseveri üzüyordur diye tahmin ediyorum. Endüstriyel çarkla birlikte arayı iyice açan bu iki güzide takımımızın çoğu zaman kayıkçı kavgasını andıran polemikleri yüzünden ligimizin “marka değeri” başlığı çok zaman gündeme getirilse de, bu halden hoşnut olan ezici bir taraftar profili sayesinde güç ve gücü ele geçirme, güçten yana olma, gücü kullanma alt başlıklarında her kesimden insan rahatlıkla buluşabiliyor. Futbolun siyasal, ideolojik, mezhepsel, kültürel birçok farklılığı aynı potada buluşturabilecek bir büyüyü mündemiç olduğunu biliyoruz fakat yine de bu iki takımın âli menfaatleri söz konusu olunca insanlar arasındaki bütün anlaşmazlıkların ve farklılıkların üzerine kürek kürek kum atıldığını görüyoruz. Benzetme ne kadar doğru olacak bilmiyorum ama ideolojik olarak mecliste birbirini boğazlar konumda olan milletvekillerinin, vekil maaşlarına zam yapılacağı vakit müthiş bir dayanışma sergilemesi gibi…

Galatasaray – Başakşehir veya Fenerbahçe – Karagümrükspor maçından önce ya da sonra hiçbir şekilde duymadığımız aslında teknik anlamda duymamız gereken derbi sözcüğünün, uzun yıllardır Beşiktaş – Trabzonspor maçından önce ve sonra kullanılıyor olmasından da anlaşılacağı üzere bizim derbi sözcüğüne yüklediğimiz anlam etimolojiyi geçip hatta aşıp güç maddesinde bir yer buluyor kendine. Trabzonspor’un derbi parantezine dahil edilmesi muhtemelen art arda gelen şampiyonluklarından sonra olmuştur. O da artık taşradan şehre doğru olan göçünü hitama erdirip bir şehirli olunca üzerine yapıştırılan derbi sözcüğünü atmaya kimsenin de gücü yetmemiştir. Ligde şampiyonluk yaşayan Bursaspor, hem şampiyonluk öncesi hem şampiyonluk sonrası hiçbir zaman derbi parantezine dahil edilmezken, Başakşehir yaşadığı şampiyonluk sonrasında üstelik bir İstanbul takımı olmasına mukabil derbi ailesine buyur edilmezken, Trabzonspor’un, kader arkadaşı Beşiktaş ile birlikte cılız da olsa derbi ailesinde yerini muhafaza etmesi, gücü tam olarak ele geçiremese de, bir ucundan tutmasıyla ilintili.

Derbi sözcüğüne bizdekinin aksine etimolojik olarak yaklaşırsak, bizim her şeyi olduğu gibi derbi kavramını da çok yanlış anladığımıza şahitlik ederiz. Bu etimolojide benim kendi penceremden derbi kavramına yüklediğim anlam, literatürün müsaade ettiği ölçüde bir esnemeyi de beraberinde getirecek. Futbol kulüplerinin kuruluş aşamasında takıma sirayet eden, bir bakıma doğuştan gelen hususi durumların olduğunu biliyoruz. Her takım aidiyet temelli bir unsurla çıkmıştır futbol sahasına. Kulübü kuranlar devrin sosyal yapısının iktiza ettiği şartlarda yerini almıştır yeşil zeminde. İskoç futbolunun köklü iki takımı olan Glasgow Rangers ve Celtics arasında neredeyse yüz elli yıla yaklaşan mücadelenin temelinde yer alan dini oluşum, futbolun dinamikleri bağlamında elimizi güçlendiren sağlam bir numune. Glasgow şehrinin bu iki ezeli takımından Rangers, İskoçya’nın yerleşik Protestan halkını temsil eder vaziyette Glasgow şehrinin batısında kurulurken Celtics on beş yıl sonra şehrin doğu ucunda Katolik bir ruh ile kuruluyordu. Rangers, şehrin sahibi ve hamisi pozisyonunda görürken kendini, Celtics bugün dahi bağımsızlık mücadelesi veren halkların yanında yer almaya devam ediyor. Dolayısıyla Rangers – Celtics derbisi dünyanın önemli derbilerinden biri olma özelliğini günümüzde de hız kesmeden sürdürüyor. İskoç topraklarından güneye doğru Arjantin’e bir yolculuk yapacak olursak, Buenos Aires’te bizi öyle bir derbi karşılayacak ki, sahip olduğu şiddet, kin, nefret ve düşmanlık sayesinde dünyanın en büyük derbisi olarak anılma payesini de baştan kazanacak. Boca Juniors – River Plate derbisi, çoğu zaman taraftar ölümleriyle sonuçlanacak bir şiddet sarmalında cereyan ediyor fakat aslında şehri de geçtik aynı mahallenin takımı olarak çıktıkları yolda, bir sosyal değişimin izlerini taşıyor. Yirminci yüzyılın başında fakir bir mahalle olan Boca mahallesinde kurulan iki rakip takımdan River Plate, yükselecek gerilimi fark ederek bir zengin mahallesi olan Nunez Lalas’a taşınıp o günden sonra zenginlerin takımı olarak anılmaya başlarken, Boca Juniors fakirlerin takımı olarak kalmaya devam eder. Bu sınıfsal derbi, içinde barındırdığı ateş ve şiddet motifleriyle dünyanın en büyük derbisi olarak futbol tarihindeki yerini koruyor. Arjantin’den Orta Avrupa’ya doğru gelirsek Partizan ve Kızılyıldız takımlarıyla karşılaşırız ki, isimleri bile aslında derbinin arka planını anlatmaya yetiyor. Kızılyıldız, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru komünist gençler tarafından kuruluyor. Savaşın bitiminden sonra galip edasıyla Tito’nun Yugoslav Halk Ordusu, Partizan takımını kurarak, yıllarca sürecek bir rekabetin fitilini yakmış oluyor Belgrad’ta. Kuruluş hikayeleri özelinde Kızılyıldız halkın takımı olarak Partizan ise ordunun takımı olarak anılmaktadır. Buna benzer bir hikaye ise İtalya sınırlarında, başkent Roma’da karşımıza çıkıyor. Şehrin iki takımından Roma, solcuların ve elit kesimin takımıyken Lazio aşırı sağcı kesimin ve Mussolini sempatizanlarının takımı olarak arz-ı endam ediyor.

Saydığım bu dört derbi, sözcüğün etimolojik anlamıyla aynı şehrin takımı olmak özelliğini ihtiva ettiği gibi kendi içinde siyasal, kültürel, mezhepsel, etnik ve sosyal bir yapıyı da barındırıyor. Dolayısıyla benim baktığım pencereden bir derbinin derbi olmasını sağlayacak bütün şartları mündemiç bu dört müsabaka. Bu dördü elbette çoğaltabilir yanına başka derbiler ekleyebiliriz ama meramımı anlatmak için yeterli bu dört müsabaka. Bunların yanında aynı şehrin takımı olmak şartını taşımayan ama kendi içinde taşıdıkları hususiyetlerle, mesela kralın takımı olan Real Madrid ile Katalanların en büyük takımı olan Barcelona ya da kültürel ve siyasal motifler taşıyan Panathinaiokos – Olympiakos gibi, derbi parantezine alınabilecek maçlar var ki bunların hepsine birinci sınıf derbi diyebiliriz. Her ülkenin kendi “büyük” takımları arasında oynanan maçların hepsini de derbi sıfatını layık görmek, nasıl ki asıl derbilere karşı bir haksızlık olacaksa, aynı şehrin takımı bile olsalar, kuruluş aşamasında ve sonrasında oluşturdukları bir sosyal yapıyı haiz olmayan, bir “hikaye” barındırmayan takımların karşılaşmalarına da derbi demek aynı şekilde haksızlık olacak diye düşünüyorum. O tür maçlara aynı şehrin takımı bile olsalar “büyük maç” demek daha uygun olacak kanaatindeyim.

Medyamızın ballandıra ballandıra dünyanın en büyük dört derbisinden biri dediği Galatasaray – Fenerbahçe derbisi bu bağlamda, bırakın sıralamayı benim derbi kriterlerime bile çok uzak netice itibariyle. Söz konusu derbinin “herkesin büyük derbisi var bizim de büyük bir derbimiz olsun” mantığıyla dolaşıma sokulmuş bir derbi olduğunu söylesek, muhtemelen iki takımın taraftarları da bundan hoşnut olmayacaktır. Futbolumuz zaten her geçen gün geriye gitmekteyken, oyunun gelişimine dair en ufak bir hamle yapılmıyorken, her hafta hakemler üzerinden polemiklere girip bir dedektif gibi suçlu arıyorken; aynı zamanda Galatasaray – Fenerbahçe derbisini bütün dünyanın gözünün olduğu bir derbi gibi lanse etmek galiba fiyakalı bir iş.

Bir özet geçecek olursam, benim derbi kriterimde aynı şehrin iki güçlü takımı değil aynı şehrin, arkasında bir siyasal, dini, içtimai, sosyal…  hikaye barındıran iki takımı yer alıyor. Güçleri ne olursa olsun. Ankaragücü’nün işçi takımı, Gençlerbirliği’nin “okumuş” insanların takımı olması hikayesi bile bu derbiyi, hiçbir hikayesi olmayan Galatasaray – Fenerbahçe derbisinin önüne taşıyor benim gözümde. Galatasaray – Fenerbahçe müsabakası ülkenin en büyük, en çok ses getiren müsabakası olmasına rağmen…

Çetrefilli bir konuydu ama meramım anlaşılmıştır diye umuyorum.

Nadir Aşçı

Nadir Aşçı
1977 yılında doğdu. Şiirleri, öyküleri ve denemeleri çeşitli dergilerde yayımlandı.
Yayımlanmş Kitapları:
Gölgede Kırk, şiir, 2011 Serander Yayınları
Fid Dünya, şiir, Granada Yayınları, 2013
Ölümle Paslanmış, şiir, 2020 Çıra Yayınları
Deniz Tarafındaki Kale, deneme, 2021 Loras Yayınları
Savunmanın Arkasına Uzuun Koşular, deneme, 2022 Loras Yayınları
Ceza Sahasının Uzak Köşesi, deneme, 2023 Loras Yayınları
Bütün Münkünler, öykü, 2024 Hece Yayınları
Futbol Hariç, deneme, 2024 Matruşka Yayınları

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA