Çin Raporu: ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisinin Olası Seyri

Trump yönetiminin Çin algısı, Biden yönetimindeki Çin algısından bile daha olumsuz olacak ve Çin’i yalnızca bir rakip olarak değil, ABD için varoluşsal bir tehdit, SSCB’den daha tehlikeli bir düşman olarak görecektir. Trump’ın, Biden yönetiminin Çin ile "stratejik rekabet" politikasını terk ederek, bunun yerine daha sert "Soğuk Savaş tarzı" bir çatışma yaklaşımı benimsemesi beklenmektedir.
Şubat 10, 2025
image_print

Biden’dan Trump’a: ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisinin Olası Seyri

Biden Yönetimindeki ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisinin Karmaşık Mirası ve Bu Mirasın Geleceğine İlişkin Rapor, ss.19-25

Trump yönetiminin Çin algısı, Biden yönetimindeki Çin algısından bile daha olumsuz olacak ve Çin’i yalnızca bir rakip olarak değil, ABD için varoluşsal bir tehdit, SSCB’den daha tehlikeli bir düşman olarak görecektir. Trump’ın, Biden yönetiminin Çin ile “stratejik rekabet” politikasını terk ederek, bunun yerine daha sert “Soğuk Savaş tarzı” bir çatışma yaklaşımı benimsemesi beklenmektedir. Ayrıca Trump, Avrupa ve Orta Doğu’dan çekilerek tamamen Çin ile mücadeleye odaklanmayı savunmaktadır. Bu arka plan düşünüldüğünde, ABD-Çin rekabetinin ön cephesi olan Hint-Pasifik bölgesi, Trump’ın stratejisinde yoğun bir Çin karşıtı duruş görecek ve bölgedeki ülkeler üzerinde güvenlik, diplomasi, ekonomi ve teknoloji alanlarında ABD ile aynı hizaya gelmeleri yönünde baskının arttığı görülecektir. Bu durum, bölgede ABD-Çin jeopolitik gerilimlerini şiddetlendirecek ve Asya-Pasifik ülkelerinin tarafsız kalmasını zorlaştıracaktır. Sonuç olarak, bu ülkelerin hem ABD’den hem de Çin’den aynı anda fayda sağlamaları daha zor hale gelebilir.

Raporun Yazarları:

Mao Ruipeng
Şanghay Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü (SIIS), Amerikan Çalışmaları Merkezi Başkan Yardımcısı

Wu Chunsi
SIIS, Uluslararası Stratejik ve Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü Direktörü

Wang Guoxing
SIIS, Seçkin Araştırma Görevlisi

Lou Xiangfei
SIIS, Amerikan Çalışmaları Merkezi, Araştırma Görevlisi

Lai Yuan
SIIS, Yardımcı Araştırma Görevlisi

Shao Yuqun
SIIS, Tayvan, Hong Kong ve Makao Çalışmaları Enstitüsü Direktörü

Niu Haibin
SIIS, Dış Politika Çalışmaları Enstitüsü Direktörü

Sun Haiyong
SIIS, Amerikan Çalışmaları Merkezi Araştırma Görevlisi

Su Liuqiang
SIIS, Yardımcı Araştırma Görevlisi

Raporu Derleyen:

Mao Ruipeng

Ocak 2025

1960 yılında hükümete bağlı olarak kurulan Çin’in etkili düşünce kuruluşlarından biri olan Şangay Uluslararası Çalışmalar Enstitüleri (SIIS) tarafından, ABD’nin Trump’ın ilk döneminde ulusal strateji seviyesine çıkardığı, halefi ve selefi Biden tarafından sürdürülen Hint-Pasifik Stratejisini ve söz konusu bu stratejinin 2. Trump döneminde nasıl bir şekil alabileceğinin değerlendirildiği kapsamlı bir rapor yayınladı. Raporun hazırlanmasında SIIS yöneticileri ve araştırmacıları olan, Mao Ruipeng, Wu Chunsi, Wang Guoxing, Lou Xiangfei, Lai Yuan, Shao Yuqun, Niu Haibin, Sun Haiyong ve Su Liuqiang gibi etkili akademisyenler katkıda bulundu.

Raporda “Hint-Pasifik” kavramının yaygın olarak kullanılan “Asya-Pasifik” kavramının etkisini ortadan kaldırarak Asya-Pasifik bölgesinde etkili bölgesel iş birliği çerçevesini bütünüyle ortadan kaldırmak için ABD stratejistleri tarafından 21.yy.lın ilk yıllarında üretildiği ancak ulusal strateji düzeyine 1. Trump döneminde çıkarıldığını ve Trump’ın 1.döneminin halefi ve 2. Döneminin selefi olan Biden tarafından sürdürülerek güçlendirildiğini, Biden’ın halefi olarak 2. Trump döneminde bu stratejinin olası uygulama ve sonuçları kapsamlı olarak değerlendirilmektedir.

Raporda, Biden döneminde çerçevesi belirlenmiş bir şekilde uygulanan bu stratejinin Asya-Pasifik bölgesinde barış, istikrar ve bölgesel entegrasyonu bozma potansiyeli taşıdığı, ABD hegemonyasının sürdürülebilmesi için Çin’in yegâne meydan okuma olarak hedefe konulduğunu ve çevrelenmeye çalışıldığını ancak; ABD’nin kendi kapasitesini çok abarttığı, Asya-Pasifik ülkelerinin ABD’nin bölgeye ilişkin stratejisini kendi ulusal çıkarlarından üstün tutacakları beklentisinde olduğu ve Çin’nin kapasitesini küçümsediği için hedeflerine tam olarak ulaşmadığı belirtilmektedir.

Bu kapsamlı raporun özünü teşkil eden “Hint-Pasifik” Stratejisi bağlamında Biden’dan kalan miras ve Trump’ın 2. döneminde stratejinin olası uygulamaları ve sonuçlarının değerlendirildiği Biden’dan Trump’a: ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisinin Olası Seyri” başlıklı 2. bölümünün Türkçe tercümesini ilginize sunuyoruz. (Kritik Bakış)

Bölüm II

Biden’dan Trump’a: ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisinin Olası Seyri

Biden Yönetimindeki ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisinin Karmaşık Mirası ve Bu Mirasın Geleceğine İlişkin Rapor, ss.19-25

ABD’de yükselen siyasi kutuplaşma ve popülist eğilimler, Hint-Pasifik Stratejisi üzerinde büyük belirsizlikler yaratmıştır. 2024 ABD başkanlık seçimlerini Trump’ın kazanmasıyla, Biden yönetiminin Hint-Pasifik Stratejisi kapsamındaki siyasi ve güvenlik “miras”ının büyük ölçüde yeni Trump yönetimi tarafından devralınması ve güçlendirilmesi olasıdır. Ancak, bu mirasın ekonomik ve değer odaklı yönleri belirsizliklerle malül hale gelip zayıflayabilir. Ayrıca, Hint-Pasifik bölgesindeki yerel dinamikler ve ABD-Çin ilişkilerinin evrimi, ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisinin gelecekteki seyrini etkileyen kritik faktörlerdir.

  1. ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisinin Karmaşıklığı

Ülke dışında ülkeye ilişkin politika konuşulmaz anlamındaki “Politika suyun kenarında durur” ilkesi bir zamanlar ABD dış politikasının temel taşlarından biri olarak görülüyordu. Güçlü bir dış tehdit olmadığında, dış politika genellikle iç siyasi gündemle uyumlu hale gelir. Ancak, ABD’deki siyasi kutuplaşmanın artmasıyla birlikte Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler birbirlerini gerçek düşmanlar olarak görmeye başlamıştır. Cumhuriyetçi Parti içindeki liberal kanadın ve Demokrat Parti içindeki muhafazakâr kanadın ortadan kalkması, partizan ayrımları daha da şiddetlendirerek iki parti arasındaki karşıtlığı artırmıştır. Sonuç olarak, ABD dış politikası da partizan bölünmelere göre yoğun bir şekilde kutuplaşmıştır. Son yıllarda yapılan araştırmalar, Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin uluslararası meseleler konusunda giderek daha fazla ayrıştığını göstermektedir. Artan siyasi kutuplaşmanın ortasında, dar partizan veya grup çıkarları peşinde koşan ABD liderleri, radikal popülist ve entelektüel karşıtı akımları kontrolsüz bıraktı. Bu tutum yalnızca toplumsal bölünmelere ve çatışmalara yol açmakla kalmamış, aynı zamanda anti-küreselleşme eğilimlerini de körüklemiştir.

Öte yandan, ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisi ilk olarak Trump’ın ilk başkanlık döneminde önerilmiş ve ardından Biden yönetimi tarafından devralınarak geliştirilmiştir. Her iki taraf da bu strateji konusunda, özellikle nerdeyse ortak fikir birliğiyle Çin’in öncelikli düşman olduğu, ABD’nin bölgede kendisine uygun bir jeopolitik bir ortamı şekillendirecek şekilde bölgedeki varlığını ve liderliğini güçlendirerek Çin’i çevrelemesi ve sınırlaması gerektiği konusunda büyük bir konsensüse sahipler. Bu ortak tutumun ışığında, Trump 2. Döneminde aşağıdaki muhtemel özelliklerle birlikte kesinlikle Hint-Pasifik Stratejisi’ni ilerletmeye devam edecektir.

İlk olarak, Çin ile daha yoğun bir çatışma ve Asya-Pasifik bölgesinde artan jeopolitik bölünmeler. Trump yönetiminin Çin algısı, Biden yönetimindeki Çin algısından bile daha olumsuz olacak ve Çin’i yalnızca bir rakip olarak değil, ABD için varoluşsal bir tehdit, SSCB’den daha tehlikeli bir düşman olarak görecektir. Trump’ın, Biden yönetiminin Çin ile “stratejik rekabet” politikasını terk ederek, bunun yerine daha sert “Soğuk Savaş tarzı” bir çatışma yaklaşımı benimsemesi beklenmektedir. Ayrıca Trump, Avrupa ve Orta Doğu’dan çekilerek tamamen Çin ile mücadeleye odaklanmayı savunmaktadır. Bu arka plan düşünüldüğünde, ABD-Çin rekabetinin ön cephesi olan Hint-Pasifik bölgesi, Trump’ın stratejisinde yoğun bir Çin karşıtı duruş görecek ve bölgedeki ülkeler üzerinde güvenlik, diplomasi, ekonomi ve teknoloji alanlarında ABD ile aynı hizaya gelmeleri yönünde baskının arttığı görülecektir. Bu durum, bölgede ABD-Çin jeopolitik gerilimlerini şiddetlendirecek ve Asya-Pasifik ülkelerinin tarafsız kalmasını zorlaştıracaktır. Sonuç olarak, bu ülkelerin hem ABD’den hem de Çin’den aynı anda fayda sağlamaları daha zor hale gelebilir.

İkincisi, askeri ve güvenlik önlemlerinin artırılması ve bölgesel gerilimlerin şiddetlenmesi. Biden yönetimi, Çin’in dış politikasını şekillendirmek için Çin’in çevresini etkilemeye çalışmış ve Hint-Pasifik Stratejisi bu nedenle siyasi, güvenlik, ekonomik ve teknolojik boyutları içermiştir. Buna karşılık, Trump’ın bu bütüncül yaklaşımı terk ederek, ABD’nin bölgedeki üstünlüğünü korumak için Çin’e karşı askeri caydırıcılığı artırması beklenmektedir. Her ne kadar Trump ve Cumhuriyetçi Parti içindeki “Make America Great Again” (MAGA) kanadı genel olarak yeni dış askeri müdahalelere karşı olsa da, Çin’e karşı güçlü bir askeri caydırıcılık sağlamak, Cumhuriyetçilerin dış politika öncelikleri arasında yer almaktadır. Bu eğilim, bölgesel güvenlik gerilimlerinin artmasına ve bölgede hızlanan bir silahlanma yarışına yol açabilir.

Üçüncüsü, ABD, Japonya ve Avusturalya’yı Hint-Pasifik Stratesinin öncü güçlerine dönüştürerek ittifak sistemini yeniden düzenleyebilir. Trump’ın liderliğinde ABD, Çin’e karşı koymak ve Çin’e karşı Biden döneminde oluşturulan çok taraflı işbirliği yörüngesini sürdürmek için Asya-Pasifik bölgesindeki ittifaklar ve ortaklıklar sistemini öne çıkarmaya devam edecektir.

Trump aynı zamanda, Japonya ve Güney Kore gibi müttefiklerine ABD’nin güvenlik harcamalarına daha fazla mali katkıda bulunmaları için baskı yapabilir. Ayrıca Japonya ve Güney Kore gibi ABD müttefiklerine ABD’nin bölgedeki güvenlik harcamalarının mali yükünün daha fazlasını üstlenmeleri ve daha büyük sorumluluklar üstlenmeleri konusunda baskı yapabilir. Bu arada Trump, Japonya, Güney Kore ve ASEAN ülkelerine, ABD ile olan ticaret fazlalarını gerekçe göstererek ve onları “ABD’den faydalanmakla” suçlayarak ek gümrük vergileri uygulayabilir. Bu potansiyel sürtüşmelere rağmen, ABD ile Asya-Pasifik müttefikleri arasındaki asimetrik karşılıklı bağımlılık, bu tür sorunların ilişkilerini temelden istikrarsızlaştırmasını önleyecektir. Trump’ın ilk döneminde Japonya, Güney Kore ve Avustralya, “iki kötüden daha azını seçme” ilkesiyle ABD ile ilişkilerinde istikrarı korumak için Trump’ın bazı taleplerini yerine getiren bir uzlaşma stratejisi benimsemişlerdi. ABD ayrıca Dörtlü mekanizmayı (ABD-Japonya-Hindistan-Avustralya) kurdu. Bununla birlikte, Trump’ın ABD müttefiklerine karşı ticari tutumu ve ABD’nin müttefiklerine ve ortaklarına askeri harcamalar, ekonomik ve ticari konularda vb. sürekli şantaj yapması nedeniyle, Japonya ve Avustralya dahil bu ülkelerin, Trump liderliğindeki ABD hükümetinin belirsizliklerine karşı korunmak için kendi aralarındaki bağları güçlendirmeleri bekleniyor. Hint-Pasifik Stratejisi’nin kendisi Japonya ve Avustralya’nın çıkarlarıyla yakından bağlantılıdır. Biden yönetimi, ittifaklardan oluşan bir “kafes” oluşturmak için bu müttefikler ve ortaklar arasında daha derin iş birliğini de teşvik etti. Trump’ın bölgeye yönelik politikalarına ilk döneminin bir devamı gibi devam etmesi durumunda, Japonya ve Avustralya muhtemelen karşılıklı ilişkilerini geliştirerek ve Hint-Pasifik düzenini şekillendirme yeteneklerini güçlendirerek öngörülemeyen ABD yönetimine çözüm bulmaya çalışacaklar.

Dördüncüsü, yaklaşmakta olan gümrük vergileri savaşları ve “zincirleri ayırma ve kırma” politikaları Asya-Pasifik ekonomik düzenini daha değişken hale getirirken, ekonomik stratejinin daha da zayıflaması. Biden yönetiminin Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi (IPEF), stratejinin en zayıf halkasıydı. Bu çerçevenin Asya-Pasifik ülkeleri tarafından kabul görmemesinin temel nedeni Biden yönetiminin onlara en çok istediği şeyi, yani ABD pazarına erişimi sunamamasıdır. Trump ve destekçileri, ABD’nin dış serbest ticarette “kayıp yaşadığına” kesin olarak inanıyor. Trump, kampanyası sırasında tüm ticaret ortaklarına yüksek gümrük vergileri uygulama niyetini defalarca vurguladı. Ayrıca, Trump bölgesel çok taraflı iş birliğine pek ilgi duymamaktadır. Diplomatik ekibi IPEF kapsamındakilere benzer politikaları desteklemeye devam etse bile bunların etkinliği büyük ölçüde azalacaktır. Bu nedenle, Trump göreve geldikten sonra Biden yönetiminin IPEF’i, Trump’ın ilk dönemindeki Trans-Pasifik Ortaklığı’na (TPP) benzer şekilde hurdaya çıkarılabilir. Trump, Çin’den doğrudan ekonomik ayrılma arayışındayken Hint-Pasifik Stratejisinin jeopolitik niteliklerini devam ettirebilir. İlk Trump yönetiminin eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brien, Foreign Affairs dergisinin Temmuz/Ağustos 2024 sayısında yayınlanan The Return of Peace Through Strength: A Defense of Trump’s Foreign Policy (Güç Aracılığıyla Geri Gelen Barış: Trump’ın Dış Politikasının Bir Savunusu) adlı makalesinde Çin’e daha yüksek gümrük vergilerinin yanı sıra Çin’e fayda sağlayabilecek her türlü teknolojiye daha sıkı ihracat kontrolleri uygulanması gerektiğini önerdi. İlk Trump yönetiminin eski ABD Ticaret Temsilcisi Robert Lighthizer, Çin’in kalıcı normal ticari ilişkiler (PNTR) statüsünün iptal edilmesini, böylece ABD Başkanının Çin’e kısıtlama olmaksızın ayrımcı gümrük vergileri uygulayabilmesini önerdi. ABD’nin 2018’den itibaren Çin’e büyük gümrük vergileri uygulamaya başlamasından bu yana, Çin ile ABD arasındaki orijinal ikili ticaret modeli yavaş yavaş üçlü ticaret modeline dönüştü: “Çin-Üçüncü Taraflar-ABD.” Asya-Pasifik bölgesindeki tedarik zinciri ve endüstriyel bağlantı formları, ABD-Çin arasındaki jeopolitik rekabetin yoğunlaşmasına göre sürekli olarak ayarlanıyor. En dikkate değer değişiklik, uluslararası tedarik zincirlerinin Çin Anakarasından, ABD’nin tercih ettiği “dost-ülke” ve “sınır-ülke” ülkelerine kayması oldu. ASEAN ülkeleri ve Hindistan, bu üçlü ticaret modelinden başlıca üçüncü taraf yararlanıcıları olarak ortaya çıktı. Trump iktidara döndükten sonra, Çin’in üçüncü taraflar aracılığıyla ABD’ye ihracat yapma kabiliyetini kısıtlamaya çalışırken, üretimi ABD’ye geri çekebilmek için gümrük vergileri, ihracat kontrolleri ve menşe kuralları gibi araçları kullanması muhtemeldir. Bu durum şüphesiz Asya-Pasifik bölgesindeki ekonomik işbirliğine ve kalkınmaya büyük zorluklar ve belirsizlikler getirecektir.

  1. Hint-Pasifik Bölgesinin Yerel Dinamikleri

Hint-Pasifik bölgesinin yerel dinamikleri, ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisi’nin gelişim yönü üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. İlk olarak, bölgedeki ülkelerin stratejiye ilişkin muhtelif açılardan kendi değerlendirmeleri var.

  1. Stratejinin istikrarı ve sürdürülebilirliği ki bu unsurlar Trump’ın yeniden iktidara gelmesiyle zayıflayabilir
  2. Stratejinin ABD ile Çin arasında doğrudan askeri bir çatışmaya yol açıp açmayacağı ve bunun bölge ülkelerinin çıkarlarına ve bölgesel barışa ciddi zarar verip vermeyeceği
  3. Stratejinin bölge ülkelerinin gerçekten talep ettiği unsurları sağlayıp sağlayamayacağı, örneğin ABD pazarına erişim, ABD’den yatırım, kalkınma fonları ve teknolojik transferler ve
  4. Stratejinin, gerçekten ABD’nin bölge ülkelerinin taleplerine yönelik ilgisini yansıtıp yansıtmadığı.

Güneydoğu Asya ülkeleri açısından bakıldığında, ardışık ABD yönetimleri sürekli olarak bölgeye yönelik stratejiler önermiş ve stratejik odaklarını bu bölgeye kaydırmayı vurgulamış olsalar da, ABD’nin bölgeye yaptığı diplomatik yatırımlar pratikte sınırlı kalmıştır.

İkincisi, bölgedeki büyük ülkeler ve örgütler, büyük güç rekabeti ve bunun etkilerine karşı politikalarını geliştirmiş durumdadırlar. Trump yönetimi 20 Ocak 2025’te göreve geldikten sonra Çin’e yönelik politikası, Çin’i kontrol altına alma ve bastırma yönündeki genel hedefi sürdürürken, bu hedefi muhtemelen odak, kapsam ve yoğunluk açısından ayarlamalara tabi tutacaktır. Sonuç olarak, ABD’nin Çin ile büyük güç rekabeti stratejisi ve bunun Hint-Pasifik bölgesi üzerindeki etkisi de değişecektir. Büyük bölgesel ülkelerin ve kuruluşların buna yanıt olarak izleyecekleri politikalar, ABD Hint-Pasifik Stratejisi’nin gelişimini doğrudan etkileyecektir. Bir yandan bölge ülke ve kuruluşlarının “taraf seçimi” ve “blok oluşumu” konusundaki bakış açıları ve duruşları büyük önem taşıyor. Biden yönetimi altında Hint-Pasifik Stratejisi uygulamaya konduktan sonra, bölgedeki çoğu ülke ve ASEAN, bir bütün olarak bu stratejiye açıkça karşı çıkmamakla birlikte, ABD ile Çin arasında taraf seçmeyi ısrarla reddetmiş ve bölgenin bloklaşma eğilimine kesin olarak karşı çıkmıştır. Öte yandan, bölgenin en önemli örgütü olan ASEAN’ın, “10+1,” “10+3,” “10+6” ve ASEAN Savunma Bakanları Toplantısı Artı (ADMM-Plus) gibi mekanizmalar aracılığıyla istikrar sağlama potansiyeline hâlâ sahip olup olmadığı veya bölgenin ekonomik ve güvenlik istikrarını koruyarak dış güçlerin ve büyük güç rekabetinin bölgedeki sıcak güvenlik sorunlarını etkilemesini önleyip önleyemeyeceği sorusu belirsizliğini korumaktadır.

Üçüncüsü, küresel ekonomi ve güvenlik alanındaki beklenmedik sıcak gelişmeler de ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisinin gelişimini etkileyebilir. ABD dış stratejisi genellikle belirli politikalar düzeyinde belirli beklenmedik olaylara verilen tepkileri yansıtır. Bu nedenle, her şeyden önce bölgedeki ekonomi ve güvenlikle ilgili beklenmedik sıcak konular, ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisini etkileyen temel faktörler haline gelecektir. Öngörülebilir bir şekilde, bu tür beklenmedik gelişmeler yaşanırsa, ABD’de stratejik ve politika çevreleri “müdahale” ile “stratejik aşırı genişlemeyi önleme” arasında sert tartışmalara girecektir. Mevcut ABD siyasi ortamı göz önüne alındığında, yönetim nihayetinde bu iki yaklaşım arasında bir denge kurmaya çalışacaktır. Ayrıca, bölge dışındaki beklenmedik sıcak gelişmeler de Hint-Pasifik Stratejisi’nin gelişimini etkileyebilir. Örneğin, Rusya-Ukrayna savaşı veya İsrail-Filistin çatışmasının aşamalı olarak “tırmanması” veya “yatışması,” bu strateji üzerinde büyük etkiye sahiptir. Hint-Pasifik Stratejisi, ABD’nin küresel hegemonyasını sürdürmek amacıyla tasarlandığından, Hint-Pasifik, Avrasya ve Orta Doğu birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. İkinci Trump yönetiminin karşı karşıya olduğu zorluk, ABD’nin hegemonik gücünün göreceli olarak zayıfladığı bir dönemde, Avrasya ve Orta Doğu meselelerine fazla kapılmadan Hint-Pasifik bölgesine yatırımlarını nasıl sürdüreceğidir.

III. ABD-Çin İlişkileri

ABD-Çin ilişkilerindeki yapısal zorluklar, yönetim değişikliğiyle birlikte ortadan kalkmayacaktır. Ancak, bu faktörlerin etkili bir şekilde yönetilip yönetilemeyeceği ve ABD-Çin ilişkileri üzerinde yıkıcı etkilerin önlenip önlenemeyeceği büyük ölçüde yeni ABD yönetiminin Çin politikasına bağlıdır. ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisi, Çin’e yönelik stratejisiyle derinden iç içe geçmiş durumdadır ve bu anlamda ABD-Çin ilişkilerinin gelişimi, Hint-Pasifik Stratejisi’nin gidişatını etkileyen bir diğer kritik faktördür.

Bir yandan, Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler, ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisi konusunda geniş bir mutabakata sahiptir. Strateji, ilk olarak Trump yönetimi tarafından önerilmiş ve Biden yönetimi tarafından büyük ölçüde devralınarak daha da güçlendirilmiştir. Bu nedenle, ABD’nin Çin’i sınırlandırmaya odaklanan ve bölgede siyasi, güvenlik ve ekonomik etkisini güçlendirmeyi amaçlayan Hint-Pasifik politikası genel hatlarıyla değişmeyecektir:

  1. Çin ile yoğun rekabetin sürdürülmesi hususuna bağlılık: Her iki parti de Çin’i ABD’nin birincil stratejik rakibi olarak görmekte ve Hint-Pasifik Stratejisi’nin temel amacını Çin’i sınırlandırmak olarak belirlemektedir. Her iki taraf da Çin’in bölgesel nüfuzunu sınırlamak için her şeyi kapsayan ve yoğun bir rekabeti savunuyor.
  2. Müttefikler ve ortaklıklar sisteminin güçlendirilmesini ön plana çıkarma: ABD’nin bölgedeki etkisini korumak ve Çin’le rekabet edebilmek için ittifak sistemini sağlamlaştırmak, her iki partinin de öncelikleri arasındadır. NATO ülkelerinin Hint-Pasifik meselelerine dâhil edilmesi yönünde baskılar her iki partiden gelmeye devam edecektir. Her ne kadar Trump ABD’nin müttefiklerine zorbalık yapma eğiliminde olsa da, ABD ile müttefikleri arasındaki işbirliği ilişkisi köklü bir değişime uğramayacaktır.
  3. ABD’nin Asya-Pasifik’teki askeri varlığının güçlendirilmesi: ABD ve Çin arasındaki askeri güç dengesi açısından ABD aleyhine bir değişiklik yaşanmasını önlemek amacıyla, her iki parti de bölgede güçlü bir ABD askeri varlığını sürdürmeyi, nükleer caydırıcılığı geliştirmeyi ve küresel askeri kaynakları bölgeye yönlendirmeyi savunmaktadır. Her iki parti de AUKUS’un Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ve Hindistan gibi daha fazla ABD müttefiki ve ortağını kapsayacak şekilde genişletilmesini destekleyebilir ve ABD, bu ülkeleri ikinci sütun kapsamında ileri askeri teknoloji işbirliğine dahil edebilir. Her iki parti de FONOP’lara (Seyrüsefer Operasyonları Özgürlüğü) sadık kalarak, müttefiklerle ortak askeri tatbikatlar gerçekleştirerek ve müttefiklerin Çin’e karşı koyma yeteneklerini geliştirmelerini destekleyerek Çin üzerinde askeri baskı uygulamaya kararlıdır.
  4. Dolaylı dengeleme ve doğrudan askeri çatışmadan kaçınmayı ön plana çıkarma: Her ne kadar her iki taraf da Çin’le şiddetli rekabeti ve çatışmayı vurgulasa da, ikisi de iki ülke arasında doğrudan askeri çatışmalar görmeyi beklemiyor. Güney Çin Denizi ve Tayvan Boğazı gibi bölgesel güvenlik meseleleri söz konusu olduğunda, Filipinler, Vietnam ve Tayvan gibi ülkelerin ön saflarda Çin ile karşı karşıya geldiği, ABD’nin ise kapsamlı destek sağladığı ve denizaşırı dengeleme rolü oynadığı bir durumu tercih ediyorlar.
  5. Bölgesel tedarik zincirlerinin yeniden şekillendirilmesi: Her iki parti de Çin ile ekonomik ve teknolojik ilişkilerde “riski azaltma” ve “uzaklaşma” politikaları izlemeye devam edecektir. Küresel tedarik zincirlerini Çin’den ABD ve müttefiklerine yönlendirmeyi amaçlıyorlar ve müttefiklerine Çin’in ileri teknolojilere erişimini engelleme çabalarına ABD’nin katılması konusunda baskı yapıyorlar.

Ancak diğer yandan Biden yönetiminin Çin ile büyük güç rekabeti stratejisi kritik bir soruyu ele almayı başaramadı: “Bu rekabetin nihai sonucu nedir?” Bu koşullar altında Biden yönetiminin Hint-Pasifik Stratejisi, bölge ülkeleri arasında taraf seçimi ve “ABD ile Çin’in barış içinde bir arada var olup olamayacağı” konusunda stratejik kaygıları kaçınılmaz olarak tetikledi. Gerçekten de durum budur. İkinci Trump yönetiminin bu soruya nasıl yanıt vereceği belirsizdir. Cumhuriyetçi Parti içinde Çin’e karşı pragmatik bir politika öneren realistler olduğu gibi, ideolojik olarak Çin’de rejim değişikliği çağrısında bulunan kesimler de mevcuttur. Trump’ın bu iç çekişmeleri nasıl yöneteceği ve politikasını nasıl dengeleyeceği henüz bilinmemektedir. ABD’nin stratejik politika çevresinde Çin’e yönelik mevcut istisnai önyargının yanı sıra duygular ve kaprisler göz önüne alındığında, Trump yönetiminin Çin’e yönelik politikasının olumlu bir değişime uğraması pek olası değil. Hint-Pasifik Stratejisinin Çin’i kontrol altına alma ve bastırmaya öncelik vermeye devam etmesinin nedeni de budur.

Kaynak:

https://www.siis.org.cn/updates/cms/cms/202501/201632388rf2.pdf

 Tercüme: Ali Karakuş