Bir İhtilâlin Serüveni: 27 Mayıs’ı Getiren Günler

27 Mayıs günü, kendilerini “Millî Birlik Komitesi” olarak adlandıran bir grup subay hükümete görevden el çektirerek memleket idaresini ele almıştır. Kimi merkezlerde sokağa dökülen halkın sevincinin bir benzerini ihtilâl hareketini başarıyla tamamlayan subaylar da taşımaktadır. Ancak bu noktaya kadar DP’yi devirmeyi temel gaye edinen subaylar için bundan sonrası daha büyük bir imtihandır. Zira devlet idare etme gerçeğiyle yüz yüze kalan subayların arasında bu ufka sahip olmayan, doğrusu, politikadan bihaber pek çok subay yer almaktadır.
Mayıs 25, 2025
image_print

Demokrat Parti’nin on yıllık iktidar devresi, ordu ve politika ilişkileri bakımından birbirinden farklı dönemler barındırmaktadır. 1954’e kadarki dönemin daha ılımlı geçtiğini söylemek mümkün iken devamındaki altı yıllık iktidar süresi için aynısını söylemek kabil değildir. Zira bu tarihten itibaren hükümet ile ordu müesseseleri arasında mütemadiyen kırılmalar yaşanmış ve beraberinde getirdiği neticeler önlenemez bir hâl almıştır. Bunların ulaştığı nihai nokta ise Mayıs 1960’ta hükümete karşı girişilen askerî müdahale hareketidir.

1950 yılında yapılan seçimler neticesinde DP iktidara geldiğinde her ne kadar ordudaki bir grup subay tarafından yeni iktidara müdahale için bir önceki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’den müsaade istense de ordu genelindeki temayülün bu yönde seyrettiğini söylemek doğru olmaz. Zira daha sonra 27 Mayısçılar arasında yer alacak bazı subayların DP’ye yönelik o yıllardaki kanaatinin müspet noktada yer aldığı söylenebilir. Sözgelimi Cemal Madanoğlu, DP’nin iktidara gelmesinden sevinç duyduğunu ifade ederken 27 Mayısçılar arasında yer alacak bir başka isim Suphi Karaman da on yıllık iktidarının ilk dört senesi için kendisini DP sempatizanı olarak tarif eder. Bu örneklerin sayısını artırmak mümkündür. Ancak subayların bu tavrı süreklilik arz etmez. Bu husustaki ilk kritik eşik 1954’te yapılan genel seçimler neticesinde DP’nin yeniden iktidarı elde etmesidir. Bu tarihten itibaren DP’nin hem orduyla hem de vatandaşla ilişkisi düşüş eğilimine girmiş durumdadır. Millet Partisi’nin kapatılması, Kırşehir’deki seçim neticesinden dolayı faturayı şehrin tamamına keserek Kırşehir’in il statüsünden ilçe statüsüne düşürülmesi, Tahkikat Komisyonu’nun kurulması, bilhassa iktidarının son yıllarında enflasyon artışına bağlı halk refahında meydana gelen düşüş DP’nin eksi hanesine yazılan icraat ve hâllerdir. Her ne kadar 1957’de yapılacak genel seçimlerde başarı elde etse de bu temayül yavaştır ancak süreğenlik arz eder.

Ordu, ülkedeki her vaziyeti hassasiyetle değerlendirir. DP’nin baskıcı tutumuna refah sorunlarının eklenmesi kritiktir. Ancak bunun yanında ordunun nazarında önemli bir başka nokta, hükümetin ordu itibarına yönelik yaklaşımıdır. Bu hususta cereyan eden, ordu mâzisine ve haysiyetine uygun düşmeyecek hadiseler ve sarf edilen sözler subaylar tarafından takip edilir. Bu takibi muhtelif tedbirleri hazır etmek ve gerektiğinde uygulamaya geçme süreçleri izler. Dündar Taşer bu hakikati, “Ordu büyük, tarihî ve manevî bir varlıktır. Nutuk söylemez, makale yazmaz, demeç vermez. Dilsizdir fakat akılsız değildir, düşünür, tedbir alır ve yapar. Her subay kendini memleketin emniyet ve selâmetinden asgari başvekil kadar mesûl sayar. O konuşursa herkes susar,” cümleleriyle dile getirmektedir. Taşer’in ifadesiyle kendisini memleketin emniyet ve selâmetinden mesul sayan subaylar bilhassa 1954 yılından itibaren muhtelif birliklerde irili ufaklı oluşumlar teşkil etme yoluna giderler. Bu noktada ilk ihtilâl örgütü olarak takdim edilen teşebbüs, 1954 yılında Tuzla Uçaksavar Okulu’nda Yüzbaşı Orhan Kabibay ile Yüzbaşı Dündar Seyhan’ın meydana getirdiği teşkilattır. Bunun akabinde ordunun muhtelif kademelerinde vazifeli subaylar birbirinden bağımsız ve habersiz şekilde küçük teşkilatlar kurarlar. Bahsi geçen teşkilatların temel ortak noktası, DP idaresinden duydukları rahatsızlıktır. Subayları bu rahatsızlık bir araya getirir ve yeri geldiğinde inisiyatif almak üzere hazırlık yapma yoluna sokar. Öyle ki Tekin Erer, 1955 yılında elli civarında ihtilâl teşkilatının faaliyet gösterdiğini ifade etmektedir. Zaman içerisinde bazı vesilelerle birbirinden haberdar olan teşkilatlar birleşme kararı alarak daha büyük teşkilatlar hâlini alır.

İhtilâl teşkilatlarının birleşme ve yeni katılımlarla güçlendiği süreç 1957’nin sonlarındaki bir ihbar vakasıyla birlikte neredeyse tamamen tersine döner. Binbaşı Samet Kuşçu’nun ihbarı ve akabinde yürütülen tahkikat süreci neticesinde teşkilatın tüm birikimi yok olur. İhbar edilen ve haklarında dava açılan dokuz subay sebebiyle “Dokuz Subay Hadisesi” olarak anılan bu hadise neticesinde ihtilâl düşüncesine sahip subaylar yargılanır. Ancak yargılama beklendiği gibi dokuz subayın ceza almasıyla değil Binbaşı Kuşçu’nun “orduyu isyana teşvik” suçundan iki yıllık hapis cezası almasıyla neticelenir. Bu şaşırtıcı karar, ihtilâl düşüncesine sahip subaylar için mezkûr yolu bir kez daha açmıştır. Hareketsiz geçirilen bir sürenin ardından ihtilâl için yeniden teşkilatlanma yoluna gidilir.

Teşkilatlanma çalışmaları kısa süre içerisinde hatırı sayılır bir noktaya ulaştığında önemli bir ihtiyaç ortaya çıkar. Bu, ihtilâl için ortaya koyulan çabaları organize edecek ve harekete liderlik edecek rütbeli bir subaydan başka şey değildir. Rütbeli bir lider, teşkilâta güç katacak ve yeni mensuplar kazandıracaktır. Bu doğrultuda başlayan arayışlar esnasında bazı generallerin isimleri gündeme alınır. Sözgelimi, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Necati Tacan bu isimlerden biridir ve ihtilâl teşkilatı tarafından kendisine götürülen liderlik teklifini kabul eder. Ancak kısa bir süre sonra geçirdiği kalp krizi sebebiyle vefat etmesi buna mâni olur. Yeniden başlayan arayışlar bu kez Tacan’ın halefi Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel’de düğümlenir. Gürsel’in teklif edilen liderliği kabul etmesiyle birlikte hem belirsizlik ortadan kalkmış hem de diğer teşkilatlarla tek vücut olma imkânı doğmuştur. Böylece ihtilâl hedefine doğru daha emin adımlarla yürünebilecek şartların sağlandığı ifade edilebilir.

1960’ın ilk günleri, İsmet İnönü’nün Meclis kürsüsünden sarf ettiği, “Şartlar tamam olursa, ihtilal meşru olur,” cümlesini haklı çıkaracak nispette gelişmelere gebedir. Muhtelif şehirlerde DP’lilerle CHP’liler arasında yaşanan gerilimler ve bununla birlikte toplumsal hadiselerin şiddet kullanılarak bastırılmaya çalışılması müdahale için uygun ortamın teminine katkı sağlayan etkenlerdendir. Müdahale için şartların tamamlanmasına katkı sağlayacak asıl hadise 28 Nisan günü İstanbul Üniversitesi’nde cereyan eder. DP iktidarına karşı başkaldırının sembollerinden biri hâline gelen bu hadisede öğrenciler üniversitede hükümete karşı protestolarda bulunur. Bu protestolar polisin müdahalesiyle bastırılmaya çalışılsa da kısa süre içerisinde Beyazıt’a sıçrar ve İstanbul’un muhtelif caddelerine taşar. Rektör Sıddık Sami Onar’ın yaralanması ve Turan Emeksiz adındaki bir öğrencinin hayatını kaybetmesi ise protestocu gençlerin öfkesini artırmaya yaramıştır. Öyle ki polislerin yetersiz kaldığı noktada askerler sevk edilir. Ali Fuat Başgil’in anlattığına göre bu askerler müdahalede bulunmak yerine gençlerle kucaklaşmıştır. Artık ordudaki subayların hükümetten herhangi bir çekincelerinin kalmadığı anlaşılmaktadır.

Hadiselerin Ankara’ya sıçraması ise durumu daha vahim hâle getirir. Büyük kısmı Ankara’da bulunan ihtilâl örgütüne mensup subay ve generaller bu atmosfere doğrudan şahitlik ederler. 5 Mayıs günü Başbakan Adnan Menderes’in Kızılay’da CHP’li protestocular arasında kalıp arbededen zor sıyrılması gelecek günlerin habercisi niteliğindedir. Bu hadiselerin etkisiyle kontrolü günden güne kaybeden hükümet çözümü şiddetin dozunu artırmakta aramaktadır. Her ne kadar hükümet bir nevi tedbir almak maksadıyla 3 Mayıs günü Cemal Gürsel’i izne çıkarıp görevi başından ayırsa da ihtilâl teşkilatında çalışmalar hızlanmıştır. Ankara’da yapılan toplantılarda ihtilâlin ne zaman ve nasıl yapılacağına dair detaylar masaya yatırılır. Aynı zamanda bu toplantılarda ihtilâl teşkilatının şeması da belli olur. Gürsel’in yokluğunda teşkilata bir generalin liderlik etmesi gerektiğini ileri süren subaylar Tümgeneral Cemal Madanoğlu ile görüşmüş ve Madanoğlu’nun son anda teşkilata dahil olmasını sağlamışlardır.

Mayıs ayında yapılan toplantılarda ihtilâlin yaklaştığın belirgin şekilde görülüp meseleler buna göre değerlendirilir. Ancak 21 Mayıs’ta Harbiyeli öğrencilerin okullarından çıkarak Ankara sokaklarında yaptıkları yürüyüş, ihtilâlin ayak seslerinin en net duyulduğu an olarak tarif edilebilir. Her ne kadar DP’nin üst kademesi hâlen ihtilâlin kapılarına dayandığını kabul etmese de bu yürüyüşle birlikte ihtilâl teşkilatı daha ivedilikle hareket etmeye başlar. Nitekim 23 Mayıs’ta yapılan toplantıda ihtilâlin 25 Mayıs’ı 26 Mayıs’a bağlayan gece yapılması kararlaştırılır. Ancak Başbakan Menderes’in seyahat programında son anda meydana gelen değişiklik sebebiyle belirlenen tarihte harekete geçilemez. Elde edilen yeni bilgilere göre Menderes’in 26 Mayıs’ı 27 Mayıs’a bağlayan gece Eskişehir’de olması beklenmektedir. Bu haber İstanbul’la paylaşılarak harekâtın 27 Mayıs sabahı yapılacağı ifade edilir ve ayrıca İstanbul’dan bir ekibin Eskişehir’e geçerek tertibat alması istenir. 26 Mayıs’ın öğle saatlerinde Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun yüksek rütbeli subayları toplayarak bir konuşma yapar. Kulağına ihtilâl söylentilerinin geldiği ancak böyle bir durumda mutlaka karşısında duracaklarını deklare eden Erdulhun’un yaklaşan tehlikeyi gördüğü anlaşılmaktadır. Ancak bu öngörü hükümetin tavrıyla bir bütünlük arz etmediği için ehemmiyetini yitirecektir.

26 Mayıs gecesi yapılan toplantıya ihtilâl teşkilatı neredeyse eksiksiz katılır. O güne kadar yazılı herhangi bir vesika hazırlanmadığı gibi bu gece de vazife taksimine dair küçük not haricinde yazılı bir vesika bırakılmaz. Tüm görüşme ihtilâlin harekât planı üzerinedir. Gece 02.30 sularında biten toplantının ardından tüm subaylar birliklerinin başına gider. Harekât saati 03.30 olarak tespit edilmiştir. Her ne kadar İstanbul’daki ihtilâlciler yaklaşık bir saat kadar erken harekete geçip ihtilâlin akıbeti bakımından tehlikeli bir iş yapmışlarsa da bu durum sonuçları itibariyle bir mahzur doğurmaz. İstanbul’da birçok hedef ele geçirilmişken Ankara’da da harekete geçilir. Kısa süre içerisinde Köşk hariç tüm cansız hedefler ele geçirilir. Ancak Cumhurbaşkanı Celal Bayar direnmektedir. Uzun uğraşlar neticesinde Bayar da diğer DP’li zevat gibi tevkif edilerek Harp Okulu’na götürülür. Hareketliliğe dair haberi Eskişehir’deyken öğrenen Menderes ise kendisine güvenli bir alan bulmak üzere Kütahya’ya doğru yol almaktadır. Yol boyunca hem karadan hem de havadan takip edilen Menderes Kütahya’da tevkif edilerek Ankara’ya götürülür. Bu esnada “İhtilâlin Kudretli Albayı” namıyla maruf Alparslan Türkeş mikrofon başına geçerek, “Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyle ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır,” cümlesiyle başlayan bildiriyi oturarak hem Türk hem de dünya kamuoyuna ihtilâli ilân etmiştir. Böylece on yıllık DP iktidarı son bulmuştur.

27 Mayıs günü, kendilerini “Millî Birlik Komitesi” olarak adlandıran bir grup subay hükümete görevden el çektirerek memleket idaresini ele almıştır. Kimi merkezlerde sokağa dökülen halkın sevincinin bir benzerini ihtilâl hareketini başarıyla tamamlayan subaylar da taşımaktadır. Ancak bu noktaya kadar DP’yi devirmeyi temel gaye edinen subaylar için bundan sonrası daha büyük bir imtihandır. Zira devlet idare etme gerçeğiyle yüz yüze kalan subayların arasında bu ufka sahip olmayan, doğrusu, politikadan bihaber pek çok subay yer almaktadır. Üstelik ihtilâl sabahında yapılan toplantıda oluşan insicamsız görüntü, subayların başına buyruk tavrıyla bir araya gelince bazı subaylarda ümitsizlik yaratmıştır. İstanbul’daki ihtilâl teşkilatında vazifeli Orhan Erkanlı Ankara’ya geldiğinde yaşadığı şaşkınlığı, “50-60 kişilik bir kalabalık kabine toplantısı yapılan masanın etrafında kısmen oturmuş, kısmen ayakta, her kafadan bir ses çıkıyor… Bunlar kimdi, çoğunu tanımıyordum. MBK denen topluluk bu muydu?” cümleleriyle dile getirmektedir.

Henüz ilk günden itibaren yaşanan düzensizliğin önünü almak için en iyi çözüm yolunun, komiteyi ilân etmekten geçtiği düşünülmektedir. Her ne kadar ihtilâlde emeği bulunmasına rağmen komite listesine giremeyecek subayların kriz yaratma riski söz konusu olsa da bir heyet teşkil ettirilerek üyeleri belirlemesi için yetkilendirilir. Bu heyetin yürüttüğü çalışmalar neticesinde belirlenen otuz sekiz üyeli Millî Birlik Komitesi 14 Haziran günü resmen ilân edilir. Başkanlığını ihtilâl teşkilatının asıl lideri Cemal Gürsel’in yapacağı komitenin fikren homojen bir yapıya sahip olmadığı kısa süre içerisinde görülecektir. Bu durum da komitenin sağlıklı işlememesini beraberinde getirecek ve bölünmenin yolunu açacaktır.

Ömer Burak SERT

Ömer Burak SERT
1997 yılında Eskişehir’de doğdu. Siyaset bilimi lisans derecesini Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde; aynı alanda yüksek lisans derecesini Cengiz Sunay danışmanlığında yazdığı “Türk Siyasal Hayatında Dündar Taşer” başlıklı tezle Kocaeli Üniversitesi’nde aldı. Ayarsız, Millî Mecmûa, Edebice, Yeni Ufuk, Porsuk, Söğüt, Demlik ve Çelebi dergilerinde makale, deneme ve şiirler kaleme aldı. Hâlen Türk siyasal hayatı üzerine çalışmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA