İsrail’in 7 Ekim 2023’te başlattığı Gazze soykırımı, modern savaş tarihinin en yoğun yıkıma ve sivil kayıplara yol açan örneklerinden biri haline gelmiştir. 567 günü aşan bu soykırımda, İsrail ordusu Batı’nın sağladığı teknolojik, lojistik ve istihbari desteğe rağmen, Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın direnişini ortadan kaldıramamıştır. Son haftalarda Gazze’nin kuzeydoğusundaki Beyt Hanun bölgesinde, İsrail sınırına yalnızca 300 metre mesafede icra edilen ve işgalci askerlerin hedef alındığı pusu operasyonları, Hamas’ın sadece ayakta kalmadığını, aynı zamanda operasyonel, stratejik ve sembolik olarak güç üretmeye devam ettiğini gözler önüne sermiştir. Bu bağlamda Hamas’ın neden teslim olmadığı, yalnızca askeri değil; aynı zamanda siyasal, ideolojik, dini ve varoluşsal düzlemlerde okunmalıdır.
Direnişin Sahadaki Dinamikleri
Hamas’ın direnişi sürdürmesi ve bütün baskılara rağmen İsrail’e teslim olmamasının arkasında yatan birincil sebep askeri ve istihbari olarak direnişi sürdürülebiliyor olmasıdır. Savunma sanayi uzmanı Muhammed Ünalmış’a göre Beyt Hanun’da gerçekleşen pusu, Hamas’ın İsrail’in yoğun teknolojik ve keşif üstünlüğüne rağmen asimetrik savaşın gereklerini ustalıkla uygulayabildiğini kanıtlamaktadır. Nitekim son icra edilen ve Kassam Tugayları’nın özel/elit bir ekibi tarafından icra edilen bu operasyon, Hamas’ın halen istihbari kapasitesinin faal olduğunu, taktiksel sabrını koruduğunu ve konvansiyonel ordu karşısında dahi stratejik üstünlük yaratabildiğini göstermektedir. Saldırının nöbet değişimi anına denk getirilmiş olması, yerel istihbarat ağının hâlâ etkin çalıştığını ortaya koyarken, operasyonu icra eden savaşçıların profesyonelliği, Hamas’ın tünellerdeki askeri eğitimlerini hâlen sürdürebildiğine işaret etmektedir. Dahası, operasyonda kullanılan tünellerin savaş öncesi inşa edilen sağlam beton altyapılar değil, savaş sürecinde toprak altına kazılmış daha basit ama işlevsel yapılar olduğu anlaşılmıştır. Bu durum, İsrail’in gelişmiş radar, sensör ve drone sistemlerine rağmen Hamas’ın yer altı altyapısını gizleyebildiğini ve bu sayede kuşatma koşullarında dahi savunma ve saldırı hatları kurabildiğini göstermektedir. Böylece Hamas, İsrail’in “mutlak kontrol” iddiasını somut sahada çürütmektedir.
Direnişin Politik Zorunluluğu
Hamas’ın direnişi sürdürmesinin ikinci temel motivasyonu hem siyasi bir parti hem de askeri bir oluşum olan Hamas’ın siyasal meşruiyeti ve halkla bütünleşme önceliğidir. Bu anlamda Hamas’ın teslim olması, yalnızca bir askeri başarısızlık değil, siyasi meşruiyetin çöküşü anlamına gelebilir. Bugün Gazze’de neredeyse her hanede bir kayıp yaşanmışken, halk ile direniş hareketi arasında duygusal ve tarihsel bir bağ oluşmuştur. Bu bağ, Hamas’ın sahada kalmasının temel dayanağıdır. Direnişin sona ermesi, bu bağın kopması ve halkın gözünde Hamas’ın meşruiyetini yitirmesiyle sonuçlanabilir. Bu bağlamda, Hamas’ın el-Fetih’in kaderini paylaşmama kararlılığı da öne çıkmaktadır. 1982’de Beyrut’un Batı kısımlarında İsrail kuşatması altında teslim olup ülkeyi terk eden FKÖ lideri Yaser Arafat’ın ardından örgütün etkisi ciddi ölçüde azalmış, bugünkü Mahmud Abbas yönetimi geniş halk kesimleri tarafından meşruiyetten yoksun görülmeye başlanmıştır. Gazze ve Batı Şeria’da İsrail yanlısı olması hasebiyle hiçbir ankette ve kamuoyu yoklamasında destek bulamayan Abbas ve FKÖ’nün teslim olma tecrübesi de Hamas’ı direnişi daha çok benimsemeye itmektedir. Ayrıca Hamas için silahlı direniş, yalnızca bir strateji değil; aynı zamanda politik varlığının temelidir. Kuruluşundan bugüne bütün lider kadrosunu şehit veren Hamas’ın silahı bırakması hareketin dayandığı temellere aykırı olduğundan, hiçbir müzakere sürecinde bu konuyu tartışmayı dahi kabul etmemektedir. Dolayısıyla Hamas’ı silahsızlandığı ve teslim olduğu anda, bu örgütün ayakta kalması neredeyse imkânsız hale gelebilir.
Mescid-i Aksa’nın Savunusu
Hamas’ın direnişi sürdürmesi ve İsrail işgaline karşı teslim olmamasının bir diğer sebebi de hareketin sürdürdüğü kutsal mücadele ve direnişi dini bir motivasyonla icra etmesidir. Bu anlamda Hamas’ı diğer Filistinli siyasi gruplardan ayıran temel fark, dini temellere dayalı ideolojik yapısıdır. Mücadele yalnızca ulusal bağımsızlık ekseninde değil, aynı zamanda dini mukaddesatların savunulması perspektifiyle yürütülmektedir. 7 Ekim operasyonuna “Aksa Tufanı” adının verilmiş olması, bu dini motivasyonu net biçimde ortaya koymaktadır. İsrail’in Kudüs’teki provokatif uygulamaları, özellikle Yahudi yerleşimcilerin/gaspçıların Mescid-i Aksa’ya yönelik artan saldırganlığı, Hamas nezdinde mücadelenin kutsiyetini artırmakta, Filistin topraklarını işgal eden teröristlere karşı silahlı mücadeleyi güçlendirmektedir. Bu dini temelli direniş anlayışı yalnızca Hamas kadrolarıyla sınırlı değildir. Gazze’deki birçok sivil, direnişi dini bir vecibe olarak görmektedir. Son nefesinde namaz kılamadığı için Allah’tan af dileyen bir sağlık görevlisinin görüntüsü, dini inancın halk tabanında nasıl bir direniş psikolojisine dönüştüğünü göstermektedir. Böyle bir inanç ve motivasyonla yürütülen bir mücadelede teslimiyet, yalnızca politik değil; aynı zamanda dini bir çöküş anlamına gelmektedir.
Diplomatik Süreçlerin Tıkanması
Hamas’ın teslimiyeti reddetmesinin bir diğer nedeni de İsrail yönetiminin istikrarsız ve güvenilmez tutumudur. Kurulduğu tarihten beri örüntü halinde güvenilmezlik ve devletten ziyade bir terör örgütü mantığı ile hareket eden İsrail’in saldırganlığı ve güven vermeyen politik adımları Hamas’ı direnişi sürdürmeye itmiştir. Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümeti, daha önce Hamas ile imzalanan en az iki ateşkes anlaşmasını tek taraflı olarak feshetmiş ve esir takası görüşmelerini siyasi çıkarlar uğruna sabote etmiştir. Özellikle Trump yönetimi ile koordineli yürütülen esir takası müzakerelerinde Hamas’ın uzlaşmacı bir çizgiye yaklaşmasına rağmen Netanyahu’nun anlaşmaları bozması, Hamas’ın siyasi güven krizini derinleştirmiştir. Böyle bir ortamda, Hamas için teslimiyet, yalnızca silah bırakmak değil, aynı zamanda siyasi aldatmacaya açık hale gelmek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Batı tarafından da desteklenen ve diplomatik teamüllere uymayan Netanyahu’nun güvenilmezliği de direnişi artıran bir sebep olarak görülebilir.
Uluslararası Kamuoyu ve Diplomatik Kazanım
Hamas’ın sürdürdüğü direniş yalnızca askeri sahada değil, uluslararası düzlemde de yankı bulmuştur. Diğer bir ifade ile 7 Ekim ile taçlanan direnişin bir küresel etki ortaya çıkarması, silahlı direnişin başarısını gün yüzüne çıkarmıştır. Özellikle Batı’da, genç nüfus arasında Filistin meselesine olan ilginin ve İsrail karşıtı tutumların artması, direnişin küresel bir kamuoyu zaferine dönüştüğünü göstermektedir. Pew Research gibi kurumların verilerine göre, ABD’de İsrail’e yönelik olumsuz kanaatler artış göstermiştir. Öte yandan Batı’nın en prestijli sayılan üniversiteleri ve eğitim kurumlarındaki baskıların ortaya çıkması, Batı’nın Ortadoğu diktatörlerinden daha diktatör olduğunu, Siyonist otoriterliğin Batı siyasal sistemini ele geçirdiğini ortaya çıkarmıştır. Bu kazanımlar, Hamas’ın Filistin meselesini yeniden uluslararası gündeme taşıma stratejisinin başarıya ulaştığını göstermektedir. Teslim olmak, bu siyasi ve diplomatik kazanımları bir anda silmek anlamına geleceği için Hamas açısından rasyonel görülmemektedir. Dolayısıyla Hamas için direniş, artık sadece bir varoluş mücadelesi değil; küresel vicdanda Filistin’i temsil etme mücadelesidir.
Sonuç: Direnişin Stratejik Rasyonalitesi
Hamas’ın teslim olmaması, birçok gözlemci tarafından irrasyonel bir inat ya da ideolojik körlük olarak görülse de mezkûr rasyonaliteden ötürü Hamas açısından direniş bir gerçekliktir ve Batı anlatısının tamamen tersidir. Bu anlamda direnişi sürdürmek, Hamas için teslimiyetten daha rasyonel bir tercihtir. Çünkü teslimiyetin askeri, siyasi, dini ve diplomatik olarak doğuracağı sonuçlar, örgütün tüm varlık nedenini ortadan kaldırabilir. İsrail’in uyguladığı soykırım, halkla Hamas arasındaki bağı koparmamış, tersine güçlendirmiştir. Her ne kadar Gazze’deki son aylarda birtakım protestolar icra edilse de halkın kahir ekseriyeti Kassam Tugayları’nın verdiği mücadeleyi takdir etmekte ve asıl düşmanın Siyonizm olduğu gerçeğini akıllarda tutmaktadır. Dolayısıyla Hamas’ın teslimiyeti, yalnızca bir örgütün yenilgisi değil, Filistin davasının sembolik ve pratik anlamda teslimiyeti anlamına gelir. Bundan ötürü, Hamas’ın direnmeye devam etmesi, hem içerideki toplumsal desteği korumak hem de dış dünyada elde edilen politik avantajları sürdürmek açısından daha rasyonel bir tercih olarak ifade edilebilir. Bugün Gazze, yalnızca bir coğrafya değil; Filistinliler için kutsal bir mücadele alanı, küresel vicdan için ise insanlık sınavıdır. Hamas’ın teslim olmaması, işte bu sınavın içinde onurla kalma iradesidir.