BİR BEKA SORUNU OLARAK AİLENİN KRİZİ KARŞISINDA AİLE ENSTİTÜSÜNDEN BEKLENTİLER
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın onayıyla yayımlanan kararnameyle, aile yapısını koruma ve güçlendirme amacıyla veri üretmek ve politika geliştirme çalışmaları yürütmek üzere “Aile Enstitüsü” kuruldu. Enstitünün, aile yapısının ve değerlerinin korunması ve güçlendirilmesi, ailenin sosyal refahının artırılması, kadın, çocuk, engelli, yaşlı, şehit yakını, gazi ve gazi yakınları ile ilgili politikalarla veri oluşturmaya yönelik tüm Bakanlık faaliyetlerini kapsayan araştırmalar yürütülmesi, sosyal hizmetlerin iyileştirilmesiyle ilgili alanlarda ihtiyaç duyulan uzmanlık ve sertifika programları ile seminer, sempozyum, konferans ve benzeri etkinlikler düzenlenmesi gibi görevleri bulunuyor (TRT Haber, 2024).
Peki bu enstitü aileyi çepeçevre saran tehditlere karşı çözümler üretebilecek mi? Evvela söz konusu tehditlerin farkında olmak gerekir.
Birinci tehdit, aile hakkında fikir yürüten, politika belirleyen ve mesleki uygulamalar icra eden çevreleri esareti altına almış bulunan woke kültürüdür. Politik doğrucu bir dil, neredeyse faşizan bir tahakküm kurmuş durumdadır. İlgili bürokratik aktörler ve akademisyenler de dâhil olmak üzere alandaki aktörlerin çoğu manasız bir aşağılık kompleksine yenik düşmüş görünmektedir. Bu çevreler, geleneksel ve/veya ontolojik kaynaklara bigâne, Avrupa merkezci bir bakış açısını hakikatin neredeyse tek referansı haline getirmiş durumda. Sorgusuz sualsiz kabul ettikleri ve papağan gibi tekrar ettikleri ezberleri var. Bunların başında toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi geliyor. Toplumsal cinsiyet kavramını tarihsiz, kültürsüz ve bağlamsız bir biçimde kullanmaktan imtina etmiyor ve diğer bakış açılarını doğal olarak bilim dışı kabul ediyorlar. Buna göre, yüksek sesle sadece iki cinsiyetin meşru varlığı üzerine bina olmuş bir aile politikası önerisini makul ve makbul bir tartışma ortamına kabul dahi etmiyorlar. Ülkedeki sosyal sorunlara dair bakış açıları veri temelli değil, sadece ezberlerini tekrarlamakla iktifa ediyorlar. Anglo Sakson dünyanın sorunlarını kendi sorunları vehmediyor ve bu dünyanın çözümlerini buraya empoze etmeyeçalışıyorlar. Bu, nereden bakarsanız, aydınların ihanetinden başka bir şey değildir. Üstelik muhafazakâr çevreler de bu tahakküme boyun eğmiş durumda ve aynı dili yeniden üretmektedir.
Ailenin refahına yönelik hizmet üreten meslekler de bu kültürel/bilimsel hegemonyanın tahakkümü altındadır. Modernist ve emperyalist bir bakış açısı bu meslekleri esareti altında tutmaktadır. Kendi toplumuna yabancı olmakla kalmayıp Avrupa merkezci değerlerle bezeli bir toplum idealini kendi toplumlarına dayatmaktadırlar. Politika yapıcılar da bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde bu toplum mühendisliğinin güdümü altında bulunmaktadır.
İnsana yardım eden mesleklerin sosyal sorunlara dair öncelikleri de son derece sorunludur. Bu çevreler ülkedeki tek sosyal sorun LGBT imiş gibi davranmaktadır. Aileyi yitirdiğimizi görmemek bir yana, bunu umursamayan ve hatta bu süreci coşkuyla karşılayan bu çevrelerin kendi insanlarına yabancı ve hatta düşman bir tutum içinde icra ettikleri meslekleri, bırakın insanlara yardım etmeyi, onların çaresizliğini yeniden üretmektedir.
Aile Enstitüsü;
İkinci tehdit, birincinin hem nedeni hem de sonucu olarak ortaya çıkan, sömürgeci müdahalelerdir. Özellikle Aile Bakanlığı hemen hemen her projesinde veya programında uluslararası örgütlerin rehberliğine müracaat etmektedir. Bu rehberlik pratikte sömürgeleştirici bir müdahaleden başka bir şey değildir. Köksüz ve geleneksiz bir refah zihniyetinin önünde sonunda mecbur kalacağı bir neticedir bu. Küresel ajandaya mahkûm bir sosyal refah zihniyeti kendi toplumuna uygun reçetelere zamanla yabancılaşacak ve uluslararası müdahalelere bir tür kurtarıcı rolü atfedecektir. Uluslararası örgütlerin müdahalelerinin bir sonucu olarak, Cumhurbaşkanımız her ne kadar doğurganlığı artırmaya dönük bir söylemi ısrarla sürdürse de mevcut politikalarımız ve uygulamalarımız maalesef hala doğurganlığı azaltıcı (anti-natalist) ve aile planlamasını merkeze alan bir niteliktedir.
Sömürgeci müdahalelerin bir başka tezahürü ise Avrupa’dan modeller ve programlaruyarlama sevdasıdır. Nasılsa sosyal sorunlar ve bu sorunlara dair çözümler besbellidir; o halde, bunları keyifli Avrupa seyahatlerinin ardından ülkemize uyarlamakta bir beis yoktur! Bu ekonomik olarak maliyetli bir iştir ama asıl maliyeti toplumsal ve kültüreldir. Bu toplum mühendisliğine dur demek ve yerli reçeteler üretmek gerekir.
Aile Enstitüsü;
Üçüncü tehdit, yukarıda zikredilen tehditler karşısında yanlış anlaşılmış ve neo-liberal bir aile merkezlilik savunusudur. Mevcut durumda aile merkezli bir sosyal politikamız olduğu sanılıyor ama bu büyük bir yanlış anlamadan ibarettir! Biz maalesef mevcut durumda sosyal refah yükünü aileyle paylaşan neo-liberal politikaları uyguluyoruz. Ailenin beli bükülmüş durumda.
Aile Enstitüsü;
Dördüncü tehdit, aşırı merkeziyetçi ve sorun odaklı sosyal politikalardır. Yereldeki sorunlara ve ihtiyaçlara duyarsız bir sosyal politikanın toplumun refahını artırmaya dönük çabası beyhude olacaktır. Sorunlar ve ihtiyaçlar değil sadece, kaynaklar ve çözüm ortakları da çeşitlidir.
Diğer taraftan, sorun odaklı bir sosyal politika yakın vadede iktisadi açıdan daha az maliyetli olabilir ama sosyal maliyeti uzak vadede hem daha fazladır hem de iktisadi maliyeti ikiye katlayacaktır. Kaldı ki kimi sorunlarda sorun odaklı bir sosyal politika tümüyle kifayetsiz kalacaktır. Örneğin, madde bağımlılığı, bu sorunlardan biridir ve yakın geleceğin en önemli ve yakıcı sosyal sorunu olacaktır. Bir gencin maddeyle tanışmamasını temin etmek gerekir.
Aile Enstitüsü;
Beşinci tehdit, anaakım medyaya ve sosyal medyaya hâkim olan değersizlik ve kültürel yozluk hâlidir. Bu mecralardan oluk oluk cerahat akmaktadır. Mesele sadece “kültürel iktidar” konusunda başarısızlık değildir, toplumun tüm kesimlerinin bu yozluğa, değersizliğe ve ahlaksızlığa razı ve teşne hale gelmesidir.
Aile Enstitüsü;
Sonuç olarak;
Aile kurumu, yalnızca bireysel düzeyde refah ve dayanışmanın değil, aynı zamanda toplumsal istikrar ve gelişmenin de temel taşıdır. Ancak günümüzde aile, farklı ideolojik ve yapısal tehditlerin kuşatması altındadır. Aile Enstitüsünün kuruluşu, bu tehditlere karşı özgün ve yerli bir perspektif geliştirmek bakımından hayati bir adım olarak görülmelidir.
Enstitünün geleneksel değerler ile modern ihtiyaçlar arasında bir denge kurarak, aileyi güçlendirecek politika ve programlar üretmesi kritik bir önem taşımaktadır. Özellikle kültürel yabancılaşmaya meydan okuyacak bir dil geliştirmek, yerel sorunlara uygun çözümler sunmak ve toplumun ihtiyaçlarına doğrudan yanıt verebilecek sürdürülebilir modeller inşa etmek, bu sürecin temel taşlarıdır.
Aile Enstitüsünün yalnızca mevcut tehditleri tespit etmekle kalmayıp, toplumun tamamını kapsayacak şekilde koruyucu, önleyici ve güçlendirici politikalar geliştirebilmesi gerekir. Bunun için, hem kamusal hem de sivil aktörlerin iş birliğini güçlendirmek, bilimsel bir yaklaşımla yerel ve uluslararası düzeyde çözüm üretmek gereklidir.
Aile Enstitüsü yapacağı çalışmalarla üzerimizdeki ölü toprağını atmalı, silkinip kendimize gelmemizi sağlamalıdır. Ailenin krizi kadim devletimizin büyük krizidir.
Bu vesileyle böyle bir enstitünün kurulması için çaba harcayan herkese teşekkür ederim. Allah sa’yinizi meşkûr eylesin, emeklerinizi boşa çıkarmasın.