Aydın Nurhan: 15 Temmuz Bin Yıllık Milattır

15 Temmuz en az Fransız İhtilâli kadar önemli milenyal bir ihtilâldir.. Bin yıllık oligarşik, halka yabancı, devşirme sınıfının çökertilmesi olarak değerlendirilebilir. Burjuvalaşma sürecindeki taşra ilk kez öğrenilmiş çaresizlikten silkinerek cuntaların sonunu getirdiğini ilan etmiştir.
Ekim 17, 2024
image_print

1949 Türkiye doğumlu Büyükelçi Aydın Nurhan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Dışişleri Bakanlığı’na katılmadan önce avukat olarak çalışan NURHAN, Türkiye Cumhuriyeti’nin Nahçıvan, Bregenz ve Melbourne Başkonsolosu olarak görev yapmıştır. Daha sonraları Togo ve Benin’e akredite Türkiye Cumhuriyeti Olağanüstü ve Tam Yetkili Büyükelçisi pozisyonuna atanan Nurhan, İslam İşbirliği Teşkilatı Afganistan Daimî Temsilcisi olarak çalışmıştır. Diplomatik kariyerinin yanı sıra köşe yazarı, radyo programcısı ve konuşmacısı ve fahri doktoralı üniversite öğretim görevlisi olan Nurhan’ın başlıca ilgi alanı küreselleşmedir. ANKASAM Başkan Başdanışmanı olarak çalışmalara katkı sağlayan Emekli Büyükelçi evli ve iki çocuk babasıdır. Sn. Nurhan’la Cengiz Sözübek Kritik Bakış için konuştu. İlginize sunuyoruz.

Cemil Meriç “Türkiye Tanzimattan beri bir başkası olduğuna inandırılmak istenmiştir.” der. “Devşirmeden Beyaz Türk’e – Siyasi Nefretin Kökleri” kitabınızın sayfalarını çevirdikçe Meriç’in bu sözü zihnimde yankılandı. Önce “Devşirme” ve “Beyaz Türk” kavramlarıyla başlayalım isterseniz.. 

Rahmetli Meriç bizim gibi geç uyanan gerçek ”halkçı”ların önderi. Benim için ”Devşirme”nin çekirdek tarifi, aslından koparılmış, aslına yabancılaşmış kişi. Bizdeki taşradan devşirmenin özelliği, kendisini asırlarca ezen zalimlerle mücadele değil, o sınıfa katılma arzusudur. Beyaz Türk, Osmanlı sisteminin mirasçısı, içinden çıktığı toplumun değerlerine yabancılaşmış kişidir.

Slogancı bilinçsiz köylü gençliğin becerebilen bölümünün 2000’li yılların Amerikancı İstanbul sosyetesine dönüşüm süreci…Enderun’un köylüyü aslına yabancılaştırma eğitiminin Cumhuriyet döneminde hala imha edilemeyişi. Bilim insanlarınca incelenmesi gereken bir diğer tarihsel-psikolojik trend..Asırlarca ezilmiş Kürt’ü, Alevî’si de dahil bu çaresiz kitle nasıl oluyor da devşirme bürokrasi ile büyük sermaye temsilcisi CHP’ye oy veriyor? Nasıl oluyor da Anadolu’nun ücra bir köyünden okula kilometrelerce yalın ayak yürüyerek giden bir garibanın oğlu İstanbul sosyetesinin domuz yeme şampiyonu haline geliyor? Bu değişime tek bir nesil yetiyor? Kitabın kalbi bu sorudadır.

Günümüzde bazı devşirmeler İzmir ve Onuncu Yıl Marşları’nı okurken akıllarındaki “öteki”, Anadolu’yu işgale yeltenen Yunan değil, Osmanlı taşrasının devamı Türk’tür. Günümüzün dinci-laikçi kavgası, Anadolu Türk’ü ile devşirme bürokrasinin sınıf savaşı olup aynı Osmanlı öncülü gibi halk gericilik, karşı darbecilik ve yobazlık ithamıyla sindirilmek istenir. Ateist de olsa, bir Türk yöneticisi şunu düşünmelidir: Türk’ü İslâm’dan çıkarırsam sonuçları neler olur?

Lâle Devri’yle başlatılıp Tanzimat ve erken Cumhuriyet ile devam eden ve adına “DEVRİM” denilen Batı taklitçiliğinin, aslına yabancılaşmanın, gerçekte devrim olmadığı açıktı.

İlginç olan, Osmanlı tarihinde çok önemli ağırlığı olan Devşirme-Alevî çatışmasının, Cumhuriyet’te devam eden devşirme temsilcisi CHP-Alevî aşkına nasıl evrildiği sorusudur.

Osmanlı’daki “Devşirme bürokrasi”nin Roma’dan miras kaldığını ve ABD, İngiltere ve Fransa’nın bir anlamda uyguladığı devlet sistemine çok benzediğini söylüyorsunuz. 

Kitabımızın ikinci konusu da Selçuklu’da başlayıp Osmanlı’dan süregelen, 15 Temmuz 2016 Devrimi’yle sona eren bin yıllık devşirme yönetim sistemi.

Roma, Çin’de Mandarinler, günümüzde ABD, Osmanlı gibi yönetici elitler tarafından, bir bakıma Eflatun’un aristokrat sınıfınca idare sistemleri. Ülke içinden ve dışından en iyileri toplayıp yönetici yapma yöntemi.

Osmanlı yönetim mekanizmasında Padişah ve Devşirme tek vücut idi. Başta söylediğimiz gibi Atatürk padişahlığı ilga edince devşirmenin kafasını koparmış oldu. İlginç olan, devşirmenin, başsız kalmanın kendi sonunu getireceğini fark edememiş olmasıdır. Kafası kesik devşirme, sultasını tarihî tecrübesiyle kabaca yüz yıl daha sürdürse de, sonunda pes ederek bin yıllık iktidarını kaybetmiştir.

Hakkını verelim, Osmanlı’nın altı asırlık ömrünü mümkün kılan unsur, kardeş katli ile birlikte devşirme bürokrasi sistemidir. Bu sınıf aynı zamanda devleti üç kıtada güçlü bir şekilde temsil eden sınıftır.

Doğu’dan batıya, güneyden kuzeye adeta bir “kavimler göçü” gerçekleşirken, geleneksel ulus devlet yapıları nereye gidiyor? 

Kitabımda da söylediğim gibi, ulus devlet dünyaya Fransız İhtilalinden sonra aşama aşama yayılmış, kabaca 200 yıllık bebe kavram. Bugün üst kimliğimiz ulus kimliği. Önceleri üst kimlik dini kimlik idi. Tarihi trende bakılırsa yarın alt kimlikler güçlenip üst kimlik haline gelir mi, teknoloji tüm toplumları aileye kadar param parça edip bireyleşmiş, yapayalnız kalmış insanları psikolojik kontrol sistemlerine sokar mı, bugünden tahmin imkansız.

Sorun, bizi Osmanlı yönetim tarzına geri götürmektedir. Etnik ve dinî grupların hayat tarzlarına karışmamak, hatta lâkayt kalmak. Ulus yaratılırken bu lüksü kaldırabilir miydi yeni Cumhuriyet? Burjuva ulusçuluğu kendini kanıtlamadan, özgüvene, kemale ermeden Osmanlı ademimerkeziyetçi yaşam tarzı siyasetine dönülebilir mi?

Muhtemel bir üçüncü dünya savaşı beklentisiyle artan milliyetçilikten bağımsız; üzerinde mutabık kalınacak yeni küresel düzende devletin anlamı, amacı ve belki de “adı” için “değiştirilemez yasalar” neler olacak? 

Teknoloji insanlığı küresel olarak Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünyasına, veya George Orwell’in 1984 rejimine sürüyorsa ve bugün anladığımız manada Devlet kalmayacaksa onun değişmez kutsallarından bahsetmek abes olmaz mı?

Devlet bu “devletsizliğe” nasıl hazırlık yapmalı?

Ortak üst kimlik konusunda ciddi fikri çalışma yapılmalı. Bu kimlik maddi çıkar birliğine mi dayanmalı, yoksa manevi değerlere mi dayanmalı, derin tartışmalar gerekir.

15 Temmuz için “Türk’ün Kansız İhtilali” diyor ve bin yıllık devşirme bürokrasinin kansız bir devrimle yerini Anadolu Türk’üne bıraktığını vurguluyorsunuz. 

Evet, %90 köylü olan halk %90 şehirli olunca taşrada reaya kalmıyor, burjuvalaşma, Selçuklu dahil, bin yıllık devşirme sistemini yıkıyor. 15 Temmuz en az Fransız İhtilâli kadar önemli milenyal bir ihtilâldir.. Bin yıllık oligarşik, halka yabancı, devşirme sınıfının çökertilmesi olarak değerlendirilebilir.

Batıcılarımız, Tanzimat’tan bu yana Batı’da üretilmiş kültür, teknik ve fikirlerin hem ana “tüketicisi” hem de deyim yerindeyse “distribütörü”dür. Batıcılarımızın dünyaya sunacakları özgün “Türk” üretimi yoktur. Müzikte yok, mimaride yok, teknolojide yok, plastik sanatlarda yok, bir iki yazar dışında edebiyatta da yok. Zira bu sınıfın 1940’lardan kalma “kapalı köylü ideolojisi Kemalizm”in etik ve estetik kaygısı yok. Anlaşılan bu alanlarda yaratıcılığı iki yüz yıldır Batı’yı taklit edenlerden beklemek hata idi. Beklenti eşyanın tabiatına aykırı idi. Bu alanlardaki üretim, yine kendi modernitesini üretecek Anadolu burjuvasına düşüyor.

Sanıyorum 21. yüzyılda bir aristokrasi oluşacaksa, o aristokrasi volatil, liberal kozmopolit sermayeden değil, muhafazakâr mütedeyyin sermayeden çıkacaktır. Aristokrat sınıf muhafazakârdır; köksüzlüğü, hızlı değişimleri, hızlı sınıf atlamaları kabullenmez. O nedenle gelecek Türk aristokrasisinin mütedeyyin sermayeden oluşma ihtimali, liberal, kozmopolit sermayedarlara göre daha yüksektir.

Yükselen reâyâ temsilcisi Ak Partililer kendilerini Osmanlıcı, çöküşteki Osmanlı memur partisi CHP’liler de kendilerini Cumhuriyetçi sanıyorlar.

Artık şartlar olgunlaşmış, iki rakip grup oluşmuştur. Biri CHP’nin temsil ettiği, asker-sivil bürokrasi ile küresel güçleri arkasına almış İstanbul sermayesi, diğeri de Ak Parti’nin temsil ettiği, geleneklerini muhafaza etmek isteyen Anadolu sermayesi. Batılılar iki kapitalist grup arasındaki bu sınıf savaşını dinci-laikçi ideoloji kavgası olarak saptıracaklardır. Batı’nın tabii tercihi, Batıcı subaylar, Batı okullarında yetişmiş, Batıcı siyaset, iş ve bürokrasi erbabıdır. İstenen, onların siyasette başat olmasıdır. Yerel değerler, Batı için tehdittir. Her koşulda engellenmelidir. Batılı devletler tarafın­dan stratejik olarak desteklenen bu yaşam felsefesine dahil olanlar, dışarıda kalanlara tepeden bakma, onları “medenileştirme – ehlileş­tirme“ hakkını kendilerinde görüyorlar. Bir anlamda iç oryantalizm, Attilâ İlhanın tabiriyle kültür kompradorluğu uyguluyorlar.

Cumhuriyet ideolojisi “öteki” olarak tarihî düşman Batı’yı değil, “dinci-gerici-yobaz” Osmanlı’yı koydu. “Yobaz Osmanlı” suçludur, ötekidir. Ancak ortada bir şaşkınlık var. Sultanlar iktidarı Türk aristokrasisi ile paylaşmayayım derken, kaderlerini Fatih’ten itibaren yeniçeri ve devşirme bürokrasinin insafına terk etmişlerdir.

Bir “burjuva sınıfı” oluşması için en az beş nesil geçmesi gerektiği tezinizle birlikte okursak; “Anadolu Türk’ü”nü neler bekliyor? 

Burjuvalaşmada 3 nesli geride bıraktık. İki nesil daha, kabaca 40-50 yıl daha geçirmemiz gerekiyor. Teknoloji bu sürede bugün hayal edemediğimiz yerlere götürecek insanlığı. Trende iyi niyetle, klasik tarzda bakarsak, Burjuvalaşmayı tamamladığımızda İslam Medeniyetinin modernizmle karışık, yeni bir ahlak ve adalet anlayışı toplumumuza doğabilir.

Yükselen Anadolu burjuvası milenyum başındaki devrim ile iktidarı, devşirme bürokrasiden devraldı. Türkmen, ara dönemin zafer duygusu ve biraz da tarihten gelen eziklikle mağlup devşirmelere hoşgörü ile yaklaşıyor. Mağlup devşirme sınıf ise yenilgi psikolojisi ile muzafferlere başta yaşam tarzı ve kültür farklılığını kullanarak çok ağır saldırılarda, aşağılamalarda, hakaretlerde bulunuyor.Şimdi sıra “Büyük Cihad”da. Türkmen’in büyük cihadı nedir? Anadolu değerlerinden kendi modernitesini  üretmektir.Cihad dedik. Çok zor ve ağır bir görev. Başarılı olursa; inişe geçen Avrupa ulus devlet kavramına ve kapitalist felsefesine rakip olacak barışçıl bir dünya görüşünden bahsediyoruz. Derdimiz, Osmanlı hastalığı olan devşirme-reaya yabancılaşmasını Cumhuriyet’in nasıl tamir edebileceğidir.

Türk eliti Batı’yı ve Doğu’yu oksidentalist ve oryantalist gözle ele almalıdır. Oryantalizmin özü, kolonyalist Batı’nın hedefe koyduğu ülkeleri laboratuvar böceği gibi her disiplinde bilimsel gözlem altına almasıdır. Türkiye büyüdükçe o da aynı ihtiyacı duyacak, başlangıçta ekonomik olmak üzere, hedefe koyduğu Batı’yı ve Doğu’yu laboratuvar böceği gibi her alanda gözlem altına alacaktır.

Uzun vadede yükselen Anadolu sermayesi ile İstanbul sermayesi rasyonel bir noktada uzlaşıp menfaat birliğine girer, onlara karşı da 1968 kalıntısı sol zihniyet ile Ak Parti iktidarı sırasında geride kalmış mütedeyyin ve gariban da Müslüman sol partiye katılabilirler.

15 Temmuz’dan günümüze geçen dönem için bu “devrim”in muhasebesini nasıl yaparsınız? 

Kitabımda belirttiğim üzere 15 Temmuz bin yıllık milattır. Burjuvalaşma sürecindeki taşra ilk kez öğrenilmiş çaresizlikten silkinerek cuntaların sonunu getirdiğini ilan etmiştir.

Devşirme eğitim felsefesinin sonunu da üniversitelerin Anadolu’ya yayılmasıyla Anadolu çocuklarının eskisi kadar asimile edilemeyecek olmasına bağlıyorsunuz. Selçuklu’nun kadim şehirleri başta olmak üzere Anadolu’nun “bozkırı”ndan umutlu musunuz?

Kurucu unsur Türkmendir. Bozkır sağduyudur. Bozkır’dan umudu bırakın, geleceğinin aydınlık olacağından eminim.

Avrupa’da yaşayan müslümanlar ve Türklerin durumlarıyla birlikte son on yılda yoğunlaşan küresel göç hareketlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Geçenlerde bir televizyon programında da söyledim, Batı orduları fakir ülkeleri işgal ediyor, istikrarsızlaştırıyor, fakir ülke garibanları da ölümü göze alıp zengin ülkeleri işgal ediyorlar. Küreselleşme bu. Birleşik kaplar. Tabii olanın önüne geçemezsiniz. Ha bu arada olan Türkiye’ye oluyor. Evvelce geçit olan Türkiye artık son durak olarak görülmeye başladı, göç nasıl önlenecek, Allah siyasilere yardım etsin, imkansızla karşı karşıyalar.

Avrupa Türklerine gelince.. Artan ırkçılık ve dini fanatizm nedeniyle yurda dönecekler. Dönmeyenler Emeviler gibi asimile olacaklar…

Mustafa Kemal 1911’de yazdığı bir mektubu “…Endülüs tarihinin son sayfalarını okuyunuz” diyerek bitirir. İnşallah o sayfaları sadece okumakla kalırız ve yeniden yaşamayız. Üçüncü dünya savaşı ihtimalini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Endülüs sefahate dalma ve İbn-i Haldun’un deyimiyle asabiye’nin, yani birlik ve dayanışmanın kaybı ile çöktü. Atatürk de buna dikkat çekti.

Üçüncü Dünya Harbi… ABD ve İsrail derin tarih içinde bebe devletler. Çocuğun eline silah verirseniz her an bir kaza bekleyebilirsiniz.

Söyleşi: Cengiz Sözübek

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Yazdır