Avrupa’yı Daha Vahşi Bir Yer Haline Getirmek

Hans Vogel, AB’nin “yeniden vahşileştirme” (rewilding) gündemini; kırsal yaşamı ortadan kaldıran, Avrupalıları denetimli kentsel bölgelere sürükleyen ve kontrolsüz kitlesel göç aracılığıyla giderek artan bir tehlikeyi serbest bırakarak hem şehirleri hem de kırsalları kurtların, yaban domuzlarının ve şiddet eğilimli “iltica talebinde bulunanlar”ın düşmanca mekânlarına dönüştüren bir proje olarak ifşa ediyor.
Mayıs 29, 2025
image_print

Avrupa, büyük bir çaba ve bolca fonlamayla daha vahşi bir yer haline getiriliyor. “İklim bilimcileri”nin iddialarına ve bürokrat ordularının hazırladığı bir dizi programa ve fikre dayanarak, seçilmiş olmayan Avrupa Komisyonu, eski Sovyetler Birliği’nin klasik beş yıllık planlarının modern bir versiyonunu yeniden sahneye koyuyor. Ancak çok önemli bir farkla: Sovyetlerin bu planları, Sovyet ekonomisini geliştirme ve çeşitlendirme amacı taşıyordu. AB’nin “yeşil gündemi”, BM’nin 17 “sürdürülebilir kalkınma hedefi” ve “Doğa 2000” programı ise esasen Avrupalıları acımasız bir çevrecilik dinine tamamen boyun eğdirmek amacıyla şekillendirilmiştir. Aslında herkesin herkesle hayatta kalmak için sürekli mücadele ettiği doğa, buna rağmen son derece romantik bir şekilde; yumuşak tonlarla betimlenmiş, kucaklanası kahverengi ayılar, sevimli kurtlar ve tatlı yaban domuzlarıyla dolu bir dünya olarak sunulmaktadır.

Avrupa’nın daha vahşi bir yer haline gelmesi gerektiğine karar verildi ve bu hedefe ulaşmak için hiçbir taş yerinde bırakılmıyor. “Daha vahşi bir yer” kulağa romantik gelmiyor mu? Böyle bir yer nasıl olurdu?

Cevaplar, Hollanda merkezli bir STK olan Rewilding Europe’un internet sitesinde bulunabilir. Bu kuruluş, 1989’da “adil, sağlıklı ve yeşil bir dünya için çalışan hayır kurumlarını desteklemek amacıyla kurulmuş” olan (vurgu bana ait) Hollanda Nationale Postcode Loterij’den ve WWF Hollanda’dan büyük miktarda fon alıyor. Rewilding Europe, kendisiyle bağlantılı STK’lar olan Open Rivers Programme, Endangered Landscapes ve Damremoval Europe ile yakın işbirliği içinde çalışıyor.

Başka bir deyişle, Avrupa’daki yüzlerce barajın kaldırılmasıyla, bu nehirlerdeki insan yapımı engeller ortadan kaldırılarak, onları “orijinal” hallerine döndürme çabasıyla (gerçi bu barajlar inşa edilmeden önce bu nehirlerin tam olarak nasıl olduğunu kim biliyor?), doğanın tüm görkemiyle geri dönmesi bekleniyor. Geçtiğimiz sonbaharda İspanya’nın Valensiya yakınlarında yaşanan yıkıcı sel felaketi, Avrupa’nın tüm nehirlerinden barajlar ve setler kaldırıldığında bizi nelerin bekleyebileceğine dair bir ön gösterim sundu. Avrupa’nın dört bir yanında, yüzbinlerce insan –belki de milyonlarca– sonunda kırsaldaki evlerini terk etmek ve şehirdeki sıkışık apartman dairelerine taşınmak zorunda kalacak. Eğer iş, seçilmemiş AB Komisyonu’na ve ekolojiye tapan STK’lara kalırsa, o şehir de “15 dakikalık şehir” (15-minute-city) olacak.

Rewilding Europe’un himayesinde, Avrupa’nın dört bir yanındaki birçok kartpostallık bölge, tüm hayvanların ve bitkilerin İncil’deki uyum içinde bir arada yaşadığı birer bölgesel Cennet Bahçesi’ne dönüştürülüyor. Natura 2000 çerçevesinde, AB topraklarının yaklaşık %20’si –yaklaşık 800.000 kilometrekarelik ormanlık alan (Teksas büyüklüğünde; toplam ormanlık alanın yarısı)– koruma altına alınmış durumda. Buna karşılık, 2030 yılı itibarıyla toplam kara yüzeyinin yalnızca %7’sinin kentsel alan olması öngörülüyor.

Kâğıt üzerinde bu çevresel koruma programları oldukça güzel ve hoş görünüyor. Sağ eliyle, seçilmemiş Avrupa Komisyonu doğayı, vahşi yaşamı ve doğal çeşitliliği destekliyor gibi duruyor; eski geleneklere ve yöntemlere saygı gösteriyor ve kırsal alanı sözüm ona “orijinal hâline” döndürmeye çalışıyor. Öte yandan, aynı Eurokratlar grubu, doğayı yok etmek ve Avrupalıların doğayla birlikte yaşamasını imkânsız hale getirmek için ellerinden geleni yapıyor.

Son birkaç on yılda, Yeşil Gündem’e ve Doğa ile İklim Tapınmasının On Emrine tamamen uygun şekilde, ortalama yüksekliği 150 metre (yaklaşık 500 fit) olan yaklaşık 100.000 dev rüzgar türbini dikildi. Her yıl, bu rüzgar türbinlerinin her biri 80 galonluk yüksek derecede kirletici, zehirli yağlayıcı yağ tüketiyor. Bu türbinlerin her biri kuşlar, yarasalar ve böcekler gibi yaban hayatı için kitlesel bir ölüm makinesine dönüşüyor ve “rüzgar çiftlikleri”nin çevresini gerçek birer çöle çeviriyor. Her şey hesaba katıldığında, bu rüzgar türbinleri tahmin edilemeyecek boyutlarda çevresel bir felakettir. 20 yıllık ömürlerinin sonunda geri dönüştürülemiyorlar ve toprağa gömülmeleri gerekiyor; bu da gelecek nesiller için (tabii eğer gerçekten olurlarsa) ciddi bir çevre sorunu yaratacaktır. Üstelik, üç çirkin sivri kanatlı bu türbinler, uzaktan görülebilen, manzarayı bozan tam anlamıyla birer göz kirliğidir.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Avrupa Komiserleri glifosat ve diğer tarım zehirlerinin tarımda kullanımına izin vererek, yüz milyonlarca Avrupalının sistematik şekilde zehirlenmesine göz yummakta, hatta bunu teşvik etmektedir.

Görünüşe bakılırsa, Eurokratlar yalnızca ceplerini doldurmakla ilgileniyor; geri kalan tüm Avrupalılar için ise distopik bir dünya inşa ediyorlar. Düşününce, “Rewilding Europe” (Avrupa’yı Yeniden Vahşileştirmek), onların ne yaptığını en iyi şekilde özetliyor olabilir. Hatta sloganlarının “Make Europe Wild Again” (Avrupa’yı Yeniden Vahşi Hale Getirin – MEWA) olduğu bile söylenebilir.

Tüm bu rüzgar türbinleri, geniş toprakları yaşanmaz çöllere dönüştürmek için harika birer araç. Aynı zamanda, Avrupa Komiserleri kırsal alanı başka yollarla da yaşanmaz hâle getirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Özellikle kurt ve yaban domuzu nüfuslarının artışını teşvik ederek. Avrupa’da halihazırda yaklaşık 35.000 kurt var –bu, 2000 yılından beri beş kat artış demek– ve bir milyondan fazla yaban domuzu bulunuyor. Her yıl bu harika hayvanlar daha da yayılıyor ve kış aylarında izole dağ köylerinde görülmeye başlıyorlar. Şimdilik kurtlar sürüler hâlinde hareket etmiyor, ama o gün geldiğinde, birçok Avrupalı için kırsalda yaşamak artık bir seçenek olmayacak. Sonunda onlar da bir “15 dakikalık şehir”de sıkışık bir apartman dairesi aramak zorunda kalacaklar. Her yıl, hava karardıktan sonra dışarı çıkmanın tehlikeli olduğu bölgelerin sayısı artıyor. Gerçekte, Avrupa Komiserlerinin bu fikirleri 18. yüzyılda bazı Fransızların, İngiltere’yi istikrarsızlaştırmak amacıyla, orada soyu tükenmiş olan kurtları gizlice ülkeye sokma planlarından ilham aldıkları bile düşünülebilir (bu referans, Fransız tarihçi Fernand Braudel’in Civilization and Capitalism, 15th-18th Centuries adlı eserinin birinci cildinin 66–67. sayfalarına dayanmaktadır, Londra: William Collins, 1981).

Aynı zamanda, AB’nin ve üye ülkelerin politikaları tarımın yapısını değiştirmeye odaklanmış durumda; bu da çiftçiler için yaşamı imkânsız hâle getirmekten başka bir şey değil. Sürekli artan ayrıntılı düzenlemelerle (sözde insan kaynaklı “küresel ısınmayla mücadele” amacıyla) ve her türlü kısıtlamayla karşı karşıya kalan çiftçiler, topraklarından sürülüyor ve şehirlerdeki dar apartmanlara yerleşmek zorunda bırakılıyor. AB’nin tarım politikası, bir yüzyıl önce Sovyetlerin kulakları ortadan kaldırmak için uyguladığı politikaya benzemektedir.

Yeniden vahşileştirilen yalnızca kırsal alanlar değil. Avrupa şehirlerinin, sakinlerinin temel ihtiyaçlara ve hizmetlere ulaşmak için asla 15 dakikadan fazla yürümek ya da bisiklete binmek zorunda kalmayacakları “15 dakikalık şehirler”e dönüştürülmesinin bir hedef olarak ilan edilmesiyle, insanların bu konsepte alıştırılması ve açık hava hapishanelerine kilitlenmeleri söylendiğinde buna çok az ya da hiç direnç göstermemeleri beklenmektedir. İnsanlar, dışarıda çok uzun süre kalmamaları gerektiği, çünkü dışarının sürekli bir tehdit içerdiği gerçeğini kavramaya başlamalıdır.

Almanya, insanları –yani yerli Almanları– dışarıda uzun süre kalmaktan caydırmak konusunda şimdiden önemli bir yol kat etti. Bu kişiler, o harika ve geleneksel Alman Noel pazarlarını ziyaret etmemeleri yönünde teşvik ediliyor. İstedikleri zaman dışarı çıkmaları, arkadaşlarını ziyaret etmeleri ya da mahallelerindeki barda bira içmeleri de uygun görülmüyor. Her gün, çoğunluğu Suriyeli, Afgan ya da siyahi Afrikalı “iltica başvurusunda bulunanlar” tarafından barışçıl yerli Almanlara yönelik yaklaşık 80 bıçaklı saldırı gerçekleşiyor. Aldıkları sosyal yardımlar, ücretsiz konut, sağlık hizmeti ve diğer tüm imkânlar karşısında “minnettar” olan bu kişiler, sıradan Alman vatandaşlarını bıçaklamaktan keyif alıyor gibiler. Fransa’da ise yerli Fransız kadınlar kendilerini dışarıda o kadar güvensiz hissediyorlar ki, yakın tarihli bir ankete göre çoğu, artık polisin bu durumla baş edemediğine inanıyor ve sokaklarda ordunun devriye gezmesini destekliyor.

Birçok büyük Avrupa şehrinde, kamu alanları oldukça güvensiz hale gelmiş durumda. Bunun nedeni, ABD ve onun Avrupa’daki NATO uyduları tarafından yerle bir edilmiş Üçüncü Dünya cehennemlerinden gelen kontrolsüz göç dalgasıdır. Sayıları milyonları buluyor; çoğu, işe yaramaz ya da herhangi bir işe girmek istemeyen genç erkeklerden oluşuyor. Kırsaldaki kurtlar, ayılar ve yaban domuzları gibi, bu kişiler de hayatı yeniden bir “macera” haline getiriyor; bu inkâr edilemez. Yine de çoğu Avrupalı, bu “büyünün” farkına varamıyor gibi. Şimdiye dek, çoğu kişi önceki “yeniden vahşileştirme döngüsünden” –yani Büyük Covid Gösterisi sırasında, Avrupa Komiserlerinin tüm kıtayı eski bir Vahşi Batı salonuna çevirip küçük bir grup ayrıcalıklı fanatiğe yurttaşlarına ateş etme imkânı tanıdığı o dönemden– sağ çıkmayı başardı.

Yeniden vahşileştirme, büyük şirketler ve dev yatırım firmaları için de işe yarıyor; örneğin BlackRock ve Vanguard gibi. Acımasız Avrupa Komiserleri tarafından yönetilen bir kıtada, bu şirketler her gün keyiflerine keyif katıyorlar. Onlar için bu, istediklerini yapabildikleri büyük, vahşi bir parti. Avrupa Komiserleri onların arkasını kolluyor; Avrupa’yı daha da vahşi bir yere dönüştürmek için gerekli tüm yasa ve kuralları onlar için çıkarıyorlar.

Avrupa Komiserleri şimdi de Rusya ile gerçek bir silahlı çatışma başlatmak için çırpınıyor. Amaç, daha fazla Avrupalıyı savaş alanında feda etmek. Bu da silah üreticileri, mezar kazıcıları ve anıt-mezar taşı firmaları için “vahşi” iş fırsatları demek! Görünen o ki, hepimiz için çok daha vahşi zamanlar kapıda.

Ukrayna haritadan silinirken, muazzam miktarda silah Avrupa karaborsasına akacak. O noktada Avrupa’nın çok, çok vahşi bir yer haline geleceğinden hiç kimsenin şüphesi olmasın!

İyi tarafından bakacak olursak, hâlâ kırsalda yaşamayı sürdüren az sayıda insan en azından kendilerini ayılara, kurtlara ve yaban domuzlarına karşı korumak için saldırı tüfekleri ve tabancalar satın alabilecek!

Kaynak: https://www.arktosjournal.com/p/making-europe-a-wilder-place

SOSYAL MEDYA