ABD’nin Yeni Ekonomik Hegemonya Enstrümanı

Dünya artık “yatırım savaşları” dönemine hazırlanıyor. Bu savaşın cephanesi fonlar, askerleri danışmanlar, cepheleri ise şirketler ve projeler olacak. Büyük bir ekonomik sıçramanın eşiğindeyiz. Fakat unutmamak gerekir ki böylesine keskin değişikliklere piyasalar ancak büyük krizler sonrası razı olur...
Mayıs 23, 2025
image_print

Bugün dünya finans sisteminde yaşanmakta olan dönüşüm, yalnızca merkez bankası faizleri, rezerv para hareketleri ya da ticaret savaşlarıyla sınırlı değil.
Bu dönüşümün daha derin, daha görünmez ama bir o kadar da etkili başka bir boyutu daha var: devletlerin yatırım gücü üzerinden yürütülen sessiz bir rekabet.

Bu rekabetin en sofistike ve hızla tesiri güçlenen silahlarından biri de Sovereign Wealth Fund yani devlet servet fonu kavramı. Son yıllarda özellikle Çin, Norveç, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi ülkeler üzerinden devlet servet fonlarını çokça duyar olduk.

İşte şimdi bu alana bambaşka bir aktör, bambaşka bir modelle dahil oluyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin geliştirip sahaya süreceği yeni model, klasik “devlet servet fonu” yapısından oldukça farklı. Bu yapı, bazı çevrelerde “Sovereign Wealth Reserve” olarak adlandırılıyor; yani “devlet servet rezervi”, kısaca SWR.

ABD’nin bu rezerv fon yaklaşımı, sadece bir ekonomik karar değil, aynı zamanda stratejik bir savunma, diplomatik bir araç ve küresel güç mücadelesinin yeni cephesi olarak karşımıza çıkacak gibi duruyor.

Tarihsel olarak bakıldığında şimdiye kadar ABD, doğrudan bir devlet servet fonu kurma ihtiyacı duymadı. Bunun elbette birçok sebebi var. Öncelikle ABD ekonomisi tarihsel olarak hep sermaye çeken bir yapıda oldu; sermaye biriktirme ve dışa yönlendirme gereksinimi sınırlı kaldı.

Ayrıca kamu gelirleri genellikle bütçe açıklarıyla birlikte yürüdü; Norveç gibi büyük cari fazlalara dayalı bir yatırım havuzu oluşmadı. En önemlisiyse, özellikle Sovyetlerin dağılışından sonra tamamen olgunlaşan ABD’nin neo-liberal piyasa doktrini, devletin doğrudan yatırımcı olarak piyasaya müdahalesine her zaman mesafeli durdu.

Gelgelelim 2008 küresel finans krizinden bu yana yaşanan kırılmalar ve özellikle Çin’in devlet fonları eliyle küresel şirketlerde, limanlarda, enerji projelerinde etkili hale gelmesi, bu bakışı geç ve zor da olsa değiştirmeyi başardı.

Çin’in China Investment Corporation-CIC üzerinden yürüttüğü stratejik satın almalar, Suudi Arabistan’ın Public Investment Fund- PIF fonu ile teknoloji sektörüne yaptığı agresif yatırımlar, Norveç’in Norges Bank Investment Management-NBIM fonunun dünyanın en büyük pasif yatırımcısı haline gelmesi ABD’yi artık yalnızca seyirci kalamayacağı bir jeopolitik sahaya zorladı.

Çünkü bu fonlar yalnızca finansal değil, siyasi ve stratejik gücü temsil ediyordu. ABD, bu gücü elinde tutmadığı her yıl, Çin gibi rakiplerinin jeoekonomik hamlelerine bir adım daha yenik düşüyordu. Sonunda uyandılar…

İşte tam da bu noktada ABD, klasik SWF kurmaktansa çok daha özgün, karma bir yapıyı gündeme getirdi. Bu yapı resmi olarak SWF olarak anılmasa da, ABD Hazine Bakanlığı, FED ve özel yatırım fonları arasında örülen yeni bir ağın merkezinde yer alıyor.

Bu sistemin bir ayağında Hazine Bakanlığı, diğer ayağında FED ve üçüncü kritik oyuncu olarak da BlackRock gibi dev özel fonlar yer alıyor. 2020 pandemi döneminde FED’in krize karşı yürüttüğü şirket tahvili alım programını hatırlayanlar, bu programın fiilen BlackRock’a emanet edildiğini de hatırlayacaktır. Yani işin içinde bambaşka işler olduğunu anlamak gerekiyor.

Bugün ABD, FED’in bilançosunda tuttuğu bazı rezerv varlıkları ve devlet tahvillerini artık sadece pasif olarak taşımak yerine, SWR havuzu benzeri yapılara aktararak bunları aktif yatırım aracı hâline getirmeye hazırlanıyor. Yani ABD, para basarak piyasayı fonlamaktan çok, rezerv birikimiyle doğrudan yatırım yapacak bir aktör olmak istiyor. Ama bunu devletin eliyle değil; BlackRock, Vanguard, State Street gibi hepsi birbirinin ve dünyanın tüm ülkelerinin borsalarında kağıtları işlem gören sanayi, ticaret, medya, turizm, sağlık, kimya, otomotiv, gıda, gayrimenkul, finans devlerinin ortaklık paylarını ellerinde tutan yani dünyayı yöneten yatırım fonları üzerinden, vahşi kapitalist özel sektör oyuncularının eliyle “devlet serveti yönetimi” yapılacak gibi gözüküyor. Bu aslında şirketlerin devletleşmesinin en önemli işaret fişeği olacak.

Bu yeni yaklaşımda yatırım yapılacak alanlar dikkatle belirlenmiş durumda. ABD için öncelikli stratejik sektörler arasında yarı iletken teknolojileri, mikroçip üretimi, yapay zekâ ve kuantum bilişim, enerji altyapısı (özellikle yeşil enerji ve nükleer), savunma sanayi, nadir toprak elementleri, batarya teknolojileri ve kamu altyapısı geliyor.

SWR benzeri yapıların fonları sadece iç piyasaya değil, küresel sahaya da yayılacak. Özellikle Afrika, Güneydoğu Asya ve Güney Amerika gibi bölgelerde altyapı yatırımları, teknoloji merkezleri ve enerji projeleri üzerinden Çin’in Kuşak-Yol Projesi’ne karşı alternatif bir yatırım şemsiyesi kurulması planlanıyor. Böylece ABD, sadece yaptırımlar ve ticaret kısıtlamalarıyla değil, doğrudan yatırım gücüyle Çin’e karşı sahada olacak. Bu, Soğuk Savaş sonrası en ciddi “jeoekonomik cepheleşme” anlamına geliyor.

Elbette bu modelin diğer devlet servet fonlarından farkları büyük. Çin’in CIC fonu agresif büyüme odaklı; küresel şirketleri doğrudan satın alıyor. Norveç’in NBIM fonu ise düşük riskli ve şeffaf yatırım stratejisiyle çalışıyor. Suudi Arabistan’ın PIF fonu orta riskli, büyük getiri arayan ve teknolojiye odaklı bir yapıya sahip.

ABD’nin kurmaya çalıştığı SWR modeli ise bunların hepsinden farklı olacak gibi. Kaynak olarak doğrudan bütçe fazlası ya da dış ticaret gelirleri değil, FED bilançosundaki varlıklar, devlet tahvilleri ve özel fonların sermayesi kullanılacak.

Yönetim doğrudan kamunun değil, kamuyla birlikte çalışan özel fonların elinde olacak. Yani dünyayı yöneten finansçılar artık ABD’nin SWR ile outsource edeceği gerçek zenginliğini ve kredibilitesini de yönetmeye başlayacak.

Risk yaklaşımı karma olacak yani kamu garantisi ile özel sektör risk iştahı birleştirilecek. Yatırım alanı sadece finansal değil; altyapı, güvenlik ve teknoloji gibi kritik sektörlere yönelecek.

Belki de en önemlisi, bu modelde şeffaflık kamuoyuna açık olmasına rağmen, uygulamada gölge yapılar üzerinden çalışılabiliyor olması olacak. Bu da ABD’nin resmi olarak “devlet servet fonum yok” pozisyonunu korurken, aslında küresel yatırımlarda aktif bir devlet oyuncusuna dönüşmesini sağlayacak. Herkes kazanıyor gözükse de bu işten en fazla kazancı dünyanın tüm gelişmiş markalarının hisselerini elinde tutup küresel ekonomiye yön veren finans elitleri sağlayacak. Gerisi hikaye…

Bu yeni modelin küresel ekonomi üzerindeki etkileri çok büyük olacak. Öncelikle doların konumu değişecek. Dolar, artık sadece bir ödeme aracı veya rezerv para değil, aynı zamanda yatırım yapan, altyapı finanse eden ve stratejik sektörleri yönlendiren bir güç hâline gelecek. Bu da doların küresel çekiciliğini sadece güvene değil, getirisi olan somut projelere dayandıracak.

Hal böyle olunca Çin ile SWF savaşı ise yeni bir boyut kazanacak. ABD artık Çin’in yatırımlarına yalnızca karşı hamleler değil, alternatif yatırım fırsatları sunarak cevap verecek. Bu durum özellikle gelişmekte olan ülkeler için cazip hale gelecek. Çünkü Çin’den gelen yatırımın siyasal bağımlılık yarattığı algısı, ABD’nin “özel sektör eliyle, daha esnek yatırım” vaadiyle dengelenebilecek.

Bu sayede gelişmekte olan ülkeler, altyapı fonlaması için yeni bir seçenek elde edebilecek. Ancak bu, aynı zamanda Batı eksenli yeni bir ekonomik bağımlılık tuzağını da haliyle içinde barındıracak.

İçeride ise ABD’nin kamu yatırımlarını finanse etmek için SWR sistemine yaslanması, özellikle altyapı reformlarının önünü açabilecek. Kapsamlı bir köprü, liman, demiryolu ve enerji modernizasyonu için bu fonlama merkezi hayati değerde olacak.

Fakat bu durum aynı zamanda, kamu yatırımlarının artık doğrudan Hazine’den değil, özel fonlar üzerinden yapılması anlamına da gelecek. Bu da kamu hizmetlerinin finansmanında kar maksimizasyonu odaklı bir bakış açısını beraberinde getirmesiyle sonuçlanacak ki, bu durum ilerleyen süreçte bazı problemlere neden olabilir…

BlackRock gibi fonların devlet fonu gibi davranmaya başlaması, bu firmaların piyasa oyuncusu değil, devletin stratejik ajanı haline gelmesine yol açabileceğinden belirli riskleri yanında taşıyacak. Bu durum finans kapitalin devlet aygıtına entegre olmasının, belki de en net örneği olacak.

Sonuç olarak ABD’nin SWR stratejisi, yalnızca bir fonlama hamlesi değil, çok katmanlı bir jeoekonomik değişimin habercisi olarak gözüküyor. Bu sistemin tam işler hale gelmesiyle birlikte, dünya ekonomisinde yatırım akışları yeniden şekillenecek, güç dengeleri değişecek ve belki de merkez bankalarının rolü bile yeniden tanımlanacak.

Artık sadece faiz politikasıyla değil, doğrudan yatırımla sahada olan merkez bankaları, “yatırımcı devlet” kavramını güçlendirecek.

Bu model, Türkiye, Arjantin, Brezilya, Meksika, Güney Afrika gibi gelişmekte olan ülkeler için hem ciddi fırsatlar hem de dikkat edilmesi gereken riskler taşıyor.

Evet, bu yatırımlar, ekonomik büyüme ve altyapı reformu için ciddi kaynak sağlayabilir. Fakat dış bağımlılığı bugüne kadar bildiğimiz ve bir şekilde yönetebildiğimiz bir formdan çıkarıp karmaşık ve çok daha katı-kalıcı hale getirebilir. Bu nedenle ABD’nin SWR stratejisini izlerken, sadece ekonomik değil, siyasi ve stratejik perspektiflerle de değerlendirme yapmak şart.

Son söz olarak şunu diyebiliriz: Dünya artık “yatırım savaşları” dönemine hazırlanıyor. Bu savaşın cephanesi fonlar, askerleri danışmanlar, cepheleri ise şirketler ve projeler olacak. Büyük bir ekonomik sıçramanın eşiğindeyiz. Fakat unutmamak gerekir ki böylesine keskin değişikliklere piyasalar ancak büyük krizler sonrası razı olur…

Çok dikkatli olmamız lazım!

R. Levent Işık

1988 yılında İstanbul’da doğdu.
2011 yılında Gazi Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümünden mezun olduktan sonra aynı alanda Yüksek Lisans çalışmalarını Manisa Celal Bayar Üniversitesi SBE’de tamamladı.
2011-2021 yılları arasında Banka Müfettişi olarak çalıştı ve 2021 yılından buyana görevine Banka Şube Müdürü olarak devam etmektedir.
“Diriliş Postası” ve “Milat” gibi ulusal gazetelerin yanında “Z Raporu” dergisinde ekonomi-tarih makaleleri yayınlamaktadır.
Mail: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA