ABD İmparatorluğunun Sonu Dünyanın Sonu Değildir

Soğukkanlı bir gerçekle yüzleşmeliyiz: ABD, emperyal imajından vazgeçmektense dünyayı yok etmeye hazır olabilir. Ekonomik savaş ve kültürel nihilizmde belirgin olan bu intihar dürtüsü hafife alınmamalıdır. Eğer imparatorluk, liderlik etmediği bir gelecek hayal edemiyorsa, o geleceği diğer herkes için yaşanmaz hale getirmeyi tercih edebilir.ABD imparatorluğunun sonu dünyanın sonu değildir. Ancak bundan sonra ortaya çıkacak dünya, ne için mücadele etmeye hazır olduğumuza bağlı olacaktır.
Mayıs 12, 2025
image_print

Amerikan hegemonyası dağılırken, Küresel Güney hem nostaljiye hem de pasifliğe direnmelidir. Çok kutupluluk kendiliğinden gelmeyecek; mücadele yoluyla inşa edilmelidir.

Dünyanın çok kutupluluğun yeni bir dönemine girdiğine şüphe yok. ABD hâlâ güçlü olsa da, Çin’in önderliğindeki küresel düzen giderek daha fazla denge sağlıyor. Bu, yalnızca alternatif ticaret yolları, tedarik zincirleri veya gelişmekte olan ülkelerdeki devlet destekli yatırımlarla ilgili değildir. Aynı zamanda Batı’da yapısal olarak marjinalleştirilmiş kesimler ile sömürgecilik sonrası Güney arasında küresel bir koalisyonun ortaya çıkışını da yansıtıyor.

Bu örtüşen gruplar birlikte, bugün Küresel Güney olarak adlandırılan yapıyı oluşturuyor. 20. yüzyılın ortalarındaki sömürgecilik karşıtı mücadelelerden doğan ve değişen Soğuk Savaş düzeninde yolunu bulmaya çalışan Üçüncü Dünya projesinden farklı olarak, 1990’ların başında şekillenmeye başlayan Küresel Güney projesi farklı bir baskı ile karşı karşıyadır: neoliberal yeniden yapılanma. Bu bağlamda, Küresel Güney, tutarlı bir coğrafi veya sınıfsal oluşum değil; Kuzey’in unsurlarının Güney’de, Güney’in unsurlarının ise Kuzey’de ortaya çıktığı bir mücadele alanıdır.

Bu nedenle, Occupy Wall Street (2011) ve Black Lives Matter (2013) gibi hareketler ABD sınırlarının ötesinde karşılık buldu. Occupy, neoliberal ekonomik düzeni sorguladı ve ona meydan okudu; BLM ise Amerika’nın ırkçı rejimini hedef aldı. Her ikisi de Batı’da, küresel çoğunluğun deneyimleriyle örtüşen bir kırılmayı ortaya çıkardı. Çin liderliğindeki bir düzen ütopik olmaktan uzak olsa da, farklı demokrasi ve kapitalizm yapılandırmalarının bir arada var olduğu ve tek bir gücün modernliğin şartlarını dikte etmediği daha çoğulcu bir siyasi alana işaret ediyor.

İşte tam da bu nedenle Batı için bu kadar tehditkâr. ABD’nin hâkimiyeti yalnızca maddi güce dayalı değil; aynı zamanda beyazlığa dayalı bir insanlık tanımını korumakla ilgilidir. Batı’nın mevcut demokrasi ve kapitalizm yapısı, bu ırksal vizyonla iç içe geçmiş durumda. Amerikalı filozof Lewis Gordon’un hatırlattığı gibi, “Gerçekten yeni bir başlangıç, en azından kimlik düzeyinde intihar gibi göründüğü için kaygı uyandırır.”

Bu kaygının somutlaşmasını görüyoruz: Transatlantik ittifakta oluşan varoluşsal çatlaklar, yeniden canlanan beyaz milliyetçilik ve ticaret savaşları ve izolasyonist politikalar yoluyla kontrolü yeniden ele geçirmeye yönelik umutsuz bir çaba. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin bir zamanlar söylediği gibi, “Medeniyetler cinayetle değil, intiharla ölür.”

Obama’dan Biden’a, özellikle Trump döneminde, ABD düşüşünü yönetmekte zorlandı. Ancak Trump’ın yaklaşımı daha tek taraflı ve maksimalistti: Ekonomik baskı yoluyla Amerikan hegemonyasını yeniden dayatmak için geleneksel ittifakları terk etti. Ancak bu artık mümkün değil. ABD, hem küresel lider hem de imparatorluk hâkimi rolünü sürdüremez. ABD’nin savaş sonrası uluslararası yönetişim mimarisi — dünyayı istikrara kavuştururken ABD’nin hâkimiyetini korumak için tasarlanmıştı — mali ve ahlaki meşruiyetini yitirmiş durumda.

Yine de Batı’nın stratejik hayal gücü, ikili bir dünya görüşüne hapsolmuş durumda. ABD için çok kutupluluk her zaman bir tehlike sinyali olmuştur. 2010 yılında, eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, çok kutupluluğun “rekabet, çıkar çatışması ve —en kötü durumda— değerler çatışması” anlamına geldiği uyarısında bulunmuştu.

Bu, BRICS hakkındaki süregelen endişeyi açıklamaya yardımcı oluyor. Batı analizlerinde BRICS, jeopolitik bir blok olarak sunuluyor; liberal uluslararası düzene bir tehdit olarak çerçeveleniyor. Ancak bu görüş, daha ilginç bir noktayı gözden kaçırma riski taşıyor: BRICS, geçici bir oluşum; sonunda bu tür blokları gereksiz hale getirebilecek çok kutuplu bir dünyanın öncüsü.

Yine de geçiş süreci hiç de sorunsuz değil. Şubat 2025’te, The Washington Post, “Trump, ABD’nin Batı Yarımküre ile İlişkilerinde Monroe Doktrini’ni Yeniden Canlandırıyor” başlıklı bir manşet attı. Bu bağlamda, çok kutupluluk bir fırsat değil; aksine, etki alanları ve çevreleme yoluyla yönetilmesi gereken bir tehdit olarak görülüyor.

Ancak çevreleme işe yaramayacaktır. Dünya, ABD’nin liberal düzen vizyonunu çoktan aşmıştır. İmparatorluk, barış, refah ve hatta ideolojik tutarlılık sunma kapasitesini yitirmiş; kendi çelişkilerinin ağırlığı altında dağılmaktadır. Buna karşılık, Küresel Güney, imparatorluktan arınmış; çoğulculuğa daha açık ve kurumsal ve devlet şiddetini bir egemenlik biçimi olarak adlandırabilen farklı bir vizyonun ana hatlarını sunmaktadır.

Yine de saf olmamalıyız. Çok kutupluluk otomatik olarak özgürleştirici değildir. Farklı bayraklar altında aynı hiyerarşileri tekrar üretebilir. Küresel Güney, retorik bir araç olmaktan öteye geçmek istiyorsa, hem Batı emperyalizmini hem de yeni otoriter kapitalizm biçimlerini reddederek yeni güçlerden hesap sormalıdır.

Soğukkanlı bir gerçekle yüzleşmeliyiz: ABD, emperyal imajından vazgeçmektense dünyayı yok etmeye hazır olabilir. Ekonomik savaş ve kültürel nihilizmde belirgin olan bu intihar dürtüsü hafife alınmamalıdır. Eğer imparatorluk, liderlik etmediği bir gelecek hayal edemiyorsa, o geleceği diğer herkes için yaşanmaz hale getirmeyi tercih edebilir.

Bir ütopyaya değil; bir mücadele alanına giriyoruz. Ve bu alan netlik, koordinasyon ve vizyon gerektiriyor. ABD imparatorluğu kendini yok etmeden önce dünyayı yok etmeye hazırsa, bizim mücadelemiz sadece onun çöküşünden kurtulmak değil; aynı zamanda bundan sonra ne olacağını şekillendirmektir.

Bu görev yalnızca devletlere düşmez. Afrika hükümetleri, Afrika Kıtasal Serbest Ticaret Bölgesi (AfCFTA) gibi kurumlar aracılığıyla hızla harekete geçmelidir. Çok kutupluluğu şekillendirmek istiyorlarsa, yeni bölgesel kurumlar kurmalı, ekonomik egemenliklerini güçlendirmeli ve Afrikalılara yalnızca Batı karşıtı bir duruş olarak değil; Afrika’nın kendi bağlamında kök salmış yapıcı bir projeyle değer kazandırmalıdırlar. Çok kutupluluk kendiliğinden gelmeyecektir. İnşa edilmelidir.

Bu, sadece emperyal kalıntılara karşı değil; aynı zamanda kendi ataletimize karşı da mücadele gerektirecektir. ABD imparatorluğunun sonu dünyanın sonu değildir. Ancak bundan sonra ortaya çıkacak dünya, ne için mücadele etmeye hazır olduğumuza bağlı olacaktır.

Kaynak: https://africasacountry.com/2025/05/the-end-of-us-empire-is-not-the-end-of-the-world/

SOSYAL MEDYA