Cumhuriyetçiler (GOP), geleneksel olarak ABD’nin vergi karşıtı partisi olarak bilinirken, artık tarifeler yoluyla ticaret savaşları başlatmayı, göçmenleri kitlesel olarak sınır dışı etmeyi ve uyuşturucu trafiğini durdurmayı vaat ediyor. Ancak tarifeler, yalnızca belirli bir tür vergiye (ithal mallar ve hizmetler üzerindeki) verilen isimdir. Böylece GOP hem vergi karşıtı hem de vergi yanlısı bir pozisyona bürünmektedir. Benzer şekilde, geleneksel olarak minimal hükümet anlayışını savunan GOP, bugün büyük hükümetin seçeceği endüstrilere yönelik devasa sübvansiyonları ve yine büyük hükümetin belirleyeceği şirketlere ve ülkelere yönelik ekonomik yaptırımları ve yasakları desteklemektedir. Sağ kanat ideolojisinin ve mali çıkarcılığın ötesinde, Trump, GOP’un evrimindeki daha derin çelişkileri yansıtmaktadır.
GOP, geleneksel olarak özel girişimlerin serbestliğini savunan bir laissez-faire partisi olmasına rağmen, artık özel girişimlerin üreme sağlığı, kontrol ilaçları ve cihazları ile aşılar ve ilaçlar pazarında ne sunabileceğine dair hükümet kontrolünün artmasını destekliyor. Özgürlük yanlısı olduğu bilinen GOP, artık insanların sınırları serbestçe geçmesini engellemeyi ve serbest ticarete bağlılık yerine korumacı ekonomik politikaları tercih ediyor. Trump’ın kabinesine aday gösterdiği isimlerden bazıları, geleneksel GOP görüşlerini dile getirirken diğerleri bu yeni, geleneksel karşıtı pozisyonları savunuyor. Bazı adaylar her iki pozisyonu birden benimsemektedir. Trump, GOP’un mesajındaki derin çelişkileri çözmüyor; bu da hem mesaj taşıyıcılarını hem de kamuoyunu kafa karışıklığına sürüklüyor. Bu çelişkiler, kısa vadede Trump’a biraz güç verse de ABD politikaları arasındaki çatışmalar yakında Trump’ın projesinin tutarsızlığını ortaya koyarak gücünü tüketecektir.
Demokrat Parti, en azından 1930’ların Büyük Buhran’ından bu yana işçi sınıfının, sendikaların ve ezilen azınlıkların “ilerici” partisi olarak bilinmekteydi. Ancak son on yıllarda ortaya çıkan “merkezci” kanat, Demokratları sağa doğru kaydırdı. Şirketlerden ve milyarderlerden bağış almayı memnuniyetle karşılayan Demokratlar, giderek artan bir şekilde bağışçı sınıfını desteklemek amacıyla “ılımlı” adaylar çıkardılar, politikalarını ve programlarını yumuşattılar ve partinin kalan ilerici kanadını alenen marjinalleştirdiler. Özelde ise Demokratların merkezci liderleri, işçi sendikalarının, ezilen azınlıkların ve eğitimli profesyonellerin geleneksel desteğini korumak için çaba sarf etti. Bu ılımlılık, Demokratların geleneksel destekçileri için kazanç elde etme çabalarını giderek daha az etkili hale getirdi. Bu durum, Demokratların bu seçmen gruplarının seçim taahhütlerini ve sadakatlerini koruma gücünü de zayıflattı. Bağışçılarla elde edilen başarılar, seçmenlerle yaşanan giderek derinleşen başarısızlıklarla çelişiyordu ve bu durum en açık biçimde 2024 seçimlerinde ortaya çıktı.
Her iki partideki çoklu, yoğun ve kalıcı çelişkiler, bazı temel, tarihsel değişimlerin gerçekleşmekte olabileceğini düşündürmektedir. Bana göre, bu değişimlerin ilki, ABD imparatorluğunun ve müttefiklerinin (özellikle G7’nin) son on yıllarda zirveye ulaşıp ardından düşüşe geçmesidir. Bu değişim, Küresel Güney’in, Çin’in ve BRICS’in eşzamanlı yükselişini yansıtır ve bu yükselişi besler. İkinci değişim ise ABD kapitalizminin iç ekonomik sorunlarının ve zorluklarının birikmesidir. Bu sorunlar ne yeterince kabul edilmekte ne de çözülmektedir. Sorunların başında, servet ve gelir eşitsizliklerinin uzun vadede kötüleşmesi ve hiçbir çözüm bulunamayan kalıcı ekonomik dalgalanmalar veya durgunluk-enflasyon döngüleri gelmektedir.
Kısacası hem GOP hem de Demokratlar bu iki değişimi inkâr etmiştir. Gerçekten de küresel imparatorluğun ve yerel kapitalizmin birbirine bağlı gerilemelerine karşı partilerin ortak tepkisi şimdiye kadar inkâr olmuştur. Ancak inkâr nadiren sorunları çözer; genellikle bu sorunların kötüleşmesine ya da patlama noktasına gelmesine yol açar.
Siyasal partileri ve onların ekonomik politikalarını sarsan temel çelişkiler, profesyonel ekonomistler arasında da benzer etkiler yaratmaktadır. Çözülmemiş, bayatlamış tartışmalar ekonomistler arasında sürerken, bu tartışmalar politikalara, politikacılara ve kamu söylemine geri yansıyıp kamuoyunun giderek daha fazla “bozuk” olarak gördüğü bir sistemi düzeltmede onları güçsüz hale getirmektedir. Adam Smith, David Ricardo ve laissez-faire doktrini ile başlayan ve özellikle John Maynard Keynes’ten sonra, mesleğin büyük bir bölümü çalışmalarını devam eden, bitmek bilmeyen bir tartışmaya odaklamıştır. Tartışma şu soruya dayanır: Kapitalist sistemimiz en iyi şekilde minimal hükümet müdahalesiyle mi yoksa büyük ve sürekli müdahalelerle mi işler? Laissez-faire yanlısı ekonomiyi mi (sözde neoklasik gelenek) yoksa hükümet müdahaleci ekonomiyi mi (sözde Keynesyen gelenek) ya da her ikisinin bir “sentezini” mi tercih etmeliyiz?
Bu tartışma, 20, 40 ve 60 yıl önce olduğu gibi, bugün de ABD üniversitelerindeki ekonomi derslerinde önemli bir yer tutmaktadır. O tartışmanın temaları, o dönemin ve bugünün siyasi dilinde de belirgin bir şekilde yankı bulmaktadır. Zaman zaman bazı politikacılar, teorideki abartılı karşıtlıkların gerçek siyasi pratikle pek de uyuşmadığını kabul etmişlerdir. Nixon bir keresinde, “Hepimiz artık Keynesçiyiz,” demiştir. Clinton ise “Refahı bildiğimiz şekliyle sona erdirdim,” diye övünmüştür. Trump ise düzenli olarak Demokratları “radikal sol çılgınlar” olarak tanımlamış ve onları “faşistler” arasına dahil etmiştir. Bu üç başkan da kafa karıştırıcı ve çelişkili ifadelerle kendilerinden oldukça emin bir şekilde konuşmuş olmalarına rağmen, hepsi yanılmıştır.
Ancak özel sektör ve hükümet arasındaki anlaşmazlığın hem ekonomik teoride hem de politikada merkezi bir konumda olması devam etmektedir. Bunun toplumsal faydası, içerdiği olumlu unsurlardan ziyade dışladığı şeylerde yatmaktadır. Bu tartışmayı ekonominin merkezine yerleştirmek, neoklasik ve Keynesyen ekonomileri zorlayabilecek alternatif merkezlerin ortaya çıkmasını engellemiştir. Bu tür bir alternatif merkez, yukarıdan aşağıya hiyerarşik üretim organizasyonlarının (işveren-çalışan modeli), yatay olarak eşitlikçi, demokratik organizasyonlardan (işçi kooperatifi modeli) daha iyi hizmet edip etmediğini sorgulayabilir. Tartışmalar, hangi üretim organizasyonunun doğal çevreyi daha iyi koruduğuna, gelir ve servet eşitsizliklerini azalttığına, döngüsel ekonomik istikrarsızlıkları aştığına ya da insanların fiziksel ve zihinsel sağlığını geliştirdiğine odaklanabilir.
Bugün söylemleri ve uygulamaları sarsan çelişkiler, eski ekonomik ve siyasi geleneklerin tükenişinden kaynaklanıyor olabilir; buna karşılık, yeni bir geleneğin henüz net bir şekilde ortaya çıkmadığı da görülmektedir. Bir yandan ABD ve İngiltere, Avrupa ile birlikte açıkça serbest ticaret yerine hükümet güdümlü korumacılığa yönelmektedir. Öte yandan, devlet denetimindeki Çin ve Hindistan gibi ülkeler serbest ticareti desteklemektedir. 20. yüzyılda SSCB’nin ve 21. yüzyılda Çin’in ekonomik büyüme kayıtları, devlet tarafından düzenlenen kapitalizme karşı özel sektöre duyulan tercihi zayıflatmaktadır. Eski tartışma, günümüzde BRICS bloğunun dünya ekonomisindeki yükselişi, küçülmüş olan G7 bloğunun ve ABD dolarının dünya ticaretindeki gerilemesi gibi temel ekonomik konulara yeni bir ışık tutmamaktadır.
Elbette, özgeçmişlerinde neoklasik ekonomi ve özelleştirmenin önde gelen savunucuları oldukları belirtilen ekonomistler ve politikacılar, Keynesyen meslektaşları gibi, onları hala gündemde tutan eski tartışmaları sürdürmeye çalışmaktadır. Eğer bunda başarılı olurlarsa, bu, mevcut sistemin eskiyi yeniden gündeme getirmeyi, ortaya çıkan yenilikleri memnuniyetle karşılayıp keşfetmeye tercih etmesi yüzünden olacaktır. Ancak her halükarda, amansız değişim, geçiş sürecindeki ABD imparatorluğu ve onun kapitalist sistemi üzerinde etkisini göstermeye devam edecektir.
* Richard D. Wolff, Massachusetts Üniversitesi Amherst’te ekonomi profesörü emeritus unvanına sahiptir ve New York’taki New School Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Lisansüstü Programında misafir profesör olarak görev yapmaktadır. Wolff’un haftalık programı “Economic Update,” 100’den fazla radyo istasyonu tarafından yayımlanmakta ve birkaç televizyon ağı ve YouTube aracılığıyla milyonlara ulaşmaktadır. Democracy at Work ile birlikte yayımladığı en son kitabı Understanding Capitalism (Kapitalizmi Anlamak) (2024), önceki kitapları Understanding Socialism (Sosyalizmi Anlamak) ve Understanding Marxism (Marksizmi Anlamak) okurlarından gelen taleplere yanıt olarak hazırlanmıştır.
Kaynak: https://braveneweurope.com/richard-d-wolff-political-economy-contradictions-as-we-lurch-into-2025
Çeviri: Yavuz aslan