Milyonlarca Suriyeli yıllar sonra ilk kez umutlu hissediyor.
Beşar Esad’ın otoriter rejimi, 12 gün süren isyancıların başlattığı saldırının ardından 8 Aralık 2024’te düştü.
2020’den beri donmuş görünen bir çatışmanın bu çarpıcı şekilde tersine dönmesine ilişkin yorumların çoğu jeopolitik ve güç dengelerindeki değişimlere vurgu yapıyor. Birçok analist, Esad’ın arkasında olan İran, Hizbullah ve Rusya’nın, geçmişte olduğu gibi Esad’ın yardımına koşamayacak kadar zayıfladığını ya da meşgul kaldığını belirtiyor. Başka yorumcular ise rejim çürürken isyancıların nasıl hazırlanıp profesyonelleştiğini ve bunun da Esad’ın çöküşüne yol açtığını düşünüyor.
Bu faktörler, Orta Doğu’nun en uzun ve en acımasız diktatörlüklerinden birinin çöküşünün hızını ve zamanlamasını açıklamaya yardımcı olmaktadır. Ancak bu faktörler Esad’ın devrilmesinin insani önemini gölgede bırakmamalıdır.
Devrim Bağlamında Esad’ın Düşüşü
Geçtiğimiz iki hafta boyunca Suriyeliler, Esad egemenliğinin sembolleri yıkılıp devrim bayrağı dalgalandıkça sevindiler. İsyancılar rejimin kötü şöhretli hapishanelerindeki esirleri serbest bırakırken nefeslerini tuttular. Yerlerinden edilen insanlar geri dönerken ve aileler yıllar süren ayrılıktan sonra yeniden bir araya gelirken gözyaşı döktüler.
Ve nihayet, dünyanın dört bir yanındaki Suriyeliler, 54 yıllık zulmün sona ermesini kutlamak amacıyla meydanlara çıktı.
Bu başarının büyüklüğünü anlamak için, son 12 yılda 500’den fazla Suriyeli mülteciyle yaptığım görüşmelere dayanan iki kitapta belgelediğim tarihsel bir çerçeve sunmak gerekir.
İlk kitabım, Hafız Esad’ın 1970 yılında kurduğu tek partili güvenlik devletinde günlük yaşamı karakterize eden boğucu baskı, gözetim ve aşağılamaların hikayeleriyle başlıyor. Bu devlet yapısını 2000 yılında oğlu Beşar Esad devraldı.
Kitap, 2011’de ayaklanmalar Arap dünyasının dört bir yanına yayılırken milyonlarca Suriyelinin korku duvarını aşıp siyasi değişim talep etmek için hayatlarını riske atmasıyla coşkuya dönüşen geçici iyimserliği aktarıyor.
Suriyeliler protestolara katılmayı ilk kez nefes aldıkları ya da kendilerini vatandaş gibi hissettikleri bir an olarak tanımladı. Bir adam bana bunun düğün gününden daha iyi olduğunu söyledi. Bir kadın ise ilk kez kendi sesini duyduğunu ifade etti. “Ve kendime bir daha asla kimsenin sesimi çalmasına izin vermeyeceğimi söyledim,” diye ekledi.
Eşi benzeri görülmemiş olan sadece özgürlük duygusu değildi. Aynı zamanda farklı kesimlerin birlikte çalıştığı dayanışma, insanların devrimi sürdürmek için gerekli yetenek ve kapasiteleri geliştirmelerinin gururu ve en önemlisi Suriyelilerin ülkelerini geri alabileceklerine ve kendi kaderlerini belirleyebileceklerine dair duydukları umuttu.
“Birbirimizi tanımaya başladık,” diye hatırlıyor bir aktivist o baş döndürücü günleri. “İnsanlar fotoğrafçı, gazeteci ya da film yapımcısı olduklarını keşfettiler. Sadece Suriye’de değil, kendi içimizde de bir şeyleri değiştiriyorduk.”
Umutsuzluk Tarafından Gölgelenen Umut
Mart 2011’de başlayan şiddet içermeyen gösteriler acımasız bir baskıyla karşılaştı. Temmuz ayında muhalifler ve ordudan ayrılanlar, protestocuları savunmak ve rejimle savaşmak için “Özgür Suriye Ordusu”nun kurulduğunu duyurdu. Bu ve diğer silahlı gruplar rejimi büyük bölgelerden geri püskürttükçe, yeni taban örgütlenmesi ve yerel yönetişim biçimleri ortaya çıktı ve toplumun fırsat verildiğinde neler başarabileceğini gösterdi.
Yine de yıllar geçtikçe umut, umutsuzluğun gölgesinde kalmaya başladı.
Tanıştığım insanlar, rejimin muhaliflerin kontrolündeki bölgeleri yeniden ele geçirmek için bombardımanı, açlık kuşatmalarını ve diğer savaş suçlarını tırmandırdığına tanıklık ederken yaşadıkları çaresizliği anlattılar. Esad’ın 2013’teki kimyasal saldırıda 1.400 kişiyi öldürerek ABD’nin sözde “kırmızı çizgisini” ihlal etmesi ama hesap vermekten kaçması karşısında çaresizlik. Yüz binlerce insan rejimin zindanlarında kaybolup ölümden beter bir işkence kaderine mahkum edildiğinde çaresizlik. Suriye’de öldürülenlerin sayısı yüz binlerle ifade edilirken ve 2014 yılında Birleşmiş Milletler daha fazlasını saymaktan vazgeçerken umutsuzluk. Nüfusun yarısından fazlası evlerini terk etmek zorunda kaldığında ve “Suriye” kelimesi dünyanın dört bir yanındaki zihinlerde “mülteci krizi” kelimelerine takılıp kaldığında umutsuzluk.
Ve 2013 yılında İslam Devleti adında bir oluşum kendini ilan edip Suriyelilerin demokratik özlemlerini yeni ve korkunç bir şekilde ayaklar altına aldığında, bu da bir başka umutsuzluktu.
O dönemde bir isyancı subay bana, “Bu işin nereye varacağını bilmiyoruz,” demişti. “Tek bildiğimiz, herkesin ölüm tarlasına dönüştüğümüz.”
Yuva Arayışı
Dış müttefiklerinin yardımı ve dünyanın geri kalanının eylemsizliği sayesinde, Esad 2020 yılına kadar ülkenin yaklaşık %60’ını geri aldı ve muhalefeti kuzeybatıdaki bir bölgeye hapsetti.Rejimin bombardımanları sivilleri öldürmeye devam ederken, ekonomik çöküş nüfusun %90’ını yoksulluk sınırının altına sürükledi ve rejim, uyuşturucu kaçakçılığıyla ayakta duran bir narko devlete dönüşmesine rağmen Suriye manşetlerden düştü.
Bu çıkmaz yıllarında tanıştığım bir kadın her şeyi acı bir dille özetledi: “Bu aşamada en önemli şey, insanların elinde kalan son umut kırıntılarını da korumaktır.”
Kaçmak zorunda kalanlar için “yuva” kelimesi iki zorluğu çağrıştırıyordu: Birincisi, adım atmayı dahi düşünemedikleri yerlerde yeni hayatlar kurmak; ikincisi ise kaybedilen, yıkılan ya da sevdiklerinden boşalan eski evlerin yasını tutmak.
Birçoğu, Suriye’ye olan bağlılıklarını, onu bir daha görme ihtimallerinin olmadığı duygusuyla uzlaştırmanın ıstırabını anlattı. Bir adam, “Anavatanı unutmak için elinden geleni yapıyorsun ama unutamıyorsun çünkü vatansız olmak çok daha acı verici,” diye yakındı.
Başka bir deyişle, sığınakta ev bulmak sadece bir entegrasyon meselesi değildi. Aynı zamanda Suriye’de özgürlük umudu tükenmiş gibi görünürken, hayatta kalmanın ve devam etmenin bir yolunu bulmak anlamına da geliyordu.
İşte bu yüzden umudun yeniden yeşermesine tanık olmak hayranlık uyandırıcı. Bu hafta Suriyeli dostlarım ve muhataplarımla mesajlaşırken, onların sevinçlerinin 2011’de kaydettiğim hikayelerle nasıl yankılandığını gördüm; ancak şimdi çok daha geniş ve derin bir ölçekte.
İnsanlar tekrar tekrar duygularının “tarif edilemez” ve “kelimelerin ötesinde” olduğunu ifade etti. Aynı anda hem gülüyor hem de ağlıyorlardı. Bir zamanlar yüksek sesle dile getirmeye cesaret edemedikleri şeyin sonunda gerçekleştiğine “inanamadıklarını” söylediler.
Esad’ın düşüşünden bu yana, birçok yabancı hükümet ve analist geleceğe dair kasvetli uyarılarda bulundu. Buna gerek yok; Suriyeliler, önlerindeki yolun kolay olmayacağını herkesten daha iyi biliyor.
Ancak şu an, uzaktan izleyenlerin rolü şüphe etmek, eleştirmek veya tahminde bulunmak değil, bu insan umutlarının zaferine saygı duymaktır.
Suriyeli oyun yazarı Saadallah Wannous 1996 yılında, “Umuda mahkumuz ve bugün olanlar tarihin sonu olamaz,” demişti. Şiddet, baskı ve hayal kırıklığı ile geçen uzun yıllar boyunca pes etmeyi reddedenler haklıydı. Suriye tarihi daha yeni başlıyor.
*Northwestern Üniversitesi, Siyaset Bilimi Profesörü
Çeviren: Yavuz Aslan