Suriye’de Esad’ın düşmesi Hizbullah’ı daha da zayıflatacak ve Tahran’ın bölgeyi ‘İranlaştırmasını’ engelleyecek
Mireille Rebeiz*
Devlet Başkanı Beşar Esad’ın düşüşü sadece onun acımasız yönetimi altında yaşayan -ve büyük ölçüde acı çeken- 24 milyon Suriyeliyi etkilemeyecek. Sınırın ötesinde, Lübnan’da da bu etki hissedilecek.
Esad hükümetinin çöküşü, zaten İsrail’deki çatışmalar nedeniyle zayıflamış ve lider kadrosu yok olmuş olan Lübnanlı müttefiki Hizbullah’a bir darbe daha indirdi. Ancak Lübnan’daki diğer pek çok kişi, özellikle de Esad’dan ve 13 yıllık iç savaştan kaçmak için Suriye’den kaçan 1,5 milyon mülteci sevinecektir.
Lübnan tarihi ve kültürü konusunda uzman biri olarak, Suriye’den kaynaklanan dalgalanma etkilerinin beklenen bir şey olduğuna inanıyorum. İki ülkenin modern tarihleri iç içe geçmiş durumda ve Esad ailesi 54 yıllık iktidarı boyunca birçok kez Lübnan’a müdahale etti – çoğunlukla da halkının, ekonomisinin ve istikrarının aleyhine.
Hizbullah ve Esad: Karşılıklı Bir İlişki
Hizbullah, 1980’lerin başındaki kuruluşundan bu yana Suriye rejiminin güçlü desteğinden yararlandı. Özellikle Lübnan iç savaşının ortasında iki ülke arasında gerginliklerin yaşandığı anlar oldu. Ancak genel olarak Hizbullah silah, eğitim ve İran’a kolay kara erişimi için Suriye’ye güvenebildi.
Ve bu anlaşma karşılıklıydı. Esad’ın yönetimi 2011 yılında sorgulanmaya başlandığında ve ülke iç savaşa sürüklendiğinde, Hizbullah savaşçıları hükümet birliklerini desteklemek için Suriye’ye geçti.
Ancak Lübnan’daki en güçlü paramiliter oluşum haline gelen Hizbullah’ın talihi son zamanlarda yaver gitmedi. İsrail ile yaşanan son savaş örgütü ciddi şekilde zayıflattı ve silahsızlanmaya giden yolu da içeren bir ateşkes anlaşmasını kabul etmeye zorladı.
Dahası, Lübnanlıların Hizbullah’a verdiği destek, grubun paramiliter faaliyetlerini durdurması için yapılan açık çağrılarla birlikte dramatik bir şekilde değişti. Grubun İsrail ile savaşı Lübnan’da yaklaşık 3,700 kişinin hayatına mal oldu ve yaklaşık 1,2 milyon Lübnanlı- nüfusun yaklaşık beşte biri- evlerinden oldu. Bu arada Lübnan’ın ekonomik kaybının milyarlarca dolar olduğu tahmin ediliyor.
İran, Esad ve Hizbullah üçgeni
Esad’ın devrilmesine yol açan son isyancı ilerleyişinin, İsrail-Hizbullah ateşkesinin imzalandığı gün başlaması tesadüf değildir. Hizbullah güçleri tükenmiş ve savaşçılarının çoğu Lübnan’ın güney sınırını takviye etmek üzere Suriye’den çekilmişti.
Suriyeli isyancılar, İran’ın da İsrail-Hizbullah savaşı nedeniyle Esad’ın yardımına koşamayacak kadar gergin olduğunu bilerek saldırmak için bu anı seçtiler.
Domino etkisi İran’ın “direniş ekseni”nin çözülmesiyle sonuçlandı. Tahran’ın Suriye ve Lübnan üzerindeki sıkı kontrolünü kaybettiği kesin.
Esad’ın düşüşünün hem Suriye’deki iç savaşın hem de İran-Suriye-Hizbullah ittifakının potansiyel olarak sona erdiği bir döneme denk gelmesi oldukça manidar; zira iç savaşın başlaması bu üçlü ilişkinin en başta sabitlenmesine yardımcı olmuştu.
2011 yılında Tunus’ta başlayan demokrasi ve insan hakları yanlısı protestolar dizisi olan Arap Baharı Suriye’ye ulaştı. Esad karşıtı protestolar Dera’da başladı ve kısa sürede Humus, Hama ve başkent Şam gibi büyük şehirlere yayıldı.
Suriye hükümeti, askerlere protestoculara ateş açma emri vererek, binlerce erkek ve çocuğu gözaltına alıp işkence ederek acımasızca karşılık verdi.
Bunu uluslararası tepkiler izledi. Ancak Suriye hükümeti İran ve Hizbullah’ın desteğiyle iktidarda kaldı. Aslında Hizbullah’ın savaşçılarının yanı sıra İran Devrim Muhafızları da Esad’a danışmanlık yapıyor ve ordusuyla birlikte Suriye halkına karşı savaşıyordu.
Tahran ve vekili Hizbullah için bu durum bölgenin “İranlaşmasına”, yani İran devriminin ideolojisinin yayılmasına ve Suriye ile Lübnan’ın Şii devletlerine dönüşmesine yardımcı oldu.
Suriye ağırlıklı olarak Sünni Müslümanlardan oluşmaktadır. Esad ailesinin yönetimi altında, Şii İslam’ın bir kolunu uygulayan bir grup olan Alevi azınlık tarafından yönetiliyordu. Şii bir terörist grup olan Hizbullah, 1985 yılında yayınladığı manifestosunda İran’ın dini liderine bağlılık yemini etmiştir.
Filistin davası da üçü arasındaki bir diğer birleştirici faktördü. 1979 sonrası devrimci İran’ın “İsrail’e ölüm” inancı Esad rejimi ve Hizbullah savaşçıları tarafından paylaşılan bir duygudur. Ancak Esad, özellikle işgal altındaki Golan Tepeleri konusunda İsrail ile müzakere etmeye çalışırken bu konuda daha az ses çıkarmış olabilir.
Esad’ın Suriye’si, İran ve Hizbullah’ı sadece radikalizm ve bölgeyi yönetme arzusu birleştirmiyordu. Aynı zamanda ekonomik çıkarları da paylaşıyorlardı ve başta Esad ve İran’ın himayesinde Suriye’de seri üretimi yapılan amfetamin türü bir uyarıcı olan Captagon olmak üzere yasadışı uyuşturucu kaçakçılığından fayda sağladılar. Uyuşturucu, uluslararası yaptırımların ısırdığı bir dönemde alternatif ve önemli bir gelir kaynağı sağladı.
Hizbullah’ın yardımı ve Lübnan’ın havaalanı ve limanlarını kontrol etmesiyle uyuşturucu Körfez ülkelerinde yaygın bir şekilde bulunabilir hale geldi. Yüksek bağımlılık yapıcı özelliği Arap dünyasında gerçek bir tehdit oluşturuyordu ve Esad bunu Suudi Arabistan’a baskı yaparak Suriye’nin 2023’te Arap Birliği’ne yeniden üye olmasını sağlamak için kullandı. Bunun karşılığında Suriye rejimi uyuşturucu kaçakçılığını başka yerlere yönlendirmeyi kabul etti.
Esad’ın mirası
Hizbullah’ın Lübnan’da yenilmesi ve Suriye rejiminin düşmesiyle birlikte bölgenin “İranlaştırılması” en azından duraksamış durumda.
Bununla birlikte, Esad ailesinin Suriye’deki 54 yıllık iktidarı komşu Lübnan’da uzun bir yıkım izi bıraktı.
Haziran 1976’da Suriye, Lübnan’daki iç savaşı sona erdirmek için sınıra 25,000’den fazla asker gönderdi. Varlıklarının geçici olması gerekiyordu, ancak kırk yıldan fazla bir süre boyunca uzatıldı.
Lübnan iç savaşı 1991’de sona erdiğinde Suriye, Lübnan topraklarının yanı sıra iç ve dış meseleleri üzerinde tam bir kontrol uyguluyordu. Kaybolmalar, yasadışı gözaltılar, işkence ve siyasi figürlere ve gazetecilere yönelik suikastlar da dahil olmak üzere ciddi insan hakları ihlalleri rapor edildi.
Şubat 2005’te, Lübnan’daki Suriye hegemonyasına açıkça karşı çıkan Lübnan Başbakanı Refik Hariri, Esad’ın ve üst düzey Suriyeli yetkililerin ağır şekilde suçlandığı bir suikast sonucu öldürüldü.
Bu cinayet, yüz binlerce Lübnanlının Suriye güçlerinin derhal çekilmesi talebiyle sokaklara döküldüğü Sedir Devrimi’nin fitilini ateşledi.
Suriye güçleri Lübnan’ı terk etse de Suriye rejimi, siyasi-askeri bir örgüte dönüşen ve 2008’de hükümete giren Hizbullah aracılığıyla ülke siyasetine müdahale etmeye devam etti.
Bu noktadan sonra Hizbullah, Suriye ve İran’ın çıkarlarına hizmet etmeyen her türlü kararı bloke etti. Örneğin, Hizbullah ve müttefikleri Suriye rejimini desteklemeyen her cumhurbaşkanı adayını veto etti- bu politika Lübnan’ı uzun süreli bir cumhurbaşkanlığı boşluğuna sürükledi.
Belirsiz bir gelecek
Hizbullah Lübnan’da ve İran’ın şemsiyesi altında faaliyet göstermeye devam etse de Esad’ın düşüşü Hizbullah’ın ikmal yolundan mahrum kalması anlamına geliyor.
Suriye olmadan Hizbullah’ın İran’ın savaşçılarına ve silahlarına hızlı bir erişimi yok- ve Lübnan ile İsrail arasında yeni imzalanan ateşkes, Lübnan’ın Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını talep eden BM kararına bağlılığını teyit ediyor.
Yeni Suriye’nin neye benzeyeceği belirsiz olsa da en azından şu an için, Lübnan ve Suriye halkları- her ikisi de onlarca yıllık acımasız yönetim ve İran ve Hizbullah’ın istismarı altında acı çekmişlerdir- bu acının çoğundan sorumlu olan adamın gidişine sevinebilirler.
*Dickinson College Orta Doğu Çalışmaları Bölüm Başkanı ve Frankofon ile Kadın, Cinsiyet ve Cinsellik Çalışmaları Doçenti