EV, HANE, KONUT, KONAK, BEYT, DÂR, MENZİL, MESKEN, YUVA, HOUSE, HOME
Ev insanlık tarihinin en büyük icadı. Nihayetinde hepimiz o küçük duvarlar arasında huzur arıyoruz. Ev içindeki “gerçek” hayat dışarıda olup bitenlerden çok daha fazlasını anlatıyor.
Ev Türkçenin en köklü ve anlaşılması en kolay ögelerinden biri. Doerfer, Halaççadan alındığını ileri sürüyor. Eski Türkçede ef, üv, öv şeklinde de geçiyor. Kelimenin tarihi derin ama ev sahibi olmak da gittikçe tarih oluyor. Ev aynı zamanda aile demek.
Ev, bina, ülke… Hepsi aslında aynı şeyin farklı etiketleri. Ev bugün dört duvar bir hayalden ibaret. Birçoğumuz ev sahibi olmak için can atıyoruz ama aslında anlıyoruz ki asıl sahibi olduğumuz şey dört duvar arasında hapsolmuş düşüncelerimiz. O büyük ülkeler ve geniş araziler ise başka bir tür illüzyon. Ne kadar çok mal biriktirirsek o kadar köleleşiyoruz. Çünkü sonunda evimizin duvarları bizi dışarıdan değil, içimizden kuşatıyor. Bu konaklar bize ait değil, sadece geçici bir barınak. Ev aslında bir dönme dolap.
Mimarlık dünyasında bir yapı önce tasarlandığında sanal varlık kazanıyor, sonra inşa edilince de maddi dünyada yerini alıyor. Asıl gerçek estetik ve entelektüel onayın ardından kullanıcının o yapıya “evim” diyebilmesinde gizli. Yani duvarlar, çatı ve pencereler olsa da eğer birisi o yapıya girdiğinde “burası evim” diyemiyorsa o bina sadece bir taş yığını demektir.
Ev aslında sadece dört duvar ve bir çatı değil, aynı zamanda bireyin kendi iç kaosunun yansıması. Kimilerine göre ev sadece bir mekân; kimilerine göre ise varoluşun sorgulandığı bir alan. Bütün o eski parkeler aslında birer zaman makinesi, birer hatıra taşıyıcı.
Mekân, yer ve ev… Üçü bir araya gelince neredeyse felsefi bir aşk üçgeni oluşturuyor. Mekân soyut, yer deneyimle anlam kazanıyor, ev ise bu hikâyenin baş tacı. Ancak bu kavramların arasındaki ince ilişkiyi çözmek için Heidegger’e bakmak lazım.
Heidegger yerin yaşantısal niteliğinin kök salma olduğunu, bunun da en somut karşılığını evde bulduğunu belirtiyor. Frank Lloyd Wright evin hayatla bütünleşmiş bir mekân olması gerektiğini savunuyor. Le Corbusier ise evi “içinde oturulan makine” olarak tanımlıyor.
Astroloji dünyasındaki 12 evin her biri ise hayatımızdaki belirli dönemleri simgeliyormuş. Biri iş hayatı, bir diğeri de aşk hayatı gibi konular. Gezegenler bu evlere yerleşince hayatımızın yönünü tayin ediyorlarmış. Biz yine de astrolojiyi bir kenara bırakalım.
Evcilik oynamak ise hayatın en masum ama aynı zamanda en karmaşık aktivitelerinden biri. Çocuklar oyuncak eşyalarla ev işlerini taklit ederken bir yandan dünyayı değiştireceklerini hissediyor. Gerçek hayatta ev işleri biraz daha fazla çamaşır, bulaşık ve kaybolan çoraplar demek.
Ev hapsi cezası ise aslında teknolojinin hayatımıza kattığı cezalar arasında. Artık kimse bir hücrede sıkışıp kalmak zorunda değil, evde kalıp elektronik cihazlarla ilgilenmek gayet modern bir seçenek. Eski zamanlarda suçlular zincire vurulup zindana atılırken şimdi sadece bir telefon ya da bileklikle her hareketimiz izlenebiliyor. Toplum içinde izlenilmek, gözetlenmek gibi oldukça sosyal bir cezalandırma sürecine dönüşmüş.
Kendini evinde hissetmek ise evdeki rahatlığın her yere taşınabilir bir kavram olduğuna inanmak. Misafirliğe gittiğinde ev sahibinin kanepesinde otururken kendi evinin koltuğunda oturuyormuş gibi hissetmek ev sahiplerinin misafire “kendini evinde hisset” demesiyle mümkün oluyor.
Ev ekonomisi ise ailenin geçimi ve hayatı üzerine bilimsel bir araştırma yapmayı içeriyor. Ailenin geçimini sağlamak zaten her gün içinde yaşadığımız ama hiç düşünmediğimiz bir bilim.
BARK
Ev bark ikilemesindeki bark kelimesi ise Eski Türkçe. Orhun Yazıtları’nda da yer alıyor. Mesken, konut anlamına geliyor. Nişanyan’a göre Eski Türkçede gitmek anlamındaki barmak (varmak) fiilinden türetilmiş. Bark artık yalnız başına kullanılmıyor, ev bark şeklinde ikileme yapıyoruz.
DÂR
Osmanlıca dār kelimesi Arapça dār kökenli olup konak, yer, mekân ve mahal anlamlarına geliyor. Arapça dār başlangıçta bir avluyu çevreleyen binalar anlamında kullanılmış. Arapça dāra fiili dönmek, devretmek. Dār ise ev, bina, yapı, arazi, ülke. Çoğul halleri dur, diyar, diyarat ve diyera. Türkçe devir kelimesi de Arapça devr kökünden geliyor. Bir yapının konut olarak kullanılan bölümlerinden her biri anlamında kullandığımız daire de bu kökten geliyor.
DARÜSSELAM
Darüsselam, yani huzur yeri. İsmini Kur’an-ı Kerim’den almış. Almanya’dan İngiltere’ye geçtikten sonra sonunda Tanzanya’nın başkenti olmuş. Bir zamanlar sadece limanda bekleyen kervanların çıkış noktasıydı ama sonra bir saray ve birkaç bina yapılarak Darüsselam adını aldı. Zengibar Sultanı Seyyid Macid’in 1862’de yaptığı binalarla ün kazanmış.
BEYT
Arapça beyt de ev demek. Beyt aslında ‘geceyi geçirme’ yeri, uyuduğumuz yer. İkametgâhı ifade ediyor.
Beyt kelimesi Arapçada ev demek ama tasavvufta kalp olabiliyor. Her şeyin derin bir anlamı var tabii. Kâbe’nin diğer adı Beytullah, yani Allah’ın evi. Ama kalp de Kâbe gibi Beytullah. Beytü’l-hikme, Beytü’l-izze, Beytü’l-kerame gibi ifadeler de insanın kalbini ifade ediyor. Beytü’l-mevcudat ise vahdet-i vücudcu düşüncede her şeyi kuşatan Hakk’ı ifade etmek için kullanılıyor.
Beyt kelimesiyle türetilen Beytülgazel en güzel beyit, Beyt-i Ma’mur ise yine Kâbe demek. Ehl-i beyt dedikleri ise ev halkı. Peygamberin aile fertlerine deniyor. Esası beyt ise ev eşyası demek.
İbate konaklatma, barındırma. Beyt kelimesinden türemiş bir masdar. İaşe ve ibate ifadesi ise yedirip içirme ve barındırma anlamına geliyor.
BETELGÖZ
Betelgöz, Güneş’ten 700 ışık yılı uzakta bir süper dev yıldız. Yakıtı bitmeye yakın olan bu yıldız parlaklığını kaybetti. Önümüzdeki 100 bin yıl içinde patlayacağını söylüyorlar. Bu kelime de Arapça kökenli.
Beyt El Cevze ceviz evi anlamına geliyor. Betelgeuse, Beetlejuice ve nihayetinde Betelgöz’e kadar uzanan bu yolculuk kelimelerin evrimini görmek isteyenlerin gözlerini kamaştıracak cinsten. Yıldızlardan film karakterlerine, oradan da Türkçede kafamıza göre evirdiğimiz göz ifadesine geçiş.
MENZİL
Şimdi menzil deyince akla Menzil Cemaati geliyor. Cemaat adını Adıyaman’ın Kâhta ilçesinin aynı adlı köyünden alıyor.
Arapça nezele (indi) kökünden türeyen menzil Arapçada inilecek yer demek. Aslında atlıların inebileceği yerleri tanımlıyor. Hem fiziki bir yapıyı hem de aidiyet hissini ifade ediyor. Daha resmi olan bu kelime ev, han, kervansaray, yolcuların konakladığı yer ya da daha soyut anlamda durak olarak da kullanılabiliyor.
Osmanlı’da menzil ulakların ve postacıların kullandığı bir sistem. 3 saatten 28 saate kadar değişen mesafelerde tesis edilmiş.
Aynı kökten türeyen nazil inen, inzal ise indiriş demek.
MESKEN
Arapça sükna kökenli mesken aslında hareketin sona erdiği durum demek. Dinlenip güvende hissettiğimiz oturma, konaklama ve geceleme yeri anlamına geliyor. Kelimenin kökeni Akadcaya kadar uzanıyor. Sükûn/sükunet, iskan, meskun, sakin, teskin, sekine kelimeleri de aynı kökten.
KONAK
Konak deyince akla hemen o büyük, gösterişli evler geliyor, Büyük hanelerin, küçük sarayların veya meskenlerin adı. Benim konaksa köşe başındaki apartman dairesi. Konak biraz nostaljik. Eski zamanlarda her köyde bir konak vardı, şimdi her sitede bir konak.
Konak başlangıçta gece barınağı anlamına gelirken bir otel veya resmi daireye dönüşmüş. Devlet görevlilerinin resmi konutlarına da konak diyoruz. Şu an otel kelimesini de konaklama yeri anlamında konak yerine kullanıyoruz. Konuk kelimesi de bu kökten geliyor. Konağı andıran ama ondan küçük evlere ise konak yavrusu diyoruz.
Komşu kelimesi de aynı kökten gelen Eski Türkçe konşı kelimesinden türemiş. Karşılıklı konaklayanlar demek. Günümüzde komşuluk anlayışı karşılıklı konanlar olmaktan çok karşılıklı sessizlik haline gelmiş durumda. Eskiden pencereler açılır, çaylar demlenir, iki lafın belini kırardık. Şimdi ise pencereyi açmak demek “gürültü yapma komşum” demekle eş değer. Modern komşuluk ilişkilerinin temel kuralı görmeme, duymama ve mümkünse hiç konuşmama üzerine kurulmuş. Ev alma, komşu al.
KONUT
Konut da konak ile aynı kökten. Hayatın tüm stresini ve yorgunluğunu atıp dinlenmek için gittiğimiz barınma alanı. Yemeklerin piştiği, çamaşırların asıldığı, çamaşır sepetlerinin, kaybolan çorapların ve kayıp uzaktan kumandaların bulunduğu yer. Kısaca ikamet yeri demek.
YUVA
Yuva kelimesi de ev, barınak anlamına geliyor. Kelimenin anlam yelpazesi çok geniş: Kuşların yuvasından ailelerin yuvasına, okul öncesi kurumlara kadar uzanıyor. Bir yandan irfan yuvası diye övülen yerler, diğer yandan hırsız yuvası gibi ürkütücü çağrışımlarla dolup taşıyor. “Yuvayı yapan dişi kuştur” diyoruz, doğru, çünkü erkekler genelde yuva bozmakla meşgul. Diş yuvası, kilit yuvası, böcek yuvası gibi örnekler de var.
Ekşi Sözlük’te yuva için “3 ila 6 yaş arası çocukların eğitildiği, anne babalarının da söğüşlendiği yer” demiş biri. Buralarda çocukların her yeni becerisi veliye ek bir faturayla yansıyor.
Yuva kelimesinin kökleri kuş yuvasından çıkıp çocuk yuvasına kadar uzanıyor. Eski Türkçede kuş yuvası anlamındaki uya kelimesinden türemiş. Kuşlar yuva yapar, insanlar tarih yazar ama her ikisi de önce kendi kırık dallarını toplar.
HANE
Farsçadan alınmış hane ev, konut, aile anlamlarına geliyor. Orta Farsçadan alınmış. Evdeki herkes haneye dâhil. Hane Osmanlı’da sadece bir ev değil, neredeyse tüm sosyal yapıyı ve vergi sistemini kapsıyordu.
Klasik Türk müziğinde peşrev gibi saz parçalarının bölümleri için de hane kelimesi kullanılıyor. Dama tahtasında bir birime de hane deniyor. Kelime aritmetikte de kullanılıyor.
Hastane (hasta+hane) şifa arayanların evi demek. Matbaanın eski adı tabhane. Çaparhane ise yukarıda menzil başlığında bahsettiğimiz, postacıların durakladıkları yer anlamında kullanılmış. Tımarhane akıl hastanesi, ticarethane ticaretle uğraşan bir kimsenin iş yeri, iplikhane iplik fabrikası, baruthane barut deposu, kütüphane/kitaphane kitaplık, keşişhane manastır, çayhane çay evi, yetimhane ise kimsesiz çocukların barındırıldığı yardım kuruluşu demek. İstanbul’un en prestijli köşelerinden birinde, Topkapı Sarayı’nın yanı başındaki Gülhane ise bir zamanlar gül bahçeleriyle ünlü olduğu için bu adı almış. Farsça aşpazhane ise mutfak demek.
HOUSE / HOME
İngilizce house kelimesi ev anlamı dışında özellikle soyluların soyları anlamında aile anlamına da geliyor. Burçlar için kullanılan anlamı 14. yüzyılda ortaya çıkmış. Kelime 20. yüzyılda dans kulübü müzik tarzı olarak da kullanılmaya başlanmış. Yasama organı anlamı ise 1540’larda ortaya çıkmış. Play house evcilik oynamak demek. On the house ise bedava, yani müessesenin ikramı demek.
İngilizce home kelimesi Eski İngilizcede yerleşim alanı, köy, hatta bölge anlamına gelen ham kelimesinden türetilmiş. Kendini evinde hissetmek anlamındaki make oneself at home ifadesi 1892’de ortaya çıkmış. Ev ekonomisi anlamındaki home economics ifadesi ise 1899’da eğitimde yer almaya başlamış.
OCAK
Ev anlamına da gelen ocak kelimesi aslında ateş yakılan yer demek. Takvimde de yerini alan bu kelime bir yandan da aynı amacı paylaşanların kurdukları örgüt ya da toplandıkları yer anlamına geliyor. Mahallelerde ve köylerde ağırlıklı olmak üzere vatandaşlara sağlık hizmeti veren kuruluşlara sağlık ocağı diyoruz. Üniversite ise bilim ocağı.
KAYNAKLAR
–TDK
–Nişanyan Sözlük
–Darüsselam, Mustafa L. Bilge, İslam Ansiklopedisi
–Beyt, İrfan Gündüz, İslam Ansiklopedisi
–Menzil, Yusuf Halaçoğlu, İslam Ansiklopedisi
–Hane, Nejat Göyünç, İslam Ansiklopedisi
–Altay Dillerinde ‘Konuk’ İçin Bazı Sözcükler Üzerine, Nicholas Poppe, Türkbilig 2013/25, 143-146.
–Mekan ve Yer Kavramlarını Anlamsal Açıdan İrdelenmesi, Prof. Dr. Gülay Usta, The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication, TOJDAC, Ocak 2020, s. 25-30
-Divanü Lügati’t-Türk’te Geçen Mimarlıkla İlgili Adlar, Talip Yıdırım, II. Uşak Sempozyumu, 13-15 Ekim 2011