Öğrencilerin Kredi Borçları Amerika’nın Finansal Felaketine Nasıl Dönüştü

Umut verici bir başlangıçtan bozuk bir sisteme uzanan süreçte, öğrenci kredi borçları, politika tercihlerinin yüksek öğrenimi nasıl ömür boyu süren bir finansal tuzağa dönüştürdüğünü gözler önüne seriyor.
Kasım 21, 2025
image_print

Giriş

Öğrenci borcu krizi kontrolden çıkarken, bazı medya kuruluşları bunu “ulusal acil durum” olarak nitelendirdi. Brookings’te yayınlanan 2024 tarihli bir makaleye göre, federal öğrenci kredisi borcu olan Amerikalıların sayısı 2000 ile 2020 arasında iki katından fazla artarak hem sayısal hem de miktar bakımından diğer tüketicilerin borçlanmalarının çoğunu geride bırakıp, “21 milyondan 45 milyona çıktı ve toplam borç miktarı 387 milyar dolardan 1,8 trilyon dolara dört katından fazla arttı.”

Bu arada dikkat çekici bir demografik değişim de ortaya çıktı; yaşlı borçluların sayısı artık genç borçluları geride bırakıyor ve yıllar önce küçük krediler almış olmalarına rağmen daha fazla borçları var. Eğitim Bakanlığı’nın 2024 ikinci çeyrek verilerine ilişkin analizime göre, şu anda 35 yaş üzeri 23,7 milyon öğrenci kredisi borçlusu bulunuyor; bu rakam 35 yaş altı 21,6 milyon borçludan 2,1 milyon daha fazla. Üstelik 35 yaş üzerindeki borçlular 35 yaş altı borçlulara oranla ortalama olarak %160 daha fazla borç taşıyor (35 yaş üstünün her birinin ortalama 43.680 dolar, 35 yaş altının her birinin 27.250 dolar borcu var).

Nisan 2025 tarihli bir PBS makalesine göre, federal öğrenci kredisi alan yaklaşık 5,3 milyon borçlu “temerrüde düşmüş” durumda.

Eğitime erişimin iyileştirilmesi, sonrasında elde edilecek maaşlar ve oluşturulacak gayri safi yurtiçi hâsıla açısından önemli getiriler sağlayan ve herhangi bir ulusun ekonomik başarısının sağlanması için olmazsa olmazdır. Kâr amacı gütmeyen haber kuruluşu The 74’te yayımlanan bir görüş yazısının ifadesiyle; “Daha fazla kişinin yüksek değerli niteliklere sahip olması, iş gücüne katılımı artırır, daha fazla aile için finansal güvenliği mümkün kılar ve ekonomik büyümeyi hızlandırır. Ancak bu faydalar, harekete geçilmedikçe gerçekleşmeyecek. Federal ve eyalet hükümetleri eğitim finansmanını önceliklendirmeli, öğrenimi iş gücü ihtiyaçlarıyla uyumlu hale getirmeli ve eğitimi kamusal bir fayda olarak yeniden teyit etmelidir.”

ABD’nin aksine, birçok ülke ekonomik büyümeyi desteklemek için eğitime yatırım yapmayı önceliklendiriyor. Amerika, “herhangi bir diplomanın değerine olan güvenin azalmasına” yol açan politikalarını düzeltmezse, durum ileride geri dönüşü olmayan bir hâl alabilir.

Eğitimi Ulaşılamaz Hâle Getiren Kısır Döngü

Öğrenci kredileri, düşük gelirli öğrencilere eğitimi daha erişilebilir kılmak ve sonunda daha iyi iş fırsatlarına kapı açmak amacıyla ortaya çıktı. Ancak bu hedefi gerçekleştirmekten çok uzak olan kusurlu kredi sistemi, yıllar içinde politikacılar ve şirketler tarafından paraya çevrilerek öğrencileri bitmek bilmeyen bir borç döngüsünün içine attı.

ABC15 Arizona’nın ifadesiyle; “Bir nesil önce, Kongre daha fazla Amerikalıya yükseköğretime erişim sağlamak amacıyla oluşturulan öğrenci kredi programını özelleştirdi. Bunun yerine, kanun koyucular, Wall Street için yeni bir kâr merkezi ve ülkenin eşitsizlik döngüsünü besleyen bir üniversite finansman sistemi yarattı. Kongre, öğrenci borcunu Amerikalılar için en kötü borç, bankalar ve borç tahsildarları için ise en iyi borç türü haline getirmek için birbirini besleyen kanunlar çıkardı.”

Bu mali yükün sonuçları ağır ve giderek kötüleşiyor, tıpkı Oklahoma’daki Broken Arrow’dan Nelson ailesinin durumunda olduğu gibi bazı durumlarda trajediye yol açıyor. New York Post’a göre, bu aile borçları arttığı için 2020’de iflas başvurusunda bulundular; borçların “çoğu ödenmemiş öğrenci kredilerinden oluşuyordu.” Altı çocuğun da aralarında bulunduğu aile, 2022 yılında maddi durumları nedeniyle “cinayet-intihar” olarak nitelendirilen bir olayda ölü bulunmuştu.

Büyüyen Öğrenci Kredisi Borcu

Analiz ettiğim 2025 yılı birinci çeyrek verilerine göre çoğu eyalette (özellikle Güney eyaletlerinde) öğrenci borcu, eyalet bütçesini aşmış durumda. Artan borç, yıllar içinde kredi kullanımındaki belirgin artış ve eğitimin maliyetindeki yükselişten kaynaklanıyor. Rasyonel tüm ölçütlere göre, bu kredi verme sistemi baştan sona bir felakettir.

Ne yazık ki, son yirmi-otuz yıldır (her iki partiden de) hem Kongre’yi hem de Beyaz Saray’ı etkisi altına alan siyasi dinamikler öğrenci kredisi borçlularına karşı daha da güçlendi ve bu bozuk ve tehlikeli kredi programının sürmesine yol açtı. Kamuoyunun, nasıl bu noktaya geldiğimizi, mevcut siyasi ve diğer dinamikleri ve en önemlisi, bir ulus olarak kendimizi içinde bulduğumuz uçurumdan nasıl uzaklaşabileceğimizi anlaması hayati önem taşımaktadır.

Sallie Mae Kredi Endüstrisini Nasıl Tekelleştirdi

1780’lerde Batı Massachusetts’te gerçekleşen ve “Shays İsyanı” olarak adlandırılan borçlu isyanının, Madde I, Bölüm 8’de; ordu kurma, para basma ve savaş ilan etme yetkisinden önce, tek tip iflas yasalarını öngören ABD Anayasası’nın hazırlanmasını ve onaylanmasını zorunlu kıldığı düşünülüyordu.

Başkan Lyndon Johnson göreve geldiğinde, 1965’te Yükseköğretim Yasası’nı (HEA) yürürlüğe koydu. Boston Üniversitesi’nin sitesinde belirtildiği gibi, HEA, “öğrencilerin özel kredi şirketlerinden aldıkları kredilerin, temerrüde düşmeleri halinde federal hükümet tarafından garanti edilmesini sağlayan garanti edilmiş kredi programlarını oluşturdu.” Johnson, imza töreninde kredilerin “faizsiz” olacağını belirterek, yasanın “bilgi yolunun… yürümeye kararlı olan herkes için açık olacağını” vurguladı.

1972 yılında, özel bankalar tarafından verilen federal öğrenci kredilerinin geri satın alıcısı ve garantörü olarak hizmet vermek üzere karma, kamu-özel sektör ortaklığı olan Öğrenci Kredisi Pazarlama Derneği (daha sonra Sallie Mae adını aldı) kuruldu. Şirket, özel bir şirketin tüm kâr hırslarına sahipti ancak operasyonlarını yürütmek için ABD Hazinesi’nin tam desteğini ve parasını kullanıyordu. Bu durum, gelişmekte olan öğrenci kredisi sektöründe bir tekel yarattı ve şirket, Kongre ile birlikte yasama konularında fiilî uzman ve yönlendirici güç hâline geldi.

2007 tarihli “Leading Lady: Sallie Mae and the Origins of Today’s Student Loan Controversy” başlıklı rapora göre: “1990’ların ortasında, artan üniversite harçlarının, öğrenci kredilerine yönelik genişleyen uygunluk kriterlerinin ve sağlanan yeni kredi türlerinin neden olduğu yüksek talep, öğrenci kredisi endüstrisini son derece karmaşık, daha büyük ve daha kârlı hâle getirdi. Ve Sallie Mae sektörün en büyük oyuncusu olarak ortaya çıktı.”

1976’da, Sallie Mae ve Washington’daki diğer ilgili finansal çevreler tarafından desteklenen partiler üstü bir yasa Kongre tarafından kabul edilerek, borçlular “ağır sıkıntı” durumunu kanıtlayamadıkları sürece, federal öğrenci kredilerinin geri ödeme süreci başladıktan sonraki beş yıl boyunca iflas edilmesi durumunda bile silinmesini engelledi. Öğrenci kredilerinden standart iflas hakkının eşi benzeri görülmemiş şekilde kaldırılmasının gerekçesi, mezunların borçlarını silmek için toplu hâlde iflas mahkemelerine akın ettiği yönündeki iddiaydı.

Ancak kar amacı gütmeyen Reason Foundation’ın 2013 tarihli politika raporuna göre, “öğrencilerin üniversiteden mezun olduklarında borç içinde oldukları ve mezuniyetten hemen sonra iflas ilan ettikleri anlatısı, Sallie Mae ve diğer öğrenci kredisi sağlayan şirketler tarafından, bu önlemlerin öğrenci kredisi verirken borç verenlerin üstlendiği riski daha da azaltacağı umuduyla yayılmıştı.” O dönemde iflas eden dolayısıyla ödenemeyen öğrenci kredilerinin oranı yüzde 1’den çok daha azdı; bu oran iflas mahkemesindeki diğer borçların neredeyse tamamından daha düşüktü.

İflas için bekleme süresi, o dönem Kongre’deki çoğu kişi için önemsiz görünmüş olabilir, ancak Sallie Mae daha yeni başlıyordu. Sonraki yıllarda, bu istisna, kâr amacı gütmeyen kuruluşlar tarafından verilen veya sigortalanan kredileri de kapsayacak şekilde genişletildi. Ardından, bekleme süresi 1990’da yedi yıla çıkarıldı.

1991 yılında Sallie Mae (ve esasen kontrol ettiği kredi sektörü) Kongre’yi federal öğrenci kredilerinden zamanaşımı yasalarını kaldırmaya ikna etmeyi başardı. 1998’de ise Sallie Mae ve öğrenci kredi endüstrisi, Yükseköğretim Değişiklikleri’nin kabulüyle iflas için herhangi bir “bekleme süresini” tamamen ortadan kaldırmayı başardı.

Öğrenci Kredisi Endüstrisinin Büyümesini Sağlayan Politika Değişiklikleri

Amerikan Eğitim Konseyi’nin 2001 raporuna göre, 1990 ile 2000 yılları arasında her yıl verilen kredi sayısı dolayısıyla borçlu kişi sayısı 4,5 milyondan 9,4 milyona çıkarak iki katına ulaştı. “Bu öğrenci borçlanmasındaki artış, büyük ölçüde, 90’lı yılların başında yürürlüğe giren yasal değişikliklerle körüklendi.”

Artan talebi karşılamak için Sallie Mae satın almaya yöneldi; Socialist Web Sitesinde (WSWS) yayınlanan 2010 tarihli bir makaleye göre, 2002’de en büyük iki öğrenci kredisi garantörü olan USA Group ve Southwest Student Services’ı satın aldı ve ayrıca “öğrenci kredisi tahsilat şirketlerini de bünyesine kattı; böylece 2006 yılına gelindiğinde öğrenci kredisi endüstrisinin tüm yönlerine hâkim hâle geldi.” Bu şirketler, gelirlerinin çoğunu, hatta nerdeyse tamamını temerrüde düşmüş öğrenci kredilerinin tahsilâtından elde ediyordu.

Sallie Mae 2004’te tamamen özel bir şirket haline geldi. Reason Foundation’ın raporuna göre, “Sallie Mae’nin çok sayıda garanti, kredi verme ve tahsilat şirketini tek bir kurumsal çatı altında toplama hamleleri, öğrenci kredisi pazarını temelden değiştirdi ve Sallie Mae’yi endüstrinin tartışmasız devi hâline getirdi.”

Ancak Sallie Mae ve öğrenci kredisi sektörü bununla da yetinmedi. 2005’te, milyonlarca dolar lobicilik harcaması yaptıktan sonra, Kongre’yi, 2005 İflas Suiistimalini Önleme ve Tüketiciyi Koruma Yasası kapsamında, özel kredi verenler tarafından verilen krediler de dahil olmak üzere tüm öğrenci kredilerinden iflas hakkını kaldırmaya ikna ettiler. O dönem, bunun sektörün daha fazla ihtiyaç sahibi öğrenciye kredi vermesini sağlayacağı iddia edildi. Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bunun yerine, özel kredilerin neredeyse tamamı için kefil (genellikle ebeveyn veya büyükanne-büyükbaba) talep etmeye başladılar.

Bu dönemler, öğrenci kredisi endüstrisi için gerçek anlamda “mutlu zamanlardı.” Sallie Mae’nin hisse fiyatı fırladı. WSWS’ye göre, “2005’te Sallie Mae, Fortune tarafından ABD’nin en kârlı ikinci şirketi seçildi (Microsoft o yıl 18’inci sıradaydı).” Şirketin o zamanki CEO’su Albert Lord, “o yıl Washington, D.C.’nin en yüksek ücret alan CEO’su”ydu. Kendine özel lüks bir 18 delikli golf sahası bile yaptırdı.

Lord, 2004 yılına gelindiğinde hissedarlara şirketin her yıl sonunda Hazine’ye “çek yazdığını” övünerek söylemişti; bu, hükümetin Sallie Mae’nin tahsilat faaliyetleri aracılığıyla temerrüde düşen öğrenci kredilerinden kâr elde ettiği gerçeğine bir göndermeydi.

Başka hiçbir kredi sektöründe, hiçbir kredi kuruluşu ödenmemiş öğrenci kredilerinden kâr elde etmez. Federal hükümetin ödenmemiş kredilerden kâr elde etmesi, iflas haklarının ve zamanaşımı sürelerinin ortadan kalkması nedeniyle, vahşi bir kredi sisteminin belirleyici özelliğidir. Bu durum bugün Eğitim Bakanlığı için daha da geçerlidir, zira artık kredilerin tamamı Bakanlığa ait; eski modelde ise sadece kredileri garanti altına alıyordu.

Öğrenci Kredisi Endüstrisinin Büyümesini Siyasetçiler Nasıl Destekledi

Federal öğrenci kredi hizmet sağlayıcıları (ki büyük ölçüde eski FFELP programı kapsamındaki kredi verenler ve teminatçılardı), temerrüde düşmüş kredilerden, “öğrenci kredisinin yeniden yapılandırılması” adı verilen ve temerrüde düşmüş bir borçlunun 10 ay boyunca dokuz ödeme yapmaya zorlanarak nihayetinde çok daha büyük yeni bir kredi için imza attığı program aracılığıyla, sorunsuz ödenen kredilere kıyasla daha fazla gelir elde edebilmektedirler. Bu borç yapılandırma işlemlerini yapan özel şirketler, yeni kredilerin değerinin yüzde 16’sını alırlar; örneğin 50.000 dolarlık temerrüde düşmüş bir kredi 100.000 dolarlık yeni bir krediye dönüştürüldüğünde, bu şirketlere vergi mükellefi tarafından 16.000 dolarlık bir ödeme yapılır. Bu durum elbette endüstriye kredilerin temerrüde düşmesini istemek için sapkınca bir teşvik sağlar.

Wall Street ve Washington, kredi aracından kâr elde etmenin bir yolunu bulmuşlardı: tüm standart tüketici korumalarını kaldırmak, kredi bakiyelerini, özellikle de temerrüde düşen krediler dahil, aşırı şişirmek ve Senatör Elizabeth Warren’ın da belirttiği gibi “bir mafya babasını kıskandıracak” tahsilat yetkilerini kullanarak borçlulardan ve ailelerinden parayı çekmek.

Bu tam da kurucu babaların, standart iflas hakları ve yasalar karşısında eşit koruma talep ederken kaçınmak istediği türden bir kredi despotizmiydi.

Başkan Barack Obama döneminde kredi programı millileştirildi ve Temmuz 2010’dan itibaren Eğitim Bakanlığı tüm yeni kredileri doğrudan verir ve sahiplenir hâle geldi. Sallie Mae gibi özel şirketler bu değişikliği sevmeseler de, hem sağlıklı kredileri hizmetlendirmeye hem de temerrüde düşmüş kredileri tahsil etmeye devam ederek sistemde yerlerini korudular.

Rahatsız edici bir şekilde, kredi veren şirketler artık yalnızca bu iki yoldan gelir elde edebildiğinden -ki onlar için temerrütlerin yeniden yapılandırılması, kredi hizmeti vermekten çok daha karlıydı- bu durum, söz konusu şirketlerin zaten sahip olduğu, borçluları hayal kırıklığına uğratarak, şaşkına çevirerek ve kandırarak temerrüde düşürmeye yönelik sapkınca teşvikleri daha da güçlendirdi.

Bu değişiklik açıkça Eğitim Bakanlığı için büyük bir avantaj oldu; artık kredilerden faiz kazanıyordu. Hatta kârın bir kısmı Erişilebilir Sağlık Yasası’nı finanse etmek için kullanıldı. Federal hükümet bu yeni düzenlemeyi çok sevdi; kredi verme hızla artıyor ve faiz birikiyordu.

Ayrıca, Obama döneminde Eğitim Bakanlığı’nın kredi programını adil bir şekilde yürütme niyetinde olmadığı da açıkça ortaya çıktı. Mevcut gelir odaklı geri ödeme (IDR) planları, borçluların büyük çoğunluğunun diskalifiye olmasına yol açacak şekilde işletiliyordu. 2013 ile 2014 arasında, bakanlık borçluların şaşırtıcı bir şekilde yüzde 57’sinin 20–25 yıl ödeme yaptıktan sonra kendilerine vaat edilen kredi iptaline hak kazanabilmek için aşmaları gereken birçok engelden sadece biri olan gelirlerini ispatlama şartını yerine getiremedikleri için bu programlardan “düştüğünü” yani temerrüde düşürüldüklerini tespit etti.

Eğitim Bakanlığı ayrıca Obama döneminde öğrenci kredileri için iflas hakkını engellemek adına perde arkasında var gücüyle mücadele etti. İflas davalarında hâkimlere düzenli olarak tanıklık yapıyorlardı ve hatta bu davaları doğrudan veya sözleşmeli avukatlar aracılığıyla detaylı bir şekilde yönetiyorlardı.

Demokratların federal öğrenci kredilerine iflas hakkını geri getirme yönündeki uzun süreli vaatlerine (ki bunu 2008’de yerine getirmediler) rağmen, Başkan Obama’dan gördüğümüz en iyi şey, kredilere iflas hakkının geri verilmesinin uygulanabilirliğini “incelemek” için verilen bir talimattı. Bu konuda anlamlı hiçbir adım atılmadı. Benim analizime göre, Obama’nın iki dönemlik başkanlığı sırasında ülkenin öğrenci borcuna yaklaşık 1 trilyon dolar eklendi.

Krizin Kötüleşmesi

Birkaç dikkat çekici istisna dışında Başkan Donald Trump’ın ilk dönemiyse tam bir kâbustu. Öğrenci kredisi tahsilât şirketlerinde hissesi bulunan Betsy DeVos’u eğitim bakanı olarak atadı. DeVos, Obama döneminde görülenden çok daha kötü bir niyetle Bakanlığı yönetti. Çevrimiçi yayın organı olan Government Executive’e göre, “iflas etmiş kâr amacı güden bir üniversitenin eski öğrencilerinden kredi tahsilâtını durduran mahkeme kararını” ihlal ettiği gerekçesiyle federal bir yargıç tarafından hapis cezasıyla bile tehdit edildi.

Yine de Trump’ın ilk döneminde birkaç şaşırtıcı olumlu gelişme yaşandı. İlk olarak, öğrenci kredilerini geniş çapta ve bir başkanlık kararnamesiyle iptal eden ilk başkan oldu. İlk kez Ağustos 2019’da 25.000 engelli gazi için öğrenci kredilerini iptal etti. İkinci kez ise COVID-19 pandemisinin başlangıcında geri ödeme duraklamasını yürürlüğe koyduğunda bunu herkes için yaptı. Bu, başkanın federal öğrenci kredilerini gerçekten de yürütme emriyle iptal edebileceğini kanıtladı. Bu iki eylemle ilgili hiçbir dava ya da tartışma çıkmadı.

İlginç bir şekilde, işte bu eylemler, grubumun Mart 2020’de tüm öğrenci kredilerine iflas hakkının geri verilmesi için dilekçe girişimini başlatmasına neden oldu ve bu da kamuoyunda başkanlık kararnamesiyle kredi iptali tartışmasını alevlendirdi. Dilekçe hızla yüz binlerce imzaya ulaştı ve ana akım medyada viral oldu. Altı ay içinde Elizabeth Warren ve Chuck Schumer gibi önde gelen senatörler benzer çağrılar yapmaya başladı.

2020 seçimini kazanan Joe Biden, kamu üniversitelerine ve Tarihî Siyahî Kolejler ve Üniversitelere (HBCU) gidenlerin öğrenci borcunu “ortadan kaldırma” ve öğrenci kredilerine standart iflas haklarını geri getirme sözü verdi.

Ancak Biden’ın 2023’te bu vaatleri yerine getirmek için yaptığı cılız girişim Yüksek Mahkeme tarafından engellendi. Çoğu kişi bariz nedenlere (Cumhuriyetçi başsavcılar ve onların açtığı davalar) işaret etse de asıl neden önde gelen Demokratların buna karşı çıkmasıydı.

2020 seçimlerinden kısa bir süre sonra, San Francisco’nun milyarder “güçlü çifti” Steven ve Mary Swig, Demokrat çevrelerde başkanın öğrenci kredilerini yürütme emriyle iptal edemeyeceğini belirten bir muhtıra dolaştırdı.

Bunun hemen ardından Nancy Pelosi ve Susan Rice gibi Demokrat liderler bu notu tekrar ederek başkanın kredileri idari yolla iptal edemeyeceğini ilan ettiler. Yüksek Mahkeme kararını açıkladığında, Yargıç John Roberts çoğunluk görüşünde Pelosi’den alıntı yaptı.

Görünüşe göre Biden’ın kendisi de bu planın tamamen arkasında değildi. ABC News’e göre seçimlerin hemen ardından “50.000 dolarlık öğrenci kredisi affı planını” reddetti ve iptali gerekçelendirmek için kullanmaya çalıştığı yasa “uygunsuzdu.”

Biden döneminde iptal edilen krediler, Biden’ın yaptığı ya da yapmadığı bir şey nedeniyle değil, büyük ölçüde zaten yıllar önce mevcut kurallar veya yasalar uyarınca iptal edilmesi gereken kredilerdi. Demokratlar bunları sık sık borçlulara duydukları ilgiyi kanıtlamak için örnek gösterse de, bu iptaller dört yılda kredi portföyünün büyümesine kıyasla oldukça küçük kaldı.

Öğrenci kredilerine iflas hakkının geri verilmesi konusunda, Biden yönetimi gerçekten de iflas mahkemelerinde borçlulara “karşı çıkmayı” bıraktı; fakat yerine getirdikleri “yeni iflas süreci”, karar verme gücünü hâkimlerden alıp Eğitim ve Adalet Bakanlıklarına fiilen devretti. Süreç, borçlular için pahalı bir şaka olduğunu kanıtladı; yalnızca çok az borçlu kredi affı aldı. Hatta yeni süreç uygulanmaya başladığından beri iflas başvurusu yapan 450.000 kredi borçlusu öğrenciden yalnızca yaklaşık 2.500’ü (%0,6) kısmi feragat alabildi.

Bu arada, Senato Yargı Komitesi’nin eski başkanı Dick Durbin, Cumhuriyetçi Senatör John Cornyn ile birlikte 2021 tarihli İflas Yoluyla FRESH START Yasası adlı iyi bir partiler üstü yasa tasarısı sundu. Tasarı, “federal öğrenci kredilerinin ilk ödeme vadesinden on yıl sonra bir iflas davasında silinmeye uygun hâle getirilmesini” öneriyordu. Ancak Elizabeth Warren gibi önde gelen Demokratlar tasarıyı desteklemeyi reddetti.

2025’te Trump yeniden başkanlığa döndü ve Cumhuriyetçiler Beyaz Saray, Temsilciler Meclisi ve Senato’nun kontrolünü ele geçirdi. Eğitim Bakanlığı’nı “ortadan kaldırma” ve öğrenci kredilerini “eyaletlere devretme” sözü verdi (ki bu son derece muğlak bir vaat). Trump, bakanlığı dağıtmak için Yüksek Mahkeme’den zaten onay almıştı.

 

Gerçekte, Temmuz 2025’te kabul edilen One Big, Beautiful Bill (Bir Büyük Güzel Yasa Tasarısı) borçlu öğrenci için durumu daha da kötüleştiriyor. CBS News’e göre, bu yasa “geri ödeme planı seçeneklerinin sayısını yediden ikiye düşürüyor… [ayrıca] bireylerin yükseköğretim için borç alabileceği miktarı sınırlandırıyor.” Kritik olarak, yasa başkanın yürütme emriyle kredi iptal etme yetkisini ortadan kaldırıyor ve temerrüde düşen borçluların kredilerini iki kez yapılandırmasına izin veriyor. Bu hüküm, kredilerin yaklaşık yüzde 80 oranında yeniden temerrüde düşeceği düşünüldüğünde, borçlular için ekonomik bir ölüm fermanına eşdeğerdir.

Washington’daki her iki parti de bu başarısız kredi dolandırıcılığını sürdürmek için el ele vermiş durumda. Bu noktada bu yalnızca akılsızca değil, aynı zamanda ahlak dışıdır. Gerçekten de bilinmeyen bir bölgede ilerliyoruz. Önümüzdeki yıllarda tüm öğrenci kredisi borçlularının yarısının temerrüde düşmesini beklemek hiç de zor değil. Kurucu babaların standart iflas hakları çağrısı yaparken kaçınmak istediği şey tam olarak buydu. Bu durumun kötüleşmesi milyonlarca insan üzerinde muazzam bir yıkım yaratacaktır.

Bunu önlemek için Kongre’yi ve başkanı, en başta kaldırılmış olan standart ve anayasal iflas haklarını geri getirmeye zorlayarak harekete geçebiliriz. Bu, gördüğümüz yaygın suiistimalleri sona erdirecek, kredi endüstrisinin ülkeye vermeye hazırlandığı çok daha büyük finansal ve sosyal zararları (özellikle 2025’te kabul edilen “One, Big, Beautiful Bill” (Bir Büyük Güzel Yasa Tasarısı) ışığında) engelleyecek ve zamanla daha makul fiyatlandırmaya ve daha akılcı kredi vermeye yol açacaktır.

Diğer Ülkelerin Yükseköğretime Erişimi Sağlamak İçin Yaptıkları

ABD, kamu eğitimine yatırım yapmanın değerini anlamakta geri kalırken, diğer ülkeler güçlü bir ekonomiyi güvence altına almak için eğitimli bir iş gücünün önemini kavramış durumda.

Norveç ve İsveç’te yükseköğrenim “harçsızdır”; bu da öğrenmeye eşit erişim garanti eder. Lumina Foundation’ın Etki ve Planlama Başkan Yardımcısı Courtney Brown’ın The 74’teki görüş yazısına göre, Almanya öğrencileri endüstrinin taleplerini karşılamaya hazırlamak için, “sınıf içi öğrenmeyi ücretli iş başı eğitimiyle birleştiren ve endüstrinin talepleri için iyi hazırlanmış mezunlar yetiştiren” bir çıraklık sistemi sunmaktadır. Danimarka ise öğrencilere maddi destek sağlamak için burs veriyor.

Mayıs 2025 tarihli görüş yazısında şu da ekleniyor: “İsviçre’nin, öğrencilerin zamanlarını okul ile sağlık hizmetleri, bilgi teknolojisi ve ileri üretim gibi alanlardaki işler arasında bölüştürmelerine olanak tanıyan bir mesleki eğitim sistemi vardır. Singapur’un SkillsFuture programı, yetişkinlere kariyerlerinin herhangi bir aşamasında kısa kurslar ve sertifikalar almaları için kullanabilecekleri mali krediler sunar. Finlandiya’da ise yetişkinler, sektörler değiştiğinde veya yok olduğunda yeni beceriler kazanmak üzere kamu tarafından finanse edilen yeniden eğitim programlarına katılabilir.”

ABD’deki öğrenci kredisi krizi yalnızca artan harçların sonucu değildir; yıllara yayılan ve yükseköğrenimi kamusal bir faydadan kredi verenler, siyasetçiler ve şirketler için bir kâr makinesine dönüştüren kasıtlı politika tercihleri dizisinin ürünüdür. İflas korumalarının kaldırılması, kredi sisteminin Eğitim Bakanlığı ile özel finansal ortaklarının kutsal olmayan ittifakı tarafından tekelleştirilmesi ve Kongre’nin partiler üstü suç ortaklığı, borçluları kaçışı olmayan bir borç döngüsüne hapsetmiş, milyonları mali çöküşe sürüklemiş ve herhangi bir diplomanın değerine olan güveni zayıflatmıştır. Bu arada diğer ülkeler ücretsiz veya düşük maliyetli eğitim, çıraklık programları ve yaşam boyu öğrenmeye yatırım yaparak ekonomik büyüme ve toplumsal eşitlik temelini güçlendiriyor. Amerika Birleşik Devletleri, temel tüketici korumalarını yeniden tesis ederek, maliyetleri düşürerek ve eğitimin bir kamu yararı olduğunu teyit ederek bu bozuk sistemle doğrudan yüzleşmezse, kriz yalnızca bireysel geçim kaynaklarını değil, aynı zamanda ülkenin uzun vadeli ekonomik istikrarını da tehdit ederek derinleşmeye devam edecektir.

*Alan Michael Collinge, öğrenci borcu aktivisti ve StudentLoanJustice.org’un kurucusudur.

 

Kaynak: https://observatory.wiki/How_Student_Loans_Became_America%E2%80%99s_Financial_Catastrophe

 

Tercüme: Ali Karakuş