Küresel Çoklu Fırsat

Batılı liderler “çoklu kriz” ifadesini tercih ediyorlar çünkü bu ifade, içinde bulunduğumuz çıkmazın temel nedenini, yani endüstriyel-sömürgeci paradigmayı gizliyor. Korkuya odaklanmak yerine insanlık, gerçek anlamda küresel bir topluluğun yaratıcılığından yararlanan hedefli bir gerçekçilikle kalkınma zorluklarını incelemeli ve bu zorluklarla mücadele etmelidir.
Kasım 6, 2025
image_print

Çatışmalar, ticaret savaşları, eşitsizlik ve demokratik çürüme bugün manşetleri dolduruyor. Her kriz bir sonrakini besliyor gibi görünüyor ve dünya sanki parçalanıyormuş hissi veriyor. Batılı liderler ve düşünürler bu tehdit yumağını tek bir kelimeyle özetlediler: “çoklu kriz”.

Columbia Üniversitesi’nden tarihçi Adam Tooze, bu terimi popülerleştiren isimlerden biri olarak 2023’te kavramın çekiciliğini şöyle özetlemişti: “İşte korkunuz, işte sizi derinden rahatsız eden şey. Buna böyle denebilir.” Ancak korku merkezi tema haline geldiğinde sonuç; Mark Leonard’ın 2024 Davos Dünya Ekonomik Forumu’nun ardından gözlemlediği gibi yalnızca kaygı ve felç hali olabilir.

Oysa krizler her zaman çöküşle sonuçlanmaz. Aslında, bozulma sadece eski düzeni bırakmaya gönüllü olanlar için çoğu zaman yenilenmenin yolunu açmıştır.

Bu bakış açısıyla, aynı manzarayı Adam Tooze’nin baktığından çok daha farklı bir mercekten görüyorum: Kasım 2024’teki Project Syndicate yorumumda ortaya attığım ve daha sonra Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nda ayrıntılı olarak açıkladığım bir terim olan çoklu fırsat olarak görüyorum. Fikir basit aslında: eş zamanlı sarsıntılar, küresel kurumların ve fikirlerin köklü dönüşümü için nesilde bir kez karşılaşılan bir fırsat sunuyor. Her şey aynı anda çöker gibi göründüğünde, yamalama çözümlerinin ötesine geçmek ve sistemleri temelden yeniden tasarlamak zorunda kalırız.

Öncelikle, çoklu kriz kavramının küresel kisve altında Batı merkezli bir anlatı olduğunu kabul etmeliyiz. İki Avrupalı ​​teorisyen bu kavramı 1993 yılında ortaya atmış, bir başka Avrupalı ​​uzman ise yakın zamanda popülerleştirmiştir. Batı merkezli bir seçkinler zirvesi, terime önemli bir platform kazandırdı ve Batı medyası, düşünce kuruluşları ve akademisyenleri tarafından bu kavram viral hale getirildi.

“Korkunç bir gelecek” hakkında sürekli yakınmalara rağmen, çoklu kriz hakkında yapılan konuşmalar, günümüzde örtmece bir tanım olarak “Küresel Güney” adı verilen Batı dışı dünyanın etkisini veya sunduğu çözümleri nadiren kabul ediyor. Bazı teorisyenler “Yenilenmiş Hümanizm” çağrısında bulunurken, yapısal olarak eşitsiz bir düzenin gerçekliği ve buna karşı artan hayal kırıklıklarıyla yüzleşmeyi başaramıyorlar. Batı’nın uluslararası finans ve kurumlar üzerindeki hâkimiyeti devam ederken, Batı dışı fikirler ve sesler sözde küresel geçerliliğe sahip kurallarda etkisiz bırakılmaya devam ediyor.

Kurumlar, küresel krizlerin temel nedenlerini gizlediği ve onları doğal afetlermiş gibi gösterdiği için çoklu kriz dilini tercih ediyorlar. Gerçekte, bugün üst üste gelen krizlerin kökeni, Sanayi Devrimi’nden bu yana ilerlemeyi kontrol olarak; doğanın mekanik kontrolü ve Batı’nın dünyanın geri kalanı üzerindeki kontrolü olarak tanımlayan egemen endüstriyel-sömürgeci paradigmaya kadar uzanıyor.

Elbette bu modernleşme dönemi büyük maddi ve toplumsal kazanımlar üretti. Ancak aynı zamanda bugünkü çıkmazımızın tohumlarını da ekti. Çağımızın belirleyici krizi olan küresel ısınma, yoksul ülkelerdeki işçilerin düşük ücretlerle, zengin ülkelerdeki tüketicilerin aşırı miktarda satın aldığı ürünleri ürettiği bir ticaret sistemiyle desteklenen, istihraççı bir endüstriyel modelin sonucudur.

Endüstriyel-sömürgeci paradigma, aşırı karmaşık ve çok kutuplu bir dünyada geçerliliğini yitirdi. AIM adını verdiğim yeni bir zihniyete ihtiyacımız var; Uyarlanabilir (Adaptive), Kapsayıcı (Inclusive) ve Ahlaki (Moral) bir politik ekonomi. Uyum sağlamak, toplumları kaba makineler olarak değil, öğrenen ve gelişen canlı ağlar olarak yönetmektir. Kapsayıcı olmak, ilerlemenin elinizdekileri kullanmaya bağlı olduğunu kabul etmek, yani zengin ve güçlülerin modellerini kopyalamak yerine yerel yaratıcılığı harekete geçirmek anlamına gelir. Ahlaklı olmak ise fikirlerin güç tarafından şekillendirildiğini kabul etmek ve bu gücün neden olduğu dengesizliği gidermektir.

On yıllarca süren araştırmalarım boyunca Çin’i ve diğer ülkeleri AIM merceğinden inceledim. How China Escaped the Poverty Trap adlı kitabımda kalkınmayı doğrusal bir yol olarak değil, geri besleme döngüleriyle işleyen evrimsel bir süreç olarak tanımladım (Uyarlanabilir). Bu analiz, yeni pazarlar yaratan stratejilerin “iyi kurumlar”a dair standart reçetelerden çok farklı olabileceğini gösterdi (Kapsayıcı). Daha sonra, China’s Gilded Age adlı kitabımda, Oryantalistlerin “Çin istisnacılığı” varsayımına meydan okudum ve Çin’in izlediği yörüngenin, ders kitaplarında öğretilen mitolojik versiyonları değil, unutulmuş Batı tarihlerini yansıttığını ortaya koydum (Ahlaki).

AIM, küresel çoğunluğun artık kendi kalkınmasının sorumluluğunu üstlendiği bir çağda Batı formüllerini takip etmek ya da yardımlarla kurtarılmayı beklemek yerine düşünme ve politika üretme için bir pusula sunar.

Örneğin, Sahra Altı Afrika ülkelerinin enerji alanında sıçrama yapma yapmak için deneyler yaparken  Çin, Hindistan ve Suudi Arabistan temiz enerjiye büyük yatırımlar yapıyor. ABD gümrük vergileri, Vietnam ve Etiyopya gibi sonradan gelişen ekonomilerin yüksek gelirli pazarlara ihracat seçeneklerini daraltsa da, Güney-Güney ticareti artık Kuzey-Güney ticaretini hacim bakımından geçmiş durumda.

Entelektüel cephede ise, “adaletin politik ekonomisi” ve “döngüsel ekonomi” konularında ders verme yetkinliğinde olan uzmanlar, Avrupa ve Kuzey Amerika’daki filozoflar veya danışmanlar değil, yüzyıllar süren mülksüzleştirmeye rağmen ekosistemleri uzun süredir koruyan yerli gruplardır.

Çoklu fırsat; varoluşsal tehditler karşısında saf bir iyimserliğe çağrı değildir. Aksine, tek bir bölgeye veya ayrıcalıklı bir sınıfa değil, gerçekten küresel bir topluluğun yaratıcılığına dayanan hedefli bir gerçekçiliği temsil eder. Ayrıca basmakalıp sözleri veya boş bir hissiyatı da desteklemez. Çoklu fırsat, ampirik temellere dayanan yapıcı bir gündemdir. Doğru ve ciddi bir şekilde uygulandığında, çalışma biçimimizi değiştirecek ve başta gelişim olmak üzere pek çok zorlukla başa çıkacaktır.

Tanık olduğumuz şey ilerlemenin sonu değil, endüstriyel-sömürgeci paradigmanın sonu ve eğer geliştirmeye inancımız olursa yeni bir paradigmanın başlangıcıdır.

 

*Yuen Yuen Ang, Johns Hopkins Üniversitesi’nde Siyasal Ekonomi Profesörüdür ve The Polytunity Project ile The Multipolar World & US-China Roundtables projelerini yürütmektedir.

 

Kaynak: https://www.project-syndicate.org/commentary/polycrisis-is-actually-opportunity-to-transform-global-development-paradigm-by-yuen-yuen-ang-2025-10

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA