Paraguay, Latin Amerika tarihinin en uzun ve en az konuşulan diktatörlüklerinden birini yaşadı. 1954’te iktidara gelen General Alfredo Stroessner, otuz beş yıl boyunca ülkesini sessizliğin demirden bir zarfına hapsetti. Dışarıdan bakıldığında bu rejim, “istikrar” ve “düzen” vaat eden bir askeri yönetim olarak sunuluyordu; oysa içeriden, korkunun rutine, denetimin ise yaşam biçimine dönüştüğü bir laboratuvardı. Stroessner dönemi, yalnızca siyasi muhaliflerin bastırıldığı bir dönem değil; aynı zamanda halkın belleğinin, dilinin ve direncinin sistematik biçimde susturulduğu bir çağdı.
Bu sessizliğin ardında, kökleri toprağın derinliklerine uzanan halkların yankısı vardı. Guaraní köylüleri, topraklarını “vatan” değil “yaşamın uzantısı” olarak gören yerli topluluklar, oğullarını kaybeden anneler, sessiz sürgünler… Onlar, bastırılmış bir tarihin görünmeyen tanıklarıydı. Her biri, rejimin görünmez duvarlarına çarparak yankılanan bir hafıza taşıyordu. Çünkü Stroessner’in inşa ettiği sistem sadece korkuya değil, unutuşa da dayanıyordu: arşivlerin yakıldığı, köylerin haritalardan silindiği, tanıklıkların fısıltıya dönüştüğü bir düzen.
Ama tarih, en kalın duvarların bile ses geçirdiği bir yapıdır. Stroessner’in “sessizliği” bir süreliğine galip geldi; fakat her bastırılmış söz, bir yankı olarak geri döndü. Bugün Paraguay’ın köylerinde, sürgünlerden dönenlerin hikâyelerinde, kadın örgütlerinin arşivlerinde o yankı hâlâ duyulur. Diktatörlük, kendi sessizliğini kalıcı sanmıştı; oysa o sessizlik, unutulmuşluğun değil, direncin yankısıydı.
I. Anti-Komünizmin Gölgesinde Bir Cumhuriyet
Soğuk Savaş’ın erken dönemlerinde Paraguay, Washington’un “arka bahçe” stratejisinde küçük ama işlevsel bir laboratuvar hâline gelmişti. General Alfredo Stroessner, Truman Doktrini’nin Latin Amerika’ya ihraç ettiği “anti-komünist istikrar” modelini körü körüne benimseyen, hatta onu kendi otoriterliğini meşrulaştırmanın ideolojik kalkanı hâline getiren liderdi.
1958’de Asunción’daki ABD Büyükelçisi Walter Ploeser’in Washington’a gönderdiği gizli bir telgrafta Stroessner, “bölgenin örnek müttefiki” olarak anılıyordu. Bu övgü, aslında Paraguay’ın bağımsızlığından çok, Soğuk Savaş’ın askeri mimarisine koşulsuz bağlılığının tesciliydi. Aynı dönemde ABD’nin finanse ettiği Point Four Programı ve School of the Americas gibi girişimler aracılığıyla Paraguay ordusu yeniden şekillendirildi; subaylar Panama’daki üslerde sorgu, psikolojik savaş ve kontrgerilla taktikleri konusunda eğitildi.
1960’lardan itibaren Stroessner rejimi, Küba Devrimi’nin kıtada yarattığı dalgaya karşı kurulan Operación Cóndor adlı bölgesel baskı ağının en istikrarlı ortaklarından biri hâline geldi. Paraguay istihbaratı (DIPC), Şili’de Pinochet’nin DINA’sı, Arjantin’de Videla’nın ESMA’sı, Uruguay’da SID ve Brezilya’daki DOI-CODI birimleriyle koordinasyon hâlindeydi. Bu gizli iş birliği, kıtanın “düşman” olarak tanımlanan entelektüellerine, sendikacılarına, öğrenci hareketlerine ve sürgünlerine karşı yürütülen sınır-ötesi bir av operasyonuna dönüştü.
Az bilinen belgeler, Stroessner döneminde Asunción’daki “La Técnica” hapishanesinde Arjantin, Uruguay ve Şili’den getirilen muhaliflerin de tutulduğunu gösterir. Bu hapishane, 2000’lerde ortaya çıkarılan “Terror Archives / Archivos del Terror” dosyalarında detaylarıyla geçer: kayıt defterlerinde her tutuklunun fotoğrafı, sorgu yöntemi ve infaz tarihi yer alır. Bu belgeler, rejimin yalnızca Paraguaylılara değil, tüm Güney Amerika muhalefetine karşı yürütülen bölgesel bir temizlikte aktif rol aldığını kanıtlar.
Resmî istatistikler uzun süre sessiz kaldı. Ancak 1990’larda açılan Doğruluk ve Adalet Komisyonu (Comisión de Verdad y Justicia) arşivlerinden anlaşıldı ki 1954–1989 arasında en az 20 bin kişi keyfî biçimde tutuklanmış, 3 binden fazlası kaybolmuş, binlercesi sürgüne zorlanmıştı. Bu rakamlar, küçük bir ülkenin nüfusuna oranlandığında, Latin Amerika’daki en yoğun devlet terörlerinden birine işaret eder.
Anti-komünizm, Paraguay’da ideolojik bir tercih değil, toplumsal sessizliği yeniden üretmenin mekanizması hâline gelmişti. Rejim, her muhalefeti “komünist tehdit” ya da “yabancı ajanlık” olarak damgalayarak yalnızca siyasal alanı değil, kolektif belleği de mühürledi. Fakat tarih, bu mühürleri her zaman kırmanın bir yolunu bulur: bugün Asunción banliyölerinde, Guaraní köylerinde ve sürgün arşivlerinde yankılanan tanıklıklar, Stroessner’in kurduğu sessizlik düzenini parça parça çözmektedir.
Operación Cóndor’un Paraguay’daki Merkezi Rolü
Paraguay, 1970’lerde Latin Amerika’yı saran görünmez bir ağın Operación Cóndor kalbinde yer alıyordu. Bu operasyon, ABD’nin gözetiminde Şili, Arjantin, Uruguay, Bolivya, Brezilya ve Paraguay arasında kurulan bir bölgesel istihbarat koordinasyon ağıydı. Resmî amacı “komünist tehditle mücadele” olarak sunulsa da, gerçekte kıta çapında muhalif aydınları, sendikacıları, öğretmenleri ve öğrencileri hedef alan bir devlet terörü zinciriydi.
Asunción, bu zincirin en karanlık halkalarından birine ev sahipliği yapıyordu. Stroessner rejiminin istihbarat başkanı Pastor Coronel, Cóndor’un Paraguay ayağını yöneten kilit isimdi. Coronel’in yönetimindeki Departamento de Investigaciones de la Policía de la Capital (DIPC), kıta genelinde tutuklanan muhaliflerin sorgulandığı ve çoğu zaman bir daha dönmemek üzere ortadan kaybolduğu merkezdi. Arjantin’den getirilen Montoneros üyeleri, Uruguaylı Tupamarolar, Şilili MIR militanları ve hatta Bolivyalı öğretmenler bu merkezde tutuldu.
Bu dönemle ilgili en önemli kanıtlar, 1992 yılında Asunción yakınlarındaki bir depoda tesadüfen keşfedilen belgelerde Archivos del Terror (Terör Arşivleri) ortaya çıktı. Yaklaşık 700.000 sayfayı bulan bu belgeler, Paraguay’ın Soğuk Savaş boyunca yalnızca kendi yurttaşlarına değil, kıta genelindeki muhaliflere karşı da sistematik bir baskı yürüttüğünü gösterdi. Belgelerde “ortadan kaldırılan” kişilerin isimleri, fotoğrafları, sorgu kayıtları ve işkence yöntemleri ayrıntılı biçimde yer alıyordu.
Arşivlerde, örneğin 1976 tarihli bir belgede şu satır dikkat çeker:
“Asunción’a ulaştırılan üç Şilili tutuklunun transferi tamamlandı. DINA ve SID görevlileri hazır bulundu. Emir: konuşmadan gönderilecekler.”
Bu ifade, devletler arası iş birliğinin ne kadar mekanik ve insan hayatını ne kadar değersizleştiren bir boyuta ulaştığını gözler önüne serer.
Operación Cóndor’un koordinasyon toplantılarından biri, 1975 yılında bizzat Asunción’da yapılmıştı. Toplantıya Şili’den Manuel Contreras (DINA), Arjantin’den Jorge Casas, Uruguay’dan José Fons, Bolivya’dan Carlos Mena ve Paraguay’dan Pastor Coronel katıldı. Toplantı tutanaklarında “ortak veri tabanı”, “hızlı iade” ve “karşılıklı infaz yetkisi” gibi terimler geçiyordu. Bu, kıta tarihinde ilk kez devletlerin resmî düzeyde sınır-ötesi infaz mekanizması oluşturduğu bir işbirliği modeliydi.
ABD’nin rolü bu ağın gölgesinde belirleyiciydi. School of the Americas’ta eğitilen Paraguaylı subaylar, “düşmanla mücadele” adı altında psikolojik savaş, sorgu teknikleri, kontrgerilla doktrini ve bilgi toplama algoritmaları üzerine özel kurslar aldı. Bu eğitimlerin çoğu, CIA tarafından hazırlanmış KUBARK Counterintelligence Interrogation Manual adlı kılavuzda yer alan yöntemleri temel alıyordu.
Stroessner rejimi, bu sistemin “en sessiz ama en sadık” ortağıydı. Çünkü Paraguay’da basın tamamen susturulmuş, sivil toplum tasfiye edilmişti. Bu durum, diğer diktatörlükler için bile “temiz” bir arka ofis işlevi gördü: belgelerin saklandığı, izlerin silindiği, sorguların yapılabildiği bir gölge ülke.
1990’larda demokratikleşme süreci başladığında, bu karanlık işbirliği ağının izleri yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladı. “Terror Archives” belgeleri, yalnızca bir ulusal hafızayı değil, kıta ölçeğinde bastırılmış bir geçmişi görünür kıldı. Stroessner’in “anti-komünist cumhuriyeti” böylece tarihin en büyük sessizlik ağlarından birinin merkezinde durduğunu itiraf etmek zorunda kaldı.
Bugün Asunción’daki eski sorgu merkezleri, sessiz birer müzeye dönüştü. Duvarlarda kazınmış isimler, arşivlerden çıkarılan sararmış belgeler ve geri dönen sürgünlerin anlatıları, tek bir şeyi hatırlatıyor: Sessizlik, hiçbir zaman unutmak değildir. Her bastırılmış ses, bir gün yankıya dönüşür.
Mükemmel. Aşağıda, “Kırsalda Bastırılan Hayatlar: Guaraní Halkı ve Toprak Hafızası” başlıklı bölümü tarihsel kaynaklar, etnografik gözlemler ve edebi anlatımı birleştirerek Stroessner döneminin sessiz kurbanlarını, yani topraklarından koparılan yerli halkları merkeze alacak biçimde hazırladım. Bu metin, “Sessizliğin Arkasındaki Yankı” dizisinin doğal devamıdır ve rejimin kırsal topluma uyguladığı görünmez şiddeti ortaya koyar.
Kırsalda Bastırılan Hayatlar: Guaraní Halkı ve Toprak Hafızası
Stroessner diktatörlüğünün en kalıcı yarası, şehirlerdeki baskıdan çok, kırsalın sessiz çığlıklarında saklıydı. Paraguay’ın doğusunda, Misiones, Caaguazú ve Itapúa bölgelerinde yaşayan Guaraní halkı için bu dönem yalnızca bir siyasal rejimin değil, bir yaşam biçiminin sona erişiydi. Onlar için toprak, mülkiyetin değil, kimliğin taşıyıcısıydı. Fakat devletin gözünde bu topraklar, kalkınma politikalarının ve “modernleşme” projelerinin nesnesine indirgenmişti.
1960’ların ortasında Stroessner yönetimi, “Marcha al Este” (Doğuya Yürüyüş) adıyla bilinen bir kalkınma planını başlattı. Resmî söylemde bu program, tarımsal üretimi artırmak, ormanları “ekonomiye kazandırmak” ve ülkenin doğusunu modernleştirmek için bir fırsat olarak sunuluyordu. Gerçekteyse, bu plan Guaraní ve Pai Tavytera topluluklarının yaşadığı ormanların sistematik biçimde yağmalanması anlamına geliyordu.
Asunción’daki toprak bakanlığı (Instituto de Bienestar Rural), bu bölgelerdeki yüz binlerce hektarlık araziyi rejim yanlısı subaylara, parti mensuplarına ve yabancı şirketlere sattı. Ormanlar “kalkınma” adına yakıldı, köyler “yeniden yerleştirme” gerekçesiyle boşaltıldı. 1970’lerin sonuna gelindiğinde Guaraní nüfusunun %60’tan fazlası yerinden edilmiş, pek çoğu Arjantin sınırına veya Brezilya’daki küçük işçi kamplarına göç etmek zorunda kalmıştı.
Birçok akademik çalışmada (örneğin Margarita Durán Estragó’nun Memoria del Silencio Rural adlı derlemesinde) bu döneme ait tanıklıklar şöyle geçer:
“Ormanlar susmuştu; kuşların sesi bile kaçmış gibiydi. Askerler geldiğinde ilk yaptıkları şey, kutsal ağacın etrafına beyaz işaretler koymak oldu. O ağaç, artık bizim değilmiş.”
Bu satırlar, sadece ekolojik bir yıkımı değil, bir ontolojik kopuşu anlatır. Çünkü Guaraní dünyasında doğa, insanla eşit bir varlıktır sömürgeci aklın aksine, üzerinde hükmedilecek değil, içinde yaşanacak bir varlık alanıdır. Stroessner rejimi, bu dünyayı “geri kalmışlık” olarak gördü ve onu “medeniyet” adına yok etti.
Kırsal alanlarda kurulan askeri koloniler (colonias militares), bir yandan komünizme karşı “ön cephe” olarak sunuluyor, öte yandan toprak reformu bahanesiyle rejime sadık çiftçilerin yerleştirildiği kontrol bölgeleri hâline geliyordu. Guaraníler, bu yeni kolonilerde zorla çalıştırılıyor, “yeniden eğitilme” kamplarında İspanyolca öğrenmeye ve Katolik misyonerlerce “uygarlığa” entegre olmaya zorlanıyordu.
Kadınlar ise bu sessizliğin en derin katmanında yer aldı. Birçoğu, köylerinden zorla alınarak ev içi hizmetlere veya sınır bölgelerindeki “yardım evlerine” gönderildi. Guaraní kadınları, hem etnik kimlikleri hem de cinsiyetleri nedeniyle iki kez görünmezleştirildi. Ancak bu görünmezlik, aynı zamanda sessiz bir direniş biçimiydi. Yıllar sonra, 1990’larda demokrasiye geçişin ardından kurulan Comisión de Verdad y Justicia, bu kadınların tanıklıklarını topladığında, biri şöyle demişti:
“Bize sessiz olmayı öğrettiler, ama toprağın nasıl konuştuğunu unuttular.”
Bu cümle, Stroessner döneminin bütün anlamını özetler: sessizlik, sadece korkudan değil, yitirilmiş bir dünyayı koruma içgüdüsünden de doğmuştur. Guaraní halkı, baskının en yoğun olduğu yıllarda bile dilini, efsanelerini, toplumsal dayanışma ritüellerini korumayı başardı.
Bugün Paraguay’da, yerli dillerin yeniden öğretilmesi ve toprak iadesi süreçleri bu hafızanın yeniden inşasının bir parçası olarak görülüyor. Eski rejimin haritalarında “boş alan” olarak işaretlenen bölgeler, aslında bir halkın kimliğinin mekânlarıydı. Bu yüzden Stroessner dönemini anlamak, yalnızca siyasal baskıyı değil, toprakla birlikte susturulan bir uygarlığın hikâyesini de anlamaktır.
Kadınların Direnişi: Sessizlikle Konuşanlar
Stroessner diktatörlüğü, erkeklerin yürüttüğü bir şiddet rejimiydi ama ona karşı direnişi taşıyan omurga çoğu zaman kadınların sessiz adımlarında saklıydı. Paraguay tarihinin en görünmez kahramanları, ne silah taşıdılar ne de bildiriler yayımladılar; onlar, kaybolan çocuklarının isimlerini sessizce tekrarlayarak, unutmanın en tehlikeli biçimi olan “alışmayı” reddettiler.
Kadınların direnişi, 1960’ların sonunda şekillenen Comité de Iglesias ve Comité de Mujeres Paraguayas por la Democracia gibi örgütlerde filizlendi. Bu örgütler, kilise çevrelerinde “hayır işleri” adı altında faaliyet gösteriyor gibi görünseler de, gerçekte diktatörlük mağdurlarının yakınlarını buluşturan gizli dayanışma ağlarıydı. Bu kadınlar, Asunción’daki kilise mutfaklarında ya da pazar yerlerinin arka sokaklarında bir araya gelir, birbirlerine kayıplarının izini sürmekte yardımcı olurlardı.
Birçoğu, rejimin gölgesi altındaki kamusal alanı ustalıkla kullanmayı öğrendi. “El silencio como escudo” sessizliği bir kalkan gibi kullanmak Stroessner yıllarında kadınların en güçlü stratejisiydi. Çünkü konuşmak ölüm, sessiz kalmaksa direnişin başka bir diline dönüşmüştü. Bir tanık, 1984 tarihli Memorias del Miedo arşivinde şöyle yazar:
“Sokakta yürürken bir bakışla birbirimizi tanırdık. Aynı acının dili sessizlikti. Ama o sessizlik, bizi birbirimize bağlayan gizli bir şarkı gibiydi.”
1970’lerin sonuna gelindiğinde, Latin Amerika’daki anneler hareketlerinden esinlenen bir grup Paraguaylı kadın, “Plaza de la Democracia” meydanında toplanmaya başladı. Bu küçük grup, Arjantin’deki Madres de Plaza de Mayo gibi uluslararası yankı uyandırmasa da, ülke içindeki sessizliğin ritmini bozdu. Ellerinde kaybolan çocuklarının fotoğraflarıyla haftalarca aynı yerde durdular; konuşmadılar, bağırmadılar sadece beklediler. Bu bekleyiş, Stroessner’in rejimi için bir tehdit hâline geldi. Çünkü suskunluk, artık korkunun değil, ahlaki tanıklığın dili olmuştu.
Kadınlar aynı zamanda kırsal alanlarda da direnişi örgütlediler. Guaraní köylerinde, erkeklerin çoğu tutuklanmış veya kaçmak zorunda kalmışken, kadınlar köylerin sürekliliğini sağladı. Onlar toprakları işledi, çocuklara dil ve hikâyeleri aktardı, geceleri gizli toplantılarda rejimin askerî operasyonlarını tartıştı. 1980’lerde bu kadınlar, “Kuñanguéra Rendy” (Kadınların Işığı) adlı gizli bir ağ kurarak yerel kiliseler aracılığıyla sürgünlerle iletişim kurdu. Bu ağın üyeleri, Paraguay’ın demokratikleşme süreci başladığında insan hakları komisyonlarının ilk saha araştırmacıları oldular.
Bugün Asunción’da, eski bir hapishane binasında yer alan Casa de la Memoria de las Mujeres müzesi, bu sessiz direnişin belleğini taşır. Duvarlarda, kadınların kendi elleriyle işlediği beyaz kumaşlar asılıdır. Her birine bir isim, bir tarih, bir cümle nakşedilmiştir. En çok tekrarlananlardan biri şudur:
“Nos quisieron callar, pero sembramos voces.”
(Bizi susturmak istediler, ama biz sesler ektik.)
Kadınların direnişi, Paraguay’da yalnızca politik bir mücadele değil, hafızanın yeniden doğuşu oldu. Onların sessizliği, unutuşun değil, tanıklığın biçimiydi. Her bir bakış, her bir kumaş parçası, her bir dua, Stroessner’in kurmak istediği “itaat cumhuriyetine” karşı, tarihin en derin karşı-sözünü oluşturdu.
II.Kırsal Toplumun Sessiz Yıkımı
Stroessner rejiminin baskısı, başkent Asunción’un ötesine taşarak Paraguay’ın köylerine, ırmak kıyılarına ve orman içlerine kadar nüfuz etti. Diktatörlüğün en karanlık yüzü, propaganda afişlerinde değil, toprağını kaybeden köylünün suskun gözlerinde gizliydi. Rejim, “tarımsal kalkınma” adı altında aslında siyasal sadakat temelli bir toprak rejimi kurdu.
1954–1989 yılları arasında yaklaşık 8 milyon hektar arazi askerî personel, siyasal müttefikler ve yabancı yatırımcılara “bağış” olarak verildi. Bu politikaya halk arasında “Tierras malhabidas” (Kötü kazanılmış topraklar) denecekti. Tarımsal reform yasaları, görünürde “modernizasyonu” hedefliyordu; fakat gerçekte Paraguay’ın kırsal nüfusunun yüzde 2’si ülke topraklarının yüzde 85’ine sahip hâle geldi. Bu oran, Latin Amerika’daki en yüksek toprak eşitsizliğiydi.
Yerli Toplulukların Tasfiyesi
Guaraní, Ache, Mbya ve Pai Tavytera toplulukları, Stroessner döneminde “gelişme” bahanesiyle sistematik biçimde yerlerinden edildi. Devlet, bu halkların kutsal ormanlarını kamulaştırarak sığır çiftlikleri ve soya tarlaları kurdu. 1973’te Chaco bölgesindeki Yakye Axa topluluğunun binlerce hektarlık yaşam alanı askeri karakollara tahsis edildi. Direnen köyler, “komünist hücre” olmakla suçlanıyor; askerî birlikler tarafından boşaltılıyordu.
Yerli kadınların bir kısmı zorla çalışma kamplarına gönderildi, bazıları Asunción’daki üst sınıf ailelerin evlerinde hizmetçi olarak çalıştırıldı. Bir antropologun 1982’deki gözlemiyle:
“Guaraní kadını, toprağını kaybettiğinde yalnızca evini değil, hafızasını da kaybeder; çünkü onun hafızası toprağın dilinde yazılıdır.”
Modernizasyonun Bedeli: Itaipú ve Sürgün
Rejimin “modernleşme gururu” olan Itaipú Barajı Latin Amerika’nın en büyük enerji projelerinden biri sadece elektrik üretmedi, aynı zamanda on binlerce insanı köklerinden kopardı. 1967–1982 arasında 38 binden fazla kişi baraj inşaatı nedeniyle yerinden edildi. Bu insanlar, “yeniden yerleşim” vaatleriyle Brezilya sınırına gönderildi; ama çoğu için ne ev, ne iş, ne de tazminat vardı.
Baraj inşaatında çalışan işçilerin tanıklıkları, rejimin propaganda filmlerinde görünmeyen bir Paraguay’ı ortaya koyar: sıtma salgınları, düşük ücretler, iş cinayetleri ve toplu mezarlar. Bir mühendis, yıllar sonra şöyle yazacaktı:
“Itaipú’nun duvarlarını yükseltirken, sessizce bir halkın mezar taşını da örüyorduk.”
Köylü Hareketlerinin Bastırılması
1970’lerde kırsal alanda filizlenen küçük campesino örgütlenmeleri, rejim tarafından derhâl tehdit olarak görüldü. Özellikle Movimiento Agrario Cristiano (MAC) gibi kilise destekli tarım birlikleri, sosyal adalet talep ettikleri için hedef alındı. 1976–1978 arasında yüzlerce lider gözaltına alındı; bazıları Brezilya sınırındaki gizli kamplarda kayboldu.
Stroessner’in tarım politikaları, bir yandan Paraguay’ı “soya cumhuriyeti”ne dönüştürürken, diğer yandan köylülerin gıda üretme kapasitesini yok etti. Ülke ihracat gelirleri artsa da, kırsalda çocuk yetersiz beslenmesi oranı %40’ı geçti. Kırsal halkın “sessizliği” bu dönemde yeni bir anlam kazandı: Konuşmak, ölüm; susmak, yaşamdı.
Sessizlik Kültürü ve Hafızanın Dili
Köylerde “sessizlik” artık korkudan çok bir iletişim biçimiydi. Kadınlar geceleri tarlalarda, birbirlerine hikâyeler anlatırken seslerini alçaltıyor; çocuklara “duvarların kulağı vardır” atasözünü öğretiyorlardı. Bu dönemin halk şarkılarında bile, sözcüklerin yerine metaforlar geçer:
“Toprak karardı, ama mısır hâlâ büyüyor.”
Bu, yalnızca bir metafor değil; hayatta kalmanın poetik biçimiydi. Sözlü kültür, yasaklanmış hafızayı taşımaya devam etti. Bugün bile Concepción bölgesinde yaşlı köylüler, Stroessner yıllarına doğrudan “diktatörlük” demezler. Onların dilinde o dönem “kara mevsim”dir.
III. Hafızanın Bastırılması: Unutmayı Öğretmek
Alfredo Stroessner’in otuz beş yıllık yönetimi, yalnızca bedenleri değil, belleği disipline etme üzerine kurulmuştu. Bu rejim, baskının şiddetinden çok, unutmanın inceliğiyle işliyordu. İnsanlara hatırlamamayı, unutmaktan gurur duymayı ve sessizliği sadakatle eşitlemeyi öğretiyordu.
Devletin ideolojik sloganı her okulun duvarında asılıydı: “Tanrı, Aile, Cumhuriyet.” Bu üçlü, Paraguay toplumunun “ahlaki temeli” olarak sunulsa da, gerçekte rejimin total kontrol aracına dönüşmüştü. Eğitim sistemi, Stroessner’in kişisel kültünü pekiştirmenin en etkili sahnesiydi. 1967 tarihli ilkokul ders kitabında diktatör, “El Padre Stroessner” (Baba Stroessner) olarak anılıyor, çocuklara her sabah onun için dua ettiriliyordu. Tarih derslerinde 1954 öncesi dönem “kaos”, Stroessner yılları ise “ulusal yeniden doğuş” olarak öğretiliyordu. Bu pedagojik çerçeve, hafızayı yeniden biçimlendirmenin en rafine yolu hâline geldi.
Sansür, yalnızca basına değil, dile de nüfuz etmişti. 1970’lerde Asunción’da bir şiir kitabının yalnızca içinde “özgürlük” kelimesi geçtiği için toplatıldığı bilinir. Şair Helena Insfrán’ın “El río sin nombre” adlı eseri, “subliminal anti-devlet mesajlar” içerdiği gerekçesiyle yasaklandı. Oysa kitap sadece bir nehirle konuşan bir kadının hikâyesini anlatıyordu. Rejim, sembollerin dahi tehdit olabileceğini anlamıştı çünkü her sembol, hatırlamanın potansiyel bir biçimiydi.
Bu yıllarda kilise, Stroessner rejimi için hem tehlikeli bir alan hem de potansiyel bir müttefikti. Devlet, piskoposlukları sıkı bir denetime tabi tuttu, din adamlarının vaazlarını sansürledi, Katolik misyonlarının faaliyetlerini “ulusal güvenlik” gerekçesiyle kısıtladı. Ancak bu sessizlik duvarını delen bazı sesler yükseldi. Liberation Theology’nin (Kurtuluş Teolojisi) Latin Amerika’daki etkisi Paraguay’ın da iç bölgelerine ulaştı. Özellikle San Pedro, Concepción ve Caazapá bölgelerinde görev yapan genç papazlar, kiliseyi yoksulların ve kayıpların sesi hâline getirdiler.
1976’da San Pedro bölgesinde küçük bir köyde görev yapan Jesús Giménez adlı genç bir rahip, kaybolan köylüler için gizli bir ayin düzenledi. O gece ortadan kayboldu. Cesedi hiçbir zaman bulunamadı. Onun adı, artık bir dua değil, bir yankıydı. Yıllar sonra, köylüler o geceyi şöyle anlatacaktı:
“Yağmur başlamıştı. O dua ederken rüzgâr kilisenin kapısını çaldı. Sabah olduğunda kilise boştu, ama dualar hâlâ duvarlarda duruyordu.”
Jesús Giménez’in hikâyesi, Stroessner döneminde yüzlerce isimsiz direnişçiden yalnızca birini temsil eder. 1975–1982 yılları arasında yaklaşık 90 papaz ve rahibe sürgün edildi, 20’si kayboldu. Bu rakamlar, küçük bir ülke için neredeyse bir dini soykırım oranına denk düşer.
Rejim, “unutmayı öğretme” stratejisini yalnızca korkuyla değil, gündelik hayatın sıradanlığıyla da pekiştirdi. Radyo programlarında monoton marşlar, gazetelerde “başarılı kalkınma projeleri” ve “örnek vatandaş hikâyeleri” yayınlanırdı. Sanatçılar, rejimin gözetiminde “millî kimlik” temalı yarışmalara davet edilir; tablolarında asker, fabrika veya aile resmetmeyenler destek alamazdı. Böylece bellek, estetik bir disipline dönüştürüldü.
Ancak her baskı, kendi çatlağını da yaratır. Stroessner yıllarında bazı öğretmenler, okul kütüphanelerinde “yasaklı” metinleri gizlice sakladı. Asunción’daki Colegio de las Mercedes’te çalışan bir öğretmen, 1981’de yapılan aramalarda Eduardo Galeano’nun “Las venas abiertas de América Latina” kitabını bir çocuk masalının kapağına gizleyerek sakladığı için tutuklandı. Bu, küçük ama derin bir hafıza eylemiydi.
Rejim, korkunun toplumsal belleği felce uğratacağını sanmıştı. Oysa bazı anılar, toprağın altında da nefes alır. Kayıp insanların gömüldüğü düşünülen kırsal alanlarda, köylüler yıllar sonra hâlâ toprağı kazdıklarında çiçeklerin farklı renkte açtığını söylerler. Bu, yalnızca metafor değil, yaşayan bir gerçekliktir çünkü hatırlamak, yalnızca bir bilinç eylemi değil, doğanın da bir direniş biçimidir.
Bugün Paraguay’ın “Museo de la Memoria y los Derechos Humanos” arşivlerinde Stroessner yıllarına ait afişlerin yanında şu ifade yer alır:
“Unutmak, bir hükümetin en başarılı projesiydi.”
Sessiz Tanıklıkların Dönüşü
1989’da Stroessner rejimi çöktüğünde, Paraguay halkı yalnızca bir diktatörün devrilmesine değil, aynı zamanda hafızanın geri dönüşüne tanıklık etti. Sokaklarda yankılanan sevinç sesleri, aslında otuz beş yıl boyunca susturulmuş bir tarihsel bilincin nefes alışlarıydı. Fakat bu dönüş, bir gecede olmadı; sessizlikle yoğrulmuş bir toplumun hatırlamayı yeniden öğrenmesi gerekiyordu.
1992 yılında, Asunción’daki eski bir polis karakolunun bodrum katında yapılan tesadüfi bir keşif, bu sürecin kaderini değiştirdi: “Archivo del Terror”, yani Korku Arşivi, bir duvarın arkasına gizlenmiş binlerce dosyayla gün yüzüne çıktı. Arşivde 700.000 sayfadan fazla belge, binlerce fotoğraf, sorgu tutanağı, infaz raporu ve Operación Cóndor’a dair gizli yazışmalar bulunuyordu. Bu belgeler, Stroessner’in rejiminin yalnızca Paraguay’da değil, tüm Güney Amerika’da işleyen kıta ölçekli bir devlet terörü ağı olduğunu kanıtladı.
Arşivdeki belgelerin arasında, kaybolmuş öğretmenlerin el yazısıyla yazılmış ders notları, çocukların okul kimlikleri, rahiplerin duaları ve kimliği belirsiz köylülerin parmak izi kartları vardı. Her biri, hem bir suçun hem de bir sessizliğin tanığıydı. Bir belge, 1978 tarihli bir raporda şöyle der:
“Tutuklu no. 331; mesleği öğretmen. Sorguda konuşmadı. Transfer edilmedi.”
Bu soğuk bürokratik cümle, insanlığın en karanlık paradoksunu barındırıyordu: devletin dili, ölümün üzerini “idari işlem”le örtüyordu.
Arşivlerin ortaya çıkarılmasında, bir grup sivil aktivist ve hukuk öğrencisi önemli rol oynadı. Başlarında insan hakları savunucusu Martín Almada vardı. Kendisi de Stroessner rejiminin zindanlarında yıllarını geçirmiş bir tutuklu olan Almada, 1992’de aldığı bir ihbar üzerine polis binasına girdiğinde, memurlar ona “burada hiçbir şey yok” demişti. Ancak duvarın arkasından gelen rutubet kokusu, gerçeğin susmadığını gösteriyordu. O duvar kırıldığında, yalnızca belgeler değil, bir ulusun bastırılmış sesi de dışarı taştı.
Archivo del Terror, kısa sürede yalnızca Paraguay’ın değil, tüm Latin Amerika’nın hafıza coğrafyasının kalbi hâline geldi. Arjantin, Şili, Uruguay ve Brezilya’daki insan hakları kurumları, kayıplarına dair izleri bu belgeler aracılığıyla takip etti. Bir belge, Şili’den kaybolan bir öğrencinin Paraguay’da sorgulandığını; bir diğeri, Uruguaylı bir sendikacının Arjantin’e “sessiz teslimat”la gönderildiğini gösteriyordu. Böylece Stroessner’in küçük ülkesi, unutuşun kıta ölçeğinde örgütlendiği merkezlerden biri olarak tarihe geçti.
Bu arşiv yalnızca geçmişi belgelemekle kalmadı; unutmanın da anatomisini açığa çıkardı. Çünkü her belge, hem bir yok edilişi hem de onun izini sürme çabasını içeriyordu. Dosyaların arasında “boş sayfalar” da vardı muhtemelen silinmiş, yırtılmış, yakılmış kayıtlar. Fakat araştırmacılar o boşlukları, eksik harfleri, yarım cümleleri de korudu. Çünkü hafıza, yalnızca hatırlananlardan değil, silinmiş olanların gölgesinden de oluşur.
Bugün Asunción’daki Museo de la Memoria y los Derechos Humanos’un en sessiz salonunda, camın arkasında duran o belgelerden birinde şu satır okunur:
“El silencio también habla.”
(Sessizlik de konuşur.)
Bu cümle, Stroessner sonrası Paraguay’ın ruhunu özetler. Çünkü diktatörlüğün bıraktığı en kalıcı miras, konuşulamayanın diliydi. O sessiz tanıklıklar kayıp öğretmenlerin çocukları, sürgünden dönen anneler, toprağın altından çıkan belgeler bugün hâlâ konuşmaya devam ediyor.
Arşiv, yalnızca geçmişin bir kaydı değil; etik bir çağrı hâline geldi. Her sayfa, hatırlamanın bir sorumluluk olduğunu fısıldıyor. Paraguay halkı, unutuşun üzerine inşa edilmiş bir cumhuriyetin, ancak hafızayla yeniden kurulabileceğini anladı.
Toprak Konuştuğunda
Paraguay’da Stroessner dönemi, Latin Amerika’nın “küçük ülkelerinin” de ne kadar büyük acılar barındırabileceğini gösterir. Ne var ki bu hikâye, dünya kamuoyunda genellikle Şili, Arjantin veya Brezilya’daki rejimlerin gölgesinde kalmıştır. Oysa Paraguay, unutulmuş bir laboratuvardır: anti-komünizmin, sömürge sonrası bağımlılığın ve hafıza politikalarının kesiştiği bir laboratuvar.
Bugün San Pedro’nun kırlarında, Concepción’un köylerinde, insanlar hâlâ o dönemi “o karanlık zamanlar” olarak anar. Fakat toprak her zamanki gibi unutmamıştır. Stroessner’in diktiği sessizlik duvarı çökmüştür. Artık sessiz topraklar konuşmaktadır.
Kaynakça ve Notlar
- Archivo del Terror, Asunción, Paraguay (1992–2020).
Departamento de Investigaciones de la Policía de la Capital - Comisión de Verdad y Justicia del Paraguay (Informe Final, 2008).
- Museo de la Memoria y los Derechos Humanos, Asunción.
- Colección Pastor Coronel – DIPC (Departamento de Investigaciones de la Policía de la Capital).
- Roett, Riordan. Paraguay: The Personalist Legacy. Westview Press, Boulder, 1984.
- Fogel, Ramón. Dictadura y Campesinado en Paraguay. Centro de Estudios Rurales Interdisciplinarios, Asunción, 2008.
- Arancibia, Patricia. Operación Cóndor y la Guerra Fría en América del Sur. Editorial Planeta, Santiago de Chile, 2015.
- Durán Estragó, Margarita. Memoria del Silencio Rural. Editorial Servilibro, Asunción, 2006.
- Klein, Naomi. La doctrina del shock: El auge del capitalismo del desastre. Paidós, Buenos Aires, 2008.
- León, María Stella. Teología de la Liberación en Paraguay: Fe, Resistencia y Memoria. Universidad Católica de Asunción, 2010.
- Flecha, Ricardo. Canciones de la Memoria: Músicas de la dictadura paraguaya. Fondo Nacional de la Cultura, 2019.
- Almada, Martín. Paraguay: Los archivos del terror y la memoria viva. Fundación Celestina Pérez, Asunción, 1994.
- Galeano, Eduardo. Las venas abiertas de América Latina. Siglo XXI, 1971.
- Duré, Liliana & Sosa, Mirta. Mujeres, Dictadura y Silencio: Testimonios de la Resistencia Femenina. Instituto de Investigaciones Sociales, 2014.
- Comité de Iglesias del Paraguay (CIP) – Informes Internos 1976–1987.
