ÇÖP

İnsan problemiyle ilgilenmezsek, kapitalizmi, tüketim toplumunu inanç temelli eleştirmeyi bırakırsak, modernliğin sadece gelişme ve teknoloji yanını görüp çöp üreten, insanı çöpleştiren yanını görmezsek, soykırımın dünyanın gözü önünde nasıl böyle kolayca icra edildiğini kavramakta zorlanırız. Allah korusun, ne pahasına olursa olsun modernleşeceğiz diye diretirsek biz de sonunda onlara benzeriz; kalplerimiz kararır, vicdanlarımız körleşir de haberimiz dahi olmaz. Tamam gelişelim, güçlenelim ama modernliğin çöp üreten, insanı çöpleştirici ve insanlığımızı tüketen, soykırımı meşrulaştıran yanına karşı da daima uyanık olalım.
Ekim 28, 2025
image_print

Epey zamandır, kapitalizm, tüketim toplumu üzerine yazıyorum.  Şimdi sizi biraz gerilere götüreceğim. Çevre sorunlarının ilk kez gündemimize girmeye başladığı, Yeşiller’in yıldızının ışıltısının henüz uzaktan görüldüğü 1980’li yıllara. O zamanlar kendi adımızla yazmak ne mümkün! Hepimizin birer mahlası var, benimkisi Deniz Gürsel. Gazete ve dergilerde biraz “siyasi” sanılabilecek denemeleri bu imzayla yazıyorum. Onlardan çevre sorunlarıyla ilgili olanları, 1989 yılında, küçük bir kitap haline de getirip İnsan Yayınları arasından “Çevresizsiniz” adıyla yayınlamıştım. Oradan, bazı aktarmalar yapacağım müsaadenizle.

Çevresizsiniz

“İnsan hem düğüm hem çözüm hem av hem avcı. Çevreyi insanlardan ayrı ele almak, insanı dönüştürmeksizin çevre sorunlarına bir çözüm bulmaya çalışmak boşa çaba.

İnsanın en geri planda kaldığı bir dünyadır modern dünya. Üstelik her şey onun refahı, çıkarı, huzuru adına yapılarak bu hale gelinmiştir. Böyle bir dünyada yaşayan bir insan olarak yığınla işaretin anlamını bilme abur cuburuyla kafamızı doldurduğumuz yetmiyormuş gibi bir de bu modernliğin sağ gösterip sol vuran yumruklarına tahammül etmemiz istenir. Gücenik, içinde bir şey kalmışlık duygusuyla, buğulu gözlerle dolanıp durmamız biraz da bundandır. Keban’da baraj, Boğaz’da ikinci köprü yapılır ama bizim kırgınlık, yalnızlık duygumuz yerinden milim kıpırdamaz. Şatafatlı ölüm törenleri, ölüm korkusuna neyler ki?

Trafik keşmekeşi, şehir hayatındaki tıkanıklıklar, pıhtılaşmalar, baskı, kalabalıklar, yüksek binalar, yitmiş toprak kokusu, beden ve ruh sağlığımızı bozan hastalandırıcı, kirli çevre koşulları; nükleer bir felaketi, toplu ölümlerle sonuçlanacak bir savaşı beklemenin endişesi… Bütün bunlar yeni bir dünya talebi için yeter mi bilmiyorum. Beni asıl düşündüren dünyanın neden bu hale geldiği, hangi insan malzemesinin başımıza bunca belayı getirdiği? Yalnızca refah tutkusunun, sınırsız büyüme arzusunun, maymun iştahlılığın nedenleri, bütün bunlara, dünya malına yüz vermeyen insanımıza ne olduğu? Çevre sorunlarını başından sonuna kadar bir insan tipolojisi sorunu olarak algılıyorum…

Ekonomik bir insan modeli oluşturdu kapitalizm. Sosyalizm siyasi bir insan modeliyle buna sözüm ona karşı durdu… Zaten çekiştirmeleri öngören bir sistemin bir yanını çekiştirmek, bütününü pekiştiriyordu. Gelişme, dağınıklık, iş bölümü, farklı telden çalmalar kronikleşti… Tabiatı talan eden narsistik egoizmin kırılmasının yolu, egoyu gerçekten tatmin eden, insanın tabiatla uyumunu bozmayan yeni biçimler bulmaktır. Kanaatimce bu yeni biçimler, geleneksel yaşam biçimlerinden başkası değildir.”

Yıllar yıllar önce bunları yazdım. Sonra bunun üzerine epeyce bir yıl daha yaşadım. Elbette inancım, temel düşüncelerim değişmeden sürüyor ama “Çevresizsiniz”den sonra dünyaya daha grift, daha ziyade güç ilişkileri analizine dayalı teorilerle baktığımı, gençlik yıllarımdaki naif bakışı pek gündeme getirmediğimi görüyorum. Bu süre zarfında ülkemiz siyasi ve ekonomik yapısında da büyük değişiklikler oldu. Özellikle son 20 yılda olup bitenleri anlatmak için “sessiz devrim” nitelemesi, en uygunu. Değişikliklerin çoğunu tüm kalbimle destekledim, desteklemediklerime eleştiri hakkımı kullandım ya da sükûnet en etkili eleştiridir diye sessiz kalmayı yeğledim. Özeleştiri gerektiren en önemli eksik, insanımızın kapitalizme ve tüketim toplumuna karşı inanç temelli yeterince uyarılmaması, kanaatkârlığa ve paylaşmaya dayalı geleneğimizin ihyası için gerekli çabaların gösterilememesiydi. Çoğunlukla gelişme ve büyüme, modernlikte aldığımız büyük yol vurgulandı. Oysa gelişme, büyüme ve modernliğin sadece bir vechesi de diğer vechesinde ise devasa bir çöp üretimi bulunur. O öylesine önüne geçilemez bir süreçtir ki, insanları bile çöpleştirir, ıskartaya çıkartır.  Modernliğin insanları bile çöpleştirip ıskartaya çıkardığı tespiti, toprağı bol olsun, büyük sosyolog Zygmunt Bauman’a aittir.

Iskarta hayatlar

Şimdi önümde benim “Çevresizsiniz”in yanında Zygmunt Bauman’ın “Iskarta Hayatlar: Modernite ve Safraları” kitabı duruyor… İkisinin kapağı da çok benziyor. Sahile vuran atıklar, iskeletler, çöp yığını…

Özellikle 11 Eylül 2001’den bu yana artık günümüz için “insan hakları çağı” ve “bilgi çağı” gibi parlak nitelemeleri pek duymuyoruz. Onun yerine “tüketim toplumu” (Baudrillard), “gösteri toplumu” (Debord), “ağ toplumu” (Castells, Dijk), “şeffaflık toplumu”, “yorgunluk toplumu” (Han), “risk toplumu” (Beck), “öfke çağı” (Mishra) gibi kulağa pek de hoş gelmeyen sıfatlar kullanılıyor. Naçizane biz de yaşadığımız zamanlara “teknomedyatik dünya” diyoruz. Yani insan ilişkileri açısından hayırhah ifadelerle anılmıyor zamanımız…

Zygmunt Bauman. “Büyük, yoğun ve dolaşım halindeki çok kökenli insanların kalıcı kümesi şeklinde… birbirleri arasında hareket eden farklı yabancıların daima değişen kalabalığı içinde öğütülüp duruyoruz” dediği toplumu en iyi “akışkan” sıfatının nitelediğini düşünüyor.

Böyle çarpıcı ifadelerle anlatmaya çalışıyordu batı toplumunun halini 2001’de, “Cemaatler: Güvenli Olmayan Bir Dünyada Güvenlik Arayışı” (Türkçesi, N. Soysal, Say Yayınları, 2016) kitabında Bauman. Ondan kısa bir süre sonra 2004’te yazdığı “Iskarta Hayatlar: Modernite ve Safraları” (Türkçesi, O. Yener, Can Yayınları, 2018) kitabında ise feryadı iyice katlanıyor: Küreselleşme süreçleri nedeniyle, eskiden modern egemen devletin uhdesinde olan güç kapasitesinin büyük bölümünün aktarıldığı akışlar, ‘Vahşi Batı’ koşullarını ortaya çıkardı. Kırılgan ve hassas dengeler oluştu. “Gezegen doldu. Modernleşmenin küreselleşmesi, yani modern yaşama biçiminin tüm gezegene yayılması, iki tür atığa neden oldu. Birincisi, modern hayat tarzının artık denetlenemeyecek miktarlarda ürettiği atıklar; ikincisi, bazı insanların (mülteciler, sığınmacılar, muhacirler) atık durumuna gelmesi…”

2017’de yitirdiğimiz Zygmunt Bauman. O, 2023’te başlayan ve halen süren Gazze soykırımını ve direnişini göremedi ama önceki İsrail katliamlarına karşı verdiği tepkilerden de biliyoruz ki, asla soykırıma sessiz kalmayacak, binlerce masum çocuğun ve sivilin soydaşları tarafından soykırım amacıyla katledilmelerini Jurgen Habermas gibi meşrulaştırmaya kalkmayacaktı.

Modernliğin safralarının atılımı arttıkça, yeni korkular belirirken insanları bir arada tutan güven duygusu ve güvenlik azaldı. Güven duygusu yoksa insanlar verdikleri sözleri tutmazlar, dünya tehlikeli ve korkutucu bir hal alır; kuşkuculuk egemen hissiyat haline gelir, kaypaklık ve tuzak (endişesi) başlar; bağlar, taahhütler anlamını yitirir. Öyle oldu. Güvenlik korkusu ise katlanması güç boyutlara ulaştı. Güvenlik sanayi o kadar büyüdü ki, gezegeni dolduran atık üretimin baş faktörü haline geldi. Bunları gören Bauman, şüphesiz Filistin halkının da İsrail’in büyümesi, çıkarlarının korunması için Ortadoğu’dan yok edilmesi gereken bir safra olmasına şiddetle itiraz edecekti.

Şunun için geçtim “Çevresizsiniz”den “Iskarta Hayatlar”a: İnsan problemiyle ilgilenmezsek, kapitalizmi, tüketim toplumunu inanç temelli eleştirmeyi bırakırsak, modernliğin sadece gelişme ve teknoloji yanını görüp çöp üreten, insanı çöpleştiren yanını görmezsek, soykırımın dünyanın gözü önünde nasıl böyle kolayca icra edildiğini kavramakta zorlanırız. Allah korusun, ne pahasına olursa olsun modernleşeceğiz diye diretirsek biz de sonunda onlara benzeriz; kalplerimiz kararır, vicdanlarımız körleşir de haberimiz dahi olmaz. Tamam gelişelim, güçlenelim ama modernliğin çöp üreten, insanı çöpleştirici ve insanlığımızı tüketen, soykırımı meşrulaştıran yanına karşı da daima uyanık olalım. İnançlarımızdan kaynaklanan eleştirel potansiyellerimizi, erdemli duruşumuzu ve en büyük hazinemiz olan insani değerleri koruyalım.

 

Prof. Dr. Erol Göka

Prof. Dr. Erol Göka:
1959 yılında Denizli’de doğdu. Evli ve 5 çocuk babası. 1992’de psikiyatri doçenti, 1998’de Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği Şefi oldu. Halen Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi Psikiyatri Kliniği Eğitim ve İdari sorumlusu. Türkiye Günlüğü dergisinin yayın; birçok tıp ve beşerî bilimler alanındaki derginin danışma kurullarında bulunuyor. Türk Grup Davranışı kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya, 2008 yılında da Türk Ocakları “Ziya Gökalp İlim ve Teşvik Ödülü” verilmiştir.

Web: erolgoka.net
Mail: [email protected]

Yayınlanan kitapları içinde öne çıkanlar:

-Türklerin Psikolojisi (2008; 2017)
-Kadınlar, Erkekler, Âşıklar (Dr. Sema Göka ile birlikte, 2008)
-Yedi Düvele Karşı: Türklerde Liderlik ve Fanatizm (2009),
-Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları (2009; 2018)
-Türk’ün Göçebe Ruhu (2010; 2019)
-Geçimsizler: Kişilikleri Tanıma ve Geçinmeyi Kolaylaştırma Kitabı (Dr. Murat Beyazyüz ile birlikte, 2011; 2019)
-“Gerçek” İnsanın Yüzünde Yazar mı: Batı, İslâm ve Bilim Dünyasında Kişiliği Yüzden Tanımak (Dr. Murat Beyazyüz ile birlikte, 2012; 2020)
-Hayatın Anlamı Var mı? (2013; 2019)
-Yalnızlık ve Umut: Günümüzde Varoluşsal Çaresizlikler ve Çıkış. (2020)
-Mutedil Müslümanların Günümüzdeki Düşmanları (2016)
-İnternet ve Psikolojimiz: Teknomedyatik Dünyada İnsan (2017)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA