En Kolay Ezberlediğimiz Kısaltma: Avm

Enformasyon teknolojileriyle nefes alıp veren gençler, AVM'lerde kendilerini küresel dünyanın bir neferi gibi hissediyorlar. Giyimlerinin, tüketim ve sinema zevklerinin diğerlerinden hiç farklı olmadığı duygusu, onların dünyaya yabancılıklarını ortadan kaldırıyor. Bu kadar psikolojik çıkar sağlamasının yanı sıra bir de ailelerin AVM'leri güvenli buldukları için gençleri oralara yönlendirmelerini ekleyin… AVM yönetimleri de gençlerin bu farklılığının farkında. AVM’leri gençlerin ayrılamadıkları, biricik yuvaları haline getirmek için konserler yapılıyor, gençlere özgü mekânlar açılıyor durmaksızın.
Ekim 20, 2025
image_print

Uluslararası Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği’nin (ICSC) tanımına göre, “minimum 5 bin metrekare kiralanabilir alana sahip, en az 15 bağımsız bölümü olan ve tümü tesis olarak yönetilen kurumsal ticari gayrimenkullere” AVM deniyor. Türkiye’de bu tanıma uyan irili ufaklı onlarca AVM var, sayıları da şehirlerimizin hayatlarındaki rolleri de giderek artıyor. AVM sektörünün ‘Pazarlama Oscarları’ olarak bilinen İCSC Uluslararası Pazarlama Ödülleri’ne nedense en çok ülkemiz AVM’leri layık görülüyor. “AVM’lerin halkın gündelik hayatını değiştirme oranları”na göre ülkeleri sınıflandırırsak Türkiye’nin açık ara ilk sırayı alacağı kesin.

Hayatında ilk defa AVM gören birisi, hemen anlar ki, buralar uluslararası yatırımcının ülkemize ana giriş kapılarından. “Sen biliyor musun AVM’ler sayesinde ülkemizde kaç milyar dolarlık yabancı sermaye girişi oldu?” diye savunuyor zaten “AVMseverler” buraları. “Ne zararı var?” diyebilirsiniz. Ülkenin kendi kaynaklarının ve kültürünün gelişimine hizmet edecek alternatif yollar düşünülmüşse elbette zararı yok. Yabancı sermayeye bu devirde karşı çıkmak, ekonomik mecburiyetleri görmezden gelmek, inkâr etmek demek… Ama bu gerçek, AVM’ler aracılıyla gelen yabancı sermayenin niteliği üzerine düşünmemiz gereğini ortadan kaldırmıyor. Hem AVM’lerin kendileri hem de buralara yatırım yapan firmalar, aynı zamanda kültürel dönüşümün, yabancılaşmanın simgeleri. AVM sorununun büyük kısmı da buradan kaynaklanıyor. Ortada büyük bir kültürel sorun varken, yabancı yatırımı teşvik etmenin yegâne amacı, “dünyada olan tüm büyük markalar burada da olsun” olamaz, olmamalıdır. Ama galiba çoktan olmuş. Kulağımıza kadar gelen “ünlü yabancı markaların AVM’lere itibar kazandırmak için kira ödememeleri” olgusu başka nasıl açıklanabilir ki…

AVM’lerle birlikte toplumumuzdaki tüketim eğilimlerinin ve arazi-rant ilişkisinin nasıl artmış olduğunu, gören tüm gözler görüyor. Belli bir alana birçok ticari mekân sığdırmanın ne demek olduğunu hesaplayabilmek için ille de müteahhit olmak gerekmiyor. Yangından mal kaçırır gibi şehrin sosyoekonomik hayatına, geleneksel, tarihsel dokusuna yapılan bu müdahalelerin ileride nelere mal olacağı konusunda kazançlarını esas alan girişimciler, yatırımcılar pek düşünmezler ama münevverler, siyasiler, düşünmek zorunda. Şehirlerimizin kaderini, insanımızın geleceğini sadece yatırımcının kar hesaplarına bırakamayız. Önce gökdelenlerle mahalle kültürümüz kaybolup gitti. Şimdi de AVM’lerle kanaatkârlığa ve dayanışmaya dayalı sosyal dokumuza geldi sıra. Bunları görmek için “inşaatçı kalkınma modeli”nden sıyrılıp gelenek bağlılığı ve tarih bilinciyle çevremize şöyle bir bakmak, bakabilmek, kaybettiklerimizin parayla pulla ölçülemeyeceğini anlamak gerekiyor.  Gerçek olan ve lazım gelen muhafazakârlık tam da bu zaten!

Batıyı, ekonomiyi bilen uzmanlar, ülkemizdeki AVM’lerin böylesine hızla yaygınlaşmasında, sektörün şehirlerimizdeki gündelik hayatı altüst edecek kadar abartılı büyümesinde bir terslik görüyorlar, hatta bu durumu “azgelişmişlik işareti” olarak niteleyenler dahi var. Yanlış anlaşılmamalı: Büyük metropollerde çalışan insanların her şeyi bir arada bulabilecekleri alışveriş merkezleri olması elbette yadırganmaz. Modernliğe, büyük şehirlere “evet” demişsek AVM benzeri oluşumlara ihtiyaç olacağını da tabii ki kabul ederiz. Ama bunun bir kuralı hem de sağlam bir kuralı olmalı. Şehrin ana dokusunu, yaşantısını, tarihi merkezleri bozmamalı, olabildiğince şehir dışında olmalı; kolay toplu taşım imkânları bulunmalı, insani bir yeşil alan ve çocukların bedava yararlanabileceği oyun alanları içermeli mesela. Oysa bizdekilerin çoğu bu şartlardan azade. Böyle hesapsız kitapsız olunca da dev rantiyeler oluşması, adaletsizliklerin ortaya çıkması, şehrin özgün, otantik yaşantısında tahribatlar görülmesinin önüne geçilemiyor…

Ezberlediğimiz en kolay kısaltmalar arasına bir anda giriveren AVM, gündelik hayatımızda çoktan vazgeçilmezler arasında yerini aldı. Mütevazı sermaye hareketleriyle yaşayabilen çarşı esnafı, uluslararası destekli bu devasa merkezler karşısında eriyip gidiyor. Oysa geleneksel çarşı, dayanışmaya dayalı, bireysel katılıma açık, tarihle barışıktı; şehir estetiğine ve demokratik hayata daha uygundu. Daha da önemlisi, biçim ve öz olarak modernliğin sıkıntılarına karşı yeni bir medeniyet talebimizle örtüşüyordu. Mutlaka geleneksel çarşıyı ihya etmenin ve şehirlerimizdeki tarihi dokuyu, esas yerleşim koreografisini barındıran eski planı ne pahasına olursa olsun korumanın yollarını arayıp bulmalıyız.

Niye dolduruyoruz şu AVM’leri?

Ne zaman AVM’lerle ilgili işe yarar, eleştirel birkaç cümle söyleseniz hemen soru hazır: “Ama insanlar seviyorlar, baksanıza tıka basa dolu hepsi?”

AVM’leri doldurduğumuz apaçık bir gerçek. Bir yıl ölçeğinde, ülkemizin her şehri birlikte düşünülüp hesaplandığında yaklaşık 10 milyar insan AVM’lere akıyor. Bir kimsenin bir ay içinde AVM ziyaret etme sıklığı da çok fazla, 10’a yakın. Hafta sonları hafta içine göre daha fazla tercih ediliyor. AVM’lere gelen tüketicinin dışarıda yemek yeme sıklığı, ayda 7-8, bu sayı giderek artıyor. Bu oran İstanbul müşterilerinde Anadolu’ya göre daha yüksek. AVM memnuniyet oranının ise Anadolu’da daha yüksek olduğunu gösteriyor araştırmalar.

Hızlı şehirleşmemiz, daha doğrusu köylerden şehirlere insanlarımızın ekmek kavgası için göç etmek zorunda kalmasıyla şehirlerimizi AVM’lerin doldurması, at başı giden süreçler. Özellikle büyük şehirlerimizde insanımız, iş hayatından fırsat bulduğu hemen her zaman, ailesiyle vakit geçirmek, alışveriş yapmak, eğlenmek, dinlenmek ve arkadaşlarla görüşmek gibi nedenlerle AVM’lere geliyor.

AVM’ler, her yaştan insana cazip gelecek özelliklerle donatılıyor; her yaş grubuna özgü ilgi çekici etkinlikler planlanıyor. Buralar, sadece alışveriş değil eğlence, kültür-sanat etkinliği, karşılaşma-buluşma, hoş vakit geçirme imkânlarına da sahip havası verilmeye çalışılıyor. Tüm ihtiyaçları bir arada paket halinde sunan merkezlermiş gibi görünmeye özen gösteriliyor. Çünkü “hepsi bir arada” formülü modern tüketici için büyük bir auraya sahip. Ama tüm bunlar bahane, asıl amaç tüketim. Ne kadar çok tüketim olursa işler o kadar şahane….  AVM’leri tercih edenlerin motivasyon sıralamasına baksanıza: Alışveriş düşkünleri yüzde 28’lik oranla ilk sırada. Bu grubu yüzde 23 ile tasarruf odaklı müşteriler izliyor. Kalite takipçileri ise yüzde 21 ile üçüncü sırada. Son iki sırayı yüzde 15’le ihtiyaç odaklılar ve yüzde 13’le keyif odaklı müşteriler oluşturuyor. Hangi kategoriyi ele alırsak alalım, tüketim gerçeğiyle karşılıyoruz, yani tam bir tüketim katedrali AVM’ler…

AVM denilince gençler için özel bir başlık açmak lazım. AVM’ler, gençlerimiz için hem marka tüketmenin hem kimliğinin bir parçası kıldığı markasını, tarzını oracıkta sergilemenin, göstermenin, daha da önemlisi akranlarıyla zaman öldürmenin (evet, evet öldürmenin) arenası… Bu konuda yegâne mekân olma yolunda ilerliyorlar… Burada biraz nefeslenelim ve ayrıntısını sonraya bıraktığımız iki saptama yapalım.

Biz “AVM’lerde zaman öldürmek” deyip geçiyoruz ama gündelik hayata iktidar açısından bakarsak, “boş zamanın kurumsallaşması”nın bu biçiminden siyaset sosyolojisiyle ilgili ilginç sonuçlar çıkarabiliriz. AVM’lerin boş zamanı kurumsallaştırarak bir tür zapturapt altına alması birinci saptamamız. Şehrin agorasının yerini AVM’lerin alması, demokrasinin gerilemesi ve kamusal insanın yok olması ile yakından bağlantılı… AVM’ler, vatandaş olma bilinci ile bir toplanma, karşılaşma, tartışma alanı asla değiller. Tam tersine tüketerek gerilim giderme, kafa dağıtma, tepkisizleşme mekânları. Buralardaki karşılaşmalar da esasen bu amaca hizmet ediyor.

İkinci saptamamız ise AVM’lerin bedenlerin markalaşması gibi tüketim toplumunun yeni bir veçhesine yol aması, imkan sağlaması. İnsanlar bir yandan kimliğinin bir parçası olarak satın aldığı markasını AVM’lerin geniş hollerinde sergilerken bir yandan da bizatihi “bedenlerin markalaşması” diye yeni bir olgunun ortaya çıkmasına yol açıyor. Önceleri, giysiler, takılar ve bedenini taşıma kimlik özelliğine sahipken şimdi bizatihi bedenin kendisi ana role soyunuyor. Spor salonlarının ve döğme kültürünün yaygınlaşmasıyla AVM’lerin gösteri toplumunun “beden” bölümüyle ilgili bir işlev de üstlendiğini gözlemliyorum.

Enformasyon teknolojileriyle nefes alıp veren gençler, AVM’lerde kendilerini küresel dünyanın bir neferi gibi hissediyorlar. Giyimlerinin, tüketim ve sinema zevklerinin diğerlerinden hiç farklı olmadığı duygusu, onların dünyaya yabancılıklarını ortadan kaldırıyor. Bu kadar psikolojik çıkar sağlamasının yanı sıra bir de ailelerin AVM’leri güvenli buldukları için gençleri oralara yönlendirmelerini ekleyin… AVM yönetimleri de gençlerin bu farklılığının farkında. AVM’leri gençlerin ayrılamadıkları, biricik yuvaları haline getirmek için konserler yapılıyor, gençlere özgü mekânlar açılıyor durmaksızın.

Bilmem anlatabiliyor muyum AVM’lere ilginin bilinçli olmaktan ziyade tüketim toplumu şehir hayatının dayatmalarından kaynaklandığını. Kendi kültürümüze uygun şekilde inşa edemediğimiz şehirlerde özellikle gençlere, çocuklara yönelik cezbedici eğlence, verimli zaman geçirme ortamları olmadığı için, eğlence, oyun ve alışverişi aynı anda sunan bu mekânlara yönelmek zorunda kalındığını… İhtiyacımızın ne olduğunu, neyi, nereden almamız gerektiğini, hangi takdirde mutlu olacağımız onlar belirliyor. Bize sadece direktiflere uyarak kendimize yabancılaşmak kalıyor.

 

Prof. Dr. Erol Göka

Prof. Dr. Erol Göka:
1959 yılında Denizli’de doğdu. Evli ve 5 çocuk babası. 1992’de psikiyatri doçenti, 1998’de Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği Şefi oldu. Halen Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi Psikiyatri Kliniği Eğitim ve İdari sorumlusu. Türkiye Günlüğü dergisinin yayın; birçok tıp ve beşerî bilimler alanındaki derginin danışma kurullarında bulunuyor. Türk Grup Davranışı kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya, 2008 yılında da Türk Ocakları “Ziya Gökalp İlim ve Teşvik Ödülü” verilmiştir.

Web: erolgoka.net
Mail: [email protected]

Yayınlanan kitapları içinde öne çıkanlar:

-Türklerin Psikolojisi (2008; 2017)
-Kadınlar, Erkekler, Âşıklar (Dr. Sema Göka ile birlikte, 2008)
-Yedi Düvele Karşı: Türklerde Liderlik ve Fanatizm (2009),
-Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları (2009; 2018)
-Türk’ün Göçebe Ruhu (2010; 2019)
-Geçimsizler: Kişilikleri Tanıma ve Geçinmeyi Kolaylaştırma Kitabı (Dr. Murat Beyazyüz ile birlikte, 2011; 2019)
-“Gerçek” İnsanın Yüzünde Yazar mı: Batı, İslâm ve Bilim Dünyasında Kişiliği Yüzden Tanımak (Dr. Murat Beyazyüz ile birlikte, 2012; 2020)
-Hayatın Anlamı Var mı? (2013; 2019)
-Yalnızlık ve Umut: Günümüzde Varoluşsal Çaresizlikler ve Çıkış. (2020)
-Mutedil Müslümanların Günümüzdeki Düşmanları (2016)
-İnternet ve Psikolojimiz: Teknomedyatik Dünyada İnsan (2017)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.