Doğu’da Ney Sadece Bir Enstrüman Değildir

Üstat Niyazi Sayın’ın vefatı ile yavaş yavaş bir devrin de kapanmaya başladığını söylemek mümkün. Beşir Ayvazoğlu’nun “Ney’in Sırrı” kitabını okuduğumuzda ney’in sadece bir enstrüman olmadığını, bütünüyle Doğu’ya ilişkin müzik ve evren algısının adeta merkezini inşa eden güçlü bir temsiliyet taşıdığını anlarız. Bu temsiliyet, müziğin “yerle gök arasındaki rabıta”yı sağlayan metafizik bir alan olduğuna dair inancı içerir. Niyazi Bey, Doğu’nun insan, eşya, evren algısına ait bu geleneksel bilgisi ile modern zamanlar arasında duran son isimlerdendir.
Ekim 16, 2025
image_print

Üstat Niyazi Sayın’ın vefatı ile yavaş yavaş bir devrin de kapanmaya başladığını söylemek mümkün. Beşir Ayvazoğlu’nun “Ney’in Sırrı” kitabını okuduğumuzda ney’in sadece bir enstrüman olmadığını, bütünüyle Doğu’ya ilişkin müzik ve evren algısının adeta merkezini inşa eden güçlü bir temsiliyet taşıdığını anlarız. Bu temsiliyet, müziğin “yerle gök arasındaki rabıta”yı sağlayan metafizik bir alan olduğuna dair inancı içerir. Niyazi Bey, Doğu’nun insan, eşya, evren algısına ait bu geleneksel bilgisi ile modern zamanlar arasında duran son isimlerdendir. Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Abdülbaki Dede’nin oğlu Neyzen Gavsi Baykara’dan ney dersleri alarak başlayan meşk yolculuğu yine bu halkanın önemli isimlerinden neyzen Halil Dikmen’e ulaşan derin bir hatta ilerler.

Şunu pekâlâ iddia edebiliriz ki, ney Doğu’nun bütün sesleri arasında insanı metafizik boyuta taşıma gücüne sahip en önemli enstrüman. Tasavvuf bilgisi bu inancı böyle kodluyor. Tasavvuf ehlinin müzik ile kurmuş olduğu ve semboller üzerinden yapılandırılan ilişkisi evvela bütün bir evrenin musıki ile donandığı inancından beslenen metafizik bir alana açılmakta. Buna göre insanoğlu ete kemiğe büründüğümüz bu geçici dünyaya ruhlar âleminden gelmiştir ve bu geliş bir anlamda ayrılık duygusu merkezli şekillenen bir hasreti ve geri dönme iştiyakını üretir. Müzik de işte bu gerçek âleme, sahih vatana duyulan özlem’den, kopuş’tan, inleme’den doğmuş olan bir ifade biçimi. Duyduğumuz her müziğin bizi bu kadar sarmasının, bir şekilde etkilemesinin sebebi de insanın kimyasında varolan müziğin, evrenin büyük müziğinin bir parçası olması ile ilgilidir. Tasavvufta yer alan “herşeyin Allah’ı zikrettiği” bilgisinin müzikal bir açılımı olmasının gerekçesinin membaında da bu var.

Müziğin tasavvuf içerisinde bu kadar geniş bir alanı doldurması müzikal icralara ait seslerin de yine semboller üzerine yürüyen bir açılım ile okunmasına yol açtığı tartışma götürmez. Doğal olarak bu okuma bazı seslere kutsiyet atfedimini getirmiş ve bugün de bilindiği gibi ney enstrümanı da böyle bir kutsiyet okuması ile anlamlandırılmıştır. Ney’in kutsiyet ile okunmasına sebep olan “hikâyât” ise şöyle : Peygamber Efendimiz (sav) Miraç’a çıktığı vakit Yüce Allah (cc) kendisine ilmin sonsuzluğuna ilişkin doksan bin kelime ve sır vermiştir. Bu mevcut sırrın otuz bini avamın algılayabileceği, başka otuz bini de havasın algılayabileceği düzeydedir. Kalan son otuz bin ise yüksel derecede bilgi ve sırdan müteşekkildir. Efendimiz bu yüksek sırların bazılarını kimseye aktarmaması şartı ile ancak Hz. Ali’ye anlatmıştır. Ancak Hz. Ali bu yüksek bilgi ve sırrı yüreğinde taşıyamayacak kadar ağır olduğunu hissedince gidip boş bir kuyuya söylemiştir. Sonrasında bu kuyudan bir kamış uzar. Çobanın biri bu kamışı kesip dokuz boğum ve yedi sesten oluşan bir enstrüman yapar. Peygamber Efendimiz birgün ashabı ile gezerken kulağına damadı Hz. Ali’ye verdiği sırra ait sözler gelir. Hz. Ali, ilahi güzelliğe ait bu sırdan o kadar etkilenir ki ilahi aşkın ateşini artık taşıyamayacak dereceye ulaşır ve aşk ile yanmaya başlar. Sonunda tahammül edemez hale gelir ve boş bir kuyu ile paylaşmak zorunda kalır.

Tasavvuf külliyatında çokca anlatılan bu hadise ise semboller üzerinden okunmaya açıktır ve her bir olgu sembolik olarak daha öte bir anlamı aralamak üzerine kuruludur adeta. Ve bu aralanan kapıdan da tasavvufun daha büyük evren ve varoluş felsefine ulaşılır. Şimdi mesela bu sembolleri çözümlemeye başlarsak şöyle bir metin genişliği çıkar önümüze:

Nasıl Hz. Ali sırra vakıf olup ve o kutsal sırrı meydana getiren ilahi aşk ile yanmaya başlamış ise ney de bu sırrın bir ortağıdır artık doğal olarak. Bir inlemeye, ağlamaya benzeyen sesi ise koparıldığı, kesildiği, ayrıldığı kamışlığa yineden dönebilmek acısı iledir. Sesinin hüznünde bu gerekçe mevcut. Tıpkı daha büyük bir tasavvuf bilgisi olan insanın, ruhlar aleminden ayrı kalıp tekrar oraya dönmek için iştiyak duyması gibi. Ve hatta ney kamışlıktan kesilip kopartılığı gibi vücudu ateşle dağlanarak delikler açılmış, başına ve ayak ucuna boğumlar takılmış, sulak zemininden çekildiği için de solmuş, sararmıştır. Bir zaman dolu olan içerisi boşaltılmıştır ayrıca. Onu anlamlı kılan ise belli bir dereceye ulaşabilmesi amacıyla içinin doldurulması ve eski hâline, aslına yaklaşması gerekliliğidir. Ki bunu da içine nefes üfleyen neyzen yapar. Ve kendisi tek başına hiç bir anlam ifade etmez, evrende bir yer dolduramaz, sesini dahi çıkartamaz, inleyemez bile. Neyin üzerindeki dokuz boğum bir anlamda insanoğlunun asıl aleminden ayrı kaldığı dünyada anne karnındaki yolculuğuna işaret. Yedi delik ise insanoğlunun suretinde yer alan iki göz, iki kulak, bir ağız ve iki burun deliklerine göndermede bulunduğu gibi aynı zamanda insanın insan-ı kâmil mertebesine çıkabilmesi için takip etmesi gereken yedi aşamayı da sembolize eder. Bu yüzden Hz. Mevlana zaten Mesnevi’sinde kutsiyet atfedilen ney için söze şöyle başlar:

 

Dinle bu ney neler hikayet etmede

Ayrılıklardan şikayet etmede

Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadım

Erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir

 

Ney aynı zamanda insan-ı kâmil’i temsil eder. Ney’in üflenmesi ise İsrafil’in Sûr’u üflemesidir. Mevlana hazretleri “Dinle neyden…” derken sözü, mürşitten ve insan-ı kâmil’den dinle diyor bir anlamda. Ney ile algısı bütünleşen Mevlevi törenlerinde de bu sembolik dil devam eder. Kudüm’ün ilk vuruşu “Ol” emrine işarettir mesela. Törende semazenlerin kalkarken yere el vurmaları bu “Ol” emrinin içselleştirilmesinin ve Sûr’u duyunca kabirden kalkmanın açılımıdır. Sûr’un üflenmesiyle kabirlerinden kalkan ve nereye gideceklerini bilemeyenlerin yolunu aydınlatan ve onları kurtuluş mevkiine eriştiren insan-ı kâmil’dir. Mevlevi müritlerinin üstündeki hırkaları, kabirleri; başlarına giydikleri sikke, mezar taşları; beyaz tennureleri ise kefenleridir sembolik olarak. Semanın yapıldığı alan ise kâinattır. Müridin sağ tarafı dünyevi olan alanı temsil eder, sol alanları ise asıl olanı ve mana âlemini…

Kozmoz-müzik ilişkisini güçlü semboller ile kuran tasavvuf hareketlerinin bir bakıma müziğin etik alanını koruduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü notadan ziyade “meşk” merkezli bir eğitim anlayışını benimseyen klasik müziğimiz, meşk ile sadece varolan müzikal külliyatı kuşaktan kuşağa aktarmamış, tasavvuf ile şekillenen ahlaki öğretisini de bu aktarım sırasında ilişkiyi belirleyen bir etken olarak öne çıkarmıştır. Meşk merkezli müzikal kodların aktarımı aynı zamanda hoca-öğrenci ilişkisi sürecinde ahlaki öğretilerin de öğrenciye aktarımına vesile oluyor ve bu öğretiler öğrencinin olduğu kadar müziğin de belirli ahlaki ilkeler etrafında şekillenmesine yol açıyordu. Şimdi böylesi bir ilişkiden bahsetmek ne yazık ki mümkün değil.

Kuşkusuz müziğin öğretildiği akademik kurumlar mevcut ama müziğe salt öğretilmesi gereken bir bilgi yığını olarak bakmak ve bunu gerçekleştirirken de pozitivist bir paradigmadan beslenilerek öğreti hâline getirmek doğal olarak müzik-etik ilişkisi bağlamında kayda değer bir şey bırakmıyor geriye. Oysa tasavvuf kültürü müziği de bütün retoriği gibi Allah (cc)’ın yeryüzüne yansıyan -ayna metaforundan hareketle- bir güzelliği olarak algılayan üst bir yorum yetisine sahip idi. Bu yeti beraberinde müziğe bakışta ve icrada belli bir ahlaki kaygıyı ortaya koyuyordu. Modernite geleneksel olan ile ilintisini kestiği ve ayrıca bir enstrümana kutsiyet vs atfetmek gibi metafizik bilgiden yoksun olduğu için ney’in neyi temsil ettiğini kavrayabilecek, anlamlandırabilecek ve içselleştirebilecek donanımdan nasipsizdir. Rahmetli Niyazi Sayın gibi isimler bu asıl açıdan önemlidir. Rahmet olsun.

Selçuk Küpçük

Selçuk Küpçük; Gazi Üniversitesinde PDR eğitimi gördü. Ordu Ün. Güzel Sanatlar Fakültesinde sinema üzerine yüksek lisans yaptı. Birçok dergide şiir, müzik, sinema ve poetika metinleri yayınlayan Küpçük’ün kendi bestelerinden oluşan albümleri ve Selda Bağcan, Hasan Sağındık gibi birçok sanatçı tarafından seslendirilmiş eserleri bulunuyor. 2018 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Yılın Müzik Kitabı Ödülüne layık görülen ve müzik-toplum-siyaset-modernleşme gibi konuları ele alan “Aşk ve Teselli” isimli kitabı yanı sıra “Yüzleşmenin Kişisel Tarihi”, “Modern Türk Şiirinde Bellek Arayışı”, “Edebiyat Dergileri Atlası” isimli kitapları yayınlandı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.