Rusya’nın lideri, Batı’dan istediği tavizleri seçerek almayı hedeflerken, halkı ile yabancılar arasına Sovyet tarzı engeller koymayı amaçlıyor.
Vladimir Putin ve rejimi tarafından bağımsız Ukrayna devletine karşı, onu yok etmek amacıyla yürütülen kanlı savaş, hiçbir zaman yalnızca en büyük Avrupa komşusunu dizginlemeye yönelik olmadı.
Kremlin, 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte Rusya’nın kaybettiği süper güç statüsünü yeniden kazanma konusunda da aynı derecede kararlı ve Ukrayna’nın boyun eğdirilmesinin bu amaca hizmet edeceğine inanıyor.
Bu kaybedilen statü, diğer şeylerin yanı sıra, Amerikalılarla eşit şartlarda müzakereler yürütmeyi de içeriyordu — dünya olmasa bile Avrupa’nın kaderine iki liderin birlikte karar verdiği bir dönemdi. Trump, Alaska’da Putin’e bu statüyü verdi.
Rusya uzun vadeli bir oyun oynuyor. Kremlin, Batı ile varoluşsal bir savaş içinde olduğuna güçlü biçimde inanıyor ve bu mücadelede Moskova, kalıcı bir barış anlaşmasını hiçbir zaman gerçekçi bir seçenek olarak görmedi. Ya biz ya onlar — bu, Rusya Güvenlik Konseyi’nin artık yaşlanmış üyelerinin, çoğu Sovyetler Birliği’nin çöküşünün yarattığı kargaşada ilk kariyerlerini kaybetmiş, tarihe tutkulu bireylerin, ülkenin travmatik geçmişinden çıkardığı derstir.
Onlara göre, Rusya’nın Batılı güçlerle yaptığı her barış anlaşması ya yeni bir savaşa yol açmış ya da kanlı bir rejim değişikliğini tetiklemiş ve nihayetinde Rus devletinin parçalanmasıyla sonuçlanmıştır.
Rejimin çözümü, 2008’deki Gürcistan savaşından bu yana daha küçük komşularıyla kavgalar başlatmak ve Rus halkına militarizm yoluyla ulusal gururun yeniden kazanılacağını satmak olmuştur.
Ancak bu politika böyle olsa da, söylem tamamen farklıdır. Kremlin elitleri, gerçek barışın tanım gereği ulaşılamaz olduğuna inanıyor ancak bunu açıkça dile getiremiyor. Bu nedenle bir suçlama oyunu oynanıyor — ve Kremlin’in hem taktik hem stratejik hedefi, bu başarısızlığın sorumluluğunu Avrupa’nın üzerine yıkmaktır.
Bu Avrupa karşıtı anlatı birden fazla kitleye yöneliktir.
Bunlardan biri, Kremlin’in çatışmadan çıkış yolu ve sorumluluğu yükleyebileceği bir günah keçisi arayışında olabileceğini umduğu Donald Trump ve çevresidir.
Bir diğer hedef kitle ise, savaştan giderek bıkan ve tüm Rusya genelinde —özellikle Moskova ve St. Petersburg gibi büyük şehirlerde— hissedilen depresyon havasıyla dikkat çeken Rus iç kamuoyudur.
Trump’ın yeniden seçilmesi, hatta ordu içinde bile savaşın hızla sona ereceğine dair beklentileri artırdı ve Putin artık bu konuyla yüzleşmek zorunda. Neyse ki, rejim açısından bakıldığında, Rusya’daki kamuoyu yoklamaları, sıradan Ruslar arasında Avrupa’ya yönelik düşmanlığın ABD’ye göre daha fazla olduğunu gösteriyor ve Kremlin mevcut koşullarda bunu son derece kullanışlı buluyor.
Son mesaj ise Avrupalı seçmenlere yöneliktir. Kremlin, Şubat ayında Münih’te yaptığı konuşmada Avrupa’daki müttefiklerin göç ve ifade özgürlüğü politikalarını sert şekilde eleştiren J.D. Vance’in açıklamalarını kaçırmadı. Eğer Avrupalılara, liberal elitlerin daha milliyetçi eğilimli hükümetlerle değiştirilmesiyle barışın sağlanabileceğini söyleme fırsatı varsa, Rusya bu fırsatı asla kaçırmayacaktır.
Alaska’da istediği sonucu elde eden Putin, şimdi bir sonraki hedefine geçecektir: Kremlin’in deyimiyle “Ukrayna sorunu”nu, Rusya’nın küresel statüsünden ayırmak.
Batı’nın Rusya’yı yalnızca bir saldırgan ve parya (itibarsız, dışlanmış) devlet olarak gördüğü mevcut statüko, Putin ve yakın çevresi için giderek daha fazla hayal kırıklığı yaratıyor. Putin, savaşı 2014-2022 yılları arasındaki statüye geri döndürmeyi amaçlıyor; yani ABD ile ilişkilerin soğuk ama saygılı olduğu döneme. Bu da, Rusya’nın imparatorluk arayışını dünya sahnesindeki rolünü belirleyen tek ve belirleyici mesele olmaktan çıkarıp, diplomatik meselelerden yalnızca biri hâline getirecektir.
Bu strateji başarılı olursa, Rusya yeniden ABD ile stratejik silah kontrolü, Orta Doğu ve benzeri konularda üst düzey görüşmelere başlayacak ve Ukrayna gündemin ana konusu olmaktan çıkarılacaktır. Buradan hareketle Kremlin, Moskova açısından en önemli yaptırımların —sermaye ve teknoloji hareketini hedef alan yaptırımların— kaldırılması için baskı yapacaktır.
Kremlin, uluslararası işlemler için SWIFT bankacılık ağına yeniden katılmaya ve modern Batı teknolojilerine erişmeye çaresizce ihtiyaç duyuyor. Bu teknolojilerin yokluğu, şu anda geride kalan askeri sanayi kompleksinin gelişimi için ciddi bir engel haline geldi.
Temmuz ayında yayınlanan bir Chatham House raporunun da belirttiği gibi: “Ukrayna’ya karşı savaşı uzatacak kadar ‘yeterince iyi’ olmak, Batı’nın (ve Çin’in) askeri teknolojideki ilerlemelerine ayak uydurabilmekle aynı şey değildir.” Eğer Putin’in hedeflediği gibi Rus militarizminin gelişmesi isteniyorsa, bu sorunların çözülmesi şarttır.
Paradoksal biçimde Kremlin, Batı’nın uyguladığı tüm yaptırımların kaldırılmasıyla ilgilenmiyor; özellikle de Rusya’nın Batı’dan tecrit edilmesine katkıda bulunan yaptırımlarla. Kremlin artık Rus turistler için Schengen vizelerine, Rus öğrencilere ders veren Amerikalı ya da Avrupalı profesörlere ya da elitlerin Harvard ve Oxford’da okuyan çocuklarına ihtiyaç duymuyor veya bunları istemiyor. Putin, Batı ile yakın bağların Rusları tehlikeli liberal fikirlere maruz bıraktığını anlamış durumda.
Küreselleşme yoluyla modernleşmenin maliyeti ile istikrarın maliyeti arasında bir seçim yapmak gerektiğinde, Rus yetkililer yüzyıllardır olduğu gibi izolasyonu tercih etme eğilimindedir.
Çar I. Nikolay, siyasi değişimlerden ölümcül derecede korkan ve Dekabrist İsyanı’ndan derin bir travma yaşamış biri olarak, 1830 Temmuz’unda Paris’te çıkan devrimi duyduğunda, Fransız devriminin virüsünün halkına bulaşmasını önlemek için aristokratlar da dahil olmak üzere tüm Rus vatandaşlarını Fransa’dan Rusya’ya geri çağırmıştı. Ülkeyi dondurdu, yenilikleri durdurdu ama rejimini güvence altına aldı.
Putin şimdi aynı şeyi yapmaya çalışıyor: Batı’dan ihtiyaç duyduğu şeyleri seçip almak, ancak Rus halkını Batı’nın fikirlerinden izole tutmak.
- Irina Borogan ve Andrei Soldatov, Avrupa Politika Analizi Merkezi (CEPA) nezdinde görev yapan misafir kıdemli araştırmacılardır. Her ikisi de Rus araştırmacı gazeteciler olup, Rus gizli servis faaliyetlerini izleyen Agentura.ru adlı denetleme platformunun kurucularıdır. İkili tarafından kaleme alınan “Moskova’daki Sevgili Dostlarımız: Kırık Bir Kuşağın İç Hikâyesi” adlı kitap Haziran ayında yayımlanmıştır.
- Europe’s Edge, CEPA’nın Avrupa ve Kuzey Amerika’daki dış politika gündemindeki kritik konuları ele alan çevrimiçi dergisidir. Europe’s Edge’de ifade edilen tüm görüşler yalnızca yazarlara aittir ve temsil ettikleri kurumların ya da Avrupa Politika Analizi Merkezi’nin resmi görüşlerini yansıtmayabilir. CEPA, tüm projelerinde ve yayınlarında sıkı bir entelektüel bağımsızlık politikası izlemektedir.