Abraham Kuyper’in İslam medeniyetine dair düşünceleri, Batı’daki Müslümanların yeri üzerine süregelen tartışmalara hâlâ önemli katkılar sunmaktadır.
Abraham Kuyper, Hollanda siyasetinin dev isimlerinden biri, seçkin bir Reformcu siyaset teoloğu ve birçok kişi tarafından Protestan Hristiyan demokrasisinin ideolojik kurucusu olarak hatırlanmaktadır. Kuyper’in 200’ü aşkın kitap ve 20.000 civarında makaleden oluşan geniş külliyatı içerisinde, özellikle dikkat çeken eseri Om de Oude Wereldzee (“Eski Dünya Denizi Üzerine”), Kırım’dan İspanya’ya uzanan Akdeniz medeniyetleri boyunca yaptığı gezilerin etkileyici bir seyahatnamesidir. Bu gazetecilik çabasında Kuyper, diğer eserlerinde yalnızca dolaylı biçimde değindiği İslam ve İslam medeniyetine ilişkin düşüncelerini ortaya koyar. Özellikle Stone Lectures (Taş Konferansları) adlı eserinde “İslamcılığı”, modernizmle benzer biçimde Hristiyanlığa alternatif bir dünya görüşü olarak kısaca ele alır. Om de Oude Wereldzee, İngilizceye On Islam (İslam Üzerine) adıyla çevrilmiş olup, Kuyper’in İslam dünyasıyla ilişkisine tarihsel bir perspektif sunmasının yanı sıra, onu çağdaş İslam siyasi düşüncesi açısından da değerli bir figür olarak konumlandırır.
İlk bölümü “Asya Tehlikesi” başlığını taşıyan Kuyper, hemen başında “tek tanrıcılığın üçlü tezahüründeki uykuda olan birliği”ni tespit eder. İbrahimi dinlerin birbirlerine uyguladığı büyük şiddet ve zulmü haklı olarak ele alır; ancak “tek tanrıcılıkla çok tanrıcılık arasındaki çatışma ön plana çıktığında, Asyalı tek tanrıcı ile Avrupalı muadili kardeşlik kuracaktır” öngörüsünde bulunur. İslam medeniyetine yönelik bu sade ama umut dolu tutum, Kuyper için tutarlı bir referans noktasıdır. Görünürdeki teolojik ve kültürel farklara rağmen, günümüzdeki ahlaki ve siyasi kargaşa güçlerine karşı mücadelede İslam, Hristiyan Batı için değerli bir ortak olabilir.
Kuyper’e göre Batı Hristiyanlığı ile İslam arasındaki bu yakınlığı tehdit eden iki küresel eğilim vardır: Avrupa’nın İslam’a karşı düşmanca tavrı ve bunun bir sonucu olarak İslam’ın Japonya gibi sömürgecilik karşıtı ve Batı karşıtı yükselen güçlerle kurduğu yeni ilişkiler. Avrupa’nın “Müslümanlara yönelik sert muamelesi”, İslam dünyasında “Asya’nın özgürleşmesine” dair bir hayranlık doğurmuştur. Bu eğilim, Soğuk Savaş dönemindeki Üçüncü Dünyacılık anlayışında meyvesini vermiş; Müslüman özgürlük savaşçıları, Batı sömürgeciliğine karşı Mao, Tito ve diğer bağlantısız komünist güçlerde doğal müttefikler bulmuştur. Günümüzde Tahran’daki İslamcı rejim ile Venezuela arasında süren işbirliği, Kuyper’in bu konudaki korkularının yerinde olduğunu göstermektedir. İslam ülkeleri, Batı için büyük umut vaat eden müttefikler olabilir; ancak bu dostluk, Batı’nın iyilikseverliğine ve adil muamelesine bağlıdır. Bu da birçok Avrupa ülkesinin kendi Müslüman azınlıklarını topluma entegre etmekte zorlandığı günümüzde hatırlanması gereken kıymetli bir gerçektir.
Kuyper, İslam’da aynı zamanda kendi Hollanda’sı için hayal ettiği toplumsal düzenin tohumlarını da görmüştü. İslam hukuku ve gelenekleri üzerine yaptığı yorumlarda, İslam’ın “doğal olarak demokratik olduğunu ve özgürlük içinde geliştiğini” ileri sürer. Görünür bir hiyerarşi olmasa da, İslami dindarlık sayesinde “Allah’a ve Peygamberine seslenen herkesin kendini tek bir bedenin parçası gibi hissettiğini” belirtir. Kuyper, İslam’ın bu demokratik karakterinde güçlü bir çoğulculuk geleneği de görmüştür. Müslüman yönetimlerin Hristiyanlara yönelik baskılarına dair kaygılarını sürdürürken dahi, Osmanlı Türklerinin “boyun eğdirdikleri halklara belirli bir alan egemenliği (sphere sovereignty) tanıyarak onları yönettiklerini” teslim eder. Azınlık dinlere özyönetim hakkı tanıyan Osmanlı’nın millet sistemi, Kuyper’e göre kendi Hollanda toplumu için önerdiği modele İslam dünyasından bir karşılıktır. Orta Doğu’daki dini azınlıkların günümüzde yaşadığı zorluklar ve Batı’da İslam haklarına dair keskin tartışmalar göz önüne alındığında, hem Osmanlı’nın hem de Kuyper’in toplumsal özyönetim modelleri, birlikte yaşama ve topluma katılım yetimizi zenginleştirmelidir.
Ancak Kuyper’in İslam’a yönelik uzlaşmacı üslubu, tamamen eleştirisiz değildir. İslam medeniyetine duyduğu hayranlık dahi, İstanbul’da bizzat tanıklık ettiği imparatorluk çöküşü deneyimiyle gölgelenmiştir. Kuyper’in altını çizdiği İslam’ın özgürlükle olan doğal yakınlığı, kültürel bir bunalım havasıyla gölgelenmektedir. İslam ülkelerinde cinsel ahlaksızlık havası bulunduğunu gözlemleyen Kuyper, İslam toplumunun bu “cinsel tehlikeyi”, “sağlıklı bir sivil yaşam çekirdeğinin” eksikliği nedeniyle önleyemediğini belirtir. Bugün birçok Müslüman için cinsel serbestlik konusu, Kuyper’in yaşadığı dönemdeki kadar belirgin bir gündem olmasa da, ne devlete ait ne de tamamen özel olan; kültürel ve gönüllü bir alan olarak tanımlanan İslami sivil toplumun eksikliği hâlâ tartışılmaya açıktır. Kuyper, bu boşluğu Hristiyanlık tarihinde de görür. Arap fetihleri sırasında Orta Doğu’daki Hristiyan topluluklarının çöküşünü anlatırken, inancın trajik biçimde “kurnaz alimlerin, otoriter din adamlarının ve becerikli siyasetçilerin eline düştüğünü” yazar. Tıpkı İslam dünyasının cinsel davranışları denetlemekte zorlanmasında olduğu gibi, Hristiyanlar da dinlerini dayandırabilecekleri ve pekiştirebilecekleri bir sivil toplumdan yoksun oldukları için dış istilalara karşı kendilerini savunamamışlardır.
Kuyper’in, Akdeniz havzasında gözlemlediği İslam toplumuna yönelik eleştirileri, üçüncü sektörün eksikliği (çn: devlet ve özel sektör dışında kalan, gönüllülük temelli sivil toplum alanı) ile sınırlı değildir. Özellikle Müslüman kadınların yaşantısı, Kuyper’in dikkatini çeken önemli bir sorundu. Ona göre “İslam’da kadın sadece tesadüfi bir varlıktır” ve “kadın erkek için vardır; varlık nedenini yalnızca erkekte bulur.” İslam toplumunda kadınlara yönelik muameleye dair sözleri serttir; ancak günümüz İslami kadın hakları savunucularının dile getirdikleriyle örtüşmektedir. Amerikalı Müslüman akademisyen Amina Wadud, İslam’da kadınlar üzerine yaptığı çalışmaları, “Müslümanların hem kamusal, hem özel hem de ibadet hayatlarında kendilerini bir ve eşit kabul etmelerini teşvik etmek” amacıyla gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Ne var ki Kuyper, kadınların aşağılanmasına dair bu karamsar bakışı yalnızca İslam’a özgü bir kusur olarak görmez. “Paris ya da Londra gibi şehirlerde aile yaşamının çevresinde dönen kötülük, Doğu’daki ailelere de nüfuz etmiştir” diye yazar. İslam dünyasında kadının aşağılanmasına duyduğu şok, Batı’da liberalizm altında kadının değersizleştirilmesine karşı duyduğu tepkiyle birebir aynıdır.
Kuyper’in seyahatnamesi, Avrupa ile İslam dünyası arasındaki ilişkilerin geçmişine ve geleceğine dair bir değerlendirmeyle sona erer. 20. yüzyılın başlarında yazan Kuyper, sonrasında Nazi ideolojisinde en kötü biçimini alacak bir söylemin izini sürer: Aryan ve Semitik ırklar arasında dünya tarihini şekillendiren bir mücadelenin varlığı. Ancak Kuyper’in yaklaşımında ırkçı bir düşmanlık bütünüyle yoktur. Aryan ruhaniyetine kıyasla Semitik ruhaniyeti üstün tutar ve “Aryan unsuru tek başına hüküm sürmeye çalıştığında, kalbin hayatını yoksullaştırır” diye yazar. Avrupa ile Yakın Doğu halkları ve kültürleri arasındaki ayrılığı yalnızca doğal olmayan bir yenilik olarak değil, aynı zamanda Batı’nın temellerine doğrudan bir saldırı olarak görür. Modernizmi de “temelde Aryan zihninin bu Semitik ruhani unsuru üzerinden silkinme girişimi” olarak değerlendirir. Geleneksel Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam, Kuyper’in döneminde Avrupa’da yükselmekte olduğunu düşündüğü “Cermen Mesih”e karşı denge oluşturan, Sem’in ruhani oğulları olarak ortak bir mirası paylaşırlar.
Kuyper, eserini İslam dünyasına yönelik misyonerlik faaliyetlerinin sürdürülmesi çağrısıyla sonlandırır; ancak onun çalışmaları çok daha geniş kapsamlı bir tebliğ (proselytism) perspektifine sahiptir. Kuyper’in İslam hakkındaki yazıları, özgür ve düzenli bir toplum adına yürütülen bir inanç çağrısıdır. Kamusal dine, azınlık haklarına, sivil katılıma ve kadın haklarına duyduğu ilgi yalnızca Hollanda’daki Kalvinist toplumsal yapının değil, inancı ve insanın gelişimini ciddiyetle ele alan her türlü siyasal düzenin temelini oluşturur. Kuyper, sarsılmaz biçimde Mesih merkezlidir; ancak Kuyperci düşünce, günümüz Müslümanları tarafından keşfedilmeyi bekleyen gizli bir siyasi teori damarını hâlâ içinde barındırmaktadır. Kuyper’in Batı ve İslam dünyasında tespit ettiği ikili kriz, bugün de devam etmektedir ve ancak ortak değerlere dayalı işbirliği, Kuyper’in her dinin özünde bulunduğuna inandığı şu hedefe ulaşmamızı sağlayabilir: “İnsan kalbine barış.”
Kaynak: https://rlo.acton.org/archives/127284-kuyper-and-islam.html