Avrupa genelinde işler giderek daha kırılgan bir hal alıyor. Hükümetler temel düzeni sağlama yetisini kaybederken ve devletler hızla kanun ve asayişi sürdüremez duruma gelirken, bu durum bir ‘medeniyetler çatışması’ndan ziyade, Batı’nın sessizce pes edip kendi sonunu kabullenmesi olarak değerlendirilmeli.
Bugün, Almanya’nın Taliban ile birlikte çalışacağı duyuruldu. Evet, Almanya’nın da içinde yer aldığı NATO güçlerinin yıllarca Afganistan’da savaştığı o aşırılıkçı İslamcı örgüt — Taliban. Buradaki amaç, Almanya’da yaşayan Afgan kökenli suçluların sınır dışı edilmesini kolaylaştırmak. Taliban rejimini resmen tanımamasına rağmen, Şansölye Friedrich Merz’in hükümeti, iki Taliban yetkilisinin Almanya’daki Afgan diplomatik misyonlarında görev yapmasına izin verecek. Görünüşe göre Merz, istenmeyen göçmenleri ve sığınma talebi reddedilenleri sınır dışı etmenin tek yolunu, katil ve terörist bir rejimin yardımını almakta görüyor.
Avrupa’nın içine sürüklendiği durumun ne denli vahim olduğunu gözler önüne seren iç karartıcı bir tablo bu: Bir ülke, Taliban’ın Almanya’ya yönlendirdiği sığınmacıları sınır dışı edebilmek için, acımasız bir İslamcı hükümete fiili diplomatik temsil hakkı tanımak zorunda kalıyor. Bu plan her ne kadar saçma görünse de, en azından Almanya’nın fırsatçı suçlular, tehlikeli serseriler ve zaten iflasın eşiğindeki kamu hizmetlerini daha da zorlayacak kişiler tarafından istila edilmesini bir nebze olsun engellemek adına bir şeyler yapıyor.
Diğer alanlarda ise hükümet, artan suç oranlarını durdurmak için en ufak bir çaba dahi göstermiyor. Alman polisi, küçük kasabalarda genç erkek göçmenlerin genç kızlara saldırmasını ve ortalığı birbirine katmasını önlemektense, internette siyasetçilere kaba sözler söyleyen emeklilerin peşine düşmekle daha çok meşgul. Harsefeld gibi bazı kasabalarda yetkililer polislik işini tümüyle bırakmış durumda; göçmen gençlerden oluşan çetelerin istedikleri gibi şiddet uygulayıp uyuşturucu satmalarına göz yumuluyor. Bu yüzden, yerel halk sokakları bir nebze güvenli tutabilmek adına kendi devriyelerini oluşturmak zorunda kalmış durumda.
Alman kurumları, vatandaşlara adeta suçla kendi başlarının çaresine bakmalarını söylüyor. Bir üniversiteden bazı akademisyenler ise, Almanya’da son beş yılda neredeyse %50 artan tecavüz oranına çözüm olarak “vajina tuzakları” önermiş durumda. Araştırmayı planladıkları cihazlar arasında, cinsel saldırı sırasında saldırganı yaralayarak kimliğinin tespit edilmesini kolaylaştıran Rape-aXe adlı bir düzenek de bulunuyor. Almanya’da kadınlara ve kız çocuklarına cinsel saldırıda bulunan göçmenleri sınır dışı etmek ya da geçmişi bilinmeyen kişilere sınırları kapatmak yerine, bu akademisyenler kadınların kendilerini korumak için bedenlerine tuzak kurmaları gerektiğine inanıyor.
İnsanları kendi haline bırakma anlayışı, kıta genelinde kökleşmiş durumda. Son on yılda herkesin sınırlardan geçmesine izin veren hükümetler, bugün bu tercihlerinin sonuçlarıyla yüzleşmekte isteksiz davranıyor. Gerçekte ise, halktan kanunsuz düzene uyum sağlamaları bekleniyor. Ancak İspanya’da, bunun reddedilmesi halinde ne yaşanacağına dair net bir örnek görüyoruz. Ülke genelinde, artan suçlar ve mahallelerin yapısının değişmesinden duydukları öfke nedeniyle yerel halk bir dizi protesto başlattı. Torre Pacheco’da olaylar özellikle sertti. Burada, bir emeklinin Kuzey Afrikalı bir grup erkek tarafından saldırıya uğramasının ardından, bölge halkı, göçmenler ve çevik kuvvet polisleri arasında çatışmalar patlak verdi. Yaklaşık bir hafta boyunca süren protestolar ve sık sık şiddet olayları, halkın görmezden gelinmekten, tehdit altında yaşamaktan ve sürekli “hoşgörü” dersi dinlemekten artık ne kadar yorulduğunu gözler önüne serdi.
Bu sırada, Fransız devleti farklı bir tür ihmal biçimi sergiliyor. Artan suçlar karşısında geri çekilmek yerine, suçlu olsun ya da olmasın herkese ceza uyguluyor. Bu ay itibarıyla, gençler arasında artan şiddet ve uyuşturucu çetelerine tepki olarak bazı kasabalarda çocuklara ve gençlere yönelik sokağa çıkma yasakları getirilmeye başlandı. Nîmes, Limoges ve Béziers gibi şehirlerde, belirli saatler arasında gençlerin refakatsiz şekilde dışarı çıkması yasaklandı. Örneğin, Limoges’da 13 yaş altı çocuklar saat 23:00 ile 06:00 arasında; Nîmes’de ise 16 yaş altı gençler 21:00 ile 06:00 arasında dışarı çıkamıyor. Bu yöntem, elbette göçmen nüfusun yoğun olduğu mahallelerde kök salmış suçları hedef alma amacı taşıyan örtülü ve dolaylı bir girişimden ibaret. Ne var ki, halihazırda uyuşturucu çetelerine karışmış gençlerin bu tür yasaklarla caydırılması pek olası değil. Nitekim geçtiğimiz hafta sonu, yeni kurallara rağmen Béziers yine şiddet olaylarına sahne oldu. Yaklaşık 50 genç, polise havai fişek ve havan mermileriyle saldırdı, küçük çaplı yangınlar çıkardı.
Fransız hükümeti göç ve sınır dışı politikalarında daha kararlı ve sert bir tutum takınmayı reddettiği sürece, ülkedeki genç çeteler sorunu daha da kötüleşmeye devam edecektir. Bu tür sokağa çıkma yasakları yalnızca sorunun semptomlarını örtbas etmeye ve kurallara uyan sıradan vatandaşların hayatını biraz daha zorlaştırmaya hizmet eder.
Benzer bir tablo başka ülkelerde de karşımıza çıkıyor. Danimarka, çete liderlerini izole etmek yerine, sözde “getto” olarak adlandırılan posta kodlarında yaşayanlara yönelik cezaları iki katına çıkardı. İsveç, çete bağlantılı bombalamaların ardından polise “ziyaret bölgeleri” içinde kalan herkesi üst aramasına tabi tutma yetkisi verdi — bu, yoldan geçen herkesin kontrol edilebildiği geniş kapsamlı uygulamalar anlamına geliyor. Berlin ise ulaşım merkezlerinde “bıçaksız bölgeler” ilan etti; bu da herkesin rastgele aranabileceği anlamına geliyor, ancak aynı suçları tekrar edenler hâlâ sistemin dışına sızmayı başarıyor. Neredeyse her Avrupa şehri, manzarasını bozan terörle mücadele bariyerleriyle donatılmış durumda.
Hükümetler, bizi bu çıkmaza sürükleyen gerçek politika ve zihniyetlerle yüzleşmek dışında her şeyi yapmaya razı. Batı’nın bağışıklık sistemi tamamen kontrolden çıkmış durumda; ölümcül virüs yayılırken toplumun sağlıklı kesimlerini hedef alıyor. Hiçbir sokağa çıkma yasağı, göz boyayan tecavüz önleyici cihaz ya da görmezden gelme stratejisi, yıllarca süren sınır kontrolü ihmalini telafi edemez. Liderler, Batı toplumlarının çöküşünün ardındaki gerçek sebeplerin, kitlesel ve yeterince denetlenmemiş göç ile “ırkçı” damgası yemekten korkan bir adalet sistemi olduğunu kabul etmedikçe, çöküş süreci daha da derinleşecektir.
Eğer Avrupa’nın elitleri hâlâ dikkatlerini bu meseleye vermekte direnirse, İspanya, Almanya ve başka yerlerde olduğu gibi vatandaşlar öfkelerini dışa vurduğunda ve yasayı kendi ellerine almaya başladığında kimse şaşırmış gibi yapmasın. Sınırları düzeltin, kanunu uygulayın — yoksa bunu kendi başına yapan kalabalıklara alışın.