Çin-Hindistan Rekabetinin Riskleri Artıyor

Manjeet Pardesi, Sumit Ganguly ve William Thompson, The Sino-Indian Rivalry: Implications for Global Order (Çin-Hindistan Rekabeti: Küresel Düzen için Etkileri) adlı eserlerinde, Çin ile Hindistan arasındaki jeopolitik rekabetin, her ne kadar Çin-ABD rekabeti kadar dikkat çekmese de, Asya ve küresel güvenlik açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu savunmaktadır.
Temmuz 20, 2025
image_print

Çin’in hızlı yükselişi ve Güney ile Orta Asya’daki, ayrıca Hint Okyanusu’ndaki artan etkisi, Çin-Hindistan rekabetinin risk düzeyini önemli ölçüde artırmıştır.

Bu rekabetin güvenlik boyutu, her iki ülkenin stratejik ortaklıklarıyla daha da keskinleşmektedir: Hindistan’ın ABD ile geliştirdiği yakın ilişkiler ve Çin’in, Hindistan’ın geleneksel rakibi olan Pakistan ile olan ittifakı bu durumu pekiştirmektedir. Yazarlar, Hindistan’daki karar alıcı elitlerin Çin’i Pakistan’ın da önünde birincil tehdit olarak değerlendirdiklerini; buna karşılık Çinli elitlerin Hindistan’ı ABD ve Japonya’ya kıyasla daha alt düzeyde bir rakip olarak gördüklerini belirtmektedir.

Yazarlar, bu rekabetin iki ülkenin 1940’larda küresel sahneye çıkmasının hemen ardından başladığını ileri sürmektedir. Hindistan’ın ilk başbakanı Jawaharlal Nehru, ülkesini Asya’nın doğal lideri olarak konumlandırmaya çalışmış; ancak bu iddia Çin tarafından reddedilmiştir. Rekabetin iki temel biçimi olduğu belirtilmektedir: mekânsal rekabet (sınır ve toprak anlaşmazlıkları) ve konumsal rekabet (positional rivalry) — yani her ülkenin bölgesel güç hiyerarşisindeki yeriyle ilgili mücadele. Yazarlar, özellikle konumsal rekabetin uzun vadede daha etkili ve belirleyici olabileceğini öne sürmektedir.

Çin, zaman içinde Hindistan’ın bölgesel liderlik hedeflerini aşındırmıştır. Hindistan, Britanya’dan miras aldığı jeopolitik anlayış doğrultusunda Tibet’in, düşman güçleri kuzey sınırından uzak tutan bir tampon bölge olduğunu kabul etmekteydi. Ancak Çin’in 1950’lerde Tibet’i işgal etmesiyle birlikte Hindistan buna karşı koyamayacak kadar zayıftı. 1962’deki Çin-Hindistan Savaşı ise Hindistan’ın askeri anlamda daha da zayıflamasına neden olmuş, Çin ordusu Hindistan’ı açıkça mağlup etmiştir. Her ne kadar bu savaş toprak meselesi üzerinden çıkmış olsa da, yazarlar bu çatışmayı aslında konumsal rekabetin çarpıcı bir göstergesi olarak değerlendirmektedir.

Bu süreçte Hindistan, yirminci yüzyılın geri kalan kısmında Asya’da marjinal bir stratejik aktöre dönüşmüştür. Çin’in hızla gelişen ekonomisi ile birlikte, iki ülke arasındaki maddi güç farkı daha da derinleşmiştir.

Yazarlar, son on yılda Çin-Hindistan krizlerinin hem sıklığının hem de şiddetinin arttığını belirtmektedir. Kitapta, 1962’den bu yana yaşanan dört önemli askeri sınır çatışması ayrıntılı biçimde ele alınmaktadır: 1967 Nathu La Krizi, 1986–87 Sumdorong Chu Krizi, 2017 Doklam Krizi ve 2020 Ladakh Krizi. Gelecekteki sınır anlaşmazlıklarının da istemeden tam ölçekli savaşlara dönüşme potansiyeli taşıdığına dikkat çekilmektedir.

Bu çatışmaları körükleyen faktörler arasında Hindistan’ın ABD ile artan stratejik yakınlaşması (örneğin Dörtlü Güvenlik Diyaloğu – Quadrilateral Security Dialogue) ve Xi Jinping liderliğindeki Çin’in giderek daha saldırgan bir dış politika izlemesi yer almaktadır. Günümüz dünyası, savaş sonrası dönemde ABD’nin Pakistan’ı Hindistan’a tercih ettiği jeopolitik ortamdan büyük ölçüde farklılık göstermektedir. Çin, ayrıca, sömürge döneminden kalan sınırların dokunulmaz olmadığını ve gözden geçirilebileceğini savunmakta; bu tavır, Çin’in Hindistan’ın Arunachal Pradesh eyaletinin tamamı üzerindeki hak iddiasında açıkça görülmektedir.

Yazarlar, yalnızca sınır krizleriyle sınırlı kalmayan bu rekabetin daha derin stratejik bir alana kaydığını vurgulamaktadır. Çin, Hindistan’ın komşularına nüfuz ederek onun stratejik manevra alanını daraltmaya çalışmaktadır. Özellikle Kuşak ve Yol Girişimi (Belt and Road Initiative) kapsamındaki Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC), Hindistan’ın hak iddia ettiği topraklardan geçmekte ve Pakistan’ı Çin’in Güney Asya’daki başlıca stratejik vekili hâline getirmektedir.

Rekabetin diğer bir boyutu da Çin’in Hint Okyanusu başta olmak üzere bölgedeki limanlara yaptığı yatırımlardır. Bu yatırımlar Kamboçya, Myanmar, Sri Lanka, Pakistan ve Maldivler gibi ülkelerde yoğunlaşmıştır. Nepal ve Bangladeş gibi diğer bölge ülkeleri de Çin’in ilgisini, Hindistan’ın Güney Asya’daki doğal üstünlüğünü zayıflatmak adına kendi lehlerine kullanabilirler. Bu durum, Çin-Hindistan rekabetinin azalmak bir yana, daha da şiddetlendiğini göstermektedir.

Yazarlar, gelecekte bu rekabetin yeni cephelere kayabileceğini ve özellikle “su savaşları” riskinin belirdiğini ileri sürmektedir. Güney ve Güneydoğu Asya’daki büyük nehirlerin çoğu Tibet’te doğmakta ve bu da Çin’e, aralarında İndus, Brahmaputra, Sutlej, Kosi ve Ghaghara’nın da bulunduğu birçok Asya nehrinin kaynağını kontrol etme avantajı sağlamaktadır. Hindistan ve Çin zaten ciddi bir su kıtlığı ile karşı karşıyadır ve bu durumun gelecekte daha da kötüleşmesi beklenmektedir. Ayrıca, enerji arz güvenliği de önemli bir tehdittir; çünkü Hindistan enerjisinin büyük bölümünü Hint Okyanusu üzerindeki deniz yolları aracılığıyla ithal etmektedir.

 

*John West, Asian Century … on a Knife-edge adlı kitabın yazarı ve Asian Century Institute’un yönetici direktörüdür. Kendisi, Avustralya Hazine Bakanlığı, OECD, Asya Kalkınma Bankası Enstitüsü ve Tokyo’daki Sophia Üniversitesi gibi kurumlarda uzun yıllar üst düzey görevlerde bulunmuştur.

 

Kaynak: https://www.aspistrategist.org.au/bookshelf-risks-of-sino-indian-rivalry-set-to-grow/

SOSYAL MEDYA