Toprağın Hafızası

Binlerce yılın emeğiyle, toprağa sırlanan milyonlarca kelimeyle, duyguyla, inançla, insanla varlık kazanan vatan, sanılandan daha gerçek, daha derin ve geniştir. Şehit kanı derler akla sığmaz bir sihirle capcanlı vatan, Türkün ve Kürdün toprağı, Türkçü ve Kürtçü kurguların dayattığı sınırlardan çok daha derin ve geniştir. Elli yılda on binlerce insanın kanı, on binlerce anne ahıyla yanan ateş, dayatılan ayrışma ve sınırlar, toprağın engin hafızasının karşısında, yelin önündeki mum alazı gibi sönüp gitmiştir.
Temmuz 14, 2025
image_print

Tarihimizin son elli yılına damgasını vuran kanlı sürecin sonlanmakta olduğuna dair oldukça önemli girişimler, gelişmeler oluyor. PKK uluslararası gözlemci bir heyetin önünde silah yakma töreni düzenliyor, ülkenin siyasi partileri önemli yasal düzenlemeler için çalışmalar içinde, toplum bütün bu sürece belirgin bir destek veriyor. Bu sürecin içinde büyümüş nesiller için olan bitenler neredeyse bir J.L. Borges öyküsü kadar gerçeküstü. Her defasında insanın aklını karıştıran sihirli üslubuyla Borges, beklenmedik şekilde sonlanan öykülerinde, insan eyleminin çoğu zaman saçmalığını, örümceğin ağlarına takılan çaresiz böcekler misali insanın kader karşısındaki zavallılığını çarpar suratımıza. Sanki ‘Peçeli Peygamber’[1] öyküsünün ezoterik sahnesinin içinde gelişiyor her şey.

Irak-İran sınırındaki Kandil dağında yüzlerce mağarada konuşlanan PKK, ezoterik bir orta çağ tarikatını andırıyor; ürkünç, sır dolu, kanlı fedai eylemleriyle besleyip büyüttüğü korku ve umutlarla, ülkenin bir tarafında gemlenmesi güç öfkelere, diğer tarafında anlaşılması güç, muğlak umutlara ve korkulara yol açıyordu. Benzer şekilde teröre karşı can feda bir mücadele içinde olan devlet kurumlarına yaslanan başka odaklar da yine en az PKK kadar ezoterik bir siyasal kurgunun içinden, her an şirazeden çıkacak bir iç savaş ve bölünme anlatısı ile topluma ağır bir beka korkusu, yine kurgu kimlikler üzerinden ağır ayrışmalar dayatıyordu.

Her iki anlatının da temelde iyi çalışılmış birer kurgu olduğu gerçeği, üzerinde konuşulması tehlikeli bir sırra, bu sırrı ifşa ise ‘ihanet’ gibi ağır bedelleri olan suçlara karşılık gelen bu süreç, bir Borges öyküsü kadar gerçeküstü. Elli yıl devam eden kanlı bir çatışma ve bu çatışmanın üzerine bina edildiği muazzam ideolojik, siyasi evren neredeyse bir günde tuz buz oluyor, bu evrenlere ömrünü adayanların genizlerinde kekre bir saçmalık/beyhudelik hissi bırakarak sahneden çekiliyor. Bu kanlı ‘Borges öyküsü’ kurgucularının birer kurtarıcı peygamber değil, aslında Merv’li Hâkim gibi birer sahtekâr oldukları açığa çıkmış, kendilerinde vehmedilen güçlerin de birer yanılsamadan ibaret olduğu faş olmuştur. Basit bir komşu kavgası hükmündeki mevzudan on binlerce insanın canına mal olan devasa bir kurgu çıkaran şeytanlık, bir iki küçük dokunuşla tuz buz olmuştur. Şeytani kurgu gerçeğin duvarına çarpmıştır çünkü. Gerçeğin neredeyse sonsuz ihtimalle örülü imkân evrenine karşılık, kurgunun evreni çürük ve yapaydır. İnsanın içinde varlık kazandığı mekân toprakla bağlı, toprakla köklü, oysa kurgu muallak ve muhayyel. Toprağın neredeyse sonsuz hafızasına karşılık kurgu, ancak olabilirlik hesaplarıyla hareket etmek durumunda.

Toprağın hafızasına direnebilecek güç yoktur. Toprak çünkü varlığın künhüne hakimdir. Ve insan, toprağın üzerinde, altında, uzamında gelişen, çatallanan, süreğen biçimde derinleşen bir anlam dünyasında varlık kazanır. Böylece rengarenk insan varlığı, tıpkı topraktan boynunu uzatan çayır çimen gibi, leylak ve karanfil gibi, varlığın düzünde arzı endam eder. Ancak doğada varlık kazanmasına rağmen insan doğal olmayan tek varoluştur. İşte doğadaki sükuneti bozan yel misali insan eylemi, sıklıkla toz duman kaldırır, kanlı seferler düzenler, eser, gürler ve sonra sükûn yeniden avdet eder. Çünkü toprak varlığın künhüne hakimdir.

Toprağın hafızası ancak, solid değildir, insan nesillerini öğüten uzunlukta, usandıracak yavaşlıkta bir ritimle değişir, insan eylemiyle, tanrı hükmüyle, toprağın devinim ve direnciyle değişir, dönüşür. Bunu fark edebilecek kabiliyet yoktur insanda. İnsan, ancak toprağa sinmiş olanla bağ kurabildiği ölçüde bu değişimin etkili bir aktörüdür, akılla, hikmetle, sabırla.

Evimizin içine kazılan tünellerle icra edilen sefer, doğrusu toprağın böğründe çok kanlı izler bıraktı. Toprağın derin hafızasında mahfuz nice kelime, nice anlam, yürek burkan nice hüzünlü şarkı hoyratça hırpalandı. İçine çokça anne ahı katılmış kanlı acılar birikti toprağın döşünde. Ancak bütün bunların, toprağın hafızasında pek bir hükmü yoktur. Bir yel eser, biraz toz duman kaldırır, çalı çırpıyı havalandırır biraz, birkaç dal kırar, sonra sükûn avdet eder yeniden, yağmur yağar, tohumlara can üflenir ve inadına hayat; o tüneller yavaşça kapanır, o kanlı yaralar sağalır, Şenay öğretmenin, küçük Ceylan’ın ve diğer kardeşlerin acılarını, nice anne ahını sırlayan yeni şarkılar seslenir bayırdan aşağı. Tohuma ruh üflenir hep olduğu gibi, bahar sökün eder, çayırı yonca, çimen, papatya basar serapa ve yaşam inadına.

Muhayyel ve muğlak, ‘binlerce yılın yabancısı’ kelimelerle kurulan nice ‘örümcek evi’ tuz buz olur, yellere savrulur kurgu siyasalar, toprak hükmünü icra eder ve avdet eder yaşam yeniden. Türk’le Kürt kardeş olur, kucak kucağa uzanır tarihin ve toprağın kalbine yeniden, ‘şehre bir film gelir, bir güzel orman olur yazılarda, iklim değişir, Akdeniz olur.’  Böyle de olmuştur, olacaktır. Binlerce yılın emeğiyle, toprağa sırlanan milyonlarca kelimeyle, duyguyla, inançla, insanla varlık kazanan vatan, sanılandan daha gerçek, daha derin ve geniştir. Şehit kanı derler akla sığmaz bir sihirle capcanlı vatan, Türkün ve Kürdün toprağı, Türkçü ve Kürtçü kurguların dayattığı sınırlardan çok daha derin ve geniştir. Elli yılda on binlerce insanın kanı, on binlerce anne ahıyla yanan ateş, dayatılan ayrışma ve sınırlar, toprağın engin hafızasının karşısında, yelin önündeki mum alazı gibi sönüp gitmiştir. Akılla, hikmetle, sabırla, ilmek ilmek örülerek inşa edilen bir süreç sonunda, devlet yeniden kerim devlet vasfına bürünmüştür.

 

[1] Borges, Jorge Luis, Alçaklığın Evrensel Tarihi, İletişim yayınları, 2019. s. 63.

Dr. Mustafa Ekici

Dr. Mustafa Ekici
1966 Elâzığ’da doğan Mustafa Ekici İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun olmuştur. Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü’nde yüksek lisans derecesi alan Ekici aynı enstitüde doktorasını tamamladı. Birçok basın ve yayın kuruluşunda muhabirlik, editörlük ve yöneticilik yapan Ekici, farklı gazete ve dergilere başta Suriye ve Irak olmak üzere Ortadoğu konusunda araştırma, haber ve makaleler yazmaktadır. Mustafa Ekici’nin ‘Sana Benzemek’ ve ‘Gerçek ve Hayalin Kavşağında Kürtler’ adıyla yayınlanmış iki kitabı bulunmaktadır.
Mail: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA