Filistin’deki İsrail ve Uluslararası Düzenin Çöküşü

Hiçbir maddi tazminat, Filistinlilere reva görülen tarihi haksızlıkları düzeltemez. Yaşadıkları uzun süreli kayıp ve acılar, sözde iki devletli çözümle giderilemez. Cehennemden geçmiş insanlardan cellatlarıyla yan yana yaşamalarını istemek akıl almazdır. Bu nedenle, tazminat hakkı ve adalet gereği Filistin’in Filistinlilere iade edilmesi gerekmektedir.
Temmuz 12, 2025
image_print

Bir Amerikan başkanı—hüküm giymiş bir suçlu—bu yıl üçüncü kez hakkında iddianame düzenlenmiş bir İsrail savaş suçlusunu Beyaz Saray’da ağırladı; bu da Amerika’nın dünyadaki kalan itibarını daha da lekeledi.

Tıpkı bu sonuncusu gibi, önceki ABD başkanlarıyla İsrail başbakanları arasındaki görüşmeler de Filistinlilere yönelik baskıyı artırdı, Orta Doğu’da istikrarsızlığı derinleştirdi ve son 80 yılda inşa edilmiş uluslararası düzenin temellerini zayıflattı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin Yahudi devletiyle uyumlu bir dış politika izlemesinin doğuracağı tehlikeleri Amerikalı yetkililer, diplomatlar ve askeri uzmanlar fark ettiğinden bu yana çok şey değişti ve bu değişim belirgin bir şekilde kötüye dönüştü.

Örneğin, Truman yönetiminde Dışişleri Bakanı (1947–49) ve Savunma Bakanı (1950–51) olarak görev yapan General George C. Marshall ile Dışişleri Bakanlığı’ndaki dış politika danışmanları, ABD’nin bir Yahudi devletini desteklemesine şiddetle karşı çıktılar. Tanımanın Arap ülkeleriyle ilişkileri koparacağı, enerji kaynaklarına erişimi tehlikeye atacağı ve gelecekte potansiyel askerî müdahalelere yol açacağı korkusunu taşıyorlardı.

Ayrıca, 1967’de Mısır, Suriye ve Ürdün’e karşı İsrail’in önleyici savaşı sonrasında, Soğuk Savaş döneminde dış politikanın şekillenmesinde kritik rol oynayan eski Dışişleri Bakanı Dean Acheson (1949–53), “İsrail Devleti’ni kurmak bile bir hataydı.” değerlendirmesinde bulundu.

Bir başka önemli Amerikalı olan ve ülkenin ilk Genelkurmay Başkanlığı görevine getirilen General Omar Bradley, 1948’de “Dünya nükleer devler ve ahlaki bebekler dünyası hâline geldi” demiş; ayrıca, “Saldırganlık tehlikesini göz ardı etmek, ona davetiye çıkarmaktır.” uyarısında bulunmuştu.

Bu kişilerin öngördüğü belirsiz gelecek artık gerçekleşti:

  1. İsrail, Filistinlileri ve Filistin ulusal kimliğini yok etmeye yönelik bir savaşa girişti;
  2. Nükleer silahlı iki ülke olan ABD ve İsrail, nükleer silahı olmayan İran’a karşı provokasyonsuz bir savaş yürüttü;
  3. İsrail, Lübnan ve Suriye’ye karşı yayılmacı savaşlar yürüterek bölgedeki tüm ülkelere yönelik büyük bir askeri güç ve tehdit haline geldi;
  4. Bir haydut devlet gibi davranarak BM kararlarını reddetti, uluslararası mahkeme hüküm ve kararlarını göz ardı etti ve uluslararası yasa ile normları ihlal etti.

İsrail, coğrafi olarak Orta Doğu’da yer almasına rağmen hiçbir zaman kendini bu bölgede “evinde” hissetmedi. Kendini Arap komşularının üzerinde, açıkça Avrupalı bir devlet olarak görüyor. Avrupa, Siyonist sömürgeci projenin doğuşuna zemin hazırladı ve söz konusu yayılmacılığa sürekli meşruiyet sağladı.

Varlılığını meşrulaştırmak için Tel Aviv, İncil’i kullanarak gerçek niteliğinin üzerini örten bir imaj yarattı; oysa aslında kesintisiz şiddetle tesis edilmiş bir Avrupa sömürge yerleşimi ve Arap dünyasının kalbinde konuşlanmış bir Batı kalesidir. Günümüzdeki yapısıyla—bir apartheid yerleşimci-sömürge varlığı olarak—İsrail’in var olmaya meşru bir hakkı yoktur. Uluslararası Adalet Divanı da bunu teyit etti. 19 Temmuz 2024’te Divan, İsrail’in Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi’ni uluslararası hukuka aykırı şekilde işgal ettiğini hükmetti ve işgalin sona ermesi gerektiğine karar verdi.

Filistin’deki süregelen Siyonist proje Orta Doğu’yu harap etti. On milyonlarca insan yaşamını yitirdi, nesiller boyu Arap hayatları yok edildi ve toprakları, ABD-İsrail savaşlarıyla harabeye dönüştü.

Böylesi sapkın ve tehlikeli bir varlık nasıl bölgeye entegre edilebilir ki? Yetmiş yılı aşkın süredir ABD, tam da bunu deniyormuş gibi davranıyor.

1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra Washington, örneğin tek taraflı ve sonuçsuz barış anlaşmalarına aracılık etti: 1978 Camp David ve 1993 ile 1995 Oslo. 2020’de ise Siyonist zulümleri ve Filistin ulusunun parçalanmasını görmezden gelmeye hazır Arap diktatörleriyle İsrail arasında İbrahim Anlaşmaları’na aracılık etti.

İlk imzacılar olan Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, Tel Aviv’le uzun yıllardır süren ekonomik ve askeri ilişkilere sahipti. Bölgedeki itaatkâr rollerini kabul eden diğer Arap despotlar da ABD’nin askeri silahları ve teknolojisiyle ödüllendirildi. ABD, vekilinin en gelişmiş askeri silahlara erişimini şart koşarak İsrail’in bölgedeki “nitelikli askeri üstünlüğünü” korudu.

Barış görüntüsü verilirken İsrail lehine bölgesel bir güç dengesizliği yaratıldı. Yoluna çıkan her engel—ister bir ülke, ister bir özgürlük hareketi—Birleşmiş Milletler ve bağlı kuruluşları da dahil, düşman olarak görüldü.

Eğer başarılı olurlarsa, devletler arasında kanunsuzluk hüküm sürebilir. II. Dünya Savaşı’nın galipleri, bireylerin eylemlerinden sorumlu tutulması ve uluslararası hukuk uyarınca hesap vermesi gerektiği ilkesinin ne denli önemli olduğunu biliyordu. Bu amaçla, Nazi Almanyası ve Japonya İmparatorluğu’nun siyasi, askeri ve ekonomik liderlerini yargılamak üzere Nuremberg (1945–46) ve Tokyo (1946–48) uluslararası askeri mahkemeleri kuruldu.

Müttefikler ayrıca mali tazminatın zorunlu olduğunu kabul etti. 1951’de Alman hükümeti, “Alman halkı adına işlenen kelimelerle ifade edilemez suçlar” için “ahlaki ve maddi tazminat” ödemeyi taahhüt etti; 2023 yılına dek Holokost mağdurlarına dünya çapında 90 milyar dolardan fazla ödeme yapıldı.

Son yıllarda, 1994’te Güney Afrika’da beyaz azınlık yönetiminin sona ermesi ve Nelson Mandela liderliğinde kurulan Gerçek ve Uzlaşma Komisyonu, apartheid döneminin zulüm ve suçlarını araştırdı.

Eğer İsrail’in akıl dışı rejimi cezasız kalır, Nürnberg benzeri bir yargı süreci işletilmezse, küresel toplum Birleşmiş Milletler’e, uluslararası hukuka ve düzene veda edebilir.

Hiçbir maddi tazminat, Filistinlilere reva görülen tarihi haksızlıkları düzeltemez. Yaşadıkları uzun süreli kayıp ve acılar, sözde iki devletli çözümle giderilemez. Cehennemden geçmiş insanlardan cellatlarıyla yan yana yaşamalarını istemek akıl almazdır. Bu nedenle, tazminat hakkı ve adalet gereği Filistin’in Filistinlilere iade edilmesi gerekmektedir.

Siyonist zorba düzen ve ABD desteğiyle kurallara dayalı dünya düzeni, Filistinliler için tam bir kâbus oldu. Uluslararası düzen, İsrail’in varlığını tesis etmek için çiğnendi; sürdürülmesi için çiğneniyor ve bu, tarihi haksızlık nihayet giderilene dek sürecek.

* Dr. M. Reza Behnam, Batı Asya odaklı karşılaştırmalı siyaset alanında uzmanlaşmış bir siyaset bilimcisidir.

 

Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/07/11/israel-in-palestine-and-the-collapse-of-international-order/

SOSYAL MEDYA