Zaman zaman gelip geçen krizlerden öylesine yoruluyorum ki hemen ardından insanlığın sıradaki gerçek varoluşsal krizini hatırlıyorum. Bu, her şeyi bir perspektife oturtuyor. Lütfen haftanın krizine karşı gösterdiğim geçici ilgisizliği hoş görün.
2009 yılında yayımlanan The Next 100 Years (“Önümüzdeki 100 Yıl”) adlı kitabımda, bir sonraki büyük sosyoekonomik sorunun demografik bir krizden kaynaklanacağını; doğum oranlarının düşmesi, ölüm oranlarının azalması ve ortalama yaşam süresinin uzamasının bu krizin temel dinamikleri olacağını öngörmüştüm.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ve dünyanın diğer bölgelerinde doğum oranları düşüyor. Geçen yıl ABD’de doğum oranı ile ölüm oranı yaklaşık olarak eşitlendi. Önümüzdeki yıl ise ölüm oranının doğum oranını biraz aşması bekleniyor. Tahminlere göre, önümüzdeki on yıl içinde — belki de 2033 kadar erken bir tarihte — düşen doğum oranları kalıcı bir gerçeklik haline gelirken, ortalama yaşam süresi 78,4 yıldan 80,4 yıla yükselecek. Görünüşte küçük bir artış gibi olsa da, hem bu yaş grubunun büyüklüğü hem de doğum oranındaki daralma hesaba katıldığında, bu durum dönemi tanımlayacak çapta bir krize işaret ediyor.
Benim Amerikan tarihi modelim, sosyoekonomik statükonun her 50 yılda bir değişmesine dayanır. Geç 2020’lerin, mevcut döngünün son bulup yenisinin başlayacağı dönem olacağını öngörüyorum. Eğer haklıysam — ve sayılar da bunu gösteriyorsa — şu anda takıntı haline getirdiğimiz meseleler Watergate skandalı gibi tarihe karışacak.
Ekonomistler ekonominin toprak, emek ve sermaye temelleri üzerine kurulu olduğunu söyler. Öyleyse emek daralacak bir döneme giriyoruz ve bu süreçte sermaye de paralel olarak küçülecek. Sayılar önümüzdeki yıllarda işgücünün azalacağını, tüketim oranının ise artacağını gösteriyor. Ölüm oranları düşerken ve ortalama yaşam süresi uzarken, tüketim iki yönden artacak: birincisi, yaşlı nüfus çalışmayı bıraktıktan sonra uzun süre tüketmeye devam edecek; ikincisi, tüketim alışkanlıkları ağırlıklı olarak sağlık hizmetlerine kayacak. Yaşlılar için ötenazi (euthanasia) bir çözüm olabilir — ki buna kesinlikle karşıyım — ancak diğer çözüm, tıp sistemini radikal biçimde dönüştürerek özellikle 65–80 yaş aralığındaki bireylerin verimliliğini artırmayı hedeflemek.
Her 50 yıllık döngü, toplumsal bir ihtiyacı karşılamak üzere ortaya çıkan çekirdek teknoloji (core technology) tarafından yönlendirilir. Son 50 yılda bu çekirdek teknoloji mikroçip (microchip) oldu; çeşitli sanayileri ve faaliyetleri besledi, ekonomiyi çalıştırdı. Bir önceki dönemde, yaklaşık 1930–1980 yılları arasında, merkezi teknoloji otomobil (automobile) idi; bu da hızla büyüyen nüfusun şehirleri terk edip banliyölere yerleşmesine, ancak kent merkezli sanayilerde çalışmaya devam etmesine imkân sağladı. Bir bakıma mikroçip, nüfusun dağılmasına izin veren ancak bağlantıyı koparmayan bir iletişim sistemi yarattı.
Eğer bu toplumsal etkilerle şekillenen yenilik modeli geçerliyse, önümüzdeki elli yılın odağında tıptaki devrimler yer alacak. Ortalama yaşam süresi uzadıkça, sermaye akışının sürdürülebilmesi için yaşlı nüfusun üretkenlik düzeyinin en az tüketim düzeyi kadar yüksek olması gerekecek. Malzeme bilimi sayesinde moleküler düzeyde mühendislik mümkün hâle geldi ve yapay zekâ (AI) desteğiyle tıpta zaten önemli ilerlemeler kaydediyoruz. Yapay zekâyı merkezi teknoloji olarak görmüyorum; o bir araç, nihai çözüm değil. Bir sonraki atılım, insan bedenini çok disiplinli yaklaşımlar ve çeşitli teknolojilerle yeniden düşünmekten geçecek.
Bu krizin kökenlerini iyi değerlendirmeliyiz. Birincisi, tıp ortalama yaşam süresini dramatik biçimde uzatarak krizin doğmasına yol açtı. İkincisi ise düşen doğum oranı; bu, kültürel ve tıbbi alandaki eşzamanlı ve köklü değişimlerin tetiklediği bir olgu. Tıp, doğum kontrol hapını (birth control pill) geliştirerek feminizmin toplumsal bir hareket olarak yükselmesinin önünü açtı. Kadınlar, bekâret zorunluluğu olmadan çocuk sayılarını sınırlayabilince—kürtaj konusuna girmiyorum—işgücüne daha kolay katılıp kalabildiler. Nitekim, kadınların işgücüne katılımı, doğum oranları düşse de şimdiye dek üretkenliği ayakta tutan en önemli faktör oldu.
Mevcut ABD yönetimi de sorunun farkında ve daha fazla doğumu teşvik etmek için yasama önerileri sunuyor. Tasarı, Ocak 2025–Aralık 2028 döneminde doğan her çocuk için ebeveynlere geleceklerine yatırım yapmaları amacıyla 1.000 dolar verilmesini öngörüyor. Ayrıca 2026’dan itibaren çocuk başına vergi kredisini 2.000 dolardan 2.200 dolara çıkarıyor.
Demografik sorunla ilişkili bir diğer güncel kriz göç. Tüm gelişmiş sanayi ülkeleri bu demografik krizin etkisiyle yüzleşecek; kriz tam olarak etkisini göstermeden önce, döngünün ilk evrelerinde özellikle sıradan ve çekici olmayan iş kollarında çalışacak işgücü için birbirleriyle rekabete başlayacaklar. Bu eğilim sayılarla net şekilde ortaya konuyor. Göçmenler işgücü piyasalarını, tüketimi ve sermaye oluşumunu istikrara kavuşturuyor.
Radikal tıbbi çözümler bulunmayı beklerken, göçün yalnızca tarım ve çiftçilik gibi sektörlerdeki vasıfsız işçi talebini nasıl karşılayabileceğini değil, aynı zamanda göçmen çocuklarının—eğitimli ve topluma entegre olmuş—önümüzdeki elli yılda sağlayacağı katkıları da göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
Yine bu tuhaf söylem için özür dilerim; ancak Ayetullah Ali Hamaney, Benjamin Netanyahu, Vladimir Putin ve Donald Trump’ın eylemlerini sürekli takip ettikten sonra, en azından onlardan hiç söz edilmeyen bir tartışmaya—gerekirse kısa bir soluklanmaya bile—ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum.
Kaynak: https://geopoliticalfutures.com/the-nearing-crisis-of-demographics/