Ortadoğu’da Politik Kitlesel Aktivizmin Sonu mu?

Artık Ortadoğu toplumlarında siyasal duyarlılık, kolektif bilinç ve sokak tepkisi yerini bireysel hayatta kalma stratejilerine, sessiz kabullenişlere ve yönetsel tıkanmışlıklara bırakıyor. Bu durum yalnızca mevcut politik krizlerin derinleşmesine yol açmakla kalmayacak, aynı zamanda bölge halklarının gelecekteki siyasal yönelimlerinin de şekillenmesinde belirleyici olacaktır. Ortadoğu’da kitlesel politik aktivizmin gerilemesi, toplumsal dokunun siyasal sistemle kurduğu bağın kopmasına neden olabilir. Bu kopuşun yaratacağı boşluk, ya daha otoriter yönetim biçimlerinin kurumsallaşmasına zemin hazırlayacak ya da yeni nesil ve farklı biçimlerde ortaya çıkacak aktivizm biçimlerine kapı aralayacaktır.
Temmuz 3, 2025
image_print

7 Ekim sonrasında karşı karşıya kaldığımız en şaşırtıcı sonuç kitlesel politik aktivizmin belirgin şekilde zayıflamış olması realitesiydi. Son dönemde yaşananlar bölge halklarının siyasi duyarlılıklarında yaşanan ciddi erozyonu gözler önüne seriyor. Hâlbuki 1960’lı yıllarda sosyalist Arap milliyetçiliği ideolojisinin coşkusuyla sokaklara akan kitleler, 1979’da İran İslam Devrimi’nin ardından Devrimci İslamcı söylemlerle mobilize olmuştu. 2010’lu yıllarda ise Arap Baharı sürecinde herhangi bir ideolojik çerçeveden bağımsız olarak Ortadoğu toplumları, beklide son kez, coşkuyla meydanları doldurdu.

İsrail’in Gazze ile başlayarak tüm Filistin coğrafyasında soykırıma evirilen savaş suçlarına ilaveten Lübnan, Suriye, Yemen, Irak ve İran’a yönelik yoğun saldırılarda bulunmasına rağmen, Ortadoğu toplumları derin bir sessizlik içinde gelişmeleri izlemekle yetindi. Batı ülkelerinde dahi sokaklarda daha yüksek sesle protestoların düzenlendiği bir dönemde, Ortadoğu’da toplumsal tepkinin neredeyse tamamen sönümlenmiş olması oldukça dikkat çekici bir durum. Bu yaşanalar bölgedeki kolektif bilincin dönüşümüne, ideolojik yönelimlerin parçalanmasına ve kamusal alanın siyasal işlevinin giderek zayıflamasına işaret ediyor.

Ortadoğu’da Toplumsal Dalgalar: Kitlesel Aktivizmin Sahnedeki Rolü

Birinci Dünya Savaşı sonrasında manda rejimleri aracılığıyla yeniden yapılandırılan Ortadoğu, II. Dünya Savaşı’nın ardından büyük ölçüde bağımsızlığını kazanan yeni devletlerin ortaya çıktığı bir coğrafyaya dönüştü. Bu dönemde, bölge ülkelerinin büyük çoğunluğunda monarşik rejimler hâkimdi. Ancak 1950’li ve 60’lı yıllarda Arap sosyalizmi ideolojisinin etkisiyle ivme kazanan politik dalga, genç subayların öncülüğünde gerçekleşen askeri darbelerle Mısır, Irak, Yemen, Libya, Sudan ve Suriye gibi ülkelerde cumhuriyetçi yönetimlerin kurulmasına yol açtı. Her ne kadar bu rejim değişiklikleri askeri elitlerin eliyle gerçekleştirilmiş olsa da, kitlesel aktivizm bu dönüşümlerin temel dinamiklerinden biri olarak ön plana çıkmıştı.

Bu dönemde, özellikle Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır’ın karizmatik liderliği ve söylemleri doğrultusunda, bölgede geniş çaplı halk hareketleri yaşandı. Sosyalist düşünceyle etkileşime giren kitleler, Batı’ya ve onun bölgedeki uzantısı olarak görülen İsrail ile Batı müttefiki monarşilere karşı büyük çaplı gösteriler düzenlediler. Gerek cumhuriyet rejimlerinde gerekse monarşilerde, kitlesel aktivizm etkili bir politik araç olarak sahneye çıktı. Bu dönemde yeni yaygınlaşan transistörlü radyolar ve sonrasında televizyonlar, halkları belirli ideolojiler etrafında mobilize etmede etkin biçimde kullanıldı.

Bölge genelinde, siyasi sistemin dışında bırakılan, ekonomik eşitsizliklere maruz kalan ve marjinalleştirilen toplumsal kesimler, sosyalizmi bir kurtuluş ideolojisi olarak benimsemişti. Bu ideolojinin karizmatik figürlerinin çağrılarıyla sokaklara dökülen halk, siyasal değişimin en temel taşıyıcısı oldu. Ancak 1970’li yıllara gelindiğinde, Arap sosyalizminin politik etkisi giderek azaldı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Arap milliyetçisi liderlerin İsrail karşısında peş peşe yaşadığı askeri yenilgiler, vaat ettikleri ekonomik kalkınmayı sağlayamamaları ve Arap dünyasında politik bir birlik kurma hedefine ulaşamamalarıydı.

Bu dönemde oluşan ideolojik boşlukta, 1979 yılında yaşanan İran İslam Devrimi yeni bir dalga yarattı. Ayetullah Humeyni’nin seküler Arap milliyetçiliğine alternatif olarak sunduğu İslami düzen söylemi, Batı karşıtlığıyla birleşerek bölgedeki kitleleri yeniden mobilize etti. Humeyni’nin devrim çağrısıyla İran’da başarıya ulaşan toplumsal hareket, Irak, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi Şii nüfusun yoğun olduğu ülkelerde ve Lübnan gibi mezhepsel çeşitliliğe sahip bölgelerde de geniş yankı buldu. Böylece, 1980’li yıllardan itibaren kitlesel aktivizmin öncülüğünü devrimci İslamcı liderler üstlendi. Ali Şeriati ve Ayetullah Humeyni gibi isimler, bu dönemde kitlelerin siyasal dönüşüm taleplerine liderlik eden figürler olarak öne çıktı. Devrimci İslamcılık, sadece Şii çevrelerde değil, genel olarak Ortadoğu halkları nezdinde de bir karşılık buldu. İsrail ve ABD karşıtlığı, ekonomik adaletsizlikler, yönetimlerdeki hukuksuzluklar ve İslami yaşam tarzı üzerindeki baskılar; memnuniyetsiz kitlelerin muhalefetini, devrimci İslami refleksler aracılığıyla ifade etmesine yol açtı.

İran Devrimi’nden yaklaşık otuz yıl sonra, bu kez Arap Baharı süreciyle kitleler yeniden sokaklara döküldü. Ancak bu defa hareketin ideolojik bir çerçevesi bulunmuyordu. 2010’lu yılların başında Tunus’ta başlayan ve kısa sürede Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’ye yayılan halk hareketleri, ekonomik, siyasal ve hukuki adaletsizliklere karşı bir başkaldırı niteliği taşıyordu. Arap Baharı sürecinde kitleler, rejim değişimini talep eden güçlü bir mobilizasyon sergiledi. Bu süreçte Tunus, Mısır ve Libya’da otoriter liderler devrilirken; Suriye ve Yemen gibi ülkelerde uzun süreli iç savaşlara zemin hazırlandı.

Ancak 2010’lu yılların ortalarına doğru bu kitlesel aktivizm dalgası yavaş yavaş sönümlendi. Bu sönümlenmede ekonomik zorlukların derinleşmesi, statükoyu koruyan aktörlerin sert müdahaleleri, güvenlikçi politikaların yaygınlaşması ve en önemlisi Batılı ülkelerin halk hareketlerini kendi bölgesel çıkarları açısından tehdit olarak görmeye başlaması belirleyici oldu. Böylece, 2020’li yıllara gelindiğinde, Ortadoğu’da kitlesel aktivizmin belli bir doygunluğa ulaştığı ve bir duraklama dönemine girildiği gözlemlendi. Kitlesel hareketliliklerin yerini sessizlik, hayal kırıklığı ve bireysel yönelimler aldı.

Sokakların Suskunluğu: Ortadoğu’da Siyasal Mobilizasyonun Gerileyiş Nedenleri

Uzun yıllar boyunca kitlesel aktivizmin siyasal süreçler üzerinde belirleyici bir rol oynadığı Ortadoğu, 7 Ekim 2023 sonrasında dikkat çekici bir biçimde toplumsal kayıtsızlığa everildi. İsrail’in önce Gazze’de başlattığı ve kısa sürede tüm Filistin topraklarını kapsayacak şekilde soykırım niteliğine bürünen saldırıları, ardından Lübnan, Suriye, Yemen, Irak ve İran gibi bölge ülkelerine yönelttiği askeri operasyonlar karşısında, Ortadoğu halklarının büyük ölçüde sessiz kalması dikkat çekicidir. Batı ülkelerinde dahi yüz binlerce kişinin sokaklara döküldüğü, protestoların kitlesel ve coşkulu bir biçimde gerçekleştirildiği bir dönemde, Ortadoğu’da yaşanan bu sessizlik olgusu üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir gelişme olarak ele alınmalı.

Bu kayıtsızlığın en çarpıcı örneklerinden biri, İsrail’in İran’a yönelik saldırıları sırasında yaşandı. Başta Şii nüfus olmak üzere bölge halklarının bu saldırılara gösterdiği düşük tepki düzeyi, bölgedeki siyasal duyarlılığın ciddi bir aşınma yaşadığını göstere en önemli gelişme olarak kaydedilebilir. Oysa daha önce, örneğin 2006 yılında yaşanan ve 34 gün süren İsrail-Hizbullah Savaşı sırasında, Şii toplumlar başta olmak üzere bölge genelinde Hizbullah’a yönelik yoğun halk desteğiyle büyük çaplı eylemler düzenlenmişti. Bugün ise İsrail, Lübnan’ın güneyini ağır şekilde tahrip etmiş, Hizbullah’ın önde gelen kadrolarını hedef almış, hatta İran’da üst düzey askeri yetkililer ve bilim insanlarını öldürmüş olmasına rağmen, halkların kayda değer bir tepki göstermediği görülüyor.

Kanaatimce Ortadoğu’da kitlesel politik aktivizmin bu denli zayıflamasının arkasında üç temel dinamik öne çıkıyor;

Birincisi, kitle mobilizasyonunun en önemli araçlarından biri olan kitle iletişim kanallarının büyük ölçüde Batılı güçlerin kontrolünde olmasıdır. Bilgi akışının yönlendirilmesi ve algı yönetimi sayesinde, kitleler ya yeterince bilgilendirilememekte ya da duygusal ve siyasal tepkiler örgütlenmeden bastırılmaktadır. Dijital alanın denetim altında tutulması, toplumsal öfkenin organize olmasını ve kolektif eyleme dönüşmesini ciddi ölçüde engellemektedir.

İkincisi, Arap Baharı süreciyle birlikte yaşanan travmatik tecrübelerin doğurduğu kolektif yorgunluktur. Suriye, Libya, Yemen ve Mısır gibi ülkelerde yaşanan uzun süreli çatışmalar, rejim baskısı, ekonomik yıkım ve altyapının çökmesi, halkları sokaktan ve kitlesel taleplerden uzaklaştırdı. Gelir adaletsizliğinin daha da derinleştiği, temel ihtiyaçlara erişimin zorlaştığı bu dönemde, kitleler için günlük yaşamın sürdürülebilirliği, siyasal değişim taleplerinin önüne geçti. Ekonomik darboğaz, halkların risk alma isteğini zayıflatmış, politik motivasyonu geriletti.

Üçüncüsü, kitlesel aktivizmi yönlendirecek, kitleleri peşinden sürükleyebilecek karizmatik liderliğin eksikliğidir. 1950-70 döneminde Cemal Abdülnasır, 1979 sonrası Humeyni ve Arap Baharı sürecinde bir ölçüde Recep Tayyip Erdoğan gibi figürler, bu mobilizasyonu ateşleyebilen karizmatik liderler olarak ortaya çıkmışlardı. Ancak 7 Ekim sonrasında Erdoğan her ne kadar Filistin davasını güçlü söylemlerle savunsa da, kitlesel bir seferberliği harekete geçirebilecek liderlik etkisini oluşturamadı. Karizmatik liderliğin yerini teknokratik ve güvenlikçi yönetişim anlayışlarının alması, halkla liderlik arasındaki duygusal ve ideolojik bağı zayıflattı.

Sonuç olarak, Ortadoğu’da yaşanan bu sessizlik yalnızca bir tepki eksikliği değil; ideolojik, ekonomik ve liderlik krizlerinin iç içe geçtiği daha derin bir toplumsal dönüşümün işaretidir. Kitlesel aktivizmin gerilemesi, bölgenin siyasal geleceği açısından da yeni soruları beraberinde getirmektedir.

Ortadoğu, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ideolojiler etrafında mobilize olan kitlelerin tarih sahnesine güçlü bir biçimde çıktığı bir bölge olarak dikkat çekmişti. Sosyalist dalga, devrimci İslamcılık ve nihayetinde Arap Baharı süreci, farklı dönemlerde siyasal düzenlere meydan okuyan güçlü halk hareketlerine zemin hazırladı. Ancak 7 Ekim 2023 sonrasında yaşanan gelişmeler, bu tarihsel sürekliliğin kırılmaya uğradığını, kitlesel aktivizmin artık bölgenin siyasal dinamikleri içinde belirleyici bir rol oynayamadığını ortaya koyuyor.

İsrail’in Filistin başta olmak üzere bölge ülkelerine yönelik saldırıları karşısında halkların sergilediği kayıtsızlık, sadece taktiksel bir geri çekilme değil; derin bir yapısal dönüşümün tezahürü olarak okunmalı. Bu dönüşüm; medya alanındaki tekelci kontrolün etkisi, Arap Baharı’nın doğurduğu kolektif hayal kırıklığı ve yorgunluk ile karizmatik liderliğin yokluğu gibi üç temel dinamik üzerinden açıklanabilir.

Artık Ortadoğu toplumlarında siyasal duyarlılık, kolektif bilinç ve sokak tepkisi yerini bireysel hayatta kalma stratejilerine, sessiz kabullenişlere ve yönetsel tıkanmışlıklara bırakıyor. Bu durum yalnızca mevcut politik krizlerin derinleşmesine yol açmakla kalmayacak, aynı zamanda bölge halklarının gelecekteki siyasal yönelimlerinin de şekillenmesinde belirleyici olacaktır. Ortadoğu’da kitlesel politik aktivizmin gerilemesi, toplumsal dokunun siyasal sistemle kurduğu bağın kopmasına neden olabilir. Bu kopuşun yaratacağı boşluk, ya daha otoriter yönetim biçimlerinin kurumsallaşmasına zemin hazırlayacak ya da yeni nesil ve farklı biçimlerde ortaya çıkacak aktivizm biçimlerine kapı aralayacaktır. Bu nedenle, 7 Ekim sonrası Ortadoğu’da yaşanan sessizlik, geçici bir durgunluk olarak değil; siyasal sosyolojinin dikkatle analiz etmesi gereken yapısal bir kırılımı olarak ele alınmalıdır.

 

Doç. Dr. Necmettin Acar

Doç. Dr. Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm başkanı.,
Eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünde, yüksek lisans eğitimini Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler anabilim dalında, doktorasını Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler anabilim dalında tamamlayan Acar halen Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Başlıca çalışma alanları Orta Doğu siyaseti, enerji güvenliği, Basra Körfezi güvenliği ve Türkiye’nin Orta Doğu politikası olan Acar’ın bu alanda yayınlanmış çok sayıda çalışmaları bulunmaktadır. İletişim: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA