Çin’in Tibet’e Yönelik Tehdidi Küresel Bir Endişe Kaynağı

Çin’in, yüzyıllardır varlığını sürdüren Dalai Lama kurumunu manipüle etme çabası yalnızca bir dini hakaret değildir. Bu, Asya genelinde nüfuzunu artırmak ve kontrolü pekiştirmek amacı taşıyan jeopolitik bir hamledir. Eğer Tibet’in sesi susturulur ve geleceği otoriter bir dayatmayla şekillendirilirse, bunun küresel düzeydeki bedeli — manevi, ekolojik ve siyasal anlamda — çok ağır olacaktır.
Temmuz 2, 2025
image_print

Üç on yıl önce, Çin yönetimi altı yaşındaki Panchen Lama’yı — Dalai Lama tarafından tanındıktan hemen sonra — kaçırdı ve onun yerine Pekin’in seçtiği bir sahtekarı atadı. Bu kaçırılma olayı, modern tarihin en cüretkâr manevi ve kültürel baskı eylemlerinden biri olarak hâlâ Tibet halkının hafızasında yankılanıyor.

Ancak Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in bu ay sahte Panchen Lama ile gerçekleştirdiği görüşme, yalnızca gerçek Panchen Lama’nın hâlâ kayıp olduğunu dünyaya yeniden hatırlatmaktan başka bir işe yaramadı. Bu durum, Tibet Budizmi’nde Dalai Lama’dan sonra gelen en yüksek ikinci ruhani lider olan Panchen Lama’yı, muhtemelen dünyada en uzun süredir tutulan siyasi mahkum haline getiriyor.

Şimdi ise Şi Cinping, o karanlık eylemi çok daha büyük çapta tekrarlamaya hazırlanıyor. 6 Temmuz’da 90 yaşına girecek olan Dalai Lama’nın vefatını bekliyor; böylece Çin, Tibet Budizmi’nin bir sonraki ruhani lideri olarak kendi kuklasını dayatabilecek. Bu, İtalya hükümetinin Katolik Kilisesi’ni yönetmek üzere devlet atamasıyla bir papa seçmesine benzerdi — dini özgürlük ve kültürel egemenliğe yönelik açık bir hakaret.

Ancak Çin’in hedefi yalnızca sembollerle sınırlı değil. Şi yönetimi Tibet kültürünü, dilini ve kimliğini silme çabalarını yoğunlaştırırken; Dalai Lama’nın yaklaşan halefiyet süreci, hem kritik hem de tehlikeli bir dönüm noktasına işaret ediyor. Her ne kadar Dalai Lama halefinin nasıl belirleneceğine dair kesin süreci henüz netleştirmemiş olsa da, Pekin içeriden Tibet Budizmi’nin kontrolünü ele geçirmek için şevkle zemin hazırlıyor.

Ortada çarpıcı bir paradoks var: Ateist Çin Komünist Partisi, Tibet dinine ve kültürüne yönelik baskılarını tırmandırırken bir yandan da bir sonraki Dalai Lama’yı bizzat belirlemeye hazırlanıyor. Şi, Komünist Parti kadrolarını “sarsılmaz Marksist ateistler” olmaya çağırdı — bu, komünizmi fiilen bir tür devlet dini konumuna yükseltti. Amaç açık: Sadakatini Tibet Budizmi’ne değil, Çin Komünist Partisi’ne sunacak bir halef yaratmak.

Ancak Tibet’in maruz kaldığı tehdit sadece manevi ya da kültürel düzlemle sınırlı değil — aynı zamanda ekolojik ve jeopolitik boyutlara da sahip. “Üçüncü Kutup” olarak anılan Tibet Platosu, Asya’nın birincil tatlı su kaynağı ve biyolojik çeşitlilik açısından bir beşiktir. Kıtanın başlıca nehir sistemleri buradan doğar ve aşağı havzalarda 2 milyardan fazla insanın yaşamını sürdürmesini sağlar. Çin’in Tibet’in doğal kaynaklarını — özellikle su ve madenleri — agresif biçimde sömürmesi, tüm Asya için uzun vadeli çevresel riskler yaratmaktadır.

Pekin’in inşa ettiği devasa barajlar ve su yönlendirme projeleri, sadece Çin sınırları içinde değil, çok daha geniş bir coğrafyada ekosistemlerin istikrarını ve hidrolojik akışları tehdit ediyor. Tibet’in yüksek rakımı ise muson desenlerinin ve küresel atmosferik dolaşımın oluşumunda hayati bir rol oynuyor. 2023 yılında yayımlanan bilimsel bir çalışma, Tibet Platosu ile Amazon yağmur ormanı arasında atmosferik bir bağ olduğunu ortaya koydu — bu da dünyanın çevresel kaderinin Tibet’in geleceğiyle doğrudan bağlantılı olduğunu gösteren güçlü bir kanıt niteliğinde.

1951’de ilhak edilmiş olmasına rağmen Tibet, hâlâ canlı ve dirençli bir ruh taşımaktadır. Tibetliler tarafından merhamet ve bilgelik timsali olarak görülen Dalai Lama, onların manevi ve ahlaki lideri olmaya devam ediyor. 2011 yılında siyasi yetkilerini demokratik olarak seçilmiş sürgündeki hükümete devretmesi, onu şiddet içermeyen direnişin küresel bir sembolü olarak daha da yüceltmiştir.

Bu miras, Çin’in Tibet’i askeri yöntemlerle bastırmayı sürdürmesine rağmen terörizmle hiçbir bağ kurulmaksızın temiz kalmıştır. Şi Cinping döneminde baskılar daha da artmış; kitlesel gözetim, dini kısıtlamalar ve Tibetli çocukların zorla Mandarin diliyle eğitim veren yatılı okullara alınması gibi uygulamalarla yoğunlaşmıştır — bugün bir milyondan fazla çocuk ailelerinden ve kültürlerinden koparılmış durumdadır. Bu politikanın açık amacı, Tibet kimliğini yok ederek Çin Komünist Partisi’ne sadık bireyler yetiştirmektir.

Bu arada Dalai Lama’nın sağlık durumu da kötüleşmiştir. 2016 yılında prostat kanseri nedeniyle radyasyon tedavisi görmüş, geçen yıl ise ABD’de diz protezi ameliyatı geçirmiştir; bu gelişmeler nedeniyle uluslararası seyahatleri ciddi biçimde azalmıştır.

Bu zorluklara ek olarak, Pekin’in birçok ülkeye — Batılı demokrasiler ve Asya’daki Budist çoğunluklu devletler dahil — Dalai Lama’ya vize vermemeleri yönünde baskı yapma konusundaki başarısı da dikkat çekiyor. Bu ülkeler arasında yalnızca Japonya kararlı bir duruş sergilemiştir. Hindistan ise takdire şayan bir şekilde Dalai Lama’nın sığınağı ve ahlaki müttefiki olmaya devam etmektedir; Yeni Delhi, kendisinden “en değerli konuğumuz” olarak söz etmektedir. Dalai Lama’nın kendisi de Hindistan’ı “manevi ve kültürel yurdum” olarak tanımlamaktadır.

Bu tablo karşısında Çin’in bir sonraki Dalai Lama’yı tasarlamaya yönelik stratejisi kararlı bir dirençle karşılanmalıdır. Mesele hayati önemdedir — Tibet Budizmi’nin yaşayan bir manevi gelenek olarak devamlılığı bu sürece bağlıdır. Pekin’in planını etkisiz kılmak için, uluslararası toplumun Tibetli Budistlerin kendi ruhani liderlerini dış müdahale olmadan seçme hakkını açıkça savunan, eşgüdümlü bir yanıt geliştirmesi gereklidir.

Neyse ki ABD bu konuda bazı anlamlı adımlar atmıştır. 2020 tarihli Tibet Politika ve Destek Yasası, bir sonraki Dalai Lama’nın seçiminin yalnızca Tibetli dini otoriteleri ilgilendiren bir mesele olduğunu teyit etmektedir. Ayrıca bu sürece müdahale eden Çinli yetkililere yaptırım uygulanacağına dair açık bir uyarı içermektedir. Temmuz 2024’te Başkan Joe Biden, Tibet’in kendi kaderini tayin hakkını destekleyen ve Çin’in Tibet üzerindeki dezenformasyon kampanyalarına karşı koymayı hedefleyen partiler üstü bir yasa olan “Tibet’in Kaderini Belirleme Yasası”nı imzalayarak yürürlüğe koymuştur.

Ancak daha fazlası yapılmalıdır. ABD ve Hindistan, birleşik bir cephe oluşturmalı ve diğer demokrasileri Dalai Lama’nın vizyonunu ve Tibet halkının haklarını desteklemek üzere harekete geçirmelidir. Dalai Lama’nın halefiyet süreci; Budist liderlerin katılımı, hukuki korumalar ve diplomatik güvenceler içeren çok taraflı bir çerçeveyle güvence altına alınmalıdır.

Çin’in, yüzyıllardır varlığını sürdüren Dalai Lama kurumunu manipüle etme çabası yalnızca bir dini hakaret değildir. Bu, Asya genelinde nüfuzunu artırmak ve kontrolü pekiştirmek amacı taşıyan jeopolitik bir hamledir. Eğer Tibet’in sesi susturulur ve geleceği otoriter bir dayatmayla şekillendirilirse, bunun küresel düzeydeki bedeli — manevi, ekolojik ve siyasal anlamda — çok ağır olacaktır.

Tibet’in tehdit altındaki geleceği yalnızca Tibetlilerin sorunu değildir. Bu durum, uluslararası düzene, dini özgürlüğe ve bir bütün olarak kıtanın çevresel güvenliğine yöneltilmiş bir meydan okumadır. Ve harekete geçme zamanı şimdi.

  • Brahma Chellaney, jeostratejisttir ve aralarında ödüllü “Su: Asya’nın Yeni Mücadele Alanı” adlı eserin de bulunduğu dokuz kitabın yazarıdır.

Kaynak: https://thehill.com/opinion/international/5372594-chinas-threat-to-tibets-future-should-be-a-global-concern/