Platinin performansına kayıtsız kalmak artık hiç bir ekonomist için mümkün değil! Uzun yıllar sonra yeniden tüm piyasa aktörlerinin radarına gürültülü şekilde girmiş durumda.
“Ons başına 1.341 dolar” rakamı, Haziran sonunda ekranıma düştüğünde ister istemez 2025’in retoriğini şekillendiren o eski soruyu yeniden sordum: “Bu yükseliş geçici bir tutku mu, yoksa uzun soluklu bir dönüşümün habercisi mi?”
Yılın ilk gününde ons fiyatı 1.000 dolar eşiğine gelmişken bugün gramı 43 dolarda; yılbaşından bu yana kabaca %40’tan fazla demek bu.
Finans terminolojisinde “metal yorgunluğu” diye bir kavram yoktur ama grafiklerin dili bazen öyle yorgun düşer ki satırlar arasında, tarihteki her büyük ralli sonrasında fısıldanan aynı cümleyi duyarsınız: “Şimdi ne olacak?”
Fiyatlardaki bu coşkunun arka planındaki temel öykü yalnızca arz–talep makarası değil; aynı zamanda enerji dönüşümü, tüketici psikolojisi ve jeopolitik gerilimlerin iç içe geçtiği karmaşık bir ağ.
Dünya Platin Yatırım Konseyi’nin son çeyrek raporu bu yıl üçüncü kez “derinleşen piyasa açığı”ndan söz ediyor: 2025’te 966 bin onsluk eksik üretim, beş yılın en düşük toplam arzıyla birleşiyor. Daha da ilginci, bu açığın 2029’a kadar her yıl ortalama 727 bin ons civarında kalacağı tahmin ediliyor; beş yıl boyunca her sene, piyasaya gerekenin neredeyse onda biri kadar metal girmeyecek.
Arz tarafındaki kıtlık hikayesinin başrolünde her zamanki gibi Güney Afrika var. Ülke dünya platin üretiminin yaklaşık yüzde yetmişini sırtlıyor; ancak üretim uzun, derin ve maliyetli yeraltı galerilerine bağlı. Elektrik kesintileri, işçi grevleri ve kronikleşmiş su problemleri derken 2025’in ilk çeyreğinde Güney Afrika çıkışı %13 daraldı.
Rusya cephesindeyse Ukrayna savaşı finansmanında eritilen rezervler kısa vadede pazara paladyum fazlası ve platin kıtlığı getiriyor. Rusya’nın mevcut stokları tükendiğinde jeopolitik gölgeler çok daha belirgin hale gelecek gibi duruyor.
Talep cephesinde Çin podyuma çıkıyor. Altının spot fiyatı psikolojik 2 500 dolar sınırına dayanırken Çinli genç tüketiciler, düğünlerde gösterişli sarı bilezik yerine “modern” ve “serin” görünen platin kolyeleri tercih etmeye başlamıştı zaten.
Pekin’in lüks caddelerinde vitrin düzeni değişti: altın geri, platin ön raflara yükseldi. WPIC verileri yalnızca yılın ilk beş ayında Çin mücevher talebinin %13 arttığını söylüyor; bunun büyük kısmı altından kaçan alıcıların beyaz metale yönelişi.
Saat başı değişen sokak modası bir yana, bu eğilim takı segmentinde kalıcı bir pazar yeniden dengelenmesine işaret ediyor.
Fakat hikaye yalnızca takıyla bitmiyor. Otomotiv sektörü platini katalitik dönüştürücülerin kalbinde yaşatıyor. Elektrikli araçların pazar payı, içten yanmalı motora veda etmeye yetmeyecek ölçüde yavaş artıyor. Üstelik hibrit motorlarda katalitik dönüştürücüler motorun sık sık devreye girip çıkması yüzünden daha soğuk çalışıyor; verim kaybını telafi etmek için daha fazla platin grubu metale ihtiyaç doğuyor.
Mühendislerin sessiz reçetesi şöyle: “Paladyumu azalt, platini artır; hibritler pazarı domine ederken marjı koru.”
Bütün bunlara bir de hidrojen ekonomisini ekleyin. Yeşil hidrojeni tartıştığımız her panelde, elektrolizör ve yakıt hücresi katalizörü olarak platin ismini duymamak imkansız.
Reuters’e demeç veren uzmanlar büyük kamyonların ve otobüslerin paladyuma kıyasla daha yüksek platin yüklemeleriyle en son elektrifikasyona geçecek segment olduğunu vurguluyor; elektrik motoru kaçınılmaz olsa da geçiş süresi platin için uzun bir talep kuyruğu yaratıyor.
ETF piyasası da platini ilgilendiren ayrı bir konu. 2025 başından bu yana küresel platin ETF’lerine 70 bin ons net giriş oldu.
Kağıt üzerinde bu, üretimden düşülen bir fiziki stok demek. Olası sert düzeltmelerde ETF yatırımcısı satışa geçtiğinde spot piyasaya umulmadık likidite enjekte edebilir. UBS burada temkinli; bankanın haftalık notu volatilite genişledikçe kar almanın mantıklı olacağını, uzun vadeli pozisyonlarınsa korunması gerektiğini savunuyor.
Teknik analiz cephesinde resim karmaşık. Ons bazında 1.200 doların üzerinde tutunma, 2021’de yarım kalan bir dönüş formasyonunun tamamlanması anlamına geliyor. Eğer bu seviye haftalık kapanışlarda taban hâline gelirse 1.500 dolara kadar gözü kara bir ralli görebiliriz.
Ancak grafikteki boşluklar kadar madencilerin bilançolarındaki boşlukları da hatırlatmak gerek: Güney Afrikalı üreticilerin nakit maliyeti ons başına 980–1.050 dolar civarında. Fiyat 1.000 dolar eşiğinin altına inerse birçok ocağın kapıya kilit vurup arzı daha da kısacağı ortada.
“Peki, bütün bu karmaşanın sonunda, platin tutmalı mıyım?” sorusuna yanıt vermek kolay değil. Ancak şu üç nokta kararın pusulası olabilir.
Birincisi, arz açığı yapısal ve kısa vadede devreye girecek yüksek tenörlü yeni rezerv gündemde yok.
İkincisi, takı-otomotiv-hidrojen sacayağı 2025 sonrası talebi sektör çeşitliliğine yayıyor; tek sektöre bağımlılık riski azalıyor.
Üçüncüsü, olası bir Fed faiz indirimi doların değerini geriletip emtia cephesine nefes aldırabilir.
Bununla birlikte maraton koşmakla sprint atmak arasındaki farkı unutmamak gerekir. Platin fiyatının yıl sonunda 1.350–1.400 dolar bandına oturması, ons başına yüzde on beş civarında ek prim demek. Fakat beklenmedik bir resesyon otomotiv talebini ve takı iştahını söndürebilir.
2008 krizinde platinin ons fiyatı bir yıl içinde 2.200 dolardan 800 dolara savrulmuştu; bu darbenin hala finans derslerinde dipnot olduğunu hatırlatmak isterim. Başlıktaki sabıkası da buradan. Dolayısıyla bugün alınan her gramın arkasında sıkı bir risk yönetimi olmalı.
Elbette, İşin politik ayağı da var. Rusya’nın Ukrayna macerası sürerken Batı yaptırımları paladyuma gölge düşürüyor; yatırımcı gözünde “mükemmel ikame metal” olarak lanse edilen platinin risk algısı daha düşük.
Güney Afrika’da yaklaşan genel seçimler de madencilik lisanslarının yenilenmesi ve elektro-şebeke reformu gibi belirsizlikler yaratıyor; her belirsizlik küçük bir risk primi, her risk primi fiyat grafiğinde yeni bir merdiven basamağı.
Son bir parantez açmak lazım. Kripto evreninde platin destekli stablecoin projeleri konuşuluyor. Henüz hacmi küçük ve regülasyon belirsiz; fakat gelecekte fizikî teslimatı kolaylaştıracak bir blok zincir altyapısı spot piyasada bambaşka bir fiyatlama mantığı da yaratabilir.
Altın ETF devrimini hatırlayalım. Sarı metalin “yatırım yapılabilir” statüsü 2000’lerin başında bu sayede yeniden tanımlandı. Platin de benzer bir evrim eşiğinde duruyor olabilir.
Benim takvimime göre Fed’in üçüncü çeyrek toplantısı ve Güney Afrika madencilik sendikasının eylül grev oylaması, platin için yılın iki kritik kavşağı.
İlki faiz patikasının dolar üzerindeki etkisini netleştirecek, ikincisi ise arz açığını adeta lamba gibi yakacak. Bu iki tarih arasında fiyat cebini dolduracak spekülasyona zemin var. Altın-platin rasyosu elli yılın zirvesinden gerilemeye başlasa da hala uzun vadeli tersine dönme potansiyeli taşıyor.
Hasılı, Lord Platin belki de 2025’in finansal romanının gizli kahramanı olacak. Ancak her romanda inişli çıkışlı sahneler vardır; sizin bu hikayedeki rolünüz dramatik anlarda soğukkanlı kalmak ve yatırımınıza ne kadar sadık olacağınıza karar vermektir.
Sadakati seçerseniz bugünün gram başına kırk altı doları yarının altmış dolarlık mükafatına dönüşebilir; seçmezseniz platin sahneden çekilir ve kenarda bekler. O bekleyişin süresi bilinmez.
Ama 2024’te sekiz küçük ülke merkez bankasının rezervlerine ilk kez mütevazı miktarda platin eklediğini biliyoruz…
Unutmayın, dünya enerjisini dönüştürürken tasarruf edilen her karbon molekülünün bedelini başka bir maden üstlenir. Bugün hidrojeni mümkün kılan katalizörler platinden vazgeçemiyorsa yarın değerleme defterlerimizi bu beyaz metalin adını daha kalın harflerle yazmak zorunda kalacağız. O yüzden fiyat her geri çekildiğinde tartıya yalnız dolar değil, stratejik değer cinsinden bakın. Çünkü stratejik olan, er ya da geç finansal olana galip gelir.