Holiday Dmitri, Mars Review of Books‘un kurucusu Noah Kumin ile ilk romanı üzerine konuşuyor.
Stop All the Clocks (Bütün Saatleri Durdurun), Noah Kumin. Arcade, 2025. 240 sayfa.
Noah Kumin’le ilk kez Substack’te karşılaştım; manifestoya benzer üsluptaki çıkışı olan “Neden Modernizmi Yok Etmeye Karar Verdim, Bölüm 1: Edebiyat Sanatları için Yeni Bir Yol (Nihai Hedefim)” (Why I Decided to Destroy Modernism, Part 1: A New Path Forward for the Literary Arts (My Ultimate Aim)) başlıklı yazısını ve ardından gelen “Edebiyat Nasıl Bu Kadar Sıkışıp Kaldı? Neden Modernizmi Yok Etmeye Karar Verdim, Bölüm 2” (How Did Literature Get So Stuck? Why I Decided to Destroy Modernism, Part 2)’yi okudum. Bu denemeler, özellikle bireysel öznelliğe olan saplantısıyla 2024 çağdaş edebiyatına karşı Kumin’in duyduğu hayal kırıklığını ifade ediyor ve yeni bir edebi hareket başlatma arzusunu ortaya koyuyordu.
Kumin, 35 yaşında. New York City’nin Dimes Square edebiyat sahnesine ve onun muğlak anti-woke politikalarına yakın, karşı-kültürel bir edebiyat dergisi olan The Mars Review of Books’un kurucusu ve editörü. Aynı zamanda bilgisayar tarihine dair felsefi bir broşür olan The Machine War (2023) kitabının da yazarı. Yeni ve ilk romanı Stop All the Clocks (Bütün Saatleri Durdurun) ile Kumin, güncelliğini koruyan bir başka meseleyi deşiyor: İnsan ile makine arasındaki sınırın giderek bulanıklaştığı bir dönemde, teknolojinin insanlığı nasıl şekillendirdiği. Hikâye, bir yapay zeka destekli şiir programının insanlardan nefret eden deha yaratıcısı Mona Veigh’in ve onun, sıradışı bir teknoloji girişimcisi olan Avram Parr’ın sözde intiharıyla kendisini ilişkilendiren komployu çözmeye çalışmasını merkezine alıyor. Stop All the Clocks (Stop All the Clocks), Graham Greene ve William Gibson’ı anımsatan, fikirlerle dolu bir casusluk romanı — teknolojik ilerlemenin insan kibrine nasıl temas ettiğine dair merak uyandıran, yaz aylarında bir solukta okunacak bir eser.
Kumin’le West Village’daki bir otel lobisinde buluştuk; yapay zeka, Yeni Sağ, Rus edebiyatı, günümüzde felsefi romanın rolü ve çağdaş yazarların bu dönemin sunduğu fırsatları nasıl değerlendirebilecekleri üzerine konuştuk.
HOLIDAY DMITRI: Stop All the Clocks’ta (Bütün Saatleri Durdurun) CRISPR, parabiyoz ve biyolojik hackleme (biohacking) hakkında okumak inanılmaz keyifliydi — bunlar, kendi romanımda da kurcaladığım ama edebi eğilimli kitaplarda hiç işlenmiş görmediğim konular.
NOAH KUMIN: Derler ki ne hakkında yazarsan hayatın da ona dönüşür. Başladığımda tanımadığım ama şimdi biyolojik hackleme ve biyolojik modifikasyonla ilgilenen insanlar tanıyorum.
Bu senin de ilgini çeken bir şey mi şimdi?
Merak ediyorum. En ileri gittiğim yer, domuz beyni enjekte etmek oldu. Cerebrolysin’i duydun mu? İnme geçirmiş hastalar için tasarlanmış bir zeka geliştirici. Ama inme geçirmemiş biri olarak da alırsan aynı etkiyi göstermesi bekleniyor. Gün batımının renklerini daha keskin görebildiğimi hissettim.
Bilimsel ve teknolojik gelişmeler romanında büyük yer tutuyor. Yazmaya sekiz yıl önce başlamış olsan da, kitabın temaları ve fikirleri çok güncel hissettiriyor.
Evet, inanılmaz, neredeyse gazetelerin manşetlerinden fırlamış gibi. Yani, Hildegard — Stop All the Clocks’ta kehanetler yapan ve şiir yazan bilgisayar programı — temelde ChatGPT. Böyle bir şeyin geleceğini görmek için Nostradamus olmaya gerek yoktu. Yazmaya 2016’da başladım. Sonra pandemi döneminde elimde daha fazla zaman oldu ve dedim ki, “Neden bu teknolojiyi anlamaya çalışmak yerine ona karşı direniyorum?” Perspektifi genişlettim ve hikâyeyi daha felsefi bir hale getirdim.
Karakterin Avram Parr’a bayıldım — teknoloji-fütürist, delilik sınırındaki bir bilim insanı ve girişimci karışımı biri. Gerçek hayatta tanıdığın birinden mi ilham aldın?
Özellikle birinden değil. Yeni zamanın ruhunu yansıtan bir karakter yaratmak istedim. Teknoloji o kadar hızlı ilerliyor ki, her geçen gün daha önce hiç karşılaşmadığımız türde yeni sorularla yüz yüze geliyoruz. Bir anlamda, geleneklere bağlı kalmak yerine her şeyi en baştan düşünmemiz gerektiğine inananlara ya da ilk ilkelerden hareketle düşünmek isteyenlere sempati duyuyorum. Daha önce görmediğimiz yeni bir insan türü ortaya çıkıyor ve ben bu insan tipini kâğıda dökmek istedim. Buna “kod yazan ya da kod yazmaya takıntılı teknoloji abisi” diyebilirsin.
Turgenev’in Babalar ve Oğullarını biliyor musun? Bazarov bir nihilisttir; 1860’ların Rusya’sında bu aşırı solcu bir pozisyondu. Hiçbir otoriteye boyun eğmez, hiçbir şeye körü körüne inanmaz. Ne kiliseye, ne devlete, ne de ailesine. Avram Parr’ı, Bazarov’un günümüz versiyonu olarak görüyorum; Bazarov zamanında sola yakın bir karakterdi, Avram Parr ise daha çok sağda konumlanıyor. Ama bir bakıma aynı karakterler.
Bugün teknolojide neler olup bittiğini — ya da adına “Yeni Sağ” (New Right) demek istersen — anlamak isteyen herkes kitabımı okumalı. Dünyadaki Avram Parr’lar Bazarov’dur.
Hazır lafı açılmışken, sol basın dergini “avant-garde Yeni Sağ” (avant-garde New Right) ile ilişkilendirdi. Buna yanıtın ne olur?
Biraz utanç verici, ama ben dergimi daha çok Dimes Square sahnesinin yükselişiyle ilişkilendiriyorum. İnsanlar edebiyat, yayıncılık ya da dergiler hakkında konuşurken, meseleyi daha hazmedilebilir ya da heyecanlı hale getirmek için hemen siyaseti devreye sokuyor. Benim gördüğüm ise çevrimiçi dünyada gelişen bir tür hareketti — tuhaf insanlar, bazıları anonim, ana akım yayıncılığın tamamen dışında var olabiliyorlar. Bu dünya bir çeşit kulüp gibi işliyor ve en iyileri seçmiyor; çünkü esas soru şu: “Bu kulübe kimi davet etmek istiyoruz?” Kalite arayışından çok bu var.
Yani, kışkırtıcı olmak gibi bir niyetin yok?
Hayır, ama bazen kendimi fazla açık, savunmasız hissediyorum. Belki biraz şizofrenim. Belki de ortamı iyi okuyamıyorumdur. Böyle bomba atar gibi bir tavra girip çıkıyorum. Ama şunu söylemeliyim: Hayatıma gelen iyi şeylerin çoğu, o savunmasız ve umursamaz halimden kaynaklandı. Ama nihayetinde, insanların seni gerçekten sevip sevmemesi pek de önemli değil. Sonuçta hepimiz bir gün öleceğiz.
Tabii o biohacking işleri işe yaramazsa.
[Gülerek] Evet. Belki de hepimiz öleceğiz.
Christian Lorentzen’dan Magdalene Taylor’a kadar pek çok yazarı ağırladınız derginizde. Farklı seslere açık olduğunuzu söyleyebilir misiniz?
Kesinlikle. The Mars Review of Books’ta yayınlanan yazarları bir araya getirsen, birbirlerinden nefret ederler. Sanırım teknolojiyle sanatı, başkalarının yapmadığı bir şekilde birleştirmekte özellikle başarılı oldum. “Zoomer Manifestosu”nu (Zoomer Manifesto) yayımladım — yeni teknolojilerin kullanımına dair, Delözyen (Deleuzian), teknoloji yanlısı, deli işi bir manifesto. İnternette birçok insan ilginç şeyler yapıyor. Aynı zamanda, prestijli yayıncılık dünyasında da, hem yazabilecekleri konular hem de yazma biçimleri açısından daha fazla özgürlük isteyen çok sayıda insan var. Ben de “Ya bu ikisini birbirine çarpıştırırsam ve ne olacağını izlersem?” diye düşündüm. Ama tabii bu kolay değil. Hâlâ kitap okuyanlar daha çok eski kuşaklar ve onlar bu tür yeniliklere pek açık değiller. Okurları yeni fikirlerle ve farklı yollarla harekete geçirmek artık daha zor.
Anlıyorum. Dünya anlaşılmaz bir şekilde elimizden kayıp gidiyor gibi. Ne varsa ona tutunmak istiyoruz.
Ama karşı karşıya olduğumuz teşvikler — özellikle çevrimiçi dünyadaki teknolojik teşvikler — bu belirsizliği bastırıyor. “Bundan çok eminim” ya da “Bu gerçekten korkunç” gibi netlikler dayatıyor. Oysa hayatlarımızda biraz daha fazla kararsızlığa yer açabiliriz. Zıt iki gücü alıp içinizde birbirleriyle savaşmasına izin verdiğinizde, ortaya simyasal ve güzel bir şey çıkar. Romanın yapabileceği ve başka hiçbir şeyin yapamayacağı şey budur: Kararsızlığı hayata taşımak.
Ya da romanın yapması gereken şey.
Kesinlikle — bunu hiçbir kararsızlık duymadan söyleyebilirim. Sadece polemik yapmak, teoriler öne sürmek ya da “Bu doğrudur, bu yanlıştır” demek istiyorsanız, bunu sosyal medya zaten çok iyi yapıyor. O zaman neden koca bir roman yazasınız ki? Bu hem kendi zamanınızı hem de herkesin zamanını boşa harcamak olur.
Çağdaş kurmacanın fazla polemikçi ve içe kapalı hale geldiğini yazmıştın. Bunun yerine, “fikirlerin oyunu”na dayalı yeni bir edebi sanat hareketine ihtiyaç olduğunu söylüyorsun. Yarınların romanında görmek istediğin şeyler hakkında biraz daha açabilir misin?
Gelecekte, fikir romanına geri dönmemiz gerekiyor. Lionel Trilling’in “Sanat ve Şans” (Art and Fortune) adında harika bir denemesi var. Orada, romanın yapabileceği şeyin ideolojiyi somutlaştırmak olduğunu söylüyor. Romanda yalnızca teorilere yer veremezsiniz; bu teorilerin hayatınızda nasıl işlediğine de bakmanız gerekir. Roman, bir ideolojiyi somut olarak işlemek, o ipliği dikkatle söküp açmak gibi çok hassas bir işi yapabilir ve yapmalıdır.
Ama biz bundan uzaklaştık. Yeni bir Bazarov’un yer aldığı romanlar çok fazla görmüyorum. Bu eğilimi — yani detaylara ve küçüklüklere odaklanmayı — Nabokov’dan Updike’a, oradan Zadie Smith’e kadar sürdürebilirsiniz. Rabbit, Run, küçük bir kasabada yaşayan bir adamın hikayesiydi. Bu yazarların hepsini seviyorum, ama romanı büyük fikirlerin tartışıldığı bir forum olarak görme halini kaybettik. 1980’lerde ve 90’larda odak noktası “tarihin sonu”ydu. Din bitmişti. Liberal demokrasi tüm dünyaya yayılacaktı. Her şey çözülmüş gibiydi. Yaşam tarzımız, toplum ya da siyaset hakkında söylenecek bir şey kalmamıştı. Ama şimdi tüm bunlar yeniden gündemde. Zadie Smith ya da Jonathan Franzen keşke kod yazmayı öğrense. Ben çağdaşlarımı okumak istiyorum. “Kimse bunu yapmıyor” demek bana garip geliyor çünkü kim olduklarını bilmediğim birçok harika insan var. Küratörlük (seçici derleme) işlevini kaybettik sanki — işte The Mars Review of Books’ta yapmak istediğim şey de buydu: samanı samandan ayırmak. Her şey bu kadar dağınık ve parçalanmışken, kimin güvenilir bir kaynak olduğunu nasıl anlayacaksınız? Teknolojik değişimler yüzünden bu giderek zorlaşıyor.
Romanını bitirmesi çok uzun süren biri olarak, bu benim en büyük korkum. Teknoloji bu kadar hızlı ilerliyorken, yazma ve yayımlama süreçleri bu kadar uzun sürerken, çağa nasıl ayak uyduruyorsun?
Gerçekten çok iyi bir soru. En zor kısımlardan biri de bu. Stop All the Clocks’a (Bütün Saatleri Durdurun) bir devam romanı yazmayı planlıyorum ve bu kitap yakın gelecekte geçecek. Çünkü çağın ruhunu yakalamak istiyorum. Ama bu, günümüz romancılarının karşılaştığı büyük bir dezavantaj.
Geleceği öngörebilme konusunda Octavia Butler gibi olman gerekiyor.
Aynen öyle. Bu tür şeylerde geride kaldığında büyü bozuluyor. Nathan Englander gibi iyi bir yazar var; kaddish.com adında bir kitap çıkardı. Kitabı görünce “Bu bir web sitesi olmamalıydı, bir uygulama olmalıydı!” dedim. Elbette mesele bu değil ama aynı zamanda bu da doğru. Sanırım yanıt şu: Beş yıl ilerisini görmelisin. Böylece eser yayınlandığında özellikle güncel olur.
* Holiday Dmitri, yaratıcı yazarlık alanında Warren Wilson’dan yüksek lisans derecesine sahip; ayrıca gazetecilik, sosyal bilimler ve uluslararası ilişkiler alanlarında sırasıyla Northwestern University, University of Chicago ve The New School’dan ek diplomalar almıştır. Brooklyn’de yaşamaktadır ve sözde “bağlantılılık” çağında kimlik ve izolasyonu araştıran spekülatif bir edebi roman üzerinde çalışmaktadır.
Kaynak: https://lareviewofbooks.org/article/the-novel-as-revolutionary-instrument/