Deliliğin Tanımı – Bir Neocon Düşünce Kuruluşunun Rusya Raporu

Eğer daha önce bir neocon düşünce kuruluşunun Rusya raporunu okuduysanız, aslında hepsini okumuşsunuz demektir. Bu rapor pekâlâ Atlantic Council veya War Studies Institute (Savaş Araştırmaları Enstitüsü) tarafından da yazılmış olabilir. Yazar, Avrupa’nın elinde olmayan parayla Ukrayna’da bir vekâlet savaşını sürdürdüğü, Rusya’nın vereceği tepkiye dair hiçbir öngörünün yapılmadığı ve Rus tehdidini azaltma iddiasında bulunurken, aslında Rusya’yı daha da tahrik ederek savaşın kendiliğinden kaçınılmaz hale getirildiği aşırı basitleştirilmiş bir dünya resmi çiziyor. Korkarım, bu tam anlamıyla delilik.
Haziran 20, 2025
image_print

On yıldır yaptığımızı yapalım ve farklı bir sonuç bekleyelim

Görünüşe göre Albert Einstein’ın “Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı bir sonuç beklemektir” dediğine dair herhangi bir kanıt yok. Ancak bu vecize, bir neocon (yeni muhafazakâr) düşünce kuruluşu Rusya ile nasıl başa çıkılacağına dair yeni bir rapor yayımladığında her zaman olduğu gibi kulağa oldukça doğru geliyor.

Benim de tepkim, geçtiğimiz günlerde Birleşik Krallık merkezli Henry Jackson Society’nin Nisan ayında yayımladığı Russian Reality Check: How to Destabilise the Kremlin (Rus Gerçeklik Kontrolü: Kremlin’i Nasıl İstikrarsızlaştırırsınız?) başlıklı raporu okuduğumda bu yönde oldu.

Raporda hiçbir yeni fikir sunulmuyor; önerilen her şey daha önce zaten denendi.

Raporda özellikle Avrupa’nın Rusya’ya ekonomik baskıyı artırması, iç karışıklık ve rejim değişikliğini körüklemesi, Rusya içinde siber ve gizli savaşları tırmandırması, Rusya’nın komşularını kendi yanına çekmesi ve bir şekilde gelişmekte olan dünyayı bu yaklaşımın onların yararına olduğuna ikna etmesi öneriliyor.

Tüm bu öneriler, Trump döneminde Amerikan kamuoyunun Ukrayna savaşına olan ilgisinin azalması bağlamında dile getiriliyor.

Burada kısa bir duraklamayla belirtmek gerekirse, ABD’nin Ukrayna’ya verdiği desteğin azalması hali hazırda yeni bir gerçeklik yaratmış durumda: Daha az para, daha az silah, azalan siber kabiliyetler ve askeri destek unsurları ile birlikte, ABD’nin Birleşmiş Milletler’de giderek daha fazla Rusya ile birlikte veya en azından Rusya’ya karşı olmayan şekilde oy kullanması sonucu küresel sahnedeki inandırıcılığının zedelenmesi. Tüm bu etkenler, Avrupa’nın Ukrayna’daki savaşa karşı mevcut duruşunu bile koruyabilmek için daha fazla harcama yapması ve daha çok çaba göstermesi gerektiği anlamına geliyor – oysa ki Rusya sahada bu savaşı kazanmakta.

Asıl soru şu: 2014’ten bu yana Rusya’yı çevreleme stratejisinin beş ayağına da büyük çaba sarf edilmişken, yazar bugün Amerikan yardımı olmadan bu stratejinin işe yarayacağına neden inanmaya başlıyor?

Avrupa’nın, dayatılmış yüksek enerji fiyatları nedeniyle sanayisizleştiği bir dönemde “aynı şeyleri daha fazla yapmanın” Avrupa’nın ekonomik sağlığı açısından anlamı nedir?

Ve seçkinlerin giderek savaş yanlısı ve demokrasiyi gasp eden eğilimlerinden korkan sıradan insanların sağa ve sola doğru hızla kaydığı bir dönemde, Avrupa’daki siyasi hareketler için ne anlama geliyor?

Raporda bu daha geniş riskler ve siyasi eğilimler hiçbir şekilde dikkate alınmamaktadır. Pek çok düşünce kuruluşu raporunda olduğu gibi, bu belgede de büyük stratejiler ortaya atılırken ne maliyetleri, ne siyasi sürdürülebilirliği ne de daha da önemlisi Rusya’nın buna nasıl tepki vereceği düşünülmemektedir. Moskova’nın batının girişimlerine karşı aritmetik bir yanıt vereceği varsayılmaktadır; öyle ki, batının katkılarının toplamı, Rusya’nın direniş azmini ve siyasi kararlılığını ezerek, sonunda Rusya’daki siyasi sistemin çökmesini sağlayacaktır.

Bu hesaplama, Ukrayna’daki çatışmaların 2013 sonlarında başlamasından bu yana hiçbir zaman gerçeği yansıtmamıştır.

Raporun beş temel sütununa kısaca göz atarsak; ilki, ekonomik savaş ve Kremlin’in kaynaklarının nasıl sıkıştırılacağına dairdir. 2014’ten bu yana Batılı güçler, Rusya’ya karşı benzeri görülmemiş yaptırımlar uygulamıştır. Bu yaptırımlar, Rus ekonomisinin yapısını değiştirmiştir. Özellikle savaş ekonomisine geçiş ve üretimin devlet tarafından işletilen kurumlarda yoğunlaşması gibi gelişmeler yaşanmıştır. Bu süreç, küçük ve orta ölçekli işletmeleri (KOBİ) piyasadan dışlamıştır. Yine de enflasyon ve yüksek faiz oranları gibi zorluklara rağmen Rus ekonomisi büyümeye devam etmektedir.

Avrupa’nın uyguladığı ekonomik taktikler, özellikle enerji tedariki konusunda, fiyatların fırlamasına, ekonomik durgunluğa ve sanayisizleşmeye yol açmıştır.

Rapor, Avrupa’nın kendi ekonomik risklerine hiç değinmemekte ve hiçbir ekonomik veriye yer vermemektedir. Onun yerine, okuyuculardan, Avrupa ekonomilerini zayıflatan on bir yıllık baskının ardından, şimdi uygulanacak ilave baskının Putin’in fikrini değiştirmeye yeteceğine inanmaları beklenmektedir.

Rusya’nın “gölge filosuna” yönelik yaptırımlar, Rusya’nın ihracat gelirlerini anlamlı biçimde etkilememiştir ve yazar, ek önlemlerin bunu nasıl başarabileceğine dair herhangi bir bilgi sunmamaktadır. İkincil yaptırımlar – yani Rusya ile ticaret yapan ülkelere devasa gümrük tarifeleri uygulamak (Senatör Lindsey Graham tarafından yönlendirilen ABD tasarısında öngörüldüğü gibi) – Trump’ın ticaret tarifelerinde olduğu gibi, işe yarayacak gibi görünmemektedir. Şu ana kadar bu tür yaptırımların hiçbir etkisi olmamıştır.

Ekonomik reçetelerin bazıları kökten hatalıdır. Yazar, iş dünyasının elitlerine yer değiştirme teşvikleri sunarak Rusya’dan sermaye kaçışını teşvik etmenin ekonomik istikrarsızlığı daha da kötüleştireceğini öne sürmektedir. Oysa bugün Avrupa’da ikamet eden pek çok zengin Rus’un, savaşa karşı çıkmış olsalar dahi, varlıkları dondurulmuştur. Rusya’da kalmaya devam eden herhangi bir iş insanı, Putin’in savaş ekonomisinden kâr elde ettiği gerekçesiyle, İngiltere’nin Yaptırımlar Mevzuatı’na takılacaktır. Gerçekten de bu kişiler, savaş başladığında Avrupa’da yerleşik olan ve hali hazırda yaptırımlara maruz kalan Rus iş insanlarından daha fazla risk altındadır. Peki, bu koşullarda kaç zengin Rus, sırf Putin’i zayıflatabileceği yönündeki belirsiz ve nafile bir vaat uğruna, mal varlıklarını Birleşik Krallık ve AB’ye taşımaya gerçekten güvenir? Benim tahminim: Hiçbiri.

Ekonomik baskının temel taşlarından biri, Belçika’da tutulan ve dondurulmuş durumda olan 300 milyar dolarlık Rus rezervinin kesin olarak kamulaştırılması kararlılığıdır. Şayet Rusya barış görüşmelerinde taviz verirse, bu varlıkların iadesi yönünde baskı oluşabileceği yönünde bir korku vardır. “Eğer Rusya, bu varlıkları geri almak için müzakerelerde taviz verirse, Avrupa devletleri Ukrayna’nın yeniden inşa faturasını ödemek zorunda kalacaktır.” Başka bir deyişle, Rusya ile Ukrayna arasındaki bir barış anlaşması, yeniden inşa maliyetlerinin Avrupa’ya yüklenmesi nedeniyle pahalıya mal olacaktır.

Dolayısıyla, savaşı sona erdirip bu bedeli ödemek yerine, Rus varlıklarına şimdi el koymak daha iyi görülmektedir. Bu yaklaşım, Rusya’yı savaşmaya devam etmeye teşvik edecek ve uzun vadede Avrupa için çok daha yüksek bir maliyete neden olacaktır. Ayrıca, bu adım Avrupa finans sisteminin güvenilirliğine onarılması güç zararlar verecektir.

Yazar, ABD Rusya’ya yönelik yaptırımları azaltırsa Avrupa’nın yaptırımlarının etkinliğinin de azalacağını kabul etmektedir. Buna rağmen, mevcut yaptırımların işe yarayıp yaramadığı incelenmeden yaptırımların sürdürülmesini savunmaktadır.

Macaristan ve Slovakya gibi ülkelerin bir noktada yaptırım uzlaşısını bozarak tüm yapıyı çökertme riski taşıdığını kabul eden rapor, “AB, Rusya yanlısı politikacıların Macaristan ve Slovakya’da AB karar alma süreçlerini durduramaması için oylama kurallarını değiştirmelidir” önermesinde bulunuyor. Avrupa’nın Rusya’da demokrasiyi teşvik etme çabası, Avrupa’da karar alma süreçlerini daha az demokratik hale getirmekten daha iyi nasıl özetlenebilir?

Diğer dört sütuna geçildiğinde, rapor Rus muhalefetini desteklemeyi ve iç huzursuzluğu körüklemeyi savunuyor. Yazar, Rus seçmenler için alternatif bir ses oluşturan medya ve muhalefet gruplarına daha fazla fon sağlanması gerektiğini ileri sürüyor.

Oysa on yılı aşkın süredir Rusya’da STK’lara ve alternatif medya kanallarına fon sağlıyoruz ve bir başarı elde etmiş değiliz. Üstelik dünya genelinde rejim değişikliği hedefleyen yabancı STK’lara yönelik USAID fonlarının büyük ölçüde kesildiği bir dönemde, Avrupa hükümetleri bu fon açığını nasıl kapatacak da bu faaliyetler mevcut hızında sürdürülebilecek?

Yazar, diğer şeylerin yanı sıra, bir “sürgündeki muhalefet” inşa edilmesini savunuyor. Sürgündeki muhalefetin Rusya’da meşruiyeti olmadığını kabul ederek, “Rus diasporası tarafından oylanacak bir sürgün konseyi için seçimlerin, bu gruplara meşruiyet kazandıracağını” iddia ediyor. Ancak, bir sürgün hükümetinin meşruiyetinin kaynağının ne olacağı açıklanmıyor. Bu meşruiyetin, Rus halkı arasında değil de, Batılı küreselcilerin kalplerinde ve zihinlerinde şekilleneceğini öne sürmek yanlış olmayacaktır.

Raporda, Rusya’ya karşı gizli ve siber operasyonlar yapılması çağrısında bulunuluyor. Ancak bu tür faaliyetlerin hâlihazırda İngiltere’nin GCHQ’su, Amerika’nın NSA’i ve benzeri kuruluşlar aracılığıyla Batı devletlerinin Rusya’ya yönelik önemli çabalarının bir parçası olduğu gerçeği hiç anılmıyor.

Daha da kaygı verici olanı, Ukrayna’nın örümcek ağı gibi Rus stratejik bombardıman uçaklarına yönelik İHA saldırısından önce yayımlanmış olan bu raporda, yazarın Avrupa hükümetlerinin Ukrayna’nın Rusya içindeki sabotaj operasyonlarını aktif olarak finanse etmesi ve desteklemesi gerektiğini savunmasıdır. “Geçtiğimiz yıl boyunca, Rusya’nın tedarik zincirlerini, silah fabrikalarını ve yakıt depolarını hedef alan gizemli yangınlar, tren raydan çıkmaları ve açıklanamayan endüstriyel kazalar giderek artmıştır. Bu olayların birçoğu, Ukrayna’nın Rus işgali altındaki bölgelerinde faaliyet gösteren Atesh gibi Ukraynalı direnişçilerle Kremlin karşıtı isyancılara atfedilmiştir. Ancak bu tür operasyonların etkisi, Avrupa istihbaratı, finansmanı ve lojistik desteği ile ciddi ölçüde artırılabilir.”

Dolayısıyla, Britanya ve Avrupa, bir politika ilkesi olarak, Rusya içinde gerçekleştirilecek daha fazla sabotaj saldırısını finanse etmeli ve bunların koordinasyonuna yardımcı olmalıdır. Ancak Batılı hükümetlerin, Rusya içinde sabotaj ve terör eylemleri için ödeme yaptığı bilgisinin ortaya çıkması halinde, Rusya’nın buna nasıl asimetrik yöntemlerle karşılık vereceği hiç hesaba katılmamaktadır. 2018 Salisbury sinir gazı saldırısı sırasında Moskova’daki Britanya Büyükelçiliği’nde görev yapmış biri olarak, Rusya’nın da benzer faaliyetleri bizim ülkelerimizde desteklemesi ve finanse etmesi ihtimalinin göz ardı edilemeyeceğini söyleyebilirim.

Diğer iki sütun ise, Rusya’nın komşularını daha fazla baskı uygulamaya teşvik etmek ve Rusya’yı küresel sahnede izole etmeye çalışmaktır; bu iki unsur en azından Britanya’nın 2014’ten bu yana izlediği stratejinin temel taşlarıdır. Ancak BRICS gibi gelişmekte olan ülkelerden oluşan blokların hızla büyüdüğü bir ortamda, bu stratejinin bugün nasıl işleyeceği üzerine hiçbir değerlendirme yapılmamaktadır.

Henry Jackson Society, Birleşik Krallık Muhafazakâr Partisi ile yakından ilişkili neocon (yeni muhafazakâr) bir düşünce kuruluşudur; Boris Johnson, 2019 tarihli “Küresel Britanya” vizyonunu ortaya koyan manifestosuna önsöz yazmıştır. Bu son Rusya raporundaki akıl dışı önerilerde Johnson’ın izlerini görmek mümkündür.

Elbette, eğer daha önce bir neocon düşünce kuruluşunun Rusya raporunu okuduysanız, aslında hepsini okumuşsunuz demektir. Bu rapor pekâlâ Atlantic Council veya War Studies Institute (Savaş Araştırmaları Enstitüsü) tarafından da yazılmış olabilir. Yazar, Avrupa’nın elinde olmayan parayla Ukrayna’da bir vekâlet savaşını sürdürdüğü, Rusya’nın vereceği tepkiye dair hiçbir öngörünün yapılmadığı ve Rus tehdidini azaltma iddiasında bulunurken, aslında Rusya’yı daha da tahrik ederek savaşın kendiliğinden kaçınılmaz hale getirildiği aşırı basitleştirilmiş bir dünya resmi çiziyor. Korkarım, bu tam anlamıyla delilik.

Kaynak: https://strategic-culture.su/news/2025/06/18/definition-of-insanity-reading-neocon-think-tank-report-on-russia/

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.