İlk olarak, nereden işgal edecekler? Irak’ta hâlâ Amerikan askerleri konuşlanmış durumda, ancak şu anda Iraklıların İranlılarla sağlam ilişkileri var. Iraklıların ABD ordusunun buradan bir işgal başlatmasına izin vermesi neredeyse imkânsız ve artık ne Irak ne de Afganistan doğrudan Amerikan işgali altında değil. Bu da, İran’a karşı tam kapsamlı bir saldırı başlatmak isterlerse, Basra Körfezi’nden bir amfibi (denizden karaya) çıkartma yapmaları gerekeceği anlamına gelir. Bu, D-Day’den (Normandiya Çıkarması) bu yana gerçekleştirilecek en büyük amfibi harekât olur ve İran sahillerinde ağır Amerikan kayıplarına yol açar. Tahran, çok sayıda balistik ve seyir füzesi ile dünyanın en büyük topçu mühimmat stoklarından bazılarına sahip ve Çin, Rusya, Kuzey Kore gibi müttefikleri de tam kapsamlı bir ABD-İsrail işgali durumunda bunları silahlandırmakta hiç zorlanmaz. Basitçe söylemek gerekirse, bu inanılmaz derecede zor ve maliyetli bir askeri operasyon olur.
İkinci olarak, ABD ağır kayıplara katlanmaya razı olsa bile —ki bu hiç de kesin değildir, çünkü Orta Doğu’daki bir savaşta on binlerce Amerikalının ölmesi Amerikan kamuoyunda asla hoş karşılanmaz— yine de Tahran’a ulaşmak, şehri fethetmek ve rejimi devirmek için engebeli ve dağlık arazileri aşmak zorunda kalacaktır. Bu, Vietnam ormanlarında savaşmaya benzer, ama çok daha kötü bir senaryo olur.
Orada yaklaşık 8 yıl süren çatışmalarda 50 binden fazla Amerikalı öldü. İran’da ise bu sayı muhtemelen her yıl on binlerce Amerikalıya ulaşacaktır. ABD hükümeti ve Amerikan halkı, bu tür kayıpları göze alabilir mi?
Bu tür kayıplar, Amerikan imparatorluğu tarihinde en azından Vietnam ve Kore Savaşları’ndan bu yana görülmemiş düzeyde olur; hatta işler gerçekten kötüye giderse, son üç yılda yüz binlerce insanın öldüğü Rusya-Ukrayna Savaşı gibi, belki de İkinci Dünya Savaşı’ndaki düzeye bile ulaşabilir. İran’a karşı bir savaş başlatılırsa, ABD içinde mutlaka kayda değer bir direniş gelişir ve Amerikan hükümeti, rejim değişikliği amacıyla askeri güç kullanmayı düşünürken bu faktörleri göz önünde bulundurmak zorundadır. Muhtemelen, Vietnam’dan bu yana ülkede oluşabilecek en büyük savaş karşıtı hareketi tetiklemek istemezler; bu da ülkedeki diğer meselelerle ilgili hoşnutsuzluğu daha da artırabilir. İran’la bir savaş, çok sayıda Amerikalının radikalleşmesine yol açacaktır.
Üçüncü olarak, ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle ilgili dikkate alması gereken birkaç jeostratejik husus daha vardır. İran’a karşı herhangi bir savaş, şu an Suudi Arabistan tarafından desteklenmeyecektir ve İran, Bahreyn, Kuveyt, Ürdün gibi yerlerde konuşlanmış Amerikan varlıklarına ciddi zararlar verebilir. Bu ülkeler, savaşın bir cephesine dönüşmek istemiyorlar ve İran’ın tehdit ettiği gibi enerji sektörlerine yönelik saldırılara maruz kalmak istemiyorlar. Tahran, Amerikan güçlerine ev sahipliği yapan komşu ülkelerdeki kritik altyapıya saldırı düzenleyeceğini açıkça dile getirdi. ABD hükümeti, bu riski almaya hazır mı?
Ayrıca, ABD-İsrail’in İran’a karşı girişeceği bir savaşın III. Dünya Savaşı’na dönüşme ihtimali her zaman vardır. Çin, petrolünün yaklaşık %40’ını Basra Körfezi’nden temin ediyor ve ABD’nin İran’ı işgal etmesi durumunda bu akışın bir süreliğine kesilmesi kesinlikle kaçınılmaz olacaktır.
Peki, Çin bu duruma kayıtsız mı kalacak? Muhtemelen hayır. En azından İran’ın kendini savunabilmesi için onu silahlandıracaklardır; ancak dünya enerji arzının üçte biri bu bölgeden geldiği göz önüne alındığında, küresel bir çatışma riski doğası gereği vardır. Orta Doğu’nun enerji kaynakları, şu anda Çin için varoluşsal bir öneme sahip. Çin, Rusya’dan petrol ve doğalgaz ithalatını artırıyor, ancak Pekin’in Orta Doğu kaynaklarına bağımlılığını azaltması zaman alacaktır.
Peki Çin doğrudan askeri müdahalede bulunur mu? Bunu kesin olarak bilmek imkânsız, ancak benim tahminimce hayır. Xi Jinping acımasız bir diktatör olabilir, ancak ordunun en değerli olduğu anın, kullanılmadığı an olduğunu kavramış gibi görünüyor. Ayrıca, Çin ordusunun şu anda büyük çaplı askeri birlik sevkiyatı ve müdahale konusunda bir deneyimi yok. Son 70 yılı aşkın sürede sadece Tibet ve Vietnam’ı işgal ettiler. Tibet’i fethetmek köylülerden toprak almak gibiydi, ancak Vietnam, sadece bir aylık çatışmada 7 bin Çinli askerin ölümüne neden olarak Pekin’e bir işgal gücü olarak gerilla savaşının maliyetini öğretti. Basitçe söylemek gerekirse, Çin o savaşta iyi bir performans sergileyemedi. Askeri olarak teknolojik açıdan ABD’ye yaklaşsalar da, İran adına büyük çaplı bir askeri müdahaleyi gerçekleştirebilecek muharebe deneyimi ve doktrine şu aşamada sahip değiller diye düşünüyorum.
Çin, İran’a askeri müdahalede bulunması hâlinde bunun, ABD ordusunun derin şekilde yerleşmiş olduğu bir bölgede gerçekleşeceğini de gayet iyi biliyor. Basitçe ifade etmek gerekirse, Orta Doğu’da ABD’ye karşı askeri bir çatışmada Çin ciddi bir dezavantajla karşı karşıya kalır. Üstelik bu durum, muhtemelen diğer Batılı güçlerin de devreye girmesi anlamına gelir ve bu da Çin için pahalıya patlayabilecek bir savaşa dönüşür; gelişimini ve ABD hegemonyasını sarsma yönündeki çabalarını raydan çıkarabilir. Çin, ABD’nin Orta Doğu’da aşırı şekilde taahhüt altına girmesi durumunda, çok daha büyük ihtimalle Tayvan’ı işgal etmeye yönelecektir.
Bu da, ABD’nin neden İran’a tam kapsamlı bir işgal başlatarak kendini fazlasıyla zorlamayacağının bir başka nedenidir. Çin’in Tayvan’ı işgal etmesi gerçek bir tehdittir. Ben şahsen Pekin’in bu hamleyi yapacağını sanmasam da (eğer Çin bir şey yaparsa, bu muhtemelen PLA Donanması’yla ülkeyi abluka altına almak ve Washington’u ya askeri müdahale ya da III. Dünya Savaşı arasında bir seçim yapmaya zorlamak olur — bu da en azından Doğu Asya/Hint-Pasifik bölgesindeki Amerikan güvenlik ve ittifak sistemini, yani “imparatorluğu”, çökertmek anlamına gelir), yine de ABD hükümetinin göz önünde bulundurması gereken bir olasılıktır. Amerikan ve Çin rejimlerinin, küresel bir savaşı başlatma ile toplumsal enerji ihtiyaçları ya da —ABD özelinde— küresel enerji kaynakları üzerindeki hâkimiyet arasında nasıl bir denge kurduklarını tam olarak bilmiyoruz. ABD’nin şu noktada Orta Doğu petrolüne ihtiyacı yok, ancak 1945’ten bu yana bu kaynakların kontrolünü elinde bulunduruyor ve Washington’daki faşistler ile plütokratlar bu gücü kaybetmek istemiyor; Amerikan şirketleri ise en büyük nakit kaynağını kaybetmek istemiyor. Burada çok büyük çıkarlar söz konusu.
Ancak, İran’la tam kapsamlı bir savaş mı? Tüm barındırdığı riskler ve bilinen tehlikeler göz önünde bulundurulduğunda, bu pek olası görünmüyor. Çok daha muhtemel olan, İsrail tarafından haftalar sürecek bir bombardıman kampanyası başlatılmasıdır; İranlılar da buna misilleme yaparak karşılık verecektir. Her iki taraf da ölümcül misilleme saldırılarından oluşan yeni bir statüko geliştirmeye çalışıyor, ancak elbette bu, Hamas’ın İran’ın lojistik desteğiyle gerçekleştirdiği 10/7 saldırısı gibi bir şey değil. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) bu hava saldırılarına 3 ila 6 hafta boyunca devam ettiğinde, İran’ın nükleer tesislerini etkisiz hale getirmek ve askeri kapasitesini zayıflatmak için İsrail’in ne kadar dış yardıma ihtiyaç duyduğu daha net anlaşılacaktır.
ABD’nin İsrail’e sağladığı istihbarat ve silah desteği dışında doğrudan bir müdahalesi olursa, bu büyük ihtimalle İran’ın altyapısına ciddi zarar vererek ekonomik istikrarını sarsmayı amaçlayan bir bombardıman kampanyası şeklinde olacaktır. Bu da halkın hoşnutsuzluğunu artırarak rejimin çökmesini tetiklemeyi hedefler. Tam kapsamlı bir işgal yerine, ABD hükümeti muhtemelen hava saldırıları, denizden fırlatılan seyir füzeleri ve dünyanın en seçkin ve etkili özel kuvvetlerinin konuşlandırılmasıyla desteklenen yoğun bir askeri ve ekonomik boğma politikası yoluyla rejimi devirmeye çalışacaktır.
Bu stratejinin ilk aşamaları, İran’ın mevcut askeri altyapısını hedef alacaktır; buna hava üsleri, deniz üsleri, hava savunma sistemleri ve balistik füze tesisleri dahildir. İran’ın deniz ve hava kuvvetleri, Amerikalılar ve İsrailliler isterse yok edilebilir ve işlevsiz hale getirilebilir. İran füzelerinin menzilinin dışında uçak gemileri konuşlandırılarak, havadan ve uzaktan saldırılarla müdahale etmek mümkünken neden kara birlikleriyle işgal edilsin ki? Bu doğrultuda, ABD İran’ın ekonomisini de hedef alacaktır; buna petrol tesisleri ve ulaşım altyapısı da dâhildir. Bu tür saldırılar, en azından kısa vadede İran’ın petrol endüstrisini fiilen yok edebilir ve ciddi ekonomik hasara neden olabilir.
Ancak, İran’ın kara kuvvetlerini ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır ve Tahran’ın buna karşılık verebilecek bir dizi seçeneği vardır. İran, Amerikan kuvvetlerine saldırarak, vekil örgütleri aracılığıyla Irak’ı istikrarsızlaştırma çabalarını artırabilir. Daha önce de belirtildiği gibi, geniş balistik füze filosunu kullanarak ABD üslerini ve gemilerini, ayrıca bölgedeki Amerikan müttefiklerinin askeri ve enerji tesislerini de hedef alabilir. Ancak en olası senaryo, İran’ın beklemeyi tercih etmesi olur; zira uluslararası kamuoyunun ABD’ye karşı tepkisi zamanla artacak ve Washington’un saldırgan tutumunu sürdürmesini sürdüremez hâle getirecektir.
Rejim değişikliğinin başarılı olma olasılığı düşüktür ve ABD’nin İran’a karşı gerçekleştireceği herhangi bir askeri müdahale, çözmeye çalıştığı sorunları daha da kötüleştirecektir. ABD’nin İran’a yönelik herhangi bir saldırısı, muhtemelen milliyetçi bir tepkiyi tetikleyerek halkın kısa vadede rejime desteğini artıracaktır. Böyle bir saldırı, rejimin çok daha sert sosyal ve ekonomik kontrol önlemleri almasına da zemin hazırlar. Bu önlemler zamanla tepki doğurabilir, ancak rejimin devrilmesi garanti değildir. Ayrıca ABD, bir rejim değişikliği kampanyası yürütebilmek için yeterince geniş bir uluslararası desteğe de sahip değildir. Suudi Arabistan gibi müttefikler bile savaşın yaratacağı uzun vadeli maliyetler karşısında çekimser kalacaktır. Hem Çin hem de Rusya, Tahran üzerindeki baskıyı hafifletmek amacıyla devreye girme eğiliminde olacaktır. Avrupa ülkeleri ise kamuoyundan gelecek yoğun tepkiler nedeniyle, Fransa ve Birleşik Krallık’taki ABD yanlısı liderleri bile Washington’un politikalarından uzaklaşmak zorunda bırakacaktır.
Böylesi bir askeri müdahalenin nasıl sonuçlanacağı ise tamamen belirsizdir. ABD, 1990’larda Irak’a karşı uyguladığı türden bir askeri kuşatma stratejisini sürdürecek uluslararası desteğe şu anda sahip değildir. İran’a yönelik uluslararası sempati zamanla yalnızca artacaktır ve Tahran’daki liderler de bunun farkındadır. İran çökmediği takdirde, ABD sonunda ya yenilgiyi kabul etmek ya da tehlikeli bir tırmanışa neden olabilecek kara işgaline yönelmek zorunda kalacaktır. Ancak, kampanya rejimi devirmede başarısız olsa bile, Tahran’ın askeri, ekonomik ve bilimsel altyapısına uzun vadeli ciddi zararlar verebilir ve İran imparatorluğunun bölgedeki emellerini geri plana itebilir. Rejim değişikliği işe yarayabilir, ancak bu ihtimalin yüksek olduğuna inanmak için çok az neden vardır. Bir savaş İran’a ciddi maliyetler getirecektir, ancak ABD’yi de Pers uygarlığını yıkmaya adanmış bir sürece sokacaktır; ki bu süreç mümkün olsa bile on yıllar sürebilir. Tarihten ders çıkarmaları ve gerilimi azaltmaları akıllıca olacaktır.
*Grant Inskeep, Colorado eyaletinin Denver kentinden bir aktivisttir, şu anda Arizona’nın Phoenix şehrinde yaşamaktadır. Instagram’da @the_pragmatic_utopian adresinde sosyoekonomi, felsefe ve jeopolitika üzerine yazılar kaleme almaktadır.
Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/06/17/why-america-wont-launch-a-war-on-iran/