Uzman Kültüne Karşı İsyan

Bugünlerde, içinde bulunduğumuz bu dönemde, yükseköğretim isterse çözümün bir parçası olabilir. Nitekim, tüm öğrencilerin beşeri bilimler müfredatını almasının zorunlu olduğu ve dersliklerin gerçek etkileşim içindeki gerçek insanlarla dolu olduğu bazı üniversiteler var. Hiç kimse, insanlık durumunun bütünlüğü içinde kendi mesleğini görmeden doktor, ekonomist veya ilkokul öğretmeni olmamalıdır.
Mayıs 11, 2025
image_print

Benim için akademik yılın sonu her zaman tatlı ve acı bir deneyimdir. Tatlı, mezuniyet töreninde öğrencilerin sahnede ilerleyişini izlemekten ve çoğunun buraya yaklaşık dört yıl önce geldiklerinden bu yana öğrendikleri ve deneyimledikleriyle olumlu bir dönüşüm geçirdiğini fark etmekten gelir. Acı ise, onların bir daha öğrenci olarak kampüse geri dönmeyeceklerini bilmekten kaynaklanır. Tıpkı ebeveyn olmak gibi, bir öğretmen için başarı, kendini arka planda bırakmaktan geçer; bu da hem zevk hem de biraz acı verir.

Lisans öğretimi, özellikle güzel bir görevdir. Evlerinden ayrılıp üniversiteye yeni gelen öğrencilere öğretmek amacıyla lisansüstü kurumdan ayrılmaktan asla pişmanlık duymadım. Kariyerime onlarca yıl önce burada başladım ve burada bitirmeyi umuyorum. On sekiz ile yirmi iki yaş aralığı, entelektüel ve kültürel gelişim açısından çok kritiktir. Bu dönemde kendimize büyük sorular sorar ve cevaplara doğru ilerlemeye başlarız; gerçekten insan olmanın ne anlama geldiğini anlamak için zamanımız ve fırsatımız vardır. Bu nedenle, hayal gücünü harekete geçiren iyi öğretmenlerle ve büyük fikirlerle karşılaşmak önemlidir. Çünkü insan olmanın anlamı, kuşkusuz çağımızın en merkezi ve en karmaşık sorusudur.

Bu soruya gelince, yükseköğretim onlarca yıldır çözümün bir parçası olmaktan ziyade sorunun bir parçası olmuştur. Birçok beşeri bilimler bölümü, post-yapısalcıların ve onların epigonilerinin (takipçilerinin) anti-hümanist felsefelerini benimsemiştir. Bu yaklaşıma göre, insan doğası manipülatif bir kurgu olarak ortaya çıkarılmalı ve parçalanmalıdır. Kendi kendini “anti-woke” lobisi olarak adlandıranlar için bu görüşler kolay hedeflerdir.

Ancak sınıfta açıkça öğretilen radikal felsefeler, insanileştirmeyen tek güç değildir. Akademik alanların parçalanması ve dar uzmanlaşma kültürü de bu konuda rol oynamaktadır. Her disiplin, dergiler, konferanslar ve genellikle dışarıdakilerin anlamasının neredeyse imkânsız olduğu jargonlar aracılığıyla kendi alanını dikkatle korur. Bu durumun etkisi kampüsle sınırlanamaz. Uzun vadede, toplumun düşünme biçimini yeniden şekillendirmiştir. Uzmanlarımızı seviyoruz ve onların söylediklerini yapmayı seviyoruz. Elbette, özellikle hassas analiz ve tedavi gerektiren tıp gibi alanlarda, odaklanmış uzmanların varlığı belirgin faydalar sağlar. Ancak tıp, belki de toplumsal düzeyde uzmanlaşmanın sorunlarının en iyi örneğidir. Kamuoyundaki ahlaki tartışmaların giderek daha fazla, tedavi odaklı kültürümüzün tercih ettiği alanlardaki uzmanların egemenliğine girdiği dikkat çekicidir — bunların başında acımızı dindiren tıp uzmanları ve can sıkıntımızı gideren eğlence dünyası ünlüleri gelir. Bu konuda da, diğer pek çok konuda olduğu gibi, Covid dönemi oldukça aydınlatıcı oldu. Akşam haberlerinde gördüğümüz “uzmanlar” her zaman tıp uzmanlarıydı; ahlak felsefecileri asla değildi. Bunun nedeni, günümüzde tıp uzmanlarımızın ahlak felsefecileri haline gelmiş olmasıdır; iyi bir hayatı, ağrı kesici terimlerle tanımlamaya başladık.

Bir de, öğrenme süreçlerini bedensel bir formdan soyut bir forma taşıyan çevrimiçi eğitime geçiş var. Böyle bir değişimde tam olarak neyin değiştiğini — ya da daha doğrusu neyin kaybolduğunu — ifade etmek zor olabilir; ancak bu, değişimin gerçek ve önemli olmadığı anlamına gelmez. Öğrenciler için üniversite, sadece okudukları ders kitaplarından ya da öğrendikleri bilgilerden ibaret değildir. Çok somut bir anlamda, derslikte yanlarında oturan insanlar, kahve içtikleri arkadaşları ve önemli fikirlerin tartışıldığı yurt odasında yapılan uzun yüz yüze sohbetlerdir. Bedensel ve kişilerarası etkileşimden uzaklaşmış bir eğitim, insan olmanın ne demek olduğunun temel bir parçasını yitirmiş bir eğitimdir. Bu dönüşüm, insanların tweetleri tartışma, laf cambazlıklarını ise zeka olarak algıladığı, daha geniş bir kültürü besleyen bir süreci güçlendirebilir.

Bugünlerde, içinde bulunduğumuz bu dönemde, yükseköğretim isterse çözümün bir parçası olabilir. Nitekim, tüm öğrencilerin beşeri bilimler müfredatını almasının zorunlu olduğu ve dersliklerin gerçek etkileşim içindeki gerçek insanlarla dolu olduğu bazı üniversiteler var. Hiç kimse, insanlık durumunun bütünlüğü içinde kendi mesleğini görmeden doktor, ekonomist veya ilkokul öğretmeni olmamalıdır. Uzmanlık kültüne ve kendi alanına hapsolmuş uzmanlara karşı isyan etme zamanı gelmiştir. Üniversiteye gitmeyi düşünenler bunu hatırlamalı ve böyle bir isyana kendini adamış bir kurum aramalıdır.

Bu cumartesi, mezuniyet sahnesindeki geçişlerini izlerken, sahip olduğum ayrıcalığı bir kez daha hatırlayacağım. Bu ayrıcalık, sadece sevdiğim fikirler ve kitaplar hakkında konuşarak günlerimi geçirmek (ve bunu yaparken para kazanmak, ki bu harika bir şey) değil; aynı zamanda, böyle fırsatların nadir olduğu bir dönemde, öğütler ve örneklerle gerçekten insan olmanın ne demek olduğunu öğretmeye gayret etmek. Henüz tüm ışıklar sönmedi, en azından şimdilik. Ve yükseköğretimin sorunun bir parçası olması gerektiğini söyleyen bir yasa yok. Yükseköğretim çözümün bir parçası olabilir. Yapılması gereken, anti-hümanist felsefelere, uzmanlaşma kültüne ve sınıfın somutluğunun yok edilmesine olan bağlılıklardan sıyrılmaktır.

 

Kaynak: https://firstthings.com/rebel-against-the-cult-of-the-expert/

SOSYAL MEDYA