En büyük talihsizlik, ‘kötü komşulara’ denk gelmektir
Osmanlı geçmişi nedeniyle Türkiye’nin birçok komşusuyla eskiye dayanan karmaşık ilişkileri var. Bu miras, bazı ülkelerde olumsuz duygular yaratmış durumda. Son 20 yılda Türkiye, ekonomik iş birlikleri, insani yardım ve kültürel bağlarla komşularla ilişkileri güçlendirmeye çalıştı ama bu her zaman siyasi anlamda tam bir karşılık bulmadı. Bugün etrafımızda çeşitli sorunlarla birlikte mecburi komşuluk içerisinde olduğumuz ülkelere baktığımızda, zor bir coğrafyanın ortasında vatanımızı muhafaza etmenin önemi daha iyi anlaşılır. Türk dış politikasının komşularla iyi geçinmek üzerine kurulu diplomatik geleneğine rağmen zaman zaman bir çok iç sorunun bile bu yakın komşulardan beslendiğini biliyoruz. En son esed rejiminin Suriyesi’nin PKK ve mezhepçi sol örgütlere verdiği desteği unutmadık.
Coğrafyamızı değiştiremeyeceğimize göre, bu sorunlu ilişkileri yönetmeye devam etmek zorundayız. Sorun yaşadığımız komşularımızı kısaca özetlersek;
Türkiye ve Yunanistan
Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler tarihsel olarak karmaşık ve dalgalı bir seyir izlemiştir.
Kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası, adaların silahlandırılması ve EGAYDAAK (Egemenliği Türkiye tarafından tanınmayan adacık ve kayalıklar) gibi konular iki ülke arasında uzun süredir ihtilaf yaratıyor. Doğu Akdeniz’deki enerji aramaları özellikle 2019-2021 döneminde tansiyonu oldukça yükseltti. Türkiye ile Yunanistan, Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenlerin geçiş noktası olması nedeniyle zaman zaman karşı karşıya geliyor. Özellikle sınır bölgelerinde (örneğin Meriç Nehri) yaşanan olaylar medyaya da sıkça yansıyor. Türkiye’deki Rum azınlığı ve Yunanistan’daki Türk azınlık hakları da sık sık gündeme geliyor. Lozan Antlaşması’ndan kaynaklanan haklar konusunda iki taraf da zaman zaman birbirini eleştiriyor. Her iki ülke de NATO üyesi olmasına rağmen zaman zaman ittifak için de gerilim yaşıyorlar. Ancak ortak tehditler ve bölgesel istikrar ihtiyacı, zaman zaman işbirliğini de zorunlu kılıyor. Türkiye ile Yunanistan arasındaki başlıca ihtilaf, hangi ülkenin nerede deniz yetki alanına sahip olduğu konusunda. Türkiye, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni imzalamadığı için Yunanistan’ın tezlerini geçerli saymıyor. 2019-2021 arasında Türkiye’nin sondaj ve sismik araştırma gemileri (Oruç Reis, Barbaros vb.) bölgeye gönderilmiş, Yunanistan ve AB ülkeleriyle sert diplomatik krizler yaşanmıştı. Türkiye ile Libya’nın Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında imzalanan deniz yetki alanları anlaşması, Yunanistan’ı ve Mısır’ı rahatsız etti. AB çoğunlukla Yunanistan’ın yanında duruyor ve Türkiye’ye yaptırım tehditleri gündeme geliyor. NATO tansiyonu düşürmeye çalışsa da iki ülke arasındaki askeri gerginlik zaman zaman çok ciddi boyutlara ulaştı.
Batı Trakya’da yaklaşık 120 bin civarında Türk kökenli Müslüman yaşamaktadır. Yunanistan bu topluluğu “Türk azınlık” değil, sadece “Müslüman azınlık” olarak tanımlıyor. Bu Lozan Antlaşması’ndaki ifadeye dayandırılıyor ama uygulamada kimlik sorunları yaratıyor. “Türk” adını taşıyan derneklerin kapatılması ya da kurulmasının engellenmesi en büyük sorunlardan biri. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Yunanistan’ı bu konuda birkaç kez mahkûm etti ama uygulama değişmedi. Azınlığın kendi öğretmenlerini atama ve eğitim müfredatında söz sahibi olma talepleri sınırlı kabul görüyor. Türk okullarının sayısı ve niteliği düşüyor. Türkiye, Batı Trakya’daki Müslümanların kendi müftülerini seçmesi gerektiğini savunuyor. Yunanistan ise müftü atamalarını devlet eliyle yapıyor. Bu da dinsel özerklik tartışmasını doğuruyor. Bazı raporlar, azınlık bölgelerinde kasıtlı ekonomik geri bırakılmışlık ve kamu hizmetlerinden eşit yararlanamama sorunlarını dile getiriyor. Doğu Akdeniz’deki gerilimle birlikte azınlık meselesi, diplomatik kart haline gelebiliyor.
Türkiye ve Rusya
Rusya ile ilişkilerimiz de stratejik işbirliği ve ciddi rekabetin iç içe geçtiği karmaşık bir yapıya sahip.
Türkiye NATO üyesi olmasına rağmen Rusya’yla denge politikası izliyor. Türkiye, Azerbaycan’ı destekliyor; Rusya ise Ermenistan’a daha yakın. 2020 Dağlık Karabağ savaşında bu fark net biçimde görüldü. Libya konusunda da Rusya ile karşıt güçleri destekliyoruz. Türkiye ile Rusya ilişkileri her an gerilim yaşanabilecek kadar hassas. İlişkiler “kontrollü rekabet” ya da “zoraki dostluk” şeklinde ilerliyor. Rusyanın Suriye rejimine ve PKK ya verdiği destek, Türkiye’nin Çeçen direnişine ve Ukrayna işgalinde Ukrayna’ya verdiği destek, karşılıklı satranç oyunu gibi, ilişkileri gerilimli bir zeminde tutuyor. Rus doğalgazına bağlılık, nükleer enerji ve demir çelik tesislerinde Rus yatırımlarına karşılık Rusya’da Türk yatırımları ve bir çok kalemde ambargoya rağmen Türk mallarının ihracatı, Türk-Rus ekonomik ilişkilerini bu zeminde kararsız denge halinde sürdürüyor.
Türkiye ve İran
İran ile ilişkilerimiz hem iş birliği hem rekabet temelinde şekillenmiştir. Ortadoğu’daki iki büyük ve etkili ülke olmaları, bu ilişkiye jeopolitik bir derinlik ve aynı zamanda stratejik bir gerilim katıyor.
Rusya ve İran, Suriye’de Esed rejimini desteklerken Türkiye uzun süre rejim karşıtı muhalifleri desteklemişti. Bu nedenle Suriye’de zaman zaman karşı karşıya gelmiştik. Zaman zaman İran’ın dolaylı yollardan PKK’ya göz yumduğu iddiaları Türkiye’de tepki topluyor. İran Şii, Türkiye Sünni ağırlıklı bir ülke. Bu mezhebi farklılık Ortadoğu’da taraf oldukları aktörleri de şekillendiriyor. Yemen, Lübnan, Bahreyn gibi ülkelerde Türkiye ile İran’ın farklı politikaları var. İran, Şii hilalini genişletmeye çalışırken Türkiye Sünni İslamcı hareketlere (örneğin Müslüman kardeşler) daha yakın. Türkiye, Azerbeycan’ı güçlü şekilde desteklerken İran, Ermenistan’da daha sıcak ilişkiler içinde… 2020 Karabağ Savaşı sonrası İran, Türkiye’nin bölgede artan etkisinden rahatsız oldu. İran, Azerbaycan sınırına askeri yığınak yaparak bir anlamda Türkiye’ye dolaylı mesaj verdi. İran’a yönelik ABD yaptırımları Türkiye’yi zor durumda bırakıyor. Zaman zaman İran’a yakın çevrelerin Türkiye’de mezhep temelli propaganda yaptığı iddiaları oluyor. İran’ın medya, sosyal medya ve bazı dini gruplar üzerinden nüfuz kurmaya çalıştığı yönünde raporlar yayınlanıyor. Bu durum “zorunlu komşuluk” anlamına geliyor.
Türkiye ile Ermenistan
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler de tarihsel, diplomatik ve jeopolitik nedenlerden dolayı uzun süredir karmaşık ve gergin bir yapıya sahip.
Ermenistan, 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlıyor ve uluslararası tanıtım için yoğun çaba harcıyor. Ancak 1915 olayları, savaş koşullarında karşılıklı acılarla yaşanmıştı. Bu mesele, iki ülke arasındaki ilişkilerde en büyük tarihsel engel. Ermenistan’ın 1915 iddialarını uluslararası alanda yayma çabalarını bırakması, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı göstermesi, Türkiye’ye yönelik sınır ve toprak taleplerinden vazgeçmesi bekleniyor. Ermeni diasporası (özellikle ABD, Fransa ve Kanada’daki gruplar), Türkiye karşıtı lobi faaliyetlerinde çok etkili. Bu diaspora, Ermenistan hükümeti üzerinde baskı kurarak Türkiye ile yakınlaşmayı zaman zaman engelliyor. Türkiye, Azerbaycan ile Nahçıvan üzerinden kara bağlantısı kurulmasını istiyor (Zengezur Koridoru) Bu koridor Ermenistan topraklarından geçeceği için bölgesel tansiyonun odağı haline geldi… Ermenistan ise bu projeye direnç gösteriyor. Türkiye ile Ermenistan arasında zaman zaman diplomatik yumuşama olsa da; tarihsel meseleler, Dağlık Karabağ bağlamında Azerbaycan’ın hassasiyetleri, diasporanın etkisi ve bölgesel rekabet gibi unsurlar, ilişkilerin hızlı ilerlemesini zorlaştırıyor.
Türkiye ve Kıbrıs
Kıbrıs meselesine gelince, Türkiye ile Kıbrıs arasındaki ilişkiler uluslararası hukuk, etnik kimlik, jeopolitik ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları gibi birçok faktörle iç içe. Tarihsel arka plana bakacak olursak 1950’lerde Kıbrıslı Rumlar Enosis (Yunanistan’a bağlanma) hedefiyle hareket ederken Türk tarafı buna karşı çıkıyordu. 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör ülke oldu. Ancak 1963’te Rumların Türklere karşı saldırıları (kanlı Noel) ve anayasal düzenin bozulmasıyla Kıbrıslı Türkler dışlandı. 1974’te Yunanistan destekli darbe sonrası Türkiye, uluslararası garantörlük hakkına dayanarak adaya askeri müdahalede bulundu. Bu müdahale ile Kıbrıs fiilen ikiye bölündü; kuzey’de Türkler, güneyde Rumlar. Türkiye, KKTC’de önemli bir askeri varlığa sahip. Kıbrıs Türk halkı bu varlığı bir güvence olarak görürken, Rum tarafı Türkiye’yi “işgalci” olarak tanımlıyor. Çözüm müzakerelerinde en tartışmalı konulardan biri, Türk askerinin adadaki varlığı. Crans-Montana Görüşmeleri (2017) dahil birçok müzakere başarısız oldu. Rum tarafı, AB üyeliği ve uluslararası tanınmadan aldığı güçle “tek devlet” çözümünü dayatmaya çalışıyor.
Sonuç olarak biraz yalnız bir ülkeyiz… Bu yalnızlık mutlak değil ama ilişkiler her zaman “komşu gibi komşu” sıcaklığında da değil. Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu gibi siyasi açıdan çalkantılı bölgelerin kesişim noktasındayız. Bu bölgelerdeki ülkelerin çoğuyla tarihsel, etnik veya politik sorunlar var. Irak’ta istikrarsızlık, Ermenistan’la tarihsel sorunlar, Yunanistan’la Ege ve Kıbrıs gerilimleri… Velhasıl Türkiye’nin konumu çok stratejik ama aynı zamanda “zor bir mahallede” yer alıyor… Umarım bu ilişkiler gelecek dönemde iyileştirilir ve “normalleştirme süreci” tam anlamıyla uygulamaya konur. Karşılıklı ekonomik çıkarların ve bölgesel iş birliklerinin ön plana çıkmasıyla ilişkiler zamanla düzelebilir. Bunun için de aktif ve sabırlı diplomasi gerekiyor.