Birinci Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi, İngilizlerin Basra’yı işgaliyle açıldı. Hindistan yolunun güvenliği için Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ni kontrol etmek isteyen İngilizler, Almanların açık denizlere ineceği korkusuyla bu işgali başlatmıştı.
Savaş yıllarında petrolün önemi ve sanayideki kullanım teknolojisinin gelişmesine paralel olarak İngiliz yönetimi içerisinde siyasi kanat, bölgenin işgalini sadece Hint yolu için değil, taşıdığı bu yeni zenginliğe el koyabilmek için de gerekli görmekteydi.
Irak’ın işgali bu nedenle I. Dünya Savaşı ve sonrasında emperyalist paylaşım mücadelesinin ekonomik maksatlarındaki önemli değişimin de sahnesi olmuştu.
İşte bu kanlı sahnenin ilk perdesi, İngilizlerin Ekim 1914’te Bahreyn’i, Kasım 1914’te Fao yarımadasını işgal edip, ardından Bağdat’a bağlı önemli bir liman kenti olan Basra’yı ele geçirdikleri gün açılmıştı.
Ortadoğu için karanlık ve kanlı bir geleceğin başlangıcıdır bu işgal.. Basra’nın işgali ve İngilizlerin Bağdat’a yaklaşması, İstanbul’da Bab-ı Ali yönetimi üzerinde bomba tesiri yapar. Çünkü Bağdat, askeri önemi bir yana İstanbul’un yakın doğudaki kardeşidir…
İşgal haber gelince Osmanlı Orduları başkumandanı Enver Paşa, Trablus’ta beraber çalıştığı ve Batı Trakya’da örgütçülüğünü ispat eden Teşkilat-Mahsusa kurucularından Süleyman Askeri Bey’i göreve çağırır. Irak seferi kuvvetleri komutanlığına atanan Süleyman Askeri bey, Aralık 1914’te, Basra’yı geri almak amacıyla aşiretlerden ve gönüllülerden de yararlanarak topladığı kuvvetle, İngilizlere taarruz eder.
Irak’taki birliklere ek olarak gönüllülerden oluşan taburun adı, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’e izafeten Osmancık Taburu’dur.
Süleyman Askeri Bey, birlikleriyle beraber önce İran’ın Ehvaz Kasabası’na girerek düşmanın faydalanmasını önlemek için petrol boru hattını tahrip ettirir.
Ocak 1915 tarihinde, Osmancık Taburu Dicle kıyısında keşif yapan İngiliz birlikleriyle karşılaşır. Çıkan çatışmada Süleyman Askeri Bey, ayağından yaralanır.
Süleyman Askeri, bu keşif birliğinin asıl birlikler olduğuna kanaat getirerek, Basra’nın geri alınmasına karar vermiştir…
Bu karar bir kahramanlık trajedisinin başlamasına neden olur.
Dicle kıyısında karşılaştığı İngiliz keşif birliğini asıl kuvvet sanan Süleyman Askeri Bey, aldığı yara nedeniyle sedyede olduğu halde, dokuz bin kişilik bir gücün başında Basra’ya doğru ilerlemeye başlar.
Nisan 1915 günü Şuaybe civarındaki Bercisiyye adlı ormanın etrafında İngilizlerle karşılaşırlar…
Ve çatışma başlar…
Süleyman Askeri Bey, savaşı sedyede yönetmekte, adeta sedyede savaşmaktadır…
Yaşanan muhabere sonucunda Türk tarafı mevcudunun yarısı olan 4.500 kayıp verir. Bu çok ağır bir kayıptır…
Onurlu bir asker olan Süleyman Askeri Bey, yaşanan bozgunun suçlusu olarak kendisini görür. 14 Nisan 1915 günü tabancasıyla başına ateş ederek hayatına son verir.
Askeri’nin naaşı, yardımcısı olan Binbaşı Ali tarafından birliğe duyurulmadan Nahile’ye getirilir. Irak Genel Komutanı olan Askeri’nin cenazesi, bir çadır içinde yıkanır ve aynı çadırda büyük bir saygı ve üzüntü içinde gömülür.
Dönemin 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis Paşa, anılarında Askeri’nin şehadetini şöyle anlatır:
“Süleyman Askeri Bey bu hesapsız cesaretini, hayatına kendi eliyle son vermek suretiyle ödemiş ve mesuliyetini bizzat tayin etmiştir. Bu hazin netice, şerefli bir askerin takdir edilecek kahramanlık faciasıdır. Kendi hatası yüzünden görevindeki başarısızlığından dolayı başkalarının hitaplarına katlanmayı şerefine yakıştıramayan namuslu ve şerefli komutan, ölmeyi yaşamaya tercih etmiştir.”
Süleyman Nazif, 1916 tarihli Harp Mecmuasının 9. sayısındaki yazısında Süleyman Askeri için şunları yazar:
“Bazen tek bir adam koca bir orduya ruh olmak itibariyle başlı başına bir ordu olabilir. Bu nadir fakat vakidir. İşte Süleyman Askeri Bey o nadir olan vakalardan birini gerçekleştirdi. İngilizleri Korina kasabası önünde aylarca tutan kuvvet, Süleyman Askeri Bey’in şahsi pervasızlığı ve yine kendisinin seçmiş olduğu bir avuç kahramandı. Süleyman Askeri, Korina önünde ve gayet vahim surette iki bacağından yaralandı… Fakat kahraman komutanlara yakışacak bir metanetle ta Basra’ya kadar gitti ve şehrin 15 kilometre yakınındaki Şuayyibe mevkii müstahkemine taarruz etti. Süleyman Askeri Bey’ce maksat hasıl olmuş, durdurulamayacağı ve yenilemeyeceği zan olunan düşmanın tevkifi, tehdit ve hatta mağlup olabileceği imkanı fiilen gösterilmiş idi. Süleyman Askeri vatanı için vatanından başka her şeyini isteyerek ve gülerek feda etmiş bir Osmanlı idi.”
İngiliz Ajanı Arabistanlı Lawrence, Süleyman Askeri’nin şehadetini öğrendiğinde Mekke’de Şerif Hüseyin’in yanında yakında başlatacağı isyanın planlarını hazırlıyordu. Lawrence, “Bilgeliğin Yedi Direği” adlı eserinde Süleyman Askeri’nin ölümüyle ilgili şöyle der:
“Osmanlı Türkleri içinde devletlerinin hayat ve varlığının kritik bir safhaya girdiğini hissedenler yok değildi. Ben çölde görev yaptığım sırada ve hiç ümit edilmeyen yer ve şartlarda bunlara rastladım.
Onlar, devletlerinin mevcudiyetini devam ettirebilmek için fevkalade fedakarlıklara ihtiyaç olduğunu hissetmenin bilinciyle her şeyi yapmışlardır. İmparatorluğu oluşturan unsurlar ise her ne pahasına olursa olsun ayrılık davasındaydılar… İntihar ettiği haberi bize geldiği zaman Mekke’de Şerif Hüseyin’in sarayındaydım. Hüseyin Paşa, bana “Bunlar böyle ölmesini de bilirler.” dedi.”
Basra’nın işgalinden sonra Türk kuvvetleri Basra’yı tekrar almak, İngilizler ise Bağdat’ı ele geçirmek amacıyla Irak’taki kuvvetlerinin sayısını artırmaya başladılar.
Bu bölgedeki Türk kuvvetlerinin başında Nurettin Paşa bulunuyordu. İngiliz kuvvetlerine ise General Townshend komuta ediyordu.
Tarihler 22 Kasım 1915’i gösterirken İngilizler, Bağdat’ın güneyinde bulunan Selman-ı Pak’ta savunma için bekleyen Türk kuvvetlerine bir taarruz harekatı başlatır. Bu emsali ancak Çanakkale’de görülen şiddette bir saldırıdır. Ancak 45’inci Tümenin başında, Cephe Komutanı Albay Nurettin Bey’le aynı rütbede olan Enver Paşa’nın amcası Halil Bey vardı. İngilizlerin cephe hattını yarma yolundaki çabası başarıya ulaşmak üzereydi. Albay Halil, ihtiyat kuvveti olarak beklettiği 5 taburuna şu emri verdi:
“Ateşle beraber süngü hücumuna kalkılacak ve düşman, sağ tarafından vurulacaktır. Çarpışma ölene kadardır.”
5 taburun dalga dalga saldırısı İngilizleri şaşırtır. Ağır kayıplar verirler ve Kutü’l-Amare’ye çekilirler.
Türk kuvvetleri Kutü’l-Amare’yi kuşatır. Kut Kuşatması’nın tüm yetkisi Albay Halil Bey’e verilir. Albay Halil Bey beş ay sürecek kuşatma boyunca İngilizlere nefes bile aldırmaz. Bir defasında General Aylmer komutasındaki iki tümen 21 Ocak 1916 günü sabahı, Dicle nehrinden gambotların da destek atışları altında Türk birliğine saldırır. Halil Bey’in de elinde silahı en ön safta çarpıştığı bu savaşta, İngilizler yaklaşık 8 bin ölü verip geri çekilir…
10 Mart 1916’da Halil Bey, General Townshend’e bir mektup yazarak teslim olmalarını ister. Ancak bu mektuptan bir gün sonra İngilizler yine hücuma kalkar. Bu da Türkler tarafından geri püskürtülür. 14 Nisan’da bu sefer İngiliz Generali Goring, Türk cephesini önden yarmak için taarruza geçer. Ancak bu taarruz da binlerce İngiliz’in ölümüyle sonuçlanır.
General Townshend, çaresiz durumdan kurtulmak için en iyi bildiği yöntemi kullanmaya karar verir. Halil Paşa’ya 1 milyon İngiliz sterlini rüşvet teklif eder.
Halil Paşa bu teklifi şöyle cevaplar:
“Bu teklifi başka şartlar altında yapsaydın sana cevabım silahımdan çıkan kurşun olacaktı.”
Halil Paşa, bu tekliften sonra taarruz hazırlıkları yaptırırken, bir başka İngiliz subayın daha kendisiyle görüşmek istediği haberi gelir. Bir süre sonra Lawrence karşısındadır.
Lawrence, yeni bir mektup getirdiğini söyler. Halil Paşa açıp okur, aynı teklif bu sefer 2 milyon sterline yükseltilmiş, ancak bu sefer, “Bu parayı Türk hükümeti adına çekebilirsiniz.” denmektedir. Halil Paşa’nın Generale gönderdiği cevap aynı olur…
O gece Kut’tan büyük infilak sesleri duyulur. İngiliz General Townshend, tüm cephanesini imha ettirmektedir. Patlamalar kesilince Halil Paşa, Alay Komutanı Albay Nazmi’ye şehre girmesini emreder. Ve Kut’taki İngiliz güçleri teslim olur.
Bir süre sonra Halil Paşa da şehre girip, İngiliz komutanın makamına çıkar. General silahı ile kılıcını masasının üzerine koymuştur…
General Townshend, ‘Irak Seferi ve Esaret’ ismiyle basılan anılarında Halil Paşa’nın kendisine şu konuşmasını kaydetmiştir:
“General, uzun zaman şan ve şerefle taşıdığınız silahlarınız yine sahibine aittir. Onları alınız. Üzülmeyiniz Plevne Kumandanı Gazi Osman Paşa ne muamele gördüyse siz de aynısını göreceksiniz.”
Hali Paşa, İngilizlerin Irak’taki Osmanlı esirlerini bin bir eziyetlerle Hindistan’a götürdüklerini bilmekte ve General Townshend’e bu şekilde davranarak adeta insanlık dersi vermektedir.
Tarihe Kutü’l-Amare zaferi olarak geçen ve yaklaşık 5 ay süren kuşatmanın ardından, 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 İngiliz askeri esir alınmıştı. İngilizler 40 bin kayıp verirken Osmanlı birliklerinden ise 25 bin askerimiz şehit olmuştu. Halil Paşa, Kut Zaferi üzerine 29 Nisan 1916 tarihli günlüğe şu tarihi notları düşüyordu:
“ORDUMA …Arslanlar!.. – Bugün Türklere şerefü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semasında şühedamızın ruhları şadü handan pervaz ederken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.
– Bize iki yüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah’a hamdü şükür eylerim. Allah’ın azametine bakınız ki, bin beş yüz senelik İngiliz Devleti’nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden Cihan Harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir.
– İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz.
– Bugüne KUT BAYRAMI namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken şehitlerimize yasinler, tebarekeler, fatihalar okusunlar. Şühedamız, hayatı ulviyatta, semevatta kızıl kanlarla uçuşurken, gazilerimiz de gelecekteki zaferlerimize gözcü olsunlar.”
Mirliva Halil, Altıncı Ordu Komutanı
29 Nisan 1916- Bağdat
İngilizlere göre ise Kut yenilgisi, “1842’deki Kabil Bozgunu’ndan beri İngiliz ordusunun yaşadığı en aşağılayıcı hezimet”tir.
1.Dünya savaşında Çanakkale zaferi kadar önemli olan bu Kutül Amare zaferi, halil paşanın vasiyetine uygun olarak 1960 yılına kadar her 29 nisanda Ordu içinde bayram olarak kutlanır. Ne var ki, 27 mayıs darbecileri, bu büyük zaferi ve şehitlerin hatırasını unutturmuş ve kutlanmasını iptal etmiştir.
Kutül amare zaferi, Süleyman Askeri, halil paşa, Osmancık taburu, Arap ve kürt aşiretlerinin gönüllü müfrezeleriyle yakın tarihimizin şanlı bir sayfası olarak asla unutulmayacak.