Spiritüel Akımların Yükselişi

İtiraf etmeliyiz ki ülkemizde dindarlar son yıllarda dini ve ahlakı temsil noktasında hayli irtifa kaybettiler. Elbette bu algının yerleşmesi için çabalayan bir kesim de var ama dindarların dinin gereklerini yerine getirme noktasında ciddi zaafiyetlerinin olduğunu inkar edemeyiz. Öte yandan İslam’ın maneviyat ve duyguyu zengin şekilde içeren mistik boyutu din bilginlerince neredeyse delilik olarak görülür hale geldi. Neredeyse pozitivist ilahiyatçılık olarak tavsif edilecek şekilde, dinin duygusal, manevi ve mistik boyutu hor görülmekte ve dışlanmakta. Günümüzde din bilginleri bir kısmı haklı sebeplerle de olsa, net şekilde rasyonel bir İslam dayatması içerisindeler.
Nisan 28, 2025
image_print

İnsanlık tarihi boyunca birçok düşünce akımı ortaya çıkmış, kimi kalıcı olmuş, kimi kısa bir süre sonra etkisini yitirip kaybolmuştur. Aslında dinler yahut dinsel gelenekler de bu açıdan ele alınabilir. Yahudilik, Hristiyanlık, Budizm, Hinduizm, Şintoizm ve İslam gibi büyük dinler, zamanla güçlenerek kendi coğrafyalarında başka akımların önünü kesmiş, aykırı içerikte olanların gölgede bırakmış, yeşillense de serpilmesini engellemiştir. Örneğin Katolik Hristiyanlık, kendine rakip olabilecek pek çok inanç sistemini “sapkın” veya “dışlanması gereken” olarak ilan etmiş ve yayılmalarını engellemiştir. Benzer durum İslam için de geçerlidir. İslam’ın hâkim olduğu bölgelerde zaman zaman farklı inanç grupları ortaya çıkmış, bazıları kısa ömürlü olurken bazıları uzun yıllar boyunca yaşamaya devam etmiştir. Örneğin Hz. Ali’yi tanrılaştıran, kurucu lideri ilahlaştıran yahut ona mehdi, mesih, peygamber benzeri nitelikler atfeden topluluklar tarih boyunca var olmuş; ancak çoğu zaman ana akımın etkisiyle ya zayıf kalmış ya da tamamen yok olmuştur.

Tarihçi İbn Haldun’un dediği gibi, tarih tekerrürden ibarettir. Bugün de yeni akımlar ortaya çıkıyor ve her zaman bir şekilde ilgi görüyor. Seyahatlerin kolaylaşması, internetin yaygınlaşması ve sosyal medyanın etkisiyle insanlar farklı inanç ve düşünce sistemleriyle çok daha kolay karşılaşıyor. Bir taraftan ateizm, deizm ve agnostisizm gibi geleneksel din anlayışından uzaklaşan fikirlerin, diğer tarafta ise alternatif maneviyat olarak da ifade edilen spiritüel akımların ilgi görmesini bu çerçevede düşünmek gerekir.

Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında kaybolan bir kadının hikâyesi, bu spiritüel akımların gündeme gelmesine neden oldu. Kadının, bu tür bir inanç sistemi içinde bazı ritüellere katıldığı, mistik deneyimler yaşamak için çeşitli yollar denediği hatta psikodelig yahut psikedelik de denilen zihin değiştirici psikoaktif maddeler kullandığı iddia edildi. Haber üzerinden biraz araştırma yapanlar, İslam dinine alternatif mahiyetteki spiritüel akımlar etrafında şekillenen esrarengiz ve karmaşık bir mistik dünya ile karşılaşıyor.  Hemen hepsi esinini Uzak Doğu’nun mistik dinlerinden alan bu hareketler, batıda yıllar önce yaygınlaşırken, son yıllarda ülkemizde de hatırı sayılır bir kemmiyete ulaşmış durumda. Çocukluktan itibaren köklü bir din eğitimi almamış ama önemli bir kısmı tahsilli ve varlıklı denilebilecek kimseler, daha seçkin, daha nitelikli ve prensipte daha erdemli olduğunu varsaydıkları bu öğretilerin peşinden gidiyor.

Karşılaştığımız bu manzara akla, “Spiritüel akımlar insanlara ne vaat ediyor?”, “ Zaten maneviyatı güçlü bir din olan İslam’a inanan insanlar neden bu tür akımlara yöneliyor?” ve “Bu akımlar kişileri Allah’sız, kuralsız bir inanca mı sürüklüyor?” gibi soruları getiriyor.

Spiritüel akımları tanımaya spiritüel sözcüğünden başlayalım. Bu kelime din psikolojisi literatüründe genellikle “manevi” olarak çevrilir. Ancak günümüzdeki spiritüel hareketler, bizim maneviyat dediğimiz ve İslam dinin içerisinde zaten yoğun şekilde yaşanması mümkün olan deruni duygudan farklı bir şeyleri daha vaat ediyorlar. Onlar, günlük yaşantının ötesinde farklı bilinç düzeylerine ulaşmayı, görünmeyen âlemleri deneyimlemeyi ve bu süreçte sıra dışı tecrübeler yaşamayı hedefliyorlar. Astral seyahatlerin de içinde bulunduğu, zaman ve mekân sınırlarının aşıldığı, başka varlıklarla karşılaşıldığı bu deneyimler, onların inanç sisteminin temelini oluşturuyor. Elbette salt bir macera arayışına indirgemek haksızlık olacaktır. Anlam, arınma, yücelme gibi ulvi motivasyonlar da var. Lakin büyük zahmetlere girmeden elde edilen mistik tecrübenin daha fazla ön planda olduğunu söylemek mümkündür.  Oysa İslam geleneğinde erdemler de mistik deneyimler de seyr-i süluk dediğimiz ruhsal bir yolculukla, yıllarca süren ibadet ve nefis terbiyesiyle elde edilir ve bu serüven hayli zahmetlidir. Nihai amaç, Allah’ı hakkıyla tanımak (marifetullah) ve O’na yakınlaşmaktır. Üstelik kişi bu yolculuğun ardından ömrünün sonuna kadar, halkın arasında olup insanlara İslam’ı anlatmaya ve öğretmeye adanmış bir hayat yaşar.  Spiritüel akımlarda ise bu deneyimler, genellikle kısa yollarla, bazen de bilinç değiştirici maddelerle elde edilmeye çalışılmaktadır. Amaç farklı, içerik nispeten yüzeysel, rehberlik çoğu zaman eksik.

Buraya kadar, bu spiritüel akımların insanlara ne sunduğunu ana hatlarıyla ele almaya çalıştık. Görünen o ki bu akımlar, modern hayatın getirdiği materyalcilik, dünyevileşme ve maneviyat eksikliğinin doğurduğu ruhsal boşluklara bir cevap olma iddiasıyla öne çıkıyor. İnsan, doğası gereği maneviyatsız yaşayamaz; bu ihtiyaç her dönemde kendini farklı biçimlerde gösterir. Pozitivist bilim anlayışı ve tüketim kültürü insanların maneviyatla bağını kopardığında bu ruhsal kriz büyümekte ve insanlar huzur ve dinginliğe yönelik bir arayış geliştirmektedir. Arayış kimini geçmişte olduğu gibi günümüzde de köklü sufizme, kimini ise nevzuhur spiritüel akımlara yönlendirmektedir.

Bu arayışta, sufilerin ve diğer mistik geleneklerin sıkça dile getirdiği “farklı bilinç katmanları” fikri özellikle dikkat çeker. Bu tür bilinç halleri yaşandığında, deneyimleyen kişi bu tecrübeyi maddi dünyanın her şeyinden daha gerçek olarak algılar. Öyle ki bu deneyimi yaşayanlar, bunun bir hayal, kuruntu ya da psikolojik bir bozukluk olmadığını özellikle vurgularlar. Bir mistiğin “Eğer bu yaşadığım gerçek değilse, hayatta hiçbir şey gerçek değildir” sözü de bu hissiyatı çok çarpıcı biçimde özetler. Tecrübeyi spiritüel akımlarda yakalayan kişiler deneyimin bu niteliğine hayran olmakta ve bu alternatif yönelişlere bağlanıp kalmaktadır. Peki bu akımlar Allah’sız, Tanrısız bir inanç mı öneriyor?

Şu kadarını söyleyelim ki, bu tür bilinç halleri ve mistik deneyimler, birçok kişide ateist ya da deist eğilimlerin sorgulanmasına neden olmaktadır. Böylesi olağanüstü deneyimlerden sonra bir insanın tesadüfen dünyaya geldiğimize ve öldüğümüzde her şeyin biteceğine inanmaya devam etmesi neredeyse imkansızdır. Ne var ki burada bir karmaşa da devreye giriyor: Bu deneyimler bazı kişileri tek tanrı inancına yöneltirken, kimilerini çok tanrılı inançlara ya da tanrısız, ama metafizik bir gerçekliğe inanmaya sevk edebiliyor. Bu durum, mistik deneyimlerin içeriğinin ne kadar açık uçlu ve yönlendirilmeye açık olduğunu gösteriyor. İşte tam da bu nedenle, sufi geleneğinde bu tür yolculukların mutlaka ehil bir mürşidin rehberliğinde yapılması gerektiği vurgulanır. Çünkü bu tecrübeler, doğru bir inanç zeminine oturmadan yaşandığında, kişiyi İslam inancının dışına sürükleyebilir. Sufiler, bu tür deneyimlerin hem yön hem içerik açısından güvenli olması için kamil bir mürşit rehberliğini ve Ehl-i sünnet inanç sistemine bağlılığı adeta bir “manevi sigorta” olarak görürler.

Asıl soruya dönelim: Müslümanlar bu tür tecrübeleri neden dışarda arıyor?
Bu sorunun cevaplarından biri, yazının başında ifade ettiğimiz gibi, internet ve sosyal medyanın etkisiyle her gelişime aşinalık kazanma, bir başka ifadeyle net bir sosyal öğrenme söz konusu. Fakat meselenin toplumu ve kurumları ilgilendiren farklı boyutları da söz konusu. İtiraf etmeliyiz ki ülkemizde dindarlar son yıllarda dini ve ahlakı temsil noktasında hayli irtifa kaybettiler. Elbette bu algının yerleşmesi için çabalayan bir kesim de var ama dindarların dinin gereklerini yerine getirme noktasında ciddi zaafiyetlerinin olduğunu inkar edemeyiz. Öte yandan İslam’ın maneviyat ve duyguyu zengin şekilde içeren mistik boyutu din bilginlerince neredeyse delilik olarak görülür hale geldi. Neredeyse pozitivist ilahiyatçılık olarak tavsif edilecek şekilde, dinin duygusal, manevi ve mistik boyutu hor görülmekte ve dışlanmakta. Günümüzde din bilginleri bir kısmı haklı sebeplerle de olsa, net şekilde rasyonel bir İslam dayatması içerisindeler. Hz. Peygamberin vahyinin bizzat kendisinin mistik bir tecrübe olduğu unutuluyor, adeta bilimsel ve rasyonel din imgesiyle, daha kitabi ve daha literal bir din anlayışı yerleştirilmeye çalışılıyor. Oysa sözünü ettiğimiz spiritüel hareketler benötesi alemlerin tecrübesinin bilim dışı olmadığını, pozitivist dayatmanın insana prangalar vurduğunu ve melankoliye sürüklediğini anlatmaya çalışıyor.

Elbette ana akım Müslümanlık daima daha kalabalık durumda ve olmaya devam edecek. Ne var ki İslam’ın doğru şekilde temsil edilmemesi, çocukların küçük yaştan itibaren din eğitiminden mahrum bırakılması, internetle birlikte dünyada olan biten her şeyin bu topraklarda da görülmesi, içimizden eksiklik içerisinde olup ihtiyaç duyan kimselerin bu gibi akımlara kapılmasına neden oluyor. Meseleye bütüncül yaklaşılmadığı sürece, tıpkı ateizm, deizm, agnostisizm ve LGBT konusunda olduğu gibi spiritüel akımlar da tıpkı diğer dinlerden olduğu gibi Müslümanlardan da müntesip koparmaya devam edecektir. Her ne kadar sayı ve oranları az da olsa, her biri insan ve her birinden sorumlu olduğumuz gerçeği ortada.

Alınması gereken bazı tedbirler var. Yazının sonlarında kısmen ifade etmiş olsak da somut olarak ifade etmek istiyoruz. Birincisi yeni nesli yetiştirirken sahih dini bilgiyi daha küçük yaştan itibaren hem ailede hem de dini kurumlar eliyle vermek gerekiyor. İkincisi bu sahih dini bilgiyi pedagojik farkındalıkla, sevgi yönüne ağırlık vererek, incelikli bir şekilde aktarmak, iyi planlanmış ve sağlıklı yürütülen bir din eğitimi yapmak gerekiyor. Üçüncüsü din bilginlerinin bu dinin özünün vahiy olduğunu ve vahyin mistik bir tecrübe olduğunu akılda tutarak işin bilgi, inanç, ahlak ve ibadet boyutu kadar maneviyat, duygu ve tecrübe boyutu da olduğunu göz önünde bulundurması gerekiyor.

Bitirirken, bir hususu daha hatırlatmayı ihmal etmeyelim. “Tuz suda erir ama çakıl taşı erimez” deyişinin ifade ettiği gibi, insanların sadece eğitim ve yetiştirilmeyi ön plana çıkararak kişisel irade ve tercih imkân ve sorumluluğunu gözden kaçırmaması gerekiyor. Her yanlış yönelişin bir dışsal sorumlusu olduğu gibi ondan daha da etkin olan içsel sorumluluğu, yani öz psikolojik sermayesi vardır. İnsan bir şeyin doğru olup olmadığını anlamaya, anladıktan sonra kendine çeki düzen vermeye daima muktedirdir. Özgür irade sahibi birey, bu sorumluluğu asla unutmamalı, kendini eğitmeli, karakterini güçlendirmelidir. Aileler, toplum ve dahi devlet ise ona bu noktada destek vermelidir. Vesselam…

Prof. Ümit Horozcu

Prof. Dr. Ümit Horozcu
1978’de İstanbul’da doğdu. Orta öğretimini Sarıyer İmam Hatip Lisesinde tamamladı. 2001 yılında
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl Din Psikolojisi alanında yüksek lisansa
başladı. 2003 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne Din Psikolojisi Anabilim Dalı araştırma
görevlisi olarak atandı. 2004’te yüksek lisansını, 2010’a ise doktorasını bitirdi. 2011 yılında yardımcı
doçent (Dr. Öğr. Üyesi) olarak atandı. 2017 yılında Din Psikolojisi alanında doçent ünvanı aldı.
Öğretim üyeliği görevini, öğrenciliğinden itibaren kesintisiz olarak mensubu olduğu İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde sürdüren Ümit Horozcu evli ve üç çocuk babasıdır.

1 Comment

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.