Stratejik angajman, ABD müttefikleri için en doğru yoldur.
Avrupa en kötüye hazırlanıyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Almanya’nın Die Zeit gazetesine verdiği bir röportajda açıkça şöyle dedi: “Bildiğimiz Batı artık yok.” Kıyamet senaryosunun birçok boyutu var: demokrasinin gerilemesi, anayasal krizler, yaklaşan bir ticaret savaşı, ABD ile Rusya arasında bir yakınlaşma ve daha fazlası.
Bu kasvetli “Batısızlık” (Westlessness) beklentisi, ilk kez 2020’de Münih Güvenlik Konferansı’nda gündeme gelmişti. Ancak aradan beş yıl geçmesine rağmen henüz o noktaya gelmiş değiliz. Hâlâ önlenebilir olabilir. Geçtiğimiz hafta Beyaz Saray’ı ziyaret eden İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, yönetimin gümrük tarifesi saldırısını başlatmasından bu yana bir Avrupalı liderle yapılan ilk görüşmede, Donald Trump’tan yardım istedi. “Benim hedefim Batı’yı yeniden büyük kılmak ve bunu birlikte başarabileceğimizi düşünüyorum,” dedi. Başkan da, “Başarabiliriz,” diye karşılık verdi.
Bu, 1941 tarihli Atlantik Şartı’nın tam anlamıyla güçlü bir yeniden ifadesi sayılmaz ve yorumcular, Meloni’nin ticari bir atılım sağlayamamasını hızla eleştirdiler. Ancak İtalyan lider, ortak bir zemin oluşturmanın mümkün olduğunu gösterdi (aşırı “woke” yaklaşımları eleştirmesi, göçü dizginlemedeki başarılarını vurgulaması) ve dostane kişisel ilişkileri pekiştirebildi. Başkan Trump’ı, Ukrayna’nın Rusya ile savaşı başlattığı yönündeki garip önerisini geri çekmesi için ikna etti. Ve –Avrupa şüpheciliğine dayanan köklerine rağmen– AB ile bağlarını koparmadı, Birliğin konumunu zayıflatmaya da çalışmadı.
Genel atmosfer de değişti. Müttefikler artık “günah keçisi” değil; hatta faydalı bile olabilirler. Başkan Yardımcısı JD Vance, şubat ayındaki Münih Güvenlik Konferansı’nda sergilediği sert tavırdan sonra Avrupa’ya yaptığı ilk ziyaret olan Roma’ya dostane bir ziyarette bulundu. AB liderleriyle yapılacak bir zirve için İtalya’nın başkentine bir başkanlık ziyareti gerçekleştirilmesi şu anda gündemde. Eğer bu ziyaret dostane bir havada geçerse, haziran ayında Lahey’de düzenlenecek NATO zirvesi için umut verici olabilir.
Prosecco’yu şimdilik buzda tutun. Transatlantik ilişkiler hâlâ kırılgan ve yara almış durumda, “köpeklerin birbirini yediği” bir dünya felaketine doğru iniş ise hâlâ rahatsız edici derecede yakın. Ancak Meloni’nin gittiği yerden başkaları da gidebilir. Avrupalı liderlerin, Başkan Trump’ın tarzını sevmeleri gerekmiyor; konuşacak faydalı bir şey bulmak için bu gerekli değil.
Ve alternatifler daha da kötü. Eve kapanıp somurtmak ya da ABD başkanına kamuoyu önünde sataşmak, işleri muhtemelen daha iyi hâle getirmez. Alev saçan eleştirmenler içeride alkış toplayabilir, ancak bu duruşun pratik sonuçları nasıl iyileştireceğini açıklayamazlar. Amerikalılar bir anda Avrupalılara dönüp şöyle demeyeceklerdir: “Bize başkanımızın bir aptal olduğunu, ekibinin de beceriksizlerden, üçkâğıtçılardan ve fanatiklerden oluştuğunu söylediğiniz için çok teşekkür ederiz. Bize karşı takındığınız soğuk ve küçümseyici tavır için de ayrıca teşekkür ederiz. Bu sayede aklımız başımıza geldi. Artık her şey değişir.”
Avrupalılar da, ABD rotasını değiştirdiğinde bunu sevinç çığlıklarıyla karşılamaktan kaçınmalıdır. Onlar da birçok hata yaptı. Bu hataları düzeltmek, politikalarının bir diğer ayağı olmalıdır. “Hızlı hareket et ve bir şeyler üret” mottosu benimsenmeli (ABD’nin teknoloji broligarkları gibi ‘bir şeyleri yıkmak’ değil, üretmek). Avrupa’nın savunma ve güvenliği için yeni kurumlara; büyüme ve inovasyonu teşvik edebilmek içinse eski kurumlarında daha etkili karar alma mekanizmalarına ihtiyacı var.
Bu da risksiz sayılmaz: yönetimdekilerden bazıları zayıf ve bölünmüş bir Avrupa’yı, birleşmiş ve güçlü bir Avrupa’ya tercih ediyor olabilir. Ancak Avrupalılar ne kadar çok şey yaparlarsa, olası bir felakete karşı o kadar hazırlıklı olurlar; felaketten kaçınma ihtimalleri de o kadar artar. Von der Leyen’in röportajında söylediği gibi, “gerçeklik güçlü bir müttefiktir.” Ve Atlantik’in her iki yakasında da gerçeklik kazanıyor.
*Edward Lucas, Avrupa Politika Analizleri Merkezi’nde (CEPA) Yerleşik Olmayan Kıdemli Araştırmacı ve Kıdemli Danışman olarak görev yapmaktadır.
*Europe’s Edge, CEPA’nın Avrupa ve Kuzey Amerika’daki dış politika gündemindeki kritik konuları ele alan çevrimiçi dergisidir. Europe’s Edge’de ifade edilen tüm görüşler yalnızca yazara aittir ve temsil ettikleri kurumların ya da Avrupa Politika Analizleri Merkezi’nin görüşlerini yansıtmayabilir. CEPA, tüm projelerinde ve yayınlarında katı bir düşünsel bağımsızlık politikası gözetmektedir.