Türkiye: Bölgeler Üstü Güç, Küresel Vizyon

Küresel sistemdeki ilişki dinamiğinin yeniden tanımlanmaya başlandığı bir dönemdeyiz. Ülkemizin bu süreci sağlıklı bir biçimde geçirmesi önemli. Bu bağlamda, kendine yakın ve/veya uzak coğrafyalarla ve kendine müzahir olan ülkelerle ilişkileri yeniden tanımlamalı. Türkiye, sadece ikili ilişkiler bağlamında değil, hem çok taraflı ve küresel kurumlardaki rolünü güçlendirecek hem de gelişmekte olan dünya siyasetinin daha kuşatıcı olmasını sağlayacak yeni bir paradigma ortaya koymalıdır. Çünkü var olan ilişkiler, kapasite, kaynak, vizyon ve irade bölgesel güç olma noktasının ötesindedir. Bunu aşan küresel bir perspektifle küresel bir rol oynamak mümkün.
Mart 10, 2025
image_print

Yeni ABD yönetimini değerlendirmek için şu an erken olabilir. Ancak seçim sonrası, başkanlık koltuğuna oturulmasından itibaren gündeme gelen konular, değerlendirmeler dikkate alındığında, oldukça sorunlu bir yönetim anlayışının olduğu kanaati güçleniyor. Sınır tanımayan, kendisine kutsiyet atfeden, hadsiz ve nobran bir yönetim anlayışının dayatılmak istendiği açık. Bunun önümüzdeki dönemde Amerikan demokrasisinin geleneksel kurum ve teamüllerini de İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası düzenin temel yapı taşlarını da sarsacağı görülüyor.

Dört yıl dünyayı meşgul edecek bu hadsiz yönetim tarzı, ilişkileri güncellemek, çeşitlendirmek ve insanlık vicdanının sesi olmak için bir imkân. Bu, geleceği düşünmek, ilişkilerin nereye evrilebileceğini analiz etmek, ikili ilişkileri tehdit dili üzerinden yürütmeyi tercih eden kaba/nobran anlayışla ne tür bir iletişim kurulabileceğini netleştirmek ve savaş suçlularını koruyan yönetim anlayışıyla olası ilişki düzeyini yeniden biçimlendirmek için bir fırsat. Öte yandan birçok yönden ABD’ye mahkûm olan kimi ülkelerin ekonomik bedel ödemek zorunda kalacağı ve egemenliklerinin tartışılabileceği bu süreç, Türkiye için ciddi olanaklar sağlıyor.

Bölgesel Ortaklıklar

Dünyayı kaosa sürükleme olasılığı yüksek olan ABD’nin mevcut yönetim anlayışına karşı atılacak en önemli adım, bölgesel işbirliklerini canlandırmak ve yeni ortaklıklar geliştirmektir. Bölgesel ilişkiler belirli bir coğrafi bölgedeki devletler arasında ekonomik, siyasi, güvenlik ve kültürel alanlarda kurulan ortaklıkları ifade etmektedir. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın, bu tarz işbirliklerine önemli avantajalar sağladığı ise açık. Güvenlik risklerinin ülkeleri tehdit ettiği ve ekonominin dalgalandığı bir dönemde, ortak güvenlik çözümleri, bölgesel barış ve ekonomik çıkar odaklı işbirlikleri kıymetli hale gelecek. Özellikle ortak savunma ve güvenlik temalı işbirlikleri çok daha katmanlı imkânların ortaya çıkmasına yardımcı olacak.

Türkiye açısından altı ayrı bölgesel işbirliği ekseninden bahsetmek mümkün. İlki; Ortadoğu, Kafkasya ve Balkan ülkeleriyle farklı bölgesel dinamikler üzerinden geliştirilebilecek işbirlikleri. Burada üç temel eksen görünse de, bu eksenler üzerinden dar ve geniş işbirliği imkânlarının olduğu da açık. İkincisi; ABD’nin güvenlik kaygısı üreterek tahakküm altına alma arzusunu gizleyemediği AB’yle yeni bir pozitif ajanda geliştirmek. Burada iki taraflı kazanımlar temelinde gelişecek bir ilişkinin imkânı var. Üçüncüsü; AB’den ayrılmış İngiltere’yle var olan ilişkileri güncellemek ve derinleştirmek. Dördüncüsü; ABD ile çekişmeye gireceği değerlendirilen Çin ve Rusya’yla yeni işbirliği olanaklarını değerlendirmek. Beşincisi; Batılıların Afrika’yla ilişkilerinin zayıfladığı bu dönemde, eşitler ilişkisi ve kalkınma odaklı ortaklıklar kurmak. Altıncısı ise son zamanlarda enerji kaynaklarıyla gündeme gelen Akdeniz temalı bir işbirliği. Burada, Orta Asya’daki Türk coğrafyasına da değinmek gerekir. Ancak buradaki işbirliğine ilişkin kurulmuş olan mekanizmalar devam ettiği için buna yeni bir başlık olarak değil, geliştirilmesi gereken bir başlık olarak bakmakta yarar var.

İşbirliklerine İlişkin Temel Dinamikler

Bölgesel işbirliklerinin sağlıklı yürüyebilmesi için bazı temel dinamiklere özen göstermek gerekiyor. Üzerinde durulması gereken en temel dinamik, ortak çıkarlar konusu. Çünkü yaşadığımız çağın temel sorunu ekonomidir. Ortak çıkarın ekonomi olduğu taraflara gösterilirse, ilişkiler olabildiğince hızlı gelişir ve sürdürülebilir olur. Ortak yatırım, iş insanlarının serbest dolaşımı, yatırımların desteklenmesine ilişkin ortak politikalar bu sürece ivme kazandırır. Bunun yanı sıra ticaret hacmi, yatırım akışları ve ekonomik bölgesel entegrasyon mekanizmaları da (serbest ticaret anlaşmaları gibi) işbirliklerini teşvik eder.

Dikkate alınması gereken bir diğer temel dinamik, güvenlik kaygısıdır. Farklı gerekçeler üzerinden ortaya çıkan güvenlik kaygıları, işbirliklerini zorunlu hale getiriyor. Çünkü bölgesel güvenlik riskleri, tehditler, terörizm, sınır aşan suçlar, düzensiz göç gibi konularla mücadele, birçok ülkenin tek başına sonuç alabileceği meseleler değil. Dolayısıyla ortak güvenlik mekanizmaları temelinde kurulacak ilişkiler farklı yönlere evirilerek işbirliği zeminini genişletebilir. Bu tür tehditler, coğrafi yakınlık, benzer kültürler ve ortak tarihsel deneyimler gibi faktörler üzerinden hem tahkim edebilir hem de yeni imkânlara alan açabilir.

Bu dinamiklerle birlikte önemli olan diğer bir konu ise bu tür yapıların kurumsallaşması. Çünkü kurumsallaşma, işleyen bir sistem ve kuralları belirlenmiş işleyiş, sürdürülebilirliği olumlu yönde etkilemektedir. Kuşkusuz bahsettiğimiz dinamikler, genel başlıklar. Bunlar işbirliğinin yönü ve başarısında etkili olan faktörlerdir. Dolayısıyla doğru olan, hedef ülkelere ilişkin sağlıklı analizler yapmak ve işbirliği zeminini bu sonuçlara göre oluşturmaktır. Yukarıda saydığımız dinamiklere, işbirliğinin yönünü ve başarısını belirleyen temel unsurlar olarak bakmakta yarar var.

Türkiye için bölgesel işbirliği imkânları sunan altı bölge ayrı ayrı değerlendirildiğinde ön plana çıkan faktörlere dikkat etmek gerekir. Örneğin; AB, güçlü kurumsal yapısına rağmen pazar sorunu, güvenlik reflekslerindeki zayıflık, sahici liderlik meselesi ve insanlığın ortaya çıkardığı evrensel değerleri taşıyamama gibi konular nedeniyle yeni ve sahici işbirliklerine, ‘aşılara’ ihtiyaç duyuyor. Ortadoğu’nun, ortak güvenlik perspektifine, aşırılığın yönetilmesine ve sahici siyasal işleyişe gereksinimi var. Kafkasya’nın temel ihtiyacı bölgesel barış ve ortak kalkınma. Akdeniz havzasının işbirliği zemini hem güvenlik hem de kaynakların adil kullanımı. Afrika’nın temel önceliği ise stabil devlet yapısı, güvenlik, barış ve yerel kalkınma. Dolayısıyla bölgelere göre, sağlıklı bir risk analizine gereksinim var.

Türkiye’nin Durumu

Devletlerin sağlıklı bir dış politika geliştirmeleri ve sürdürmelerinde belirleyici dört temel unsur olan kaynak, kapasite, vizyon ve iradeye ilişkin değerlendirmeyi, “Uluslararası İlişkiler Dinamiği ve Türkiye” başlıklı yazıda yapmıştık. Bu unsurlar konusunda var olan birikimin sağlıklı bir dış politika için avantaj olduğu ise açık. Hele, dünyadaki küresel ‘gücün’ bu denli hadsizleştiği bir dönemde çıkış yolu sunabilecek bölgesel işbirliği süreçlerini kolaylaştıracağı kesin. Eğer ülkenin önünde duran bu tür işbirlikleri yapılmazsa, derinleşme olasılığı olan küresel krizden etkilenme riskimiz artabilir. Türkiye, var olan kapasite, kaynak, vizyon, iradeyle birlikte demografik ve jeopolitik avantajları birlikte değerlendirirse Kafkasya, Balkanlar, hatta Avrupa’da sahici bir atılım yakalayabilir. Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika’da ise başat rol oynayan bir aktöre dönüşebilir.

Bu denklemde Türkiye’nin yapması gereken, kendi coğrafyasında hukuk, demokratik işleyiş, barış, huzur ve ekonomik kalkınma odaklı yeni bir düzen kurmayı gündemine almasıdır. Ayrıca, ABD’nin NATO meselesi üzerinden AB ülkelerini kıskaca alma girişimine karşılık, ortak ekonomik çıkarlar ve ortak savunma ilişkisi üzerinden yeni pozitif bir ajanda oluşturmaktır. Bu bağlamda, ülkeye coğrafi derinlik sağlayan jeopolitik konumun olumlu sonuçlar verme olasılığı yüksek. Hatta bunun ilk işareti AB’den geldi. Trump’ın baskısı altında kalan ve savunma konseptinde bağımsızlık arayışına giren AB, yeni bir kurumsal organizasyona gitti. Bir önceki dönemde Türkiye dosyasını Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin yer aldığı birime kaydıran komisyon, geri adım atarak, dosyayı aday ülkelerden sorumlu birime bağladı. Basit gibi görünen ama anlamlı bir değişiklik.

Sağlıklı işleyen yeni bölgesel işbirlikleri, coğrafyamızı kuşatmış hatta ‘esir’ almış olan proxy örgütlerin etkinliklerinin sonlanması anlamına da gelecektir. Türkiye merkezli baktığımızda özellikle Ortadoğu ve Afrika’nın temel sorununun bu tür örgütler olduğu söylenebilir. Soğuk Savaş sonrası artan bu gruplarla (paramiliter gruplar, terör örgütleri ve özel askeri şirketler vs.) ülkeler arası hesaplaşmalarda devlet dışı aktörlerin kullanımı artmıştır. Bahsettiğimiz türden yeni ve geniş işbirlikleri bu tür örgütlerin varlığını anlamsız hale getirir ve kısa sürede kendilerini feshe etme sonucunu doğurur. Bu olasılık, ekonomik kazanımdan çok daha kıymetli bir kazanımdır.

Küresel sistemdeki ilişki dinamiğinin yeniden tanımlanmaya başlandığı bir dönemdeyiz. Ülkemizin bu süreci sağlıklı bir biçimde geçirmesi önemli. Bu bağlamda, kendine yakın ve/veya uzak coğrafyalarla ve kendine müzahir olan ülkelerle ilişkileri yeniden tanımlamalı. Türkiye, sadece ikili ilişkiler bağlamında değil, hem çok taraflı ve küresel kurumlardaki rolünü güçlendirecek hem de gelişmekte olan dünya siyasetinin daha kuşatıcı olmasını sağlayacak yeni bir paradigma ortaya koymalıdır. Çünkü var olan ilişkiler, kapasite, kaynak, vizyon ve irade bölgesel güç olma noktasının ötesindedir. Bunu aşan küresel bir perspektifle küresel bir rol oynamak mümkün. Bu, büyüklenmek değil, benzer ülkelerle küresel vicdanın sesi olmaktır.

Bu imkânın hakkıyla değerlendirebilmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin sonbahardan beri sık sık dile getirdikleri gibi “iç cephenin tahkim edilmesi” büyük önem taşıyor. Yakın tarihimiz, kısa süreli güç temerküzü ve sorunların kaba güç üzerinden bastırılmasının yol açtığı maliyetlerin yanı sıra geçici bir istikrar görüntüsüne yol açtığını gösteriyor. İç barışımızı kalıcı olarak sağlamanın yolu, iç sorunların kalıcı ve sürdürülebilir bir şekilde çözüm yoluna sokulması, bu çerçevede toplumsal barışın sağlanması, devletin demokratik dönüşümün hayata geçirilmesinden, hukukun tesis edilmesinden, demokrasi ve refah temelinde toplum-devlet ilişkilerinin güçlendirilmesinden geçiyor.

Kısacası, PKK’nın silah bırakması, çok yönlü dış politikanın izlenmesi, senfonik ittifaklar vizyonunun hayata geçirilmeye çalışılması, tarihi husumetleri aşma iradesinin gösterilmesi, yeni denge mekanizmalarına uygun politikaların izlenmesi, stratejik çeşitliliğin realize edilmesi ve küresel vicdanın taşıyıcı gücü olması, Türkiye’yi farklı bir lige/düzeye çıkarır.

Adnan Boynukara

1987-2009 yılları arasında farklı kurumlarda mühendis ve yönetici olarak çalıştı. 2009-2015 yılları arasında Adalet Bakanlığı’nda Yüksek Müşavir olarak görev yaptı. 25 ve 26. dönemlerde Adıyaman milletvekili olarak TBMM’de bulundu. Kamu yönetimi, güvenlik, terörle mücadele, çatışma çözümü ve barış süreçleri alanlarında çalışmaları yapıyor.
Mail: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.