7 Ekim Sonrası Abbas Rejimi: Meşruiyetin Erozyonu ve Yeni Otoriter Yönelimler

Filistin’de mevcut temsil krizinin aşılması, yalnızca Abbas’ın şahsında tezahür eden otoriter yapının sona ermesiyle değil; aynı zamanda Oslo sonrası dönemde şekillenen, halktan kopuk ve dışa bağımlı kurumların yeniden inşasıyla mümkündür. Bu bağlamda, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) yeniden yapılandırılması, geniş tabanlı ve kapsayıcı bir siyasal reform süreciyle ele alınması gerekmektedir.
Mayıs 13, 2025
image_print

7 Ekim 2023’te başlayan Aksa Tufanı, yalnızca askeri değil, siyasal anlamda da büyük bir sarsıntı yarattı. Gazze’de İsrail’in gerçekleştirdiği kitlesel imha süreci, dünya kamuoyunun dikkatini işgalin vahşetine çekse de aynı zamanda Filistin’in iç siyasal temsil krizini de açığa çıkardı. Bu krizin merkezinde ise Mahmud Abbas yer alıyor. 89 yaşındaki Abbas, seçim yapılmaksızın 20 yıldır görevde kalmayı sürdüren bir figür olarak, Filistin halkı nezdinde meşruiyetini büyük oranda yitirmiştir. 7 Ekim’in Filistin siyasetinde yarattığı en önemli dönüşümlerden biri, Abbas rejiminin, halkı değil, İsrail’i ve Batı’yı memnun etmeye odaklı yapısını açık biçimde teşhir etmiş olmasıdır. Bu anlamda 7 Ekim, Filistin devletinin temsiliyetini üstlendiği iddiasıyla hareket eden Mahmud Abbas’ın, fiilen İsrail çıkarlarıyla uyumlu otoriter yönetimini ifşa etmiş; böylece işgal sonrası dönemde Filistin’in siyasal temsil krizine yönelik köklü ve kapsayıcı bir yeniden yapılanma ihtiyacını bir kez daha gündeme taşımıştır.

Abbas’ın Ulusal Birlikten Uzak Tavrı

Mahmud Abbas’ın Nisan 2025’te Hamas’a yönelik sarf ettiği “köpek çocukları” ifadesi, yalnızca bir siyasi polemik değil, aynı zamanda Filistin halkının meşru direniş mücadelesine açık bir saldırı olarak görülebilir. Bu söylem, Gazze’de binlerce şehit verilmişken, El Kassam Tugayları büyük bir bedel öderken yapılmıştır ve hem ahlaki hem de siyasi açıdan büyük bir kopuşun ifadesidir. Abbas, bu açıklamalarıyla yalnızca Hamas’ı değil, aynı zamanda Filistin direnişini sahiplenen geniş halk kitlelerini de aşağılamıştır. Ayrıca Abbas gerek bu söylemleri gerekse 7 Ekim sonrası ‘İsrail’in güvenliğini sağlamalıyız’ minvalindeki açıklamalarıyla doğrudan silahlı direnişin karşısında, bu anlamıyla İsrail lehine bir duruş sergilemiştir. Ayrıca Abbas’ın sürekli kullandığı bu tür ifadeler, halkta Abbas rejiminin İsrail’le kurduğu işbirliği ilişkisini meşrulaştırdığına dair kanıyı güçlendirmiştir. Zira Abbas yönetimi, uzun süredir İsrail’le güvenlik koordinasyonunu sürdüren, Batı Şeria’da gerek Abbas muhaliflerini gerekse de İsrail ile silahlı mücadeleyi tercih etmiş direniş kuvvetlerini tutuklayan ve seçimleri engelleyen bir otoriteye dönüşmüştür. Bu koşullarda dile getirilen Hamas karşıtı açıklamalar, İsrail’in savaş suçlarını ve Gazze’deki işgalini meşrulaştırmakta, Filistin’in iç birliğini ise parçalayıcı bir rol oynamaktadır. Öte yandan Hamas Siyasi Büro Üyesi Usame Hamdan’ın “Biz İzzeddin el-Kassam’ın çocuklarıyız” çıkışı, Abbas’a verilen en net cevaptır. Bu ifade, yalnızca kimliksel bir savunma değil, aynı zamanda ulusal onura sahip çıkma refleksidir. Abbas ise bu çıkışlara kulak vermek yerine, daha da otoriter bir çizgiye yönelmiş ve siyasal alanda Hamas’ı dışlamaya dönük adımlar atmıştır. Bu açıklamalar ve İsrail-ABD ekseni ile Filistin devletini güvenlik, istihbarat ve ekonomi gibi kritik alanlarda entegre etmek gibi hamlelerle Abbas, Filistin halkını temsil edecek ulusal birlikten uzak politikalar gütmektedir.

Hüseyin el-Şeyh’in Atanması

Abbas’ın Hamas’a yönelik ağır söylemlerinin hemen ardından, 64 yaşındaki Hüseyin el-Şeyh’i hem Filistin Yönetimi hem de FKÖ Başkan Yardımcısı olarak ataması, rejimin rotasını net biçimde ortaya koymuştur. Bu atama, iç uzlaşı ya da demokratik temsil çabasının değil; İsrail ve Batı nezdinde kabul görecek bir halef inşasının ürünüdür. El-Şeyh’in atanmasıyla ilk kez FKÖ’ye resmi bir başkan yardımcılığı pozisyonu tanımlanmış, böylece Abbas’ın yerini alabilecek kişi açıkça işaret edilmiştir. Ancak bu, halkın değil; FKÖ içerisindeki statükocu yapının ve dış güçlerin onayladığı bir isimdir. Dolayısıyla Abbas kendinden sonra İsrail ile uyumlu bir haleflik senaryosu inşa ederek, olası ölümünde bile İsrail’le uyumlu bir siyasal istikrar arayışını öne çıkarmıştır.

Hüseyin el-Şeyh’in biyografisi, Filistin direniş tarihinden gelen, ancak zamanla diplomatik bürokrasiye ve güvenlik aygıtlarına eklemlenen bir figürün hikâyesidir. 1978–1989 yılları arasında İsrail hapishanesinde kalan ve burada İbranice öğrenen el-Şeyh, 1988’de Birinci İntifada’da aktif rol almış; ancak Oslo sonrası dönemde güvenlik aygıtlarında görev almış, 1999’da el-Fetih’in Batı Şeria sekreterliğine getirilmiştir. 2007’den itibaren İsrail’le koordinasyondan sorumlu Sivil İşler Genel Otoritesi’ni yönetmiş, ardından Gazze Yeniden İmar Komitesi’nde Filistin’i temsil etmiştir. 2022’de FKÖ Yürütme Komitesi Genel Sekreterliği ve Müzakere Dairesi Başkanlığı’na atanmış, FKÖ içerisindeki ikinci adam konumuna yükselmiştir. Ayrıca Trump’ın Ortadoğu özel temsilcisiyle ve Körfez ülkeleriyle diplomatik temaslar kurmuş, Abbas’ı yurt dışında temsil eden ana figür olmuştur. Hüseyin el-Şeyh’in bu görevleri, yalnızca siyasi değil, aynı zamanda yönetimsel bir nüfuz anlamına da gelmektedir. Elinde bulundurduğu sivil işler makamı, Batı Şeria’daki halkın seyahat ve çalışma izinleri üzerinde doğrudan etki sahibidir. Bu durum, ona hem halk hem de rakip aktörler üzerinde büyük bir güç vermekte, aynı zamanda onu İsrail’in iç işleyişine entegre olmuş bir figür hâline getirmektedir.

El-Şeyh’in atanmasının meşruiyet sorunu ise açıktır. Hamas, Filistin Halk Cephesi, Demokratik Cephe ve Ulusal Girişim gibi önemli yapılar süreci boykot etmiştir. Atamaya yönelik tepkiler, bunun yalnızca bir “dış dayatma” ve “tekelleşme girişimi” olduğuna işaret etmektedir. Özellikle Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve ABD’nin bu atamayı olumlu karşılaması, Filistin kamuoyu nezdinde kararın ulusal iradeden ziyade dış güçlerin beklentileri doğrultusunda şekillendiği algısını güçlendirmiştir.

Ayrıca el-Şeyh hakkında geçmişteki cinsel taciz iddiaları ve bu iddiaları bastırmak amacıyla yapıldığı öne sürülen maddi ödemeler, onun kamuoyundaki güvenilirliğini ve etik meşruiyetini daha da tartışmalı hale getirmiştir. 2022 yılında yapılan kamuoyu yoklamalarında el-Şeyh yalnızca %3 oranında destek alırken, halkın gözünde hâlâ Mervan Bergusi %37’yle en güçlü aday konumundadır. Atamanın ardından bile, Abbas isterse el-Şeyh’i görevden alabilecek konumdadır; çünkü yapısal olarak el-Şeyh’e verilen bu pozisyon yalnızca “vekâleten” bir yetki vermektedir. Dolayısıyla, bu atama kesin bir haleflik anlamına gelmemekte; yalnızca bir geçiş görüntüsü vermektedir. Abbas’ın bu hamlesinin FKÖ içerisinde ikinci bir noktaya tekabül ettiği de görülmektedir. FKÖ’nün en önemli isimlerinden Mervan Bergusi’nin Hamas-İsrail esir takasından sonra hapisten çıkma ihtimaline karşı Abbas, Hüseyin el-Şeyh’i başkan yardımcısı olarak atayarak Bergusi’nin FKÖ ve Filistin devleti başkanı olma senaryosunun da önünü tıkamaya çalışmaktadır.

Abbas Rejiminin İflası

Mahmud Abbas, 2005’ten bu yana hiçbir seçim kazanmamış; 2006’daki meclis seçimlerinde Hamas’ın zaferini tanımamış; halktan gelen tüm meşruiyet taleplerini baskı ve dışlama yoluyla savuşturmuştur. Gazze’deki yıkımın ortasında bile, halkın temsilcisi olan Hamas’a “köpek çocukları” demesi, bu rejimin Filistin halkına karşı konumlandığını açıkça ortaya koymuştur. Üstelik Abbas, FKÖ’nün yeniden yapılandırılmasına da karşı çıkmaktadır. Hamas’ın FKÖ’ye katılımı uzun süredir engellenmekte; Abbas’ın etrafındaki küçük klik, örgütü yalnızca Ramallah merkezli bir bürokratik yapıya dönüştürmüştür. Meclisler işlememekte, kongreler göstermelik olarak yapılmakta; halk, bu yapıları artık ciddiye almamaktadır. Bu siyasal temsil krizi, yalnızca Hamas’ın değil; gençlik hareketlerinin, diaspora gruplarının ve sivil toplumun da dışlandığı bir sistem yaratmıştır. Ancak 7 Ekim sonrasında yaşanan uluslararası farkındalık, bu tabloyu sarsmıştır. Güney Afrika, Kolombiya, Şili, Belize, Venezuela, Malezya gibi ülkeler Filistin’i resmen tanımış; Fransa ve İngiltere ise tanıma yoluna gireceklerini açıklamıştır. Bu, Hamas’ın uluslararası temsil kabiliyetinin arttığını ve Abbas rejiminin dünya gözünde de çözüldüğünü göstermektedir. Bugün Hamas, Gazze’yi yönetmekte ısrarcı olmadığını, “ulusal birlik hükümeti” ya da “geçici teknokratik yönetim” gibi seçeneklere açık olduğunu beyan etmiştir. Ancak Abbas rejimi, bu açıklamalara karşılık vermemekte; bilakis Gazze’yi İsrail’in onayıyla yönetmeye talip olmaktadır. Bu durum, Abbas’ın artık Filistin’in değil, İsrail’in çıkarlarını temsil ettiğini gözler önüne sermektedir.

Yeni Bir Siyasal Mimari Gerekliliği

Mahmud Abbas’ın söylemleri ve atamaları, Filistin siyasetinde meşruiyetin yerini zorla dayatılan bir otoriterliğe bıraktığını açıkça göstermektedir. Hüseyin el-Şeyh’in atanması, yalnızca statükoyu sürdürme çabası değil; aynı zamanda Filistin’in geleceğini Batılı ve İsrailli aktörlerin çizdiği bir senaryoya hapsetme girişimidir. Oysa halkın iradesi, bu rejimi değil; direnişi, bağımsızlığı ve ortak temsiliyet fikrini savunmaktadır. 7 Ekim, Abbas rejiminin siyasal açıdan iflas ettiğini; Filistin’in yeni bir temsil mimarisine, demokratik ve halk temelli bir direniş vizyonuna ihtiyacı olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Bu vizyon, yalnızca işgale karşı değil; içerideki tahakküm yapılarına karşı da bir kurtuluş mücadelesi olarak şekillenmelidir.

Filistin’de mevcut temsil krizinin aşılması, yalnızca Abbas’ın şahsında tezahür eden otoriter yapının sona ermesiyle değil; aynı zamanda Oslo sonrası dönemde şekillenen, halktan kopuk ve dışa bağımlı kurumların yeniden inşasıyla mümkündür. Bu bağlamda, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) yeniden yapılandırılması, geniş tabanlı ve kapsayıcı bir siyasal reform süreciyle ele alınması gerekmektedir. Diaspora gruplarının, gençlik hareketlerinin, Gazze’deki aktörlerin ve sivil toplum temsilcilerinin yer alacağı bir ulusal kongre ya da geçici halk meclisi aracılığıyla yeni bir temsil yapısı kurulması, meşruiyeti yeniden tesis etmenin ön koşuludur. Hamas’ın teknokratik bir geçiş hükümetine ve ortak yönetime açık olduğunu beyan etmesi, böylesi bir yeniden yapılanma için önemli bir fırsat sunmaktadır.

Dr. Mehmet Rakipoğlu

Dr. Mehmet Rakipoğlu, 2016'da Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. Doktorasını 'Dış Politikada Korunma Stratejisi: Soğuk Savaş Sonrası Suudi Arabistan'ın ABD, Çin ve Rusya ile İlişkileri' konulu teziyle tamamladı. Mokha Center for Strategic Studies düşünce merkezinde Türkiye Çalışmaları Direktörü olarak çalışan Rakipoğlu, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA