Kemalizme, Atatürkçülüğe ve Mustafa Kemal’e muhalefetimde bilgi kaynaklarım dindar, milliyetçi-muhafazakar-mukaddesatçı çevre, eserler ve yazarlar değildir. Ayrıca hakaret etmeden de sert tenkidin mümkün olduğuna inanıyorum.
Kemalizm-Atatürkçülük maalesef üstelik dinî hassasiyeti haiz AK Parti iktidarında seküler bir din halini almaya başladı. Bilhassa 10 Kasım’da kimi ritüeller âyin vasfında icra edilir oldu.Dünyanın başka neresinde 10 Kasım gibi seküler bir mukaddes matem merasimi yapılıyor bilmem.
Mustafa Kemal, korkuyu bazen bir tehdit silahı olarak kullanmış, bazen de öyle bir intiba verdiği için başta çevresi bir iş yaparken kendisinden korkarak hareket etmiştir. Saltanatın kaldırmasında TBMM’yi en azından komisyon üyelerini ikna edemeyeceğini görünce “kelle alma” tehdidinde bulunmuştur.
Mustafa Kemal, tehdidini ikaya kadir olmakla birlikte ikaya gerek kalmadan bizatihi tehdidin iknaya kafi ve kadir olduğunu çok iyi tespit etmişti çünkü başta hoca ve sarıklı takımı, dindar geçinenlerin çoğunun canının çok tatlı olduğunu tecrübe etmişti aksi halde 1.Meclis’in çoğunluğunu teşkil eden muhafazakar-dindar mebusların inanmadıkları bazı kararlara sessiz kalması hatta lehte oy kullanması başka türlü izah edilemez.
Hacı-hoca gibi korkmayanlar da maalesef Ali Şükrü Bey cinayetiyle hacı-hoca takımı gibi korkaklaşmıştı.
Antepli Abdülkadir’in İzmir Suikasti sebebiyle idamını nedense bu ülkede görebildiğim kadarıyla fakirden başka öne çıkaran -belki de- yazan yok. Abdülkadir, Kemal Tahir’in mabad-ı muazzamasından uydurduğu gibi İzmir Suikastına karıştığı için asılmadı. Onun gerçek idam sebebini bir kere daha yazayım: İTC’nin namlı fedailerinden olan Antepli Abdülkadir, İttihadçı fedailğinin bir döneme mahsus olduğunu anlayıp devlet idaresinde idareci olarak çalışmanın verdiği tecrübe ve terbiye ile de artık bu işleri terk etmişti çünkü Talat böyle bir nizamdan yanaydı.
Nitekim İzmir Suikasti sebebiyle günahsız yere asıldığını bizzat Mustafa Kemal’in en yakınlarının da kabul ettiği İsmail Canpolat da İTC’nin namlı bir fedaisiyken o da bu işleri terk etmiş, Talat’ın emrinde meşruiyeti rehber edinmişti.
Mustafa Kemal’in Tevfik Paşa hükumetine yapmak istediği hükümet darbesini de İsmail Canpolat bu sebeple kabul etmemişti. İttihadçı fedai ve komitacıların esasında Makedonya’ya özgü bu işi niye yaptıkları henüz layıkıyla yazılmamıştır. Bu sebeple Kemalist komitacı, fedai ve silahşorlarla karıştırılmıştır.
İşte günahsız-masum Antepli Abdülkadir, kıyamete kadar lanetle anılacak bir kinin eseri olarak idam edilmiştir çünkü o, Ali Şükrü Bey cinayetinde Ankara Valisi idi ve bu cinayetin azmettiricisini başka ve yüksek yerlerde arıyordu. Bunu birileri bir kenara not almıştı.
Antepli Abdülkadir’in defterini daha önce de İstanbul İstiklal Mahkemesi’nde dürmek istemişlerdi. Ancak o Mahkemenin reisi Topçu İhsan da her ne kadar eski bir fedai-komitacı idiyse de masum olduğunu bildiği yakın arkadaşı Abdülkadir’e kıyacak kadar emireri değildi.
İstanbul İstiklal Mahkemesi yargılamasında Abdülkadir gizlenmiş, mahkemeye çıkmamıştı. Ancak İzmir Suikasti sebebiyle kurulan İstiklal Mahkemesi’nde bu defa reis Topçu İhsan değil, Kel Ali idi ve bu Allahsız kitapsız alçak katil, kendisinin de yakın arkadaşı olan Abdülkadir’in tıpkı İsmail Canpolat gibi masum olduğunu bile bile ona idam kararı verdi.
Abdülkadir, İstanbul İstiklal Mahkemesi’ndeki vartayı atlatmış ancak bu defa ne kadar profesyonelce gizlenmişse de yakalanmıştı. Bir dönem İstanbul’a hükmeden Kara Kemal’i bile satan bir dünyada Abdülkadir’in yaşama şansı da pek azdı zaten.
Mustafa Kemal, korku salan biriydi ve ama o da korkan biriydi. Dr.Nazım, Kara Kemal, Abdülkadir, Cavid hayatta olduğu müddetçe sadece iktidarını değil, hayatını da tehdit ve tehlike altında görüyordu.
Ermeni teröristlerin hassaten öldürmek isteyip de muvaffak olamadıkları tek isim Dr.Nazım idi. Onu da Ankara İstiklal Mahkemesi astı. Rivayet doğruysa tek suçu,Talat’ın Türkiye’ye girmesine izin vermediği ve bu sebeple onun bir Ermeni suikastıyla hayatını kaybetmesine sebep olduğu gerekçesiyle Mustafa Kemal’i suçlaması ve ayrıca bir rivayete göre de Mustafa Kemal’e “Gazi Paşa” yerine “Gazoz Paşa” demesiydi. Dr.Nazım, mahkemede Gazoz Paşa tabirini kullanmadığını şerefi üzerine temin etmiştir.
Gelelim M.Emin Erişirgil’in Bildiklerim nam hatıratına.Mustafa Kemal Harf İnkılabı yapmak istemektedir. Maarif vekaletinde bir Dil Heyeti kurulur ve bu heyetin reisliğine de Erişirgil getirilir.Kemalizm adına tetikçilik yapan Mahmud Soydan ve İhsan Sungu gibi birçok isim o dònem harf İnkılabına karşıdır. Dil Heyeti reisi Erişirgil başta heyet üyelerinin de biri hariç hepsi harf İnkılabına karşıdır ancak Mustafa Kemal, Dolmabahçe’de yapılan toplantıda oylama yapıp “Dil heyetinin kabul ettiği harfleri ve imla ve gramer esasını tasvip ediyor musunuz?” dediğinde eller kalkmış ve Mustafa Kemal de “müttefikan kabul edilmiştir” diyerek celseyi kapatmıştır. Erişirgil diyor ki “Oradakilerin çoğunluğu hem harflerin, hem gramer taslağının aleyhinde idi. Fakat Atatürk’ten korkuyorlardı da düşüncelerini açıkça söyleyemiyorlardı”.
Peki, bu M.Emin Erişirgil kimdi? Mülkiye mezunu, Ziya Gökalp’in yardımcısı içtimaiyat ve felsefe doçenti, sonra profesörü, 1919’da Niğde Mebusu, 1924’te Maarif Vekaleti Talim-Terbiye azası, 1926’da bu dairenin başkanı, 1929’da Maarif Vekaleti müsteşarı, 1931’de İstanbul Maarif Müdürü, 1936’da Ankara’da açılan Mülkiye mektebi müdürü, 1942’de Zonguldak mebusu, II.Hasan Saka kabinesinde Gümrük-Tekel, Şemseddin Günaltay kabinesinde de İçişleri bakanı.Laik ve Atatürkçülüğü maruf bir CHP’li.
İsteyen 10 Kasım’da 09.05 ritüeline iştirak etsin, ben etmeyeceğim.