Zıt Gerçekler: İsrailli ve Filistinli mahkumlara yapılan muamele
Pazar günü Gazze’de esir tutulan üç İsrailli kadının serbest bırakılması, küresel medyada önemli bir ilgi gördü. Ancak, İsrail tarafından kaçırılıp herhangi bir suçlama olmaksızın alıkonulan Filistinli kadınların serbest bırakılması, nispeten sınırlı bir şekilde ele alındı. Bu eşitsizlik, Filistinlilerin insanlıktan çıkarılmasının normalleştirilmesini yansıtmakta ve İsrail’in 46.000’den fazla Filistinliyi cezasız bir şekilde öldürmesine imkân sağlayan bir anlatıyı sürdürmektedir.
Kızıl Haç ve İsrailli doktorlar tarafından yapılan ilk tıbbi değerlendirmeler, kadınların sağlık durumlarının iyi olduğunu ve esaretleri boyunca iyi muamele gördüklerini göstermektedir. Anlattıkları, yiyecek, su ve barınağa erişimin sağlandığı insani koşullardan bahsetmektedir. İsrail esirlerine tıbbi bakım ve besin sağlanırken, İsrail’in Filistinli çocukları aç bıraktığı, doktorları öldürdüğü ve hastaneleri yıktığı bir gerçeklik söz konusudur.
İsrailli kadınlara esaretleri sırasında onurlu bir şekilde davranıldı. Buna karşın, Birleşmiş Milletler raporu, İsrail hapishanelerindeki Filistinli kadınlara yapılan kötü muameleyi vurgulamakta ve onların “cinsel saldırıya maruz kaldıklarını, çırılçıplak soyulup erkek İsrail ordu subayları tarafından arandıklarını” ve cinsel şiddetle tehdit edildiklerini belirtmektedir. Aynı rapor, İsrail askerlerinin Filistinli kadın tutukluların “aşağılayıcı koşullarda”fotoğraflarını çektiklerini ve bu görüntüleri internette yayınlayarak onları daha da küçük düşürmek ve kontrol altına almakla tehdit ettiklerini de kaydetmiştir.
Serbest bırakılan İsrailli esirlerin sağlık durumları—İsrail’in Gazze’de yarattığı yıkıma rağmen⎯esir alanların insani değerlerinin bir göstergesidir. Hiç şüphesiz, görünüşleri, kötü niyetli İsrail ablukası altında Gazze halkının çoğunun erişemediği yiyecek, ısınmak için yakıt ya da İsrail bombalarından ve doğa koşullarından korunmak için güvenli bir barınağa sahip olduklarını ortaya koymaktadır.
Bu sırada, Filistinli kadın mahkûm lideri Khalida Jarrar’ın serbest bırakıldıktan sonra çekilen bir videosu, Aralık 2023’te İsrail işgal güçleri tarafından kaçırılmadan önceki görüntüsünün aksine, yürümekte zorlandığını göstermektedir.
İsrailli mahkûmlara gösterilen özen, Filistinli mahkûmların İsrail gözetiminde gördükleri muamelenin tam tersidir. Gözaltına alınan Filistinli doktorlar arasında, silah taşımadıkları halde işkenceyle öldürülenler bulunmaktadır. Bunun sebebi, yaralıları—muhtemelen İsrailli esirler de dahil olmak üzere—ameliyathanede tedavi etmek için neşter tutmalarıdır.
İsrail işkencesinden sağ kurtulan Filistinliler, örneğin vücut geliştirmeci Moazaz Obaiyat, bambaşka bir hikâye anlatmaktadır. Obaiyat, Ekim 2023’te Batı Şeria’daki evine yapılan şafak öncesi bir baskın sonrası gözaltına alınmıştır. Serbest bırakıldığında, sağlıklı İsrailli kadınların Kızıl Haç araçlarına koşarak bindiği manzaradan farklı olarak, bir zamanlar güçlü ve kaslı olan Obaiyat, on bir ay boyunca suçlama olmaksızın tutulduktan sonra yardımsız yürüyemez hale gelmiştir.
1948’den bu yana İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinliler için gerçeklik bundan daha farklı olamazdı. Filistinli mahkûmlara yönelik kötü muamele, işkence, istismar ve hatta gözaltında ölümler, insan hakları örgütleri tarafından iyi bir şekilde belgelenmiştir. Birleşmiş Milletler kaynaklarına göre, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail hapishanelerinde işkence nedeniyle 56 Filistinli yaşamını yitirmiştir.
Erkek Filistinli tutuklular da aşağılama ve zorlama aracı olarak cinsel saldırıya maruz kalmıştır. Bu suçlar münferit olaylar olmayıp, Filistinlilerin iradesini kırmaya yönelik ırkçı bir İsrail politikasının parçasıdır. İsrailli failler cezasız kalmakla kalmamış, eylemleri sıklıkla İsrailli liderler tarafından haklı gösterilmiş ya da savunulmuştur. Çoğu herhangi bir suçlama ya da yargılama olmaksızın tutulan Filistinli mahkûmlar için esaret, akıl almaz bir eziyet deneyimidir.
İsrail hapishanelerinde Filistinlilere yönelik işkence ve aşağılama, İsrailli yetkililer tarafından desteklenmektedir. İsrailli Milletvekili Hanoch Milwidsky’ye, “Bir kişinin makatına çubuk sokmak kabul edilebilir mi?” diye sorulduğunda Milwidsky, “Evet, eğer o bir Nukhba(Hamas militanı) ise her şey meşrudur! Her şey!” diye yanıt vermiştir.
İsrailli kaynaklara göre, Hamas militanı olma niteliği Gazze’deki her Filistinliye uygulanabilir, çünkü İsrail hükümetine göre “masum sivil yoktur.” Bu görüş daha önce, kendini ılımlı olarak tanımlayan İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog tarafından da yinelenmiş ve Herzog, “Oradaki bütün bir ulus sorumludur” demiştir.
Yedek askerlerin mahkûmlara yönelik kötü muamelelerini savunurken, ırkçı İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir, sosyal medyada bir gönderi paylaşarak, Filistinli mahkûmlara oğlancılık yapmakla suçlanan İsrail askerlerine atıfta bulunmuş ve “Ellerinizi yedek askerlerin üzerinden çekin” demiştir.
İşkence, suçlama olmaksızın gözaltı ve diğer cezalandırıcı önlemler, İsrail’in politik söyleminin kalıcı bir özelliği olmaya devam etmektedir. Bu kurumsal destek, yalnızca istismarı sürdürmekle kalmayıp, aynı zamanda İsrail kültüründe Filistinli “goyim”e karşı bu davranışı normalleştirmektedir.
Suistimaller ortaya çıktığında, İsrailli yetkililer genellikle bunları inkâr eder ya da münferit olaylar olarak küçümser. Bağımsız soruşturmalara izin vermeyi ya da kimseyi sorumlu tutmayı reddederler. İsrailli cezaevi yetkilileri ve siyasi liderler, eylemlerini sürekli olarak savunarak her türlü eleştiriyi İsrail’in güvenlik aygıtına bir saldırı olarak çerçevelerler. Bazı İsrailli milletvekilleri ve tanınmış kişiler, Filistinli mahkûmların insanileştirilmesinin güvenlik güçlerinin moralini bozduğunu savunmaktadır.
Mahkûmlara yönelik muameledeki eşitsizlik, İsrailliler ve Filistinliler arasındaki daha geniş güç ve etik bölünmenin bir mikrokozmosu olarak hizmet etmektedir. İsrailli esirler insanileştirilirken, İsrail hapishanelerindeki Filistinliler, tüm bir halkın insanlıktan çıkarılmasını yansıtan sistematik bir istismara maruz kalmaktadır. Bu çifte standart, yalnızca ahlaki bir zaaf değil, aynı zamanda Filistinlilerin insanlığını reddeden köklü Siyonist ideolojinin de bir yansımasıdır.
Uluslararası toplumun Filistinli mahkûmların durumu karşısındaki sessizliği, İsrailli esirler için gösterilen yoğun ilgiyle tam bir tezat oluşturmaktadır. Bu seçici öfke, yalnızca İsrail’in insanlıktan çıkarma, adaletsizlik ve baskı politikalarını mümkün kılmaktadır. İsrailli ve Filistinli esirler arasındaki zıt gerçeklik, sadece İsrail kültürünün Yahudi olmayanlara karşı doğasında var olan insanlıktan çıkarmayı değil, aynı zamanda Batı’nın seçici ahlakını da gözler önüne sermektedir.