Yumuşak Gücün Sonu
Soğuk Savaş sırasında Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın geri kalanının kalbini ve zihnini kazanmak için Sovyetler Birliği ile bir fikir savaşı yürüttü. En azından popüler cazibe açısından bakıldığında, bu savaş birçok yönden dengesizdi. ABD; pop şarkıları, Pop art, Pop-Tarts, Hollywood filmleri, McDonald’s ve demokrasiyi sunuyordu. Sovyetler ise Şostakoviç, Bolşoy Balesi, Lenin’in toplu eserleri, Tetris ve birkaç şey dışında pek bir şey sunamıyordu.
Her iki taraf da diğer ülkelere çeşitli yardımlarda bulundu: afet yardımı, insani tıbbi misyonlar, bilimsel işbirlikleri ve mali krediler. ABD ekonomisi Sovyet ekonomisinden çok daha büyük olduğu için bu alandaki avantaj da Amerikalıların lehineydi.
Soğuk Savaş’tan sonra Amerika Birleşik Devletleri, muazzam askeri gücünün yanı sıra “yumuşak güç” olarak adlandırdığı, fikirlerin ve kültürün gücünü geliştirmeye devam etti. Bu yumuşak güç, hem olumlu hem de olumsuz anlamda Amerikan etkisinin önemli bir aracı olmayı sürdürdü. Olumlu tarafına bakıldığında, Amerikalı aktivistler uluslararası hukukun şekillenmesine katkıda bulundu, Amerikalı yardım çalışanları depremler ve tayfunlara müdahale etti, Amerikalı bilim insanları yeni aşılar ve diğer tıbbi atılımlar geliştirme sürecine katıldı, Amerikalı danışmanlar ise seçim gözlemciliğinden özgür basının teşvik edilmesine kadar çeşitli demokratik kurumların inşasında kilit rol oynadı.
ABD’nin dış yardımlarının yarısından fazlası insani yardım (%21,7), sağlık (%22,3), yönetişim (%3,2), eğitim ve sosyal hizmetler (%2) ile çevre (%1,9) alanlarına ayrılmaktadır.
Ancak bu yumuşak gücün karanlık bir yönü de vardır. Örneğin dış yardımlar son derece politize olmuş durumda; genellikle gerçek ihtiyaçlara göre değil, siyasi ittifaklara göre dağıtılmaktadır. Bu yardımların önemli bir kısmı güvenlikle ilgilidir (%14,2) ve İsrail ile Mısır, geleneksel olarak en fazla askeri yardım alan ülkeler arasında yer almaktadır. Ayrıca, yardımlar çoğu zaman yolsuzluğa bulaşmış alıcılar tarafından kendi ceplerini doldurmak veya sadakat ağlarını beslemek için kullanılmaktadır. Ancak bu yolsuzluk seviyesi, yardım karşıtlarının iddia ettiği kadar büyük değildir. Dahası, ABD, yardım programlarını yolsuzluk ve organize suçla mücadele etmek için de kullanmıştır.
Üstelik, dış yardımların büyük bir bölümü Amerikan mal ve hizmetlerinin satın alınması şartına bağlıdır. Bu da aslında ABD hükümetinin kendi iş dünyasını desteklediği anlamına gelir. ABD dış yardımlarının %27’si ekonomik kalkınmaya ayrılmış olup, bunun önemli bir kısmı ABD içinde harcanmaktadır. Trump yönetiminin yasadışı bir şekilde faaliyetlerini askıya aldığı ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID), bu gerçeği o kadar açıkça kabul ediyordu ki, bir dönem internet sitesinde şunları gururla paylaşmıştı: “Amerika’nın dış yardım programlarının asıl faydalanıcısı her zaman Amerika olmuştur. ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın sözleşme ve hibelerinin yaklaşık %80’i doğrudan Amerikan şirketlerine gitmektedir.”
Bu ekonomik milliyetçiliği, dış yardımların büyük ölçüde hibe yerine orantısız şekilde kredi içermesi gerçeğiyle birleştirdiğimizde, sözde kalkınma programlarının aslında en yoksul kesimlere pek de fayda sağlamadığı ortaya çıkıyor. İşte bu yüzden, onlarca yıldır süren dış yardımlara rağmen birçok ülke hâlâ yoksulluktan kurtulamamaktadır.
Öyleyse, Donald Trump’ın USAID’i ortadan kaldırarak programlarının çoğunu sona erdirmesi ve personel sayısını 14.000’den 300’ün altına düşürmesi doğru bir karar mı?
Ancak tartışmalı harcamaların yanı sıra, bu ajansın dünya çapında finanse ettiği son derece kritik projeler de var. İşte Time dergisinden, Trump’ın kapatma emrinin halihazırda neden olduğu kaosun bazı örnekleri:
Askıya alınanlar sadece temel hizmetler değil. Afrika’da yeni bir AIDS aşısının yaygınlaştırılması çabaları da durmuş durumda ve küresel tüberkülozla mücadele için yapılan klinik deneyler de askıya alındı. Ayrıca, ABD üniversitelerinde tarımsal yenilik, demokratik yönetişim ve eğitim performansı üzerine yapılan kritik araştırmalar da artık fon alamıyor.
Trump yönetimi, ABD’nin yumuşak gücü hakkında ciddi ölçüde yanlış bilgi yaymaktadır. USAID’in kesilmesiyle ABD’nin büyük tasarruf sağlayacağını öne sürmüştür. Oysa dış yardım, federal bütçenin yalnızca %1’ini oluşturmakta ve bu paranın büyük bir kısmı ya ABD içinde harcanmakta ya da Amerikan mal ve hizmetlerinin satın alınmasına gitmektedir. Yönetim ayrıca, yardımların büyük ölçüde bürokrasiye ve genel giderlere harcandığını, gerçek alıcılara ulaşmadığını iddia etmektedir. Ancak USAID, projeleri uygulamak için Catholic Relief Services ve Kızıl Haç gibi yüklenicilerle çalışmıştır ki bu, hesap verebilirliği sağlamak adına standart bir uygulamadır. Trump destekçileri ise USAID fonlarının ünlülerin yurt dışı gezileri için kullanıldığını iddia etmiştir, ancak bu tamamen asılsız bir iddiadır.
Dünyadaki bazı insanlar için ABD’nin yaptığı her şey kötü niyetlidir. ABD hükümeti, İsrail’in Gazze’deki dehşet verici savaşına askeri destek sağladığında, Amerikan mısırını veya soya fasulyesini yerel ürünler yerine yabancı pazarlara zorla soktuğunda ya da ABD tarzı demokrasiyi daha çeşitli yönetim yaklaşımları yerine dayattığında, ABD’nin yumuşak gücünün gerçekten sorunlu olduğunu kabul etmek kolaydır.
Ancak ABD dış yardımlarının büyük bir bölümü farklı bir kaynaktan beslenmektedir: Amerikan sivil toplumunun, dünyanın dört bir yanındaki gruplarla ortaklık kurarak tıbbi, eğitimsel, tarımsal ve siyasi sonuçları iyileştirme konusundaki samimi arzusu.
Sosyal hizmetleri kendi ülkesinde bile yok etmeye kararlı bir Trump yönetiminden, diğer ülkelerin hizmetlerini iyileştirmesine yardımcı olmasını beklemek gerçekçi değildir.
Bu nedenle, önümüzdeki dört yıl boyunca ABD dış yardımının en iyi programlarını savunmak, Trump’ın genel gündemine karşı verilen direnişin bir parçası olacaktır. Afrika’da daha iyi bir AIDS aşısı programını kurtarmak, ABD içindeki tıbbi yenilikleri koruma mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Üzücü gerçek şu ki: ABD halkı da artık dünyanın geri kalanındaki insanlar kadar bu olağanüstü “yumuşak güç” programlarına ihtiyaç duymaktadır.
* John Feffer, bu makalenin ilk olarak yayınlandığı Foreign Policy In Focus’un direktörüdür.
Kaynak: https://english.hani.co.kr/arti/english_edition/english_editorials/1185294.html