Yeni Suriye’nin Yumuşak Karnı: Azınlıklar

Suriye’nin Çürütücü Sarmalı: Azınlıklar

Suriye, son gelişmelerden bağımsız olarak önemli bir ülkedir. Doğu Akdeniz’in bu stratejik toprak parçasında kurdurulan Suriye devleti, Osmanlı idari sisteminde Biladüşşam olarak tanımlanan bölgenin, sömürgeciler eliyle tahrif edilip iyice güdükleştirilen bir hayaletinden ibarettir. Asya, Avrupa ve Afrika’nın kavşak noktası olarak Biladuşşam bugün Suriye, Ürdün, İsrail, Filistin, Lübnan olmak üzere beş devlete bölünmüştür. Suriye toprak ve nüfus olarak bu ülkeler arasındaki en büyük devlettir. Ancak, Lübnan ve İsrail’in kurulmasıyla Akdeniz’in önemli kıyılarından izole, Nusayri Esed diktatörlüğü altında dünyadan yalıtılmış, büyük oranda tarıma dayalı ekonomisi, kıt kaynakları ve eklektik bir çeşitliliğe dayalı demografisiyle oldukça kırılgan bir devlettir. Açık ki, geçen yüzyılda olduğu gibi Suriye, Arap dünyasının siyasi çalkantılarının merkez üssü olmaya devam edecektir.

54 yıllık Nusayri Esed diktatörlüğü sona erdiğine göre, başa dönüp süreci serinkanlılıkla, sosyoloji ve coğrafyanın el ele var ettiği, tarihin en karanlık dikta rejimini ortaya çıkaran Suriye toplumunun yapısal niteliklerine odaklanmak, muhtemelen siyasi ve kültürel açıdan en işe yarar dersleri verecektir.

Batılıların Levant adını verdikleri Suriye ve Lübnan kıyıları ve bağlantılı iç bölgeleri, Arap çölünden net biçimde farklı coğrafi ve demografik niteliklere sahiptir. Şüphesiz İslam fetihleri öncesiyle de ilişkili biçimde oluşan, tekrar ve tekrar harmanlanan bu coğrafya ve demografinin zaman içinde kazandığı şeklin, en azından son 1000 yılı baz alındığında, İslam kültür evreninden bağımsız ele alınması mümkün değildir. Coğrafya, ekonomi ve siyasetin sıkı örüntüsü ile oluşan demografi, kıyılar/ovalar ve dağlar/çöllerin keskin bir ayrışması olarak okunabilecek bir düzene sahiptir. 22 milyonluk nüfusu ve 185.000 kilometre kare toprağıyla Suriye, bu coğrafi farklılıklarla koşut demografisinin ürettiği sert, çekişmeli, çatışmalı siyasal yapının ete kemiğe bürünmüş halidir.

Suriye; Yaşayan Arkeolojik Kültürler Galerisi

Öncelikle Suriye ve Lübnan, Finikelilerden başlamak üzere, hemen her dönemin küresel ticaret ağlarının merkezi noktalarından birini teşkil etmiştir. Bu büyük ticaret ağlarıyla birlikte bir yandan Arap çölünden diğer yandan Akdeniz ve Avrupa’dan karşılıklı olarak taşınan farklı kültürler, politik akımlar, demografiler, Suriye’de yerleşmek yerine, kısa süreli konaklamalar olarak okunabilecek bir davranış sergilemiştir. MÖ 300’leden 60’lara kadar Büyük İskender ve ardılları, MÖ 100’lerden MS 600’lere kadar 700 yıl süren Pers-Roma savaşları, bu süreçte ortaya çıkan ve bölgeyi yeniden harmanlayan Hristiyanlık, MS 700’den itibaren başlayan İslam fetihleri ve MS 1100’den itibaren Haçlı seferleri, Moğollar, yine aynı dönemde İran’dan gelen ve bölgeyi harap eden Şii dalga. Bütün bu gelişmelerin her biri, muazzam büyüklükte orduların, devasa insan topluluklarının, birbirine rakip din, kültür ve siyasetlerin içinde hareket ettiği, çarpıştığı, dönüştüğü canlı bir coğrafya ve kültür dünyasının oluşumuna hizmet etmiştir. Suriye bütün bu hareketli tarihin belki de ne önemli sahnesidir. Bu sahne hemen her zaman orduların, kervanların, din ve inanışların geçiş güzergâhı, ‘bazen bir durak, çoklukla da bir köprü görevi’ görmüştür. Bu geçiş ve duraklamalar siyasetin yanı sıra, demografide, kültürde, inanışlarda, ekonomide kalıcı ve etkili izler bırakmıştır. Denebilir ki Suriye, bütün bu akınlar, bu büyük askeri ve sivil insan hareketinin kalıntısıdır.

Ortadoğu’nun adeta bir tür mikro kozmosu olan Suriye, bütün bu canlı tarih, bu ‘yaşayan fosiller’, sadece orta çağdan değil, tarih öncesinden fırlamış kültür ve inanışlarla tekrar ve tekrar harmanlanan canlı bir arkeolojik kültürler galerisidir. Doğrusu yarattığı yıkıcı sosyal ve siyasi risklere rağmen bütün bu çeşitlilik Suriye’yi Suriye yapan temel yapısal niteliklerdir.

Suriye’de her mezhep, din ve etnik yapı, belirli coğrafi bölgelerle bağlantılıdır. Ülkenin merkezindeki Şam, Hama ve Humus, Sünni Arap çoğunluğun yaşadığı merkezlerdir. Güneydeki Dürzi Dağında, hemen her dönemde Şam yönetimine direnmiş olan ve sınır komşusu Ürdün ve İsrail’le yakın bağları bulunan heteredoks Dürzi cemaati yaşamaktadır. Ülkenin Kuzeyinde, kendini Şam’dan ziyade Musul, Bağdat ve Anadolu ile daha yakın hisseden çok sayıda Kürt, Türkmen, Hristiyan Arap, Ermeni, Çerkez ve Yahudi’yi barındıran kozmopolit bir pazar ve ticaret merkezi olan Halep bulunmaktadır. Ve Batıda, Lübnan’ın Kuzeyindeki Lazkiye bölgesinde, Nusayri dağlarında Nusayriler yaşamaktadır. Hama ’ya bağlı Salamiye ise Nizari İsmaililerin Suriye’deki önemli merkezidir. Nusayriler, Dürziler ve İslamililer, bin yıl evvel bölgeyi ezip geçen Şii dalganın kalıntılarıdır.

Kuşku, Korku ve Nefret Üzerine Kurulu Suç Diktatörlüğü: Esad ve Nusayriler

Bu birbirine tezat çeşitlilik, zaman zaman asimilasyon şeklinde bir uyum yolu takip etmişse de özellikle Nusayri azınlık göz önüne alındığında, dissimülasyon (takiyye) alternatif bir uyum stratejisi olarak öne çıkmaktadır. Böylece yeni davranış biçimleri altında eski inançların ve yaşam biçimlerinin korunması sağlanmıştır. Nitekim Nusayri din büyükleri ‘el kitman cihaduna’ (takiyye cihadımızdır) demişlerdir.

Suriye’de, hemen hepsi birbirine rakip, karşılıklı kuşkular ve nefret duyguları içindeki azınlıklara dayalı muhtemel bir iktidar kompozisyonunda, kaotik bir dikta rejiminden başka da bir iktidar denklemi hemen hemen imkansızdı. Hafız Esad 1970’te, kendisinin de içinde olduğu darbe rejimini yine bir darbeyle devirip iktidara geldiğinde tam da böyle bir kaotik denklem oluştu. Ancak Esad’ın bu kaotik iktidarını koruyacak bir ‘azınlık ordusu’ vardı. Fransız Manda İdaresinin tamamen azınlıklardan ve münhasıran Nusayrilerden oluşturduğu Levant Özel Kuvvetleri’nin (Troupes Speciales du Levant) artığı olan modern Suriye Ordusunun yapısı, böyle bir dikta rejimi için gereken korumayı sağlayacak pozisyondaydı. Esad’ın yapacağı, darbe korkusu ile yaşayan her diktatör gibi çemberi daraltmak oldu. Böylece Nusayri azınlığa dayalı olmak yetmedi, kendi aşireti Hayyatin, giderek kendi köyü Kardaha, o da yetmedi kendi yakın akrabaları Esad’lar, kayınpeder tarafı Mahluflar etrafında bir iktidar kozası kurdu. Bu kozanın içinde, soğuk savaş boyunca SSCB’nin sağaldığı konforlu alanda, 90’dan itibaren İran Şii yayılmacılığının yarattığı akıntının içinde ve son üç yılda, ülkeyi adeta Rusya ve İran’a bedavaya kiralayarak ayakta kalmayı başardı. 54 yıl süren iktidarında Esad hanedanı, giderek daha çok suça bulaşan, giderek daha çok daralan bu çemberin içinden Suriye halkının bütün kesimlerine kan kusturdu. Ve sonunda, değişim için silah ve şiddetten başka hiçbir yol bırakmayan bu kirli ve mücrim iktidar, arkasında bir milyon ölü, yıkılmış şehirler, batmış bir ekonomi ve sömürgecilere satılmış bir ülke bırakarak tarihe karıştı.

Son elli yılda Suriye’yi ağır bir baskı altında yöneten Nusayri Hafız ve oğlu Beşşar, 1100’de Masyaf kalesinden onlarca yıl Suriye’ye terör estiren Hassan Sabbah’ın Suriye Daisi, Dağın Yaşlı Şeyhi (Şeyhul Cebel) Reşiduddin Sinan’ın bir tür reankarnasyonu gibidir.

Fransızlar Suriye’den çekilmeden önce yöneticilik teklif ettikleri Nusayri Şeyhi Salih el- Ali’nin kehaneti gerçek olmuştur. Teklifi ret eden Şeyh Salih, kendisine hesap soran Nusayri ileri gelenlere şöyle demişti: ‘yabancı bir güce yaslanmadan hiçbir mezhebi, etnik ya da partizan grup Suriye’yi yönetemeyecektir. Böyle bir dış destekle bu işe kalkışacak olanlar ise hem kendi azınlıklarının hem de Suriye’nin yıkımını getireceklerdir.’

Suriyeli bir muhacir olan Udi Ala Muhammed’in yıllar önce bana söylediği şu söz, Suriye toplum yapısının parçalı durumunun yaratabileceği yegâne istikrar yoluna dair tek seçeneği ifade etmesi bakımından ufuk açıcıdır: ‘İsmaililer arasında Ehl-i Sünne (Sünniler) için ‘taifelerin ana kucağı’ tabiri kullanılır. Azınlıklar baş başa kaldıklarında çatışma kaçınılmazdır, çünkü hepimizin teolojik, tarihsel düşmanlıkları var. Hepimiz dar görüşlü ve esneklikten yoksunuz. Sadece Ehl-i Sünne’de tolerans var.’ Bu samimi tespit, sadece son on yılda meydana gelen ağır çatışmalı süreç göz önüne alındığında çarpıcı bir tablo ortaya koymaktadır; Dürziler Nusayrilere güvenmez, Nusayriler İsmaililerden nefret eder, Hristiyanlar hepsini küçümser, Ortodokslar kendi aralarında nizalı onlarca mezhebe ayrılmıştır…  bu tablo böyle uzar gider.

 

Suriye Halkının Kanlarıyla Kazanılmış Devrim ve Fırsatlar

 

Suriye’de sınırları belirlenmiş bir vatan duygusu büyük oranda mezhep, din ve etnik yapıların yanında daha önemsiz bir duygudur. Aslında belki bütün doğuda modern ulus devletin getirdiği bir yenilik olarak, sınırları belirlenmiş bir teritoryal bölgeyi kutsamak manasında bir vatan düşüncesi siliktir. Ancak Suriye toplumunun temel yapısal özellikleri göz önüne alındığında, bu daha da siliktir. Suriye toplumu, onlarca yıl Baas ideolojisiyle (Arap Milliyetçiliği) endoktrine edilmiş olmasına, modern yaşamın getirdiği şehirleşmeye, ulaşım ağlarına, yaygın iletişim araçlarına ve kısmen modernleşen sosyoekonomik yapıya rağmen, yukarıda bahsi geçen kapalı azınlık yapılarının etkisi kırılamamıştır. Bu kısmen ezoterik teolojilere ama daha çok Esad diktatörlüğünün azınlık korkularını araçsallaştırmasının yarattığı çıkar ve güvenlik denkleminden kaynaklanmıştır. Etnik ve mezhebi farklılıklar kendi başlarına bir çatışma nedeni değildir. Hemen her zaman siyasi bir iktidar odağının, bu toplumsal yapıları araçsallaştırması ile söz konusu farklılıklar çatışmanın öğesi, tarafı veya hedefi olmaktadır. Suriye’de de böyle olmuştur.

Suriye Devrimi, birçok analisti şaşırtan bir hızla, bir haftadan az bir sürede Esad diktatoryasını yıktı. Ancak unutulmamalı ki bu hızlı yıkılışın arka planında 14 yıldan beri devam eden direniş, 54 yıldan beri süre gelen çürüme var. Son iki yılda rejim ordusu, artık askerine günlük öğün bile veremeyen, kaçakçılık, fidye için adam kaçırma, tecavüz, uyuşturucu suçlarına batmış, başında Esad’ların olduğu kirli çıkar çetesinden ibaretti. Siyasi motivasyonu bitmiş olan bu çetelerin Suriye halkının direnişine karşı dayanacak ne güçleri ne destekleri ne de motivasyonları vardı.

Suriye, azınlık iktidar denkleminin nasıl yıkıcı bir denklem olduğunu, tarihlerinde olduğu gibi yeniden kanlı bir şekilde deneyimlemiş olarak şimdi yaralarını saracaktır. Bu deneyimin yarattığı toplumsal travmanın sağalması muhtemelen on yıllar sürecektir. Şimdi Suriye’nin önünde, riskleri de olan parlak bir gelecek uzanıyor. İçindeki farklılıkları bir zenginliğe dönüştürmeyi başarabilirse, sınırlı kaynakları, parçalı demografisi ve İsrail’den kaynaklı güvenlik risklerine rağmen Suriye hızla toparlanacak, muhtemelen Arap alemindeki tek demokrasiyi inşa edecektir.