Yaşlıların Dünyasında Sağlık Zenginliktir
ABD Başkanı Donald Trump’ın dünyaya karşı uyguladığı gümrük vergisi bombardımanı, yakında Washington’da düzenlenecek olan Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun yıllık bahar toplantılarında bir araya gelecek siyasi liderler, uluslararası finans uzmanları, kalkınma uzmanları, her görüşten ekonomistler ve şirket CEO’ları arasında muhtemelen ana gündem maddesi olacaktır. Trump’ın uyguladığı gümrük vergileri; piyasalar, fiyatlar ve en önemlisi bireyler üzerindeki sert etkileri dolayısıyla, gümrük vergilerinin, katılımcıların hem açık hem özel görüşmelerinin ana gündem maddeleri olmalarını haklı kılıyor. Ancak günümüzdeki demografik değişimlerin dünya ekonomisi üzerindeki yaklaşan etkisi ele alınmazsa, bu etkiler en az gümrük vergileri kadar sert ve belki de daha kalıcı olacaktır.
Gerçek şu ki, insanlık daha önce hiç olmadığı kadar hızla yaşlanıyor. Dünya genelinde eş zamanlı olarak gerçekleşen doğurganlık oranlarındaki düşüş (2050 yılına kadar kadın başına 2,1 doğumluk demografik dönüm noktasına ulaşması bekleniyor), düşen ölüm oranları ve artan yaşam beklentisi (kamu sağlığı ve beslenmedeki gelişmelerin bir sonucu olarak) bu demografik değişimi hızlandırdı. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin hepsinde, 2005 ile 2030 arasında 65 yaş ve üzeri küresel nüfusun %104 oranında artacağı öngörülürken, 65 yaş altı nüfusta sadece %21’lik bir artış bekleniyor.
Daha uzun yaşam süreleri elbette olumlu bir gelişmedir; bu durum onlarca yıldır kısmen ekonomik gelişmişlikle yakından ilişkilendirilmiştir. Ancak bu “gümüşi tsunami” benzeri görülmemiş zorlukları da beraberinde getiriyor; özellikle yaşa bağlı kronik hastalıklarda ve yetersizliklerde büyük bir artış, nesiller arası sonuçları olan ciddi sosyal ve ekonomik maliyetler anlamına geliyor. Finansal kaynakların yetersizliği ise “yaşlanma bilimi”yle ilgilenen bilim insanlarının yanı sıra büyük veri ve yapay zekâ girişimcileri ve yenilikçilerin, bireylerin sağlıklı geçirdiği yaşam süresini (sağlıklı yaşam süresi) uzatma çabalarını sınırlamış durumdadır.
Ancak bu gidişat değişiyor olabilir. Suudi Kraliyet ailesi tarafından desteklenen, kâr amacı gütmeyen Hevolution (Health: sağlık ve revolution: devrim anlamlarının birleşiminden sağlıkta devrim anlamı verilen) Vakfı, sağlıklı yaşam süresini artırmaya yönelik araştırmalara 1 milyar dolar ayırdı. Bu insiyatif, yaşlanmanın temel nedenlerini hedef alan tedavilere yatırım yapmayı ve bilimsel atılımların daha sağlıklı yaşlanmayı mümkün kılacak ürün veya tedavilere dönüştürülmesini desteklemeyi kapsıyor. Artık dünyanın geri kalanı da yaşlanan dünya için daha sağlıklı bir gelecek yaratmak için bu örneği takip etmeli ve Birleşmiş Milletler Sağlıklı Yaşlanma On Yılı’nı nesiller boyu sürecek ve uzun ömürlülüğün muazzam faydalarını sağlayacak bir gerçeklik haline getirmelidir.
ZENGİNLEŞMEDEN YAŞLANMAK
BM Dünya Nüfus Beklentileri 2022 raporuna göre, 2050 yılında 65 yaş ve üzeri kişilerin sayısı beş yaş altı çocukların iki katından fazla olacak ve 2022’de dünya nüfusunun %10’u olan yaşlılar, dünya toplam nüfusunun %16’sını temsil edecek. Diğer bölgelerle karşılaştırıldığında, bu yaşlı demografinin yüzyılın ortalarına doğru Avrupa ve Kuzey Amerika’da (%26,9) ve Doğu ve Güneydoğu Asya’da (%25,7) nüfusun çok daha yüksek bir oranını oluşturması bekleniyor; çünkü bu bölgelerin nüfuslarının 2030’ların sonlarında azalmaya başlamadan önce zirveye ulaşması bekleniyor.
Ancak en hızlı yaşlanan toplumlar Küresel Güney’de yer alıyor: 2006 ile 2030 arasında gelişmekte olan ülkelerde yaşlı nüfusun %140 oranında artması beklenirken, bu oran gelişmiş ülkelerde %51. 2050 itibarıyla ise yaşlı nüfusun %80’i düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşıyor olacak. Fransa’da 65 yaş ve üzeri nüfusun oranı %7’den %14’e çıkması 100 yılı aşkın bir süre almışken, yaşlanma basıncının hızla arttığı birçok gelişmekte olan ülke aynı artışı bir kuşak içinde yaşayacak (örneğin Brezilya’da 21 yılda, Çin’de 26 yılda). Bu durum, geçen yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve son yıllarda hız kazanan dikkat çekici demografik devrimi gözler önüne seriyor.
Bu nedenle, gelişmekte olan ülkeler giderek artan biçimde güçlü sosyal güvenlik ağlarının yokluğunda büyüyen yaşlı yoksulluğu ve kırılganlığı tehdidi ile birlikte “zenginleşmeden yaşlanma” riskiyle karşı karşıya. Küresel düzeyde yaşam süresinin uzaması tıp biliminin ve sosyal-ekonomik ilerlemenin zaferi olarak görülse de, birçok kişi 65 yaşından sonra sağlıklı bir ömür süremiyor. Yaşlanma, sağlıklı ömür yerine maluliyet ve bulaşıcı olmayan kronik hastalıkların başlangıcıyla ilişkilendirilir hale geldi. Bu durum, hastalıkların yaygınlık yapısında köklü bir değişimi yansıtıyor: ölümün başlıca nedenleri olarak enfeksiyonların yerini kalp hastalıkları, kanser, diyabet ve alzheimer gibi rahatsızlıklar aldı. Dünya Bankası ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından desteklenen Küresel Hastalık Yükü Çalışması’na göre, yaşa bağlı kronik hastalıklar dünya genelinde maluliyette büyük bir artışa yol açacak.
Yaşla birlikte artan sağlık harcamaları yükü, mali sürdürülebilirliği ve ekonomik büyümeyi tehdit ediyor. Çalışan nüfus oranı daralırken uzatılmış ömüre eşlik eden maluliyet oranlarındaki artışın neden olduğu sağlık harcamalarının ve emekli maaşları ödemelerinin fırladığı toplumlarda mali etkiler hâlihazırda sertçe hissedilmeye başlamış durumdadır. IMF, 2050 yılına gelindiğinde küresel kamu emeklilik harcamalarının, yurtiçi yatırımlar ve ekonomik şokları absorbe etmek için olmazsa olmaz olan kamu tasarrufunu, GSYH’nin %2 oranından daha fazla düşürebileceğini öngörüyor.
Anlamlı bir reform yapılmadığı, sağlıklı yaşam ve yaşam sürelerini uzatmaya yönelik çok sektörlü ve çok disiplinli bir yaklaşıma geçilmediği takdirde, bu gümüşi tsunami yalnızca makroekonomik dengesizlikleri daha da kötüleştirecek ve iç tüketim ile yatırımı daha da azaltarak ülkeleri uzun vadeli durgunluk riskine sokacaktır. 2022 yılında yapılan bir araştırma, 65 yaş ve üzeri nüfusun hâlihazırda nüfusun %30’unu oluşturduğu Japonya’da, yaşlanmanın fiyat düzeyleri ve kişi başına düşen üretim üzerindeki aşağı yönlü baskının en önemli kaynaklarından biri olduğunu gösteriyor.
UZUN ÖMÜRLÜLÜK GETİRİLERİNİ MAKSİMİZE ETMEK
Pek çok ülke, doğurganlık oranlarını artırmayı ve emeklilik sistemlerinin uzun vadeli sürdürülebilirliğini iyileştirmeyi amaçlayan politikalar benimseyerek, hızlı nüfus yaşlanmasının artan maliyetlerini hafifletmeye çalışmaktadır. Doğum oranlarındaki düşüş eğilimini tersine çevirmeye yönelik tedbirler, yani hedefe yönelik finansal teşvikler, büyük ölçüde başarısız oldu ve bu durum, küçük-aileye ilişkin normların yerleştikten sonra da varlıklarını devam ettirdiklerini ortaya koydu. Emeklilik yaşının yükseltilmesi, katkı oranının artırılması ve yardımların azaltılması gibi emeklilik reformları biraz daha iyi sonuç verdi.
Eğer uzatılmış çalışma hayatı fiziksel ve mental kapasite düşüklüğü ile malül olacaksa insanları çalışma hayatlarını uzatmaya zorlamak doğal olarak yüksek üretim veya mali sürdürülebilirliği güçlendirmekle sonuçlanmaz. Hayatın hasatalıklı geçen yıllarını ölçen maluliyete göre ayarlanmış yaşam yılları oranı küresel olarak 1990 ile 2019 yılları arasında %32 oranında arttı ve 2004 ile 2030 yılları arasında %55 oranında artması beklenmektedir. Bu politikalar genel işgücü verimliliğini düşürerek yaşa bağlı kamu harcamalarının vergi gelirlerine kıyasla artmaya devam etmesiyle mali sürdürülebilirliği zayıflatıp tam tersi etki yaratabilir.
Örneğin, Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Servisi (NHS), yaşlanan nüfusa yeterli oranda evde bakım hizmeti sunamamakta ve bu durum her yıl, büyük ekonomik maliyetler ve korkunç sağlık sonuçlarıyla birlikte, 855.000 yaşlı bireyin hastanelere gitmek zorunda kalmasına neden olmaktadır. Göçün yaşlanma maliyetlerini kısmen dengelediği Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, kamu sağlığı harcamaları en hızlı büyüyen kalemlerden biri olmuştur. ABD Kongre Bütçe Ofisi, toplam sağlık harcamalarının 2007’de GSYİH’nin %16’sından 2050’de %37’sine yükseleceğini öngörmektedir.
Daha sürdürülebilir olan çözüm, sağlıklı yaşam süresini artırmaya odaklanmak ve böylece hastalıklı yaşam süresini ömrün sonunda daha kısa bir döneme sıkıştırmak olacaktır. Tıbbi araştırmalar, zamanla fiziksel ve zihinsel kapasitede kademeli bir azalmaya yol açan çeşitli moleküler ve hücresel hasarın birikimi olan yaşlanmayı, hastalıklı yaşam süresi ve ölüm oranlarını artıran kronik hastalıkların çoğu için en önemli risk faktörü olarak tanımlamıştır. Bu, sağlıklı insanlarda “yaşlılığı erteleyebilmenin” (biyolojik yaşlanmayı yavaşlatma, insanlığın uzun zamandır arzuladığı bir hedef) uzun ömür getirisini en üst düzeye çıkarmaya yardımcı olabileceğini düşündürmektedir.
Kasım 2023’te Hevolution (Health: sağlık ve revolution:devrim anlamlarının birleşiminden sağlıkta devrim anlamı verilen) Vakfı, kısmen yaşlanmanın kronik hastalıkları nasıl tetiklediğini inceleyen “gerobilim” alanında kaydedilen büyük ilerlemeleri ve yaşlanma sürecini yavaşlatmaya yönelik müdahalelerdeki artışı vurgulamak amacıyla, Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde ilk Küresel Sağlık Süresi Zirvesi’ne ev sahipliği yaptı. Küresel Sağlık Zirvesi’nde (GHS) sunulan büyük buluşlar arasında, omurgasız modeller kullanılarak yaşlanmayı etkileyen korunmuş moleküler yolların tanımlanması; memeliler üzerinde yapılan ve yaşa bağlı patolojik değişikliklerin daha detaylı anlaşılmasını sağlayan çalışmalar; ve ömrü uzatırken aynı zamanda sağlıklı yaşam süresinin bazı yönlerini iyileştiren müdahaleler yer almaktadır.
GHS’de (Küresel Sağlık Süresi Zirvesi) ele alınan en umut verici gelişmelerden biri ilaçlara ilişkin olandı. Örneğin senolitik (yaşlı hücre yok edici) ilaçlar, yaşlanma sırasında biriken ve yaşa bağlı bozukluklar ile kronik hastalıkların ortaya çıkmasına katkıda bulunan yaşlanmış hücreleri ortadan kaldırma potansiyeline sahiptir. Delegeler, deney hayvanlarında yaşa bağlı hastalıkların erken gelişimini istikrarlı bir şekilde yavaşlattığı gösterilen ilk ilaç olan rapamisin konusunda da aynı derecede heyecanlıydı. Hevolution (Health: sağlık ve revolution:devrim anlamlarının birleşiminden sağlıkta devrim anlamı verilen) Vakfı, rapamisinin hücresel olarak hasarlı veya gereksiz bileşenleri parçalayarak ortadan kaldıran tazelenme sürecini nasıl tetiklediğini daha iyi anlamak ve bu ilacın insanlar üzerinde test edilmesine yönelik stratejiler geliştirmek için daha fazla araştırmayı desteklemektedir. Ayrıca uzun ömürlülüğü destekleyen diğer bileşenlerin araştırılmasına da katkı sağlamaktadır.
ASIRLIK YAŞAMIN SIRRI
Yüz yaşını geçmiş kişilerden gelen çok sayıda biyometrik veri, yaşa bağlı hastalıkların en uzun yaşayan insanlarda nadir ve gecikmiş olduğunu gösteren ve bu anlamda giderek artan kanıtlarla birlikte bu araştırma alanının sürdürülmesinin önemini ortaya koyuyor. Genç yüz yaşını geçkinler (100-104 yaş), yarı süper yüz yaşını geçkinler (105-109 yaş) ve süper yüz yaşını geçkinler (110-119 yaş) üzerinde yapılan bir araştırma, yaş grubu ne kadar yaşlıysa kronik hastalık ve bilişsel ve işlevsel gerilemenin o kadar geç başladığını bulmuştur. Bu da yaşam süresinin sınırına yaklaşıldıkça hastalıkların daha kısa bir döneme sıkıştığı ve sağlıklı yaşam süresinin bireyin yaşayacağı ömür süresine yaklaştığı hipotezini destekliyor.
Eski ABD Dışişleri Bakanları George Shultz ve Henry Kissinger gibi yüz yaşını geçtikten sonra ölen kişilerin yaşamları, aşırı yaşlılığa kadar yaşayan insanların daha uzun sağlıklı yaşam sürelerinin faydalarından yararlanma olasılıklarının daha yüksek olduğu fikrini destekleyen daha fazla anekdot sunmaktadır. Bu münhasır asırlıklar kulübüne ilk katılan Shultz, son derece üretken bir yaşam sürdü. 100. yaş gününü kutlamak amacıyla yazdığı düşündürücü bir denemesinde, güçlü aileler, ırklar arası entegrasyon, çatışma çözümü ve dış ilişkiler için güvenin önemini vurguladı – bu kritik dönemde gerekli olan sosyal uyumu güçlendirmek ve işbirlikçi bir uluslararası ortam yaratmak için değerli bir ders niteliğindeydi.
Kissinger da tartışmalı olsa da büyük ölçüde hastalıklardan ve maluliyetten uzak, oldukça üretken bir ömür sürdü (bazı kalp rahatsızlıkları hariç). 2022’de yapay zekâ üzerine yazdığı da dahil olmak üzere ortak yazarlık yaptığı birçok makale ve kitap yazdı. 100 yaşında hayatını kaybetmeden birkaç hafta önce, artan jeopolitik belirsizlikler ve büyük güç rekabetleri ortamında Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile Pekin’de bir araya gelerek Çin-Amerika ilişkilerini yumuşatmaya çalıştı.
Ancak 100 yaşını geçenlerin sayısı oldukça azdır. ABD nüfusunun yalnızca %0,03’ünü oluştururlar ve çoğu gelişmiş ekonomilerde yaşadığı için asırlıkların küresel nüfustaki payları daha da düşüktür. Araştırmalar, bir kişinin hayatının ortalama beşte birinin hastalıkla geçeceğini ve bunun sadece birey için değil, yakın çevresi için de oldukça stresli koşullar oluşturduğunu, bunun yanı sıra ciddi sosyal ve ekonomik maliyetler getireceğini gösteriyor. Hayatın %20’sini kötüleşen sağlıkla geçirmek, özellikle yaşam süresi uzadıkça, son derece uzun bir zaman olabilir – ve bu süre yaşam süresi bekletisi artmaya devam ettiği için artmaya devam ediyor.
İşte bu nedenle, küresel olarak sağlıklı yaşam süresini artırmak için tıbbi araştırma ve yeniliklere yatırım yapmak, çağımızın en önemli misyonudur. Bu yatırımlar, dünyanın en zengin ve en yoksul ülkeleri arasındaki yaklaşık 20 yıllık yaşam süresi farkını azaltabilir ve genel yaşam süresini artırabilir. Ve sağlık harcamalarının yoksulluğu körüklediği yerlerde, sağlıklı yaşam süresini genişletmenin refah açısından faydaları çok daha belirgin olacaktır. Örneğin ABD’de, 2018 yılında sekiz milyon kişi – çoğu sigortasız – tıbbi masraflar yüzünden yoksulluğa itildi. Küresel Güney’de ise yüksek yoksulluk oranları, sağlıkla ilgili şoklara karşı kırılganlığı daha da artırarak, tıbbi yoksullaşma riskini büyütmektedir.
Sağlıklı geçen yaşam süresini artırmanın ötesinde, sağlıklı yaşam süresi araştırmalarına yapılan yatırımlar, coğrafi ve sosyoekonomik farklılıklardan bağımsız olarak sağlık alanındaki eşitsizlikleri azaltarak yaşam süresi eşitliğini de teşvik edebilir. Sonuçta sağlık süresi ve ömür süresi aynı madalyonun iki yüzüdür ve birini uzatan müdahaleler diğerini de artıracaktır.
Herkes için sağlıklı yaşlanma imkanı oluşturmak, aynı zamanda önemli sosyal ve makroekonomik faydalar da sağlayacaktır. Çoğu ülke için sağlıklı yaşam süresinin yalnızca bir yıl uzatılması, GSYİH’yı yaklaşık %4 oranında artırabilir. ABD verilerine dayanan simülasyonlar, yaşlanmanın ertelenmesinin yaşam süresini 2,2 yıl artırabileceğini ve bunun 50 yılda yaklaşık 7,1 trilyon dolarlık ekonomik değer yaratabileceğini göstermektedir. Sağlık süresini uzatmak yalnızca ahlaki bir zorunluluk değil, aynı zamanda akıllı bir ekonomik hamledir.
BİYOLOJİK VERİ MADENCİLİĞİ
İlk Küresel Sağlık Süresi Zirvesi’ne (GHS) katılan gerobilimciler ve diğer katılımcılar, biyolojik yaşlanmayı yavaşlatmanın gerçekçi bir hedef olduğu konusunda hemfikir olsalar da, yaşlanma karşıtı araştırmalara yapılan yatırımın son derece yetersiz olmasından yakındılar. Finansal desteğin sınırlı olması, yaşlanmanın temel nedenlerini hedef alan tedaviler geliştirmek isteyen yenilikçiler için en büyük engellerden biri. Neyse ki Suudi Arabistan, Hevolution Vakfı’na yaptığı ilk yatırımla birlikte yaşam süresinden sağlık süresine küresel geçişi hızlandırmaya başladı ve hastalıklar yerine biyolojik yaşlanmaya odaklanan yaşam bilimleri ve tıp yeniliklerini desteklemeye başladı.
Bu destek; sağlık süresi bilimi alanında (temel yaşlanma biyolojisinden gerobilim ve klinik deneylere kadar) bağımsız araştırmaları ve girişimciliği teşvik etmek; pazara giren güvenli ve etkili tedavi sayısını artırmak; ilaç geliştirme süresini kısaltmak; ve sağlıklı yaşam süresini uzatan tedavilere erişimi artırmak amacıyla verilen hibeleri ve erken aşama yatırımları da kapsıyor. İlk GHS’nin son gününde Hevolution Vakfı, yaşlanma bilimi alanında çığır açacak gelişmeleri desteklemek için 100 milyon dolarlık araştırma hibesi taahhüdünde bulundu. Vakıf, o tarihten bu yana toplam taahhütlerini 400 milyon doların üzerine çıkaran birçok yeni katkı daha açıkladı.
Hevolution Vakfı aynı zamanda büyük veri, yapay zekâ ve makine öğreniminin gücünden faydalanarak bireysel risk faktörlerini daha iyi anlamayı ve daha hassas müdahaleler geliştirmeyi amaçlayan platformlar ve teknolojilerin gelişimini de destekliyor. Örneğin Michigan Üniversitesi’nin Sağlık ve Emeklilik Çalışması’ndan elde edilen verileri kullanan araştırmacılar, eğitimin uzun vadeli sağlık yararları sağladığını, yaşlı bireylerin demanstan uzak durmasına ve hafızalarını korumasına yardımcı olduğunu keşfetti. Farklı veri kümelerine dayanan başka bir çalışma ise yaşlanmayla ilişkili sözel hafıza performansının genetik temeline dair yeni bilgiler sundu. Araştırmacılar ayrıca alzheimer, diyabet ve diğer kronik hastalıklara yönelik tedaviler geliştirmek amacıyla, daha önce bilinmeyen mitokondri genlerini tanımlamak ve işlevlerini anlamak için büyük veriden yararlanıyor.
Gerobilim ve gerontolojide giderek daha veri yoğun hale gelen bu yaklaşım, alandaki ilerlemeyi engelleyen bazı zorlukların aşılmasını mümkün kıldı. Araştırmacılar bu yöntemlerle yaşlanma biyobelirteçlerini nicel olarak ölçüyor; kırılganlık endeksleri oluşturuyor; yaşlı yetişkinlerde depresyon belirtileri için genom çapında taramalar geliştiriyor; genetik ve çevresel faktörlerin yaşa bağlı bilişsel değişimlere nasıl katkıda bulunduğunu hesaplıyorlar. Bu yeni teknolojilerin ve hesaplamalı araçların geniş biyolojik veri kümelerine uygulanması, insan biyolojisine dair anlayışımızdaki gelişmelerle birleştiğinde, disiplinler arası iş birliğini de teşvik edebilir.
Böylesine bütünleşik bir araştırma modeli, genetik, davranışsal ve sosyo-ekonomik durum ile aile içi zorluklar gibi bağlamsal etkenler de dâhil olmak üzere birbirine bağlı çok değişkenli faktörlerin yön verdiği yaşlanma araştırmalarında devrim yaratabilir. Hedef; bireysel risk faktörlerini anlamak, hastalıklarda genlerin rolünü belirlemek ve nihayetinde genetik ve yaşam tarzı sorunlarına yönelik hasta özelinde müdahaleler geliştirilmesini sağlamak olacaktır.
SORUN SADECE PARA DEĞİL
Yaşlanma sürecini yavaşlatmanın önündeki engel yalnızca finansal kısıtlamalar değildir. İlk Küresel Sağlık Süresi Zirvesi’nde (GHS) aşılması gereken dört temel engel ön plana çıkarıldı. İlk olarak, tıbbi araştırma ve yatırım öncelikleri büyük ölçüde hastalık modellerine kaymış durumda ve bu öncelikler, günümüzün nüfus piramitlerini ve “gümüşi tsunami”nin yarattığı devasa zorlukları yansıtacak şekilde yeniden dengelenmelidir. Hastalık modeli yaşam süresinin uzamasını sağlasa da, bunu sağlıklı yaşam süresini kısaltma pahasına yapmıştır. Modern sağlık sistemlerinin sürdürülebilirliği, hâlâ önemli olan hastalık modelleri ile yaşlanmayı geciktirme modellerinin bir araya getirilmesine bağlıdır; bu sayede yaşa bağlı hastalıkların ortaya çıkışı önlenebilir.
İkinci olarak, yaşlanmayı etkili biçimde gündem haline getirmek, mevcut hastalık odaklı tedavi yaklaşımından daha bütüncül bir yönteme geçişi gerektirir. Birçok yaşlı insan, tek boyutlu bakımla yetersiz karşılanan, birbiriyle etkileşim halindeki çoklu hastalıklardan muzdariptir. Birden fazla kronik hastalık için yeni tedavi modellerini benimsemek ve daha da önemlisi – özellikle erken müdahaleyi teşvik eden – önleme çabalarına odaklanmak, yaşlanan nüfusun sosyal ve ekonomik yüklerini önemli ölçüde hafifletecek ve uzun ömür getirisini en üst düzeye çıkaracaktır.
Üçüncü olarak; sağlık sistemleri, hastalık modelleriyle yaşlanmayı geciktirme modellerini birleştirirken, çoklu hastalık taşıyan yaşlı bireyleri içeren klinik deneyler için net yöntemsel yönergeler oluşturmak büyük önem taşıyacaktır. Yaşlanmayla ilişkili birden fazla kronik hastalığın başlangıcını önleyebilecek ya da aynı anda birden çok yaşa bağlı hastalığı hedef alabilecek etkili tedavilerin geliştirilmesi, ilaç endüstrisi için muazzam büyüme fırsatları yaratmakta ve beraberinde düzenleyici kurumlar için yeni zorluklar doğurmaktadır. Tıp sektörü ile düzenleyiciler arasında sıkı bir iş birliği, yaşlanan nüfuslar için ideal standart tedavilerin geliştirilmesini sağlayabilir, bu da sağlık hizmetlerinde devrim yaratır ve ekonomileri dönüştürebilir.
Son olarak ve belki de en zorlu engel ise zihniyet değişimidir. Yüzyıllardır yaşlı insanlara yaş bağımlılık oranı (genç ve yaşlı nüfusun çalışma çağındaki nüfusa oranı) prizmasından bakılmıştır. Ancak hızla yaşlanan dünyamızda herkes için daha iyi ve daha üretken bir gelecek sağlamak istiyorsak, insanlığın yaşlanmaya bakış açısını değiştirmemiz gerekiyor. Toplumlar bu büyüyen yaş grubunu değerli bir kaynak olarak görmeli ve yaşlanma karşıtı araştırmalar ile yenilikçiliğe daha fazla kaynak ayırmalıdır.
Ayrıca, artan kuşaklar arası bağımlılık ta ekonomik faydalar sağlayacaktır. Emeklilik sistemlerinin sürdürülebilirliği, emeklilik yaşını yükselten ve sağlıklı yaşam süresini uzatan reformlara bağlıdır. Bu durum özellikle önemlidir çünkü gelişmekte olan ülkelerde yaşlanmanın hızla baskılanması, yıllardır gelişmiş ekonomilerde nüfusun yaşlanmasının etkilerini kısmen telafi eden uluslararası göçü azaltacaktır. Yaşlı çalışanların istihdamının sürdürülmesi, kuşaklar arası karşılıklı öğrenmeyi artırarak ve dijital uçurumu kapatıp kurumsal bilgi kaybını azaltarak şirketlerin uzun vadeli büyüme süreçlerini de destekleyebilir.
Toplumsal düzeyde, gençler büyükanneleri ve büyükbabalarıyla – hatta büyük büyükanne-babalarıyla onlarca yıl boyunca aktif etkileşim kurma olanağına sahip olacak ve bu durum, yeni nesillerin iç içe geçtiği bir dünyada bilgi ve değer aktarımı açısından büyük sonuçlar doğuracaktır. Bu uzun ömür getirilerini elde etmeye yönelik ilk adım, yaşlı vatandaşlar hakkındaki olumsuz mitleri çürütmek ve yaşlı ayrımcılığının üstesinden gelmeyi gerektirmektedir. Hayatın ikinci yarısı da tıpkı ilk yarısı gibi umutla, beklentiyle ve titizlikle ele alınmalıdır.
YAŞLANMA İÇİN BİR MANHATTAN PROJESİ
Bu süreçte zaman kritik önemdedir: geri döndürülemez yaşa bağlı kronik hastalıklardan muzdarip yaşlı bireylerin sayısı hızla artıyor. Ulusal Yaşlanma Konseyi’ne göre, 60 yaş ve üzeri Amerikalıların yaklaşık %95’i en az bir kronik hastalığa sahipken, yaklaşık %80’i iki veya daha fazla kronik rahatsızlık taşıyor. Bu kronik hastalıklar ve maluliyetler teşhis edildiğinde, çoğu zaman hasar zaten oluşmuş oluyor; bu da tedavilerini zorlaştırıyor.
Şu anda harekete geçmemek, yaşlanan toplumların karşı karşıya olduğu zorlukları daha da derinleştirecektir. Yaşa bağlı kronik hastalıkların başlangıcını önleyebilecek veya geciktirebilecek sağlıklı yaşam süresi odaklı araştırma girişimlerini ve müdahaleleri hızlandırmak, küresel taahhütler ve çok paydaşlı proaktif iş birliği gerektiriyor. Bu politika yapıcılar ve uzmanlardan oluşan topluluk, daha sağlıklı bir gelecek inşa etme görevine, Nazi Almanyası’ndan önce atom bombası geliştirmek için başlatılan Manhattan Projesi’ni yönlendiren ruh ve aciliyet duygusuyla yaklaşmalıdır. Suudi Arabistan bu çabalara önemli bir ivme kazandırdı. Ancak, hastalıklı yaşam süresini ömrün son anlarına sıkıştırmak ve bireylerin üretken yıllarını uzatarak yaşlılıkta da ekonomik olarak aktif kalmalarını sağlamak için daha fazlası yapılmalıdır.
Hayat hâlâ tek yönlü bir yol – bu değişmeyecek. Ancak bir birey gelişmeye devam ediyorsa, yaşam her zaman yaşamaya değerdir. Amacımız, her bireyin dünyadaki yolculuğunun mümkün olduğunca parlak ve üretken kalmasını sağlamak olmalıdır. Bu amaca ulaşmak için, Suudi Arabistan’ın sağlıklı yaşam süresi araştırmalarına yaptığı büyük ölçekli yatırımı, küresel ölçekte bu konuya daha fazla destek sağlamak için bir kaldıraç olarak kullanmalıyız. Oyun yazarı George Bernard Shaw’a atfedilen bir sözü uyarlarsak: “İhtiyarladığımız için çalışmayı bırakmayız; çalışmayı bıraktığımız için ihtiyarlıyoruz.”
*Hippolyte Fofack, Afrika İhracat-İthalat Bankası’nın eski başekonomisti, Columbia Üniversitesi Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı’nda araştırmacı, Harvard Üniversitesi Afrika Çalışmaları Merkezi’nde araştırma görevlisi, Küresel Rekabetçilik Konseyleri Federasyonu’nda seçkin araştırmacı ve Afrika Bilimler Akademisi üyesidir.