Yahudilik Nedir? Ne değildir?

İsrail’in Gazze saldırısı, İsrail, siyonizm, Filistin, Kudüs, ABD, Avrupa, İngiltere, Batı medeniyeti gibi 20. yüzyılın klasik başlıkları eşliğinde bitmeyen tartışmalar yanında İslam dünyası, Ümmet, İslam ülkeleri, müslümanlar gibi klasik kavramların da sorgulandığı tartışmaları yeniden alevlendirdi. Konunun jeopolitik, ekonomi-politik, küresel düzen vb. yanları bir arka fon olarak alınsa da, teolojik-dinsel boyutlar, meselenin özüymüş gibi daima ön planda. Çünkü sorun, Tevrat, İncil, Kuran, ve ek dini metinler, Yahudilik, Hristiyanlık, İslam dinleri ve bu eksendeki tarihselliğin tam merkezindeki bir coğrafyada cereyan ediyor. Oysa hemen yanında hala devam eden ve çok daha şiddetli, zalimane, travmatik Suriye olayı, yani Esed rejimiyle birlikte İran ve Rusya’nın israil’inkinden on kat daha fazla katliamları ve zalimlikleri, aynı dinsel bağlam içinde ele alınmadı-alınmıyor. Çünkü bazı ezberler, bazı algılar, teolojik inanç alışkanlıkları eşliğinde hala devam ediyor ve belki de bütün hikayenin özü, işte bu ezber teolojik bağlamın gizlediği asıl hakikatlerde saklı. İsrail kavramı hala Suriye’yi (Asurya) ve İran’ı gizlemeye devam ediyor.



Açalım; sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim;
Yahudilik, İsrail, İsrailoğulları, İbranilik, Musevilik, birbiriyle alakasız, ayrı, farklı kavramlardır. Ana akım dinsel tarih yazımında bu kavramlar birbirinin içine geçirilmiş ve hem Yahudi, Hristiyan ve İslam dinlerinde hem de genel insanlık kültüründe hemen hemen aynı bağlamda ve anlamda kullanılır olmuştur. Zaten din, daha doğrusu ilahi-semavi din olarak kodlanan inanç geleneği, Yahudilik olarak kodlanmış bir kavramın temel olduğu ve bunun ürünü, tahrifi, devamı veya yenilenmesi gibi yorumlanmış sonraki inançlar yığını olarak genel kabul görmüş bir ezberdir. Bu ezberle Tevrat, Tanah, Talmud, Mişna, İncil, Mezmurlar, apokrif metinler, Kuran, hadisler, yani bütün dinsel literatür yığını okunur, yorumlanır, ayrışır, tartışır veya eleştirilir. İsrail ve Yahudilik konusunda İnsanlık tarihinin en köklü, belirleyici ve sürekliliği olan teolojik ezberleri, işte bu kök- yalanın ürünüdür. Bütün dinsel yalanlar, bu ana yalanın çocuğudur. Yalanın anası Yahudiliktir. Yahudiliğin anası ise Hint-İran havzasıdır.

Kuran’ın Nebi-Resul anlatısı ve Asur

Aslında bu kök yalanların kökten reddi olarak ortaya çıkan İsevi kültür ve İslam, yani İncil ve Kuran metinleri bu ezberlerin etkisi dışında okunduğunda son derece net bir reddiyedir. Özellikle Kuran, baştan sona bu yalanların reddi, eleştirisi ve hakikatin ifadesidir. Ama sonradan tıpkı Hristiyan metinleri gibi, Kuran da israiliyat denilen o temel ezberlerin gölgesinde yorumlandığı için, zamanla islamiyette adeta Yahudiliğin ve Yahudi formatlı Hristiyanlığın bir devamı veya düzeltilmiş tekrarı gibi kodifiye edilmiştir.
Oysa dikkatli bir okuma, Kuran’ın bu kavramları aslında uygun, daha doğrusu bambaşka manalarda kullandığını ve Yahudi geleneğiyle alakasız bir başka tarihsel hikaye anlattığını görebilir.
Örneğin, Kuran’da İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf vb. resul ve nebilerin anlatıldığı hiç bir ayette Yahudi ve İsrailoğulları geçmez. İsrailoğulları ve Musa’nın anlatıldığı bütün ayetlerde de Yahudi geçmez. Hatta Tevrat kelimesi de geçmez. Musa’ya kitap verilmiştir. Yine Kuran’ı Yahudi literatürüne uyduran harekeler atılırsa, Beni İsrail, aslında Beni Asur’dur. İsra, Asur’dur ve İsrail aslında Asur-el’dir. Kuran’da Medine’deki yahudilerle ilgili ayetlerde geçen Hadu, aslında (h)Ad kavmi yani tarihsel kayıtlarda geçen Akadlardır. Ve bu kavramlarla anlatılan hikaye tarihte; Hint-İran kavimlerinin yani Akadların Mezopotamya-Akdeniz havzasını yani uygarlığın kalbini yani Sümer-Babil-Asur medeniyetini işgal edişi, halklarını esir alması, sürmesi ve sonra bu halkların yeni önderlerle ayaklanarak karşı saldırısıdır. Hadu, işte bu işgalde yer alan kabilelerin bakiyesinin adıdır ve sadece Medine’deki bu kalıntı kabileler için Yehudi kavramı kullanılır. Yani Yahudilik Beni Asur (Asuroğulları) değil, tam aksine Asur’un düşmanlarının adıdır. Kuran, ancak ve sadece Hint-İran’ın ürettiği bütün teolojik, politik, ekonomik, sosyal ve dini amalgamın reddi olarak okunursa anlaşılabilecek bir kitaptır.

Bir kere ve bütün zamanlar için tarih

Tarihte bazı şeyler, bir defa ve bütün zamanlar, bütün insanlar için olur. Ve bu travmatik olaylar, evrensel ve tarihsel izler bırakır, tekrar eder, devam eder. Yani tarih, o kök olayın ürünü, sonucu, tekrarı, devamı veya aşılması olarak yaşanır. Büyük tektonik depremin artçı sarsıntıları gibi.

 

1-Sümer-Sam Ur ve Nuh tufanı

Bilinen tarihte ilk büyük travmatik olay, batılıların Sümer olarak tanımladığı ama aslında Sam-ur (Ur, şehir demektir. Uruk/Irak, Uruha/Eriha, Nippur, Asur/Aşur, Habur, Urartu, Ursalem, Urmiye, Mısur…Samur zamanından beri büyük şehirleri ifade eder.) uygarlığı olarak bilinen ilk uygarlık olan Nuh-Anoh-Ana kavminin (SamUr’un) tufanla dağılmasıdır. Tevrat’ta Nuh’un oğlu olarak geçen Sam-(bugün hala semitizm-samiler olarak kullanılan kavram), aslında güneş (Şamaş-Şems) demektir. Şam şehri de aynı kök kavramdır. (Nuh-Anoh-An, gök demektir. Sin-Ay ve İştar/Sitare-Yıldızlar’da Gök’ün eşi ve çocuklarıdır. Mezopotamya kozmogonisinde bu kavramlar hem isim hem sembolik değer olarak kullanılır. Pagan inançlar işte bu göksel çağrışımlarla türetilmiş doğa ve yerdeki karşılığı kral-kahraman-kurtarıcı kişilerin kutsanması-tanrısallaştırılmasını ifade eder.). Irak-Bağdat civarındaki Ur şehri, (bazı kayıtlarda Eridu olarakta okunur), Kuran’da geçen Ummul Kura yani şehirlerin anasıdır ve bütün etrafını güneş sistemi gibi yönettiği için güneşle tanımlanmıştır.(güneş kent-başkent). Bugünkü Şam şehri de Asur-Babil çağında aynı merkezi-payitaht rolündedir ve hala Dimeşk’ten çok Şam olarak bilinir. Yani sonraki tüm başkentler, Şam’dır. Şamlı-şehirli olmayanlar da Urab-Urban yani bedevidir.
Bu kavramlar aslında yerleşik-göçebe tanımlamasıdır. (Sami, bir ırk değildir. İlk şehirlilerdir ve bugün dünyada var olan tüm halkların ilk örnek uygarlık kökenidir. yani tüm şehirli insanlar, Sami’dir. Bu kullanım birer şehir olan Asur ve sonraki Roma’nın imparatorluk olduktan sonra tüm farklı kavim, dil, inançtan tebaasının Asurlu-Asuri veya Romalı-Rum- olarak tanımlanması gibidir. Sami halkın Yahudiler ve Arapların ataları olduğu iddiası bir Avrupa-Aryan ırkçılığı yalanıdır. Antisemitizm’de özellikle Endülüs’te birlikte olan Arap ve Yahudileri birlikte düşmanlaştıran, yani aynı zamanda Müslümanları da hedef alan bir katolik şeytanlaştırmasıdır. Oysa aslında Avrupalılar da -tabii Hintliler, İranlılar, Türkler, Kürtler, Çinliler, Ruslar vb. de bu anlamda Sami’dir. Yani bu ilk uygarlık merkezinin parçalanması, dağılması ve iç savaşı sonrası farklı bölgelerde farklı kimlikler edinmesinin sonucudur.)

Tevrat ve Kuran’da tufanla anlatılan hikaye, işte bu Sam-ur uygarlığının dağılması-parçalanması olayıdır. Birçok doğulu ve batılı halk, bu büyük parçalanma ile dünyaya dağılmıştır. Yani bu olay, bütün zamanlar için yaşanmış bilinen ilk olaydır. Modern arkeoloji hiç bir kayıtta geçmeyen Sümer ifadesini, muhtemelen ilk uygarlığı antisemitik nedenlerle Sami dedikleri kavimlere atfetmemek için uydurmuştur. Oysa aslında Sami diye bir kavim yoktur. Sümer dedikleri uygarlığın halkı Kianuguru-kenger olarak geçmektedir. (Çankırı ve Ankara isimleri de kianuguru’dan gelmedir. Muhtemelen bu dağılma sonrası yerleştikleri şehirlerdir.) Ki anuh guru-kara kafalı veya toprak renkli Nuh halkının şehri demektir. Muhtemelen Afrika-Etiyopya kökenli bir halktır. Yani zencidir. Ve Hitit-Eti (Etiyopya) olarak geçen devlet, dağılan Sam ur kökenlilerin bir kısmıdır. Bu karakafalılar, Kuran’daki Nuh ayetlerinde kavmin elitleri tarafından aşağılanır. (Hud/27. Aynı aşağılama Semud-Salih nebi ayetlerinde de vardır. Araf/75) Yani zenci-yabancı düşmanlığı ve ırkçılık bu ilk medeni toplumun çürümesinin de nedenlerinden biridir. (Frigya-İfrigya-Afrika, Afrodit vb. de Mezopotamya ve Anadolu’daki Afrika’lılarla ilgili kavramlardır. Afrika, Antik tarihten beri Hindistan, Arabistan, İran, Mezopotamya ve Anadolu’nun en eski nüfus deposudur.)

Tevrat ve modern arkeoloji, bazen birbirini ispat için bazen reddetmek için, farklı efsaneler anlatır. Tevrat yazıcıları Babil’de (Irak’ta) ve sonra Asurya-Kenan-Fenike’de duydukları eski olay anlatılarını yarım yamalak kayda geçmiş gibidir. Çünkü mö.500’lerden sonra yazılmaya başlanan Tevratın yazıcıları bölgeye sonradan gelmiş yabancılardır. Zaten dilleri de Akatça ve Aramiceyi sonradan öğrenmişlerin kırıklı, bozuk telaffuzlu ibranicedır. Tevratta bu büyük dağılma, Babil kulesinin yapımı ve çok gürültü çıkardıkları için tanrıların kızıp halkları dağıtması, dillerini ayırması olarak anlatılır. Özünde muhtemelen büyük bir iç savaşa gönderme olan bu hikaye, gerçekte de Sam Ur sonrası Çin Hindistan İran’dan kafkasya, Anadolu, Güney Avrupa, Mısır ve Afrika’ya kadar çok sayıda topluluğun uzun yıllar sonra farklı kimliklerde ama benzer sosyal ve kültürel özellikleriyle sahneye çıkmasının anlatısıdır. Nitekim Sam Ur dili, hala tam çözülememiş, ama peşinde Akad, Aram, Avesta, Asuri gibi kök diller ortaya çıkmıştır. Sam Ur, yani Nuh kavmi, sonraki bütün nesillerin ve coğrafyaların ortak kök travmasıdır ve artçıları farklı biçimlerde hala devam etmektedir.

Modern arkeologların bir kısmı, 19. yy dan başlayarak Mezopotamya denilen bu Sam Ur topraklarında hazine arama ve istihbarat toplama amacının yanında ya Tevrattaki hikayeleri doğrulayacak delil arama veya materyalist ise Tevrat’ı yanlışlayacak belge bulma peşinde olmuş, buldukları Samur-Akad-Asur yazıt, tablet ve kalıntılardan ise yarım yamalak tarihler uydurmuşlardır. Bölgenin yerlileri ise, ister Hristiyan-süryani, keldani, İrani olsun ister Müslüman, asla merak edip bu bölgenin kalıntıları ve yazıtlarını kendi orijinal dil ve mantığı ile okuma, anlama zahmetine girmemişlerdir. Bu aymazlık nedeniyle zaten en eski tarihte de bugün de ya bölgenin yabancısı olan Yahudiler veya bugün yine bölgenin yabancısı olan batılı arkeolog hırsızlar, bölgenin ve dinlerin tarihini kendi amaçlarına göre yazmışlardır.

2-Hammurabi-Hz.İbrahim, Babil-Asur ve Musa

Tüm zamanlar için geçerli ikinci büyük tarihsel travmatik olay, mö.1250’lerde Hint-İran kavimlerinin-Elam’lar- istilasıyla Asur’un yıkılmasıdır. Asur (Ur’un yani Bağdat civarındaki asıl ilk şehrin-ülkenin yukarısındaki şehir-ülke demektir), Dicle kıyısındaki Ninova-Musul’dur. Tufan sonrası ikinci büyük uygarlık olan Agade-Akad-Ad ve devamı Semud-Medayin’den sonra kurucusu Hammurabi yani (Hz. İbrahim) olan üçüncü büyük uygarlık Babil-Asur’dur.(Batı İran-Basra-Bağdat-Musul-Diyarbakır-Halep-Şam-Urfa- Antakya-Filistin havzası) İlk kanun, düzen ve barış devletini oluşturduğu için lakabı Adaletin/rahmetin/barışın ülkesinin babası (Ebu Ur rahm-) olarak tanımlanan Hammurabi-Hz.İbrahim, Babil, Asur, Mari, Elam, Uruk, Nippur, Medayin, Halep, Şam gibi dönemin tüm şehir devletlerini toparlayıp iç savaşlara son vermiş ve uzun süren bir barış dönemini başlatmıştır. Mö. 1300’lerde Hint-İrani kökenli güçlerin istilası sonrası Babil-Asur, Harran, Urfa (Ur-ruha) ve sonra Ur Şalem(Kudüs-İllios) ve Mısır-(Mıs-ur-yeni şehir) doğru yayılarak adeta yeniden doğmuştur. Bütün bu dönem boyunca yani İsmail- İshak- Yakup- Yusuf- Zekerya zamanlarında henüz Yahudi bir topluluk yoktur. (aslında Arap denilen toplulukların da İbrahim ve İsmail’le hiç bir alakaları yoktur. Arap toplulukları da bölgeye Hindistan ve Afrika’dan gelmiş farklı kabilelerdir. Bu başka bir yazı konusudur)

İbrahim sonrası Irak’ı işgal edip Babil-Bağdat- ve Asur-Musul’u ele geçiren Feridun-Firavun önderliğindeki Hint-İrani kavimler (tarihte Elam-Alimu olarak geçer.), Asur-Babil’lileri esir almış ve işte Musa olarak bilinen Mose (su’dan gelen oğul demektir), bu esarete isyan ederek Asur bakiyesi toplulukları Halep-Hatay-Lübnan-Kudüs-bugünkü Mısır hattı boyunca hicret ettirmiş ve sonra dönerek İşgalci güçlerle savaşmıştır. (Akad-Asur kurucu kralı Sargon’un kişisel hikayesi de tabletlerde Dicle nehrine bırakılmış bir çocuk olarak geçer.) Bu olay, tarihte mö.1250’deki Kadeş savaşı, mitolojide Truva savaşı olarak anlatılır. (Truva, Troy-Lübnan Trablus veya Sur şehridir, Çanakkale’deki Truva, Alman hazine avcısı Schlieman’ın uydurmasıdır. O tarihte batı Anadolu’da ne ticaret yapacak kadar nüfus ne de büyük liman yapma ihtiyacı yoktur. uygarlık Lübnan havzasındaki büyük Troy savaşı sonrası Asur-Ninova/İonya dağıldıktan sonra bu bölgelere gelmiştir.) Yine bu savaş, Tevrat ve Kuran’da Musa’nın hikayesi -exodus-büyük çıkış olarak anlatılır ve hepsi aynı olaydır. İran kökenli – Firdevsi gibi tarihi İran gözüyle masallaştırıp kayda geçmiş olan- Homeros’un, İran’ı gizleyerek yazdığı İlyada ve Odessa destanı, bu büyük travmatik dönemi anlatır ama başka isim ve belirsiz mekanarla.. (Homeros’un İlyada’sı-İllya-İllyos, kudüs’ün asıl adıdır. El’in yani tanrının kenti demektir. Troy savaşı sonrası barış burada yapıldığı için kutsanmış ve Ur Şalem-barış şehri adını almıştır. Odessa ise Urfa’dır.)
Modern arkeoloji bu savaşı Kadeş savaşı olarak kayda geçmiştir. Kadeş’te aslında Kudüs’tür. Ama savaşın tarafları olarak Hititlerle Mısır’lıları kaydetmişlerdir. Oysa Hitit ve Mısır, Asurya’nın eyaletleridir, müttefiktir ve ortak düşmanları, İran-Hint istilacılardır.

Tevratta işte bu büyük dünya savaşının kahramanları olarak geçen Firavun, Feridun’dur, İran kralıdır. Musa ise bir isim değil, oğul demektir ve tarihte Ramses-Ra Mose olarak geçen ve büyük çarpıtmayla İran’ı gizleyip Mısır kralı olarak kaydedilen gerçek bir kahramandır. Hiçbir antik mısır kaydında kral ünvanı veya kişi ismi olarak Firavun (ingilizce Perohe) geçmez. Ama Tevratın bu yalanını, modern materyalist arkeologlar bile hala tekrar eder. İran – acem yalanlarının bu en büyük çarpıtması, bu büyük tarihsel kırılma savaşında İran’ı gizleyip Musa’yı da firavun yapmıştır. Musa ise belirsiz bir efsane kişi olarak hayali bir kişiliğe dönüşmüş ve sonradan Yahudiliğin kurucu peygamberi olarak yeniden üretilmiştir. Arkeologlar da hala antik Mısır kalıntılarında elinde Asa olan RaMose heykellerine firavun III.Ramses deyip, hayali Musa’nın izini de Kızıldeniz veya Sina çölünde bulmaya uğraşmaktadırlar!

Ra mose, Rab oğlu gibi bir ifadedir. Bugün Abdullah, Abdurrahman, Nurullah, Feyzullah gibi tanrı veya kutsal kişilerle bağ kurulan bir isimlendirmedir. Ramses, İran istilasından halkı kurtarıp hicret etmiş, İran-Elam kralı Feridun-Ferrohen ise ordusuyla takip ederken Fırat veya Asi nehrinde boğulmuştur. RaMose, Suriye-Lübnan havzasında 20 yıl süren savaşlar sonucunda Asur’u Mısır’a taşımış ve bilinen Antik Mısır’ı yeniden kurmuştur. Antik kayıtlarda Mısır kurucu tanrısı olarak geçen Osuris, Asuris-Asurlu demektir. İsis ise muhtemelen Musa’dır. Yüzyıllar sonra İskender’in, daha sonra Romalıların ve en son Yavuz sultan Selimle Osmanlıların fetihleri, işte bu ilk büyük savaşın tekrarıdır.

Asur’un bu ilk parçalanması, sonraki tarihsel akışın en önemli olayıdır. benzetme yapacak olursak Asur, antik tarihin ilk küresel imparatorluğu yani İngiltere-ABD’sidir. Ve aynı anglo-sakson imparatorluk gibi, Asur, hem devlet, siyaset, bilim, mimari, din, sanat, teknoloji, ticaret alanlarında öncü, yaratıcı ve organize edici bir güç ve hem de zirveye çıkınca çürüyüp sömürü, soykırım, katliam, baskı ve şiddeti organize kullanan ilk zalim devlettir. Kuran’daki Musa anlatısı, işte bu Asur’u anlatır ve kurtardığı Asurluların-ki 12 veya 10 büyük kabile-kavim olarak geçer- hem inanmış, mazlum ve masum özelliklerini hem de şımarık, nankör, zalim, dönek, menfaatçi yönlerini de ibret olarak anlatır. Buzağı hikayesi ise, Asur’la ticaret için gelip yerleşmiş Hintlilerin Asurluları mülteciyken bile nasıl manipüle ettiklerini anlatır. Samiri, samaryalı yani Iraklıdır ve o dönem Irak (Uruk), Hintli tüccarlarla doludur. İhtimal ki, bu tüccarların bir kısmı Ramoses’in peşine takılmıştır. Bunların kalıntıları hala bugünkü Nablus’ta-Samiriler ismiyle-yaşamaktadır.

Musa’nın çıkış hikayesi, Tevratın aksine Mısır’dan-Sina/Kızıldenizden Filistin’e doğru değil, Tam aksine Ninova-Asurya’dan Harran-Urfa-Hatay-Lübnan üzerinden Kudüs ve Mısır’a doğrudur. Bir türlü izi bulunamayan Musa ve firavunun boğulduğu deniz ise, muhtemelen ya Mari civarındaki Fırat veya Antakya- Asi nehridir. Turi Sina, anti Lübnan dağıdır ve Tuva vadisi, Troy-Sur veya Trablusşam’dır. Yanlış yerde yanlış izler aranırsa asla bulunamayacaktır!

Asur’un bu travmatik parçalanması sonrası, bütün bölgeye dağılan halklar, nesiller sonra bu olayı gittikleri bölgelerde hikaye, efsane, masal, mit ve dinsel efsaneler olarak farklı şekillerde anlatmış, hafızalarda yaşatmıştır. Ninovalı İonnes-Yunus, Ege bölgesi ve adalara dağılan 12 büyük Asur kabilesinin köklerini unutturmamak için kurulan okulların öncüsüdür. Yunan felsefesi diye kayda geçmiş olan bu medeniyet birikimi Asur-Babil-Mısır mirasıdır ve 12 yunan kolonisi olarak bilinen Ege şehirleri, aslında 12 İsrailoğlu -Asuri kabilesi -İonnes-İon-Yunan kabilesidir. Antik Mısır ise, zaten o savaştan kaçan Musa -Ramses ‘in eseridir.
Asur’un işgali, halkının sürgünü ve on yıllarca süren bu büyük savaşın ortasında bölgede var olan büyük deprem fayları kırılmış ve şiddetli depremlerle bir çok şehir yok olmuştur. Kuran’da helak olarak anlatılan şehirlerin yok oluş hikayelerinin çoğu aslında işte bu ilk dünya savaşı sırasındaki depremlerdir. Bu büyük depremler, 2011 yılından bugüne süren Suriye işgali ve yine 2023 Şubatında tarihsel Asurya havzasındaki 11 şehirde gerçekleşen 6 şubat depremleri ile birlikte düşünülürse, tarihin ironik tekrarıyla birlikte bahsettiğimiz ilk Asur hikayesi daha iyi anlaşılır. Ki, bölgedeki asıl büyük fay hattı olan Hatay-İskenderiye ve Hatay-Eriha hatları da henüz kırılmadı. Yine Musa hikayesindeki büyük felaketler de aynı cinnet ortamının sonucunda ortaya çıkan hastalıklar, böcek istilaları, kıtlık ve benzeri olaylardır. İşte mö. 1250 – mö.1220 yılları arasında süren bu büyük savaş, felaket ve depremler, tarihte bilinen ilk büyük dünya savaşı ve felaketi olarak bütün zamanlar için geçerli sonuçlar üretmiştir. Öyle ki, bu savaş sonrası mö.1200-mö.900’lü hatta 700’lü yıllar arası hala karanlık çağ olarak geçer çünkü bütün nüfus kırılmış, uygarlık adeta yok olmuş, kalanlar dağılmış ve geriye hiç bir iz kalmamıştır. 20. yüzyılın ilk yarısındaki aslında benzer bir savaş olan 1. ve 2. dünya savaşlarının yarattığı tahribat ve sonrasında bütün dünyayı yeniden şekillendiren etkisi gibi, bu olay da neredeyse sonrasındaki tarihi 2 bin yıl boyunca etkilemiştir. Bütün bu büyük felaket yüzyıllarında da henüz Yahudi diye bir halk-millet-inanç topluluğu yoktur. (Tabi bugünkü kimlikleriyle hiçbir modern kavim de yoktur. Kavimler ortalama bin yılda bir yeniden şekillenir ve dil, din, vatanları değişir.)

3- Salmanasur-Süleyman ve Troy-Kadeş savaşı

Tarihin 3. büyük travmatik olayı, Asur’un ikinci doğuşu sonrası mö.538’de yine İranlılar tarafından yıkılması, yani Pers istilasıdır.
Asur, ilk yıkımdan 2-3 yüzyıl sonra, Tevratta Kral Davut olarak anılan ve arkeolojide Asur kralı Adad Nirari’nin mö.900’lerde yeniden toparlayıp İranlıları yendiği (Tevrat ve Kuran’da talut ve calut-Tevrat’ta Davut-Golyat olarak geçer) savaştan sonra oğlu Süleyman’ın yani Asur kralı Salamanasar’ın-Tevratta Slomo, Kuran’da Süleyman- liderliğinde gerçekleşir. Başkenti yine Ninova’dır ve hem bugünkü Irak ve Basra körfezi’ni, hem Hitit-Urartu-Lidya’yı yani Anadolu’yu hem de Akdeniz havzasını yani Lübnan-Kudüs ve Mısır’ı tekrar toparlamış ve ikinci Asur imparatorluğunu kurmuştur. Bu dönemde de bölgede henüz Yahudi denilen bir kavim yoktur, ayrıca Kudüs denilen yerde Yahudilerin işgallerini dayandırdığı Süleyman tapınağı diye bir yapı da yoktur, Süleyman’ın görkemli sarayı Ninovada’dır. Tapınak denilen yapı ise Bağdat yakınlarındaki Nippur şehrinde ziggurat -ziyaretgah denilen basamaklı piramit şeklindeki yapıdır. Hammurabi-İbrahim zamanında yapılan bu yapı, aslında şehrin ortasındaki ortak evdir. Yetimlerin, yoksulların, göçmenlerin, dul kadınların sığındığı-yaşadığı bu yapı, tüm şehirlilerin sorumluluğunda olan, bağış, kurban, adak, sadaka ve vergileriyle bakımını ortakça yaptıkları bir iyilik-merhamet evidir. Hem bayramlar hem özel günler burada kutlanır, yöneticilerle birlikte halk bu evin etrafında ortak sorunlarını konuşur, hemhal olur, paylaşır. Sonradan pagan tapım merkezlerine dönüşen bu ev-Kuranda ve tevratta Beyt-Beit ve mescid olarak geçer-, kimsenin mülkü olmaması anlamında Allahın evi olarak tanımlanmıştır. Yani düz mantıkla Allahın emlakı değil, herkese ait bir ortak ev (mescidil haram)’dır burası. Bu evde ve etrafında suç işlenmez, cinayet, hırsızlık, zina, dedikodu, vb büyük günahlar yasaktır. Çünkü insanlık bu evin de sembol olduğu Ev-Beyt-Ocak-Aile sayesinde evrimini tamamlayıp terbiye olmuş-insanlaşmıştır. İşte bu ortak ev-Beyt geleneği, daha sonra her şehrin tam merkezinde tapınak-kilise/cami olarak , modern dönemde başkentlerde meclis binası olarak farklı biçimlerde yaşatılmaktadır. İslam’daki Hacc ibadetinin tüm ritüelleri, kıyafetler (ihram, sam ur kıyafetidir. Uzun süre antik dönem Asuri Mısır Yunan ve Romalıların da kıyafetidir.) dahil, işte bu ortak Beyt ziyaretinin ve ortak paylaşma-dayanışma-adak kurbanını yoksullara dağıtma ve ortak insanlık hafıza ve inancını tekrar etme ritüelidir. Mekke’deki Kabe-ki Yemen ve bölgenin bir çok yerinde de Kabe gibi ortak ev sembolü yapılar vardı-bu Ummul kur’a ve beyt-mescid geleneğinin son örneği olarak Muhammediler tarafından hala insanlığa bir işaret olarak korunmaktadır. (Bugünkü Mekke ve Kabe, Yahudiler gibi Hint kökenli çölyahudileri olan bir kabilenin işgali altındadır ve İbrahimi-Muhammedi Beyt-Mescid-Haremin mana ve maksadına asla yakışmayan bir belde durumundadır.)

Kabe, yön demektir ve Adem olmanın, yani İbrahim’iliğin son yönünü işaret eder. Hacc, bütün geçici-sonlu-dünyevi kimlik ve alışkanlıkların, farklılık ve husumetlerin maskesinin atılarak doğum anındaki gibi saf ve temiz ‘Adem’ olma ritüelidir. Beni Asur’un, Davut ve Süleyman’ın Beyt’leri de kendi egemen oldukları bütün şehirlerde vardır ama Yahudilerin tapınak dediği türden bir yapı muvahhid geleneğinde yoktur. Tapınak, Hint-İran ve pagan kavramıdır.
Salmanasur döneminde bu anlamda Kudüs’te ne tapınak ne de Süleyman’la alakalı hiç bir şey yoktur çünkü o tarihlerde Kudüs (İllios), mö.1250 Troy-Kadeş savaşı sonrası barış imzalanan küçük bir kasaba-şehir olarak öyle sembolik anlamda kalmış, önemsizleşmiştir. (Kudüs, Tevratta geçmez, Tanah’ta geçer. Tevrat’ta Kudüs değil, Samirilerin merkezi olan Nablus’taki Gerizim dağı kutsal yer olarak geçer.)

M.Ö.900-800’lerde yaşayan Süleyman-Salmanasur, asıl Akdeniz ticaretinin merkezi olan Antakya ve Fenike limanlarında, Troy-Sur, Sayda, Beyrut, Trablus, Baalbek, Byblos’ta egemendir. Halep, Şam ve belki Antakya en kritik ve gelişmiş merkezi şehirlerdir. kaldı ki, konunun o tarihte adı bile anılmayan Yahudilerle hiç alakası yoktur çünkü Yahudi isimli topluluk bu tarihlerde henüz bölgede yoktur hatta asıl vatanları olan Hindistan’da bile bir kavim halinde ortaya çıkmamıştır.

Kuran’da Beni Asur’un iki defa nimetlendirildiği, diğer halklara üstün olduğu ve iki defa da bozgunculukla yıkıldığı anlatılır. (İsra.4-7) Yani Asur’lulardan bahseder. Oysa Yahudiler, Mezopotamya’ya ikinci Asur’’u yani Süleyman krallığını yıkarak bölgeyi istila eden Persler tarafından Asur sonrası Hindistan’dan getirilen bir topluluktur. Ve hiç bir zaman ne egemen, ne çoğunluk ne de önemli bir topluluk olmamıştır. mö.538 de Persler Ahameniş-(Hamaney) sülalesi tarafından toparlanıp önce Hindistan-Afganistan-Orta Asya ve Hazar bölgesinde, sonra Basra körfezi-Irak havzasında güçlenmiş ardından eski istila haritasıyla Asur’a saldırıp tekrar işgal etmiştir. Pers istilası, Asur egemenliğindeki Akdeniz kıyılarını, Mısır’ı, Anadolu’yu kuşatmış ve İon’ya-Yunus’un halkları- uzun süre Ege bölgesinde direnmiş ama yenilince bu istiladan kaçan halklar Ege denizi’nden karşı yakaya kaçmış, ardından Yunanistan denilen bölgeye yerleşmiştir.(Yunan kelimesi de İon yani Ninova-Yunus’tan gelmedir. pers istilası sonrası perslerin getirdiği nüfus bu bölgeye yerleşmiş ve bu Hint-İrani halk, Grek ismiyle anılmıştır. Asıl Asur kökenli halk ise Helen-Elenlerdir. (Elen-Elanu-Yüce gök/göğün yücesi demektir, Alanya, Alahan, İllios, hepsi aynı kökten kavramlardır ve Asuri kökenlilerdir)
Bu işgal döneminde Darius liderliğinde Makedonya ve Bulgaristan’a da ilerleyen Persler, tüm bölgede büyük direnişlere rağmen 200 yüzyıl boyunca egemen olmuştur. İşte 200 yüzyıl süren bu dönem, hem Mısır’da hem İon ve Yunan şehirlerinde Asuri-Babil-Mısır bilgi ve inanç geleneği, çeşitli okul ve ekollerde çoğu gizlice yürütülen özel eğitimlerle devam ettirilmiş, bugün filozoflar olarak bilinen Hermes, Anaksimenes, Tales, Pisagor, Herakleitos, Permanides, Zenon, Sokrates, Platon, Aristo vb isimler aslında bu birikimi kayda geçerek gelecek nesillere aktaran bir tür nebi-resül misyonu görmüştür. İon-Yunan uygarlığı, Yunan felsefesi, Felsefe okul ve ekoller, Asur-Babil-Mısır yani İbrahim-Musa-Yunus geleneğinin kayda geçmiş-kitaba dönüşmüş-mirasıdır.18.19. yy’larda Avrupalıların Osmanlıya karşı kışkırttığı Yunanlıları pohpohlamak için bu köklerinden özenle arındırarak yeniden kurguladığı ve din dışı-seküler bir hava yaratarak kendi kiliselerini de yenmek için uydurduğu Yunan uygarlığı masalının aslı budur. Asurya, yani Beni İsrail, bu masalın gerçeğidir.

4- İskender ve Yunan-Roma

Tarihin dördüncü büyük travmatik olayı da Büyük İskender seferleridir. Pers işgaline karşı ikinci İsa-Musa olan İskender mö.320’lerde sahneye çıkmıştır. İskender, (Kuran’da Zulkarneyn), İran istilasına yani Perslere karşı örgütlenmiş Asurluların lideridir. (İskender, Kudüs-Meggido’ludur. Meggido, Troy savaşının en şiddetli geçtiği şehirdir. Bu nedenle Tevrat ve Talmud gibi Yahudi metinlerde Armageddon yani büyük son savaş-kıyamet savaşı efsanesi için bu savaş temel alınmıştır. Bugünkü Makedonya, Asur’un dağılmasıyla Meggido’dan kaçanların yerleştiği bölgenin adıdır. (Ege, Mısır, Yunanistan ve adalar gibi bölgelerdeki büyük şehir isimleri, Bu büyük hicret sonrası Mezoptamya-Anadolu ve doğu Akdeniz kıyılarından kaçanların geldikleri şehir isimleridir. Ugarit-Girit, İsis-Assos, Adana-Atina, İsparta-Sparta, Melid-Milet, Şam-Samosata-Samyrina-Samos, Samson, Yafa-Efes, Asur-Sur-Syrakuza, Nusaybin/Nisibis-magnesia, Edessa-Odessa, İllios/ilyada-Alaiya/alanya-Lidya gibi..)Ama İskender bugünkü Makedonyalı değil, Kudüs-Meggido’ludur. Mısır desteğiyle örgütlenip önce batıdaki Yunan kolonilerini Perslerden temizlemiş sonra Suriye, Irak, İran ve bu istilacıların kökeni olan Hindistan’a kadar bu tarihsel istilacıların kökünü dağıtmış bir Asur-Mısır komutanıdır. Bu olay, Yavuz’un, Suriye-Irak ve İran seferi ile aynıdır!). İskender sonrası ise, Perslerin Yunan işgalinden sonra Adriyatik karşısına geçen yani bugünkü İtalya topraklarında örgütlenen Beni Asurluların üçüncü toparlanışı olan Roma-(Uruma-Urmiye) sahneye çıkmıştır. Roma’da bir kere ve tüm zamanlar içindir. Yani bugünkü dünya hala Asur-Yunan-Roma’nın ve Hint-İran’ın bu tarihsel savaşının ürünü, tekrarı, devamı, aşılma çabası ve yeniden doğuş sancılarının ürünüdür.
Büyük İskender ve sonrası kurularak büyüyen Roma devrinde Yahudiler İran kolonizatörü-Ferisi-Farsi ekolle, İon-Yunan etkisindeki Sadukilerden oluşan ve kendi aralarında da anlaşamayan küçük topluluklar halindedir. Siyaseten bir önemleri yoktur. Mö.1. yy de kral Herod ve İranlı karısı bir dönem Kudüs civarında egemen olsa da sonradan Romalılar tamamen bölgeye egemen olmuştur. (Bugün Yahudilerin duvarına süründüğü ve tapınak dediği yapı, Herod’un saray kalıntılarıdır. Herod, İranla işbirliği nedeniyle Romalılar tarafından cezalandırılmış ve sarayı da yıkılmıştır. Bu olayında özel olarak Yahudilikle-Yahudilerle alakası yoktur. Mesele İpek ve ticaret yolları ve limanlarının kontrolü amaçlı İran-Roma savaşlarıdır. Yahudilerin İran yanlısı olanları işte Ms.1. ve 2. yy’larda süren İran-Roma savaşları sırasında diğer İrancı topluluklarla birlikte bölgeden kovulmuşlardır. Kalanlarda Kudüs’te değil, daima kırsal bölgelerde getto halinde küçük topluluklar halinde yaşamışlardır. (II.Dünya savaşında, 50 milyon insan ölmüş ama sadece 5 milyon Yahudi ölmüş gibi anlatılır. Diğer 45 milyon sanki Yahudilerin goyim dediği insanımsı çöp varlıklardır. Adları bile anılmaz. Tarihte de bazı olaylarda üç beş Yahudi kabilesi de katledilmiş ve sürülmüştür ama aslında çok daha büyük kabileler, topluluklar katledilip sürülmüştür ama onları hiç bir tarih yazmaz. Bu Yahudimerkezci anlatı tekniği, herkes tarafından içselleştirilmiştir.)

Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethinde bugünkü Mescidi Aksa tepesi çöplük halindedir ve civardaki yoksul kabilelere para vererek burayı temizletmiş ve bir mescid inşa ettirmiştir. Sultan Selahaddin’in fethi zamanında da Yahudiler yine Kudüs dışında dağınık bir şekilde yaşamaktadır.
Aslında 19. yy’a kadar Kudüs, Yahudiler için siyonizm sonrası yüklenen bir anlama da sahip değildir. Hatta Londra ve New York’a yani yeni yerleştikleri rahat ettikleri şehirlere New Kuds demişlerdir. Yani Kudüs, 19. yy kadar Yahudi mitolojisinin hayali-fantazi cennet kentidir. İşte bu tarihten itibaren yeniden yazdıkları tarihte siyonistler, M.S 70 ve 130’lu yıllarda Romalılar tarafından bölgeden sürülmelerini de Yahudi merkezli kibirli tarihlerinde adeta bütün insanlığın dramı gibi anlatmaktadır. Yani aşina oldukları bu tasfiyeyi de çok abartarak sözüm ona ikinci sürgün ve diaspora başlangıcı olarak kendi iç konsolidasyonu için kayda geçmişlerdir.
Galiba Yahudilerden başka hiç bir topluluk kendini bu şekilde sürekli yeni hikayelerle gelecek nesillere aktarıp her dönemin aktörü gibi sunacak marifete sahip olmadığı için, bütün tarihi Yahudi ve karşıtlarının tarihi gibi okuyup tartışmaya hala devam ediyoruz! Samur’u, Asur’u, Mısur’u, İon’u, Roma’yı yani asıl tarihi, asıl insanlık hafızasını ve birikimini bile bu tuhaf azınlık topluluğun çingenelikle paralel trajedisi kadar önemsemiyoruz. Galiba kimin neyi eksikse onu abartıp tamamlamakla uğraşır. Yahudiler, olmayan tarihlerini Tevrat ve ek yalanlarıyla ve inatla Hristiyana, Müslümana, Sosyaliste, ateiste işte böyle dayatmış durumda!

İsrail-Asur ve Ezra

İsrail kelimesi, aslında işte bu büyük tarihsel kırılmaların ana konusu olan Asur’dur. Kuran, tevratın ezrael olarak anlattığı hikayeleri ısrarla düzeltir ve Asur’u anlatır. Ve defalarca ismi geçen nebi ve elçilerin yahudi veya hristiyan olmadığını söyler. Asur’u ise bir tarih anlatmak için değil, antik tarihin temel imparatorluğu olarak bütün zamanlar için örnek-ibretlik bir mesel olarak anlatır. Kuran’ın İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf vb kıssalarında asla İsrailoğulları geçmez. İbrahim milleti, Hammurabi’nin egemen olduğu Sümer-Babil-Asur döneminin inananlarını ifade eder.Yakup ve Yakupoğulları da aynı şekilde İbrahim milletinin devamıdır. Asur şehir olarak vardır ama henüz bir imparatorluk değildir. Asur’un ve devamı olarak Mısır’ın büyük birer imparatorluk olduğu dönem Kral Sargon (Şar ukin) ve sonrasıdır.
Musa, İşte bu dönemde sahneye çıkmıştır. ve Asurlular anlamında kullanılan Beni Asur, Musa’nın İran istilasıyla esir alınmış Asuri halkları kurtarıp Mısır’a taşıması ve sonra İranlılarla-Feridun ordularıyla büyük savaşı anlatılır. Tevratta Babil sürgünü diye anlatılan hikaye aslında Musa’nın Asurluları kurtarıp hicret etmesidir. Ama sonradan ikinci Asur döneminde Salmanasur’un torunu Nebi Hıdırnasır (Nebi Hızır’ın yardımcısı – Nabuccadnazar)’ın Fenike-Kudüs bölgesindeki İrancı koloni toplulukları sürmesiyle bu olay birleştirilip kendilerine dramatik bir tarih kurgulamışlardır. (Tevrat’ın Yeremya bölümünde anlatılan Nabuccadnasır ve sürgün hikayesi, 1856’da İtalyan müzisyen Verdi’nin ünü Nabucco operasına kaynaklık etmiştir. Hikaye, Asurluların mö. 1200’lerdeki hicreti ile 700 yıl sonraki İrani başka kolonistlerin tasfiyesini birleştirip, Zekerya’yı yahudi kralı, İsmael’i hain gibi anlatan, Homeros İlyada’sındaki aşk hikayelerini de katıp karıştırarak hepsini tek bir olay gibi Yahudi dramı haline getiren profesyonel bir yalan tarih kurgusudur.)
Kuran’da asıl vurgu tarihi bilgiler değil, bu büyük mücadeleden sonraki nesillere kalması gereken ibretlerdir. Musa hikayelerinde asla Yahudi kelimesi geçmez. Yehudi-hadu ifadeleri daha çok İsa zamanı Kenan bölgesi ile Hz.Muhammed devrindeki Medine Yahudileri için kullanılır. Bu ince kullanımlar, Müslüman müfessirlerin İsrailiyat etkisindeki gözlerinden kaçmıştır.
Asur kavramının Azra-Ezra ile yer değiştirmesi, mö.500’lerden itibaren Perslerin bölgeye getirdiği toplulukların Asur ülkelerini işgal edip yerleşince hem isimlerini hem inançlarını bölgeye uyumlu hale getirme ihtiyacından doğmuştur. (Yani bir Yahudi sürgünü değil, İsrail’in kuruluşu gibi ‘ilk İsrail’i’ kuran Perslerin sonradan Yahudi denilen Hintli toplulukları bölgeye işgali-kolonizasyonu söz konusudur. Bu bağlamda Yahudilerin kullandığı İzrail kelimesi, Asur’u çağrıştırmakla birlikte, aslında Ezra’nın kabilesi-kavmi demektir. Ezra, Pers kralı Kyrus-kiroş-Keyhüsrev’in veziridir. Persler, bazı Orta Asya-Afgan-Hint bölgesindeki savaşçı kabilelerle birlikte, Eski Hindistan’ın Yehudya, Kalküta, Koçin-Kerela ve Mumbai-Maharaşta bölgelerinde ticaret, çiftçilik ve paralı askerlikle geçinen toplulukları toparlayıp Asur’a karşı sefer için bölgeye getirmiş ve Asur şehirlerini kolonileştirmiştir. Ticari faaliyetleri Yahudilere, askeri faaliyetleri Hazar-Orta Asya’daki göçebe savaşçı kabilelere, Dini ideolojik eğitimi ve yönetsel işleri de İrani-Fars elitlere zimmetlemiştir. (20. yy başında Teodorl Herlz isimli Alman ajanının Alman Yahudilerini Filistin’e yerleştirme çabası, 20. yy ortasında İngiliz-ABD ve Rusya’nın birlikte İzrail’i kurması veya son on yıl boyunca modern Ahameniş-Hamaney veziri yani modern Ezra olan Kasım Süleymani isimli katilin , Afganistan, Pakistan bölgesinde yoksul Şiileri parayla getirtip Suriye ve Yemen’de savaştırması ve yerleştirmesi benzer kolonizasyon örnekleridir!)

Arz-ı Mevud ve seçilmiş millet

Tevrat’ta Rab olarak kullanılan ifade aslında Pers kralı Kiyruş’tur. Rabb, efendi -kral demektir. Allah için de kullanılır, yani asıl evrenin efendisi, maliki olarak. ama Tevrat, Kiyruş’u kasteder ve Yahudilerin asıl rabbi yani tarih sahnesine çıkaran kişi Kiruş’tur. Arzı mevud, Kiyruş’un bu Yahudi topluluğun hizmetine karşılık vaadettiği Asur topraklarıdır. Kuran’da arzı mevud geçmez, Allahın bereketli kıldığı topraklar-bereketli hilal- yani Asurya geçer. ‘Seçilmiş millet’te Kyruş’un seçtiği ve özel misyon yükleyip bölge hakimiyeti vaadettiği millet demektir. Ki, Persler bölgeye getirdiği her topluluğa benzer vaatler vermiştir. Konunun Allah’la alakası yoktur! Allah yarattıklarından bir kavmi seçip diğerlerini ona hizmetçi yapan bir kral değildir. (Yine Kuran’da lanetlenmiş bir kavim de yoktur. Allah kavimleri-insanları değil, onları insanlıktan çıkaran davranışları lanetler. Bazı müslümanların Yahudiler için lanetlenmiş demesi Kuran’a terstir. Lanetli davranışlar yani cinayet, sömürü, katliam, zulüm, bozgunculuk yapan müslümanlar da o lanete muhataptır. Bir topluluğu ebedi ve ezeli olarak her haliyle düşmanlaştırmak, İslam inancına-İbrahimi adalet erdemine terstir.) Yahudi tanrısı-Rabbi Kiyrus, işte o kraldır ve Persler-Aryanlar, tıpkı İblis gibi, hala kendilerini özel-seçilmiş, geri kalanları ise goyim-barbar-aşağılık köle varlıklar olarak gören ırkçılığın mucitleridir. Yahudiler işte bu ilk alışkanlıkla her dönem kendilerini koruyan krallara Rab demiştir. Adaletin efendisi-babası anlamında Hammurab’i-İbrahim’in bu ünvanını, İbrahim’in mirası olan bölgeyi işgal eden Kyruş’ta kullanmıştır. (Kuran’da Nebi ve resüllerin anlatıldığı ayetlerde Rab veya Melek olarak geçen bazı ifadeler, kral, melik, sultan anlamlarında o dönemki siyasi otoriteleri ifade eder. Soyut anlamda kullanılan Rabb, Allah’ı, melek ise bilinen melekleri ifade eder.) Yahudilerin bu anlamda bugünkü Rabb’leri de ABD’dir.

Yahudilerin aslında ilk dönemde (Hint kökenli çingeneler gibi-ki her coğrafyada her Yahudi gettosunun yanında çingene mahallesi vardır. Hint kökenlerinde bir akrabalık olasıdır.) herhangi bir dini-inancı hatta kavmi bir özelliği yoktur. Bu topluluk Hindistan’a dağılmış eski Elam-Akad-Ad ve Semud kavmi kalıntılarıdır ve Hindistan’a da sonradan gidip yerleşmiş, oradaki varlığıyla Hint toplulukları arasında da sevilmeyen İrani (coğrafi anlamda) topluluklardır. Muhtemelen Hint kast sisteminde en alttakiler yani isimsizler olarak bilinen (paryalar) ve daima aşağılanarak yaşadıkları için insan çoğunluğuna karşı derin bir nefret besleyen topluluklardır. İşte bu topluluklar, mö.538 istilasında getirilip Asur şehirlerini istila etmek, yerlilerini katletmek, sürmek ve Perslerin adına yönetmekle görevlendirilmişlerdir. Yani Yahudiler, İran’ın bölgeye getirip yerleştirdiği ilk Rafızi kolonizatör topluluktur. Bu topluluğun lideri olan Ezra, sonradan kavimleşen topluluğun da ismi olmuştur; Azra-İzra-el.

İblis-Şeytan-Baal-Aâli

El takısı, Akad-Babil-Asur’da Allah’ın isimlerinden biri olarak kullanılır. Yüce, ulu, ilk yaratıcı-O-Sümerlerde EA, Yunan’da Zeus, Mısır’da An-On (Adon/Amon), Roma’da İO-Jupiter- zamanla El Elah-ilah – Allah olarak tanrının ismi olarak kullanılır. Bab-el-Tanrı kapısı, ya da Samuel, Mikael, Cebrael’deki ekle asıl ismi Allah’a bağlayan-Allah’ın oğlu, kulu-güneşi-ay’ı, yıldızı vb. bir kullanımdır bu. Ezrael, önce Irak’a-Babil’e- yerleştirilen Yahudilerin buradan Akdeniz ticaret merkezi Fenike’ye-Kenan’a getirilip Süleyman krallığının bakiyesi olan zenginlik ve imtiyazları ele geçirmesi sürecinde bu topluluğun kendine verdiği isimdir.
M.Ö..400’lerden itibaren Pers kralı Dariuş devrinde, bölgeye Antik batı Hindistan’ın Yahudeya bölgesinden Basra-Yemen üzerinden yeni Yahudiler getirilir ve zamanla kendilerine Hadu, Yehadu,Yahudi,Yhdi. vb ifadelerle anarlar. Önce gelen Irak Yahudileri ile sonra getirilen Basra-Yemen Yahudileri zamanla kendi aralarında çatışır. Bu çatışmalar Tevrat’ta Elohim-Yhwe dönemlerinde, Talmud yorumlarında, Ferisi-Farsi ve Saduki ayrışmalarında belirginleşir. Elohim (El ahe-ilah-Allah-ilahlar-bölgeye yabancı oldukları için yahudiler birçok kavramı eksik-kırıklı telaffuz eder), önce gelenlerin yerleştirildiği Babil-Irak’ta, Baal ise sonra gelenlerin yerleştirildiği Fenike’de kullanılır. Baal, Elam kralı Alulim-Apaalu’dur. Arkeolojide Apillu-Apollo-Alilum-Allalat olarak geçer. Rafızi inançlarındaki Ali kelimesi de aslında bu Baal’dir.Hz. Ali ile alakası yoktur ve tüm Rafıziler-misal hint kökenli Nusayriler- bunu sır olarak saklar. Tıpkı Asurel-Azrael benzetmesi gibi, Alulim-Ali benzeşliği, Hint-İrani toplulukların derin takiyeciliğinin örnekleridir. Baal (Ebaal), Baba tanrı-Tanrı baba-Allah baba demektir. Aslına bakılırsa kuran’da İblis olarak geçen kişidir. Yunanların Diubolos-Deu bolos-dediği kişi de bu iblis’tir. (deu-zeu-teo tanrı demektir). İrani bir topluluk olan Ezidilerin (İran Yezd kökenli, Yezdan’a yani Baal’in diğer adına tapan bir kadim inanç grubu) şeytana taptığı iddiası işte bu Baal’dan dolayıdır ve tanrının asıl adını anmak takiye gereği yasaktır. Baal için Kiyruş zamanında İran istilası sonrası Lübnan Baalbek şehrinde devasa bir tapınak yapılmıştır. Bu baal tapınağı, aslında yahudilerin kudüste aradığı atalarının asıl tapınağıdır. Adı da beit Amikdaş (kutsal ev) veya Beit Adonai-Ad an’dur. Adanu-adonai, Mısır istilasında Adon-Aton olmuş, daha sonra iranlıların etkisiyle tanrı adı ve işgal ettikleri bazı şehirlerin adı-Adana-Atina olarak kullanılmıştır. Ad kavminden kalma bir kavramdır. Bu tapınak, Süleyman’ın değil, İran istilasında Kiyruş’un yaptırdığı tapınaktır. Bu model tapınaklar Persepolis’te ve Pers işgali döneminde bir çok Ege-Yunan şehrinde de yapılmıştır. (Bugün Baalbek, yine İran’ın şii maskeli paramiliter örgütü hizbullat isimli güçlerinin kontrolündedir. Güney Lübnan, İran’ın modern İzrael’idir aslında.)

Deubaalos-İblis-Baal’in oğlu olan Set, Satan (şeytan) kelimesinin köküdür ve İran ve Yahudi literatüründeki Şit’tir. İran mitolojisindeki Cemşit, işte bu Şit’tir ve şeytan kelimesi, Şit’i ve neslini ifade eder. Antik Mısır’ı istila eden Perslerden sonra Mısırlılar kötülük tanrısına Seth-Seti demiştir. Tevratta Ademin oğlu olarak geçen Şit, İslam kaynaklarında geçmez. İran, iblisin, şeytanın doğum yeridir ve bu kavramlarla ifade edilenler soyut birer mevhum değil, bizatihi Hint-İran’ın kralları ve soyundan gelen somut kişilerdir. Hint-İran, teoloji ve mitoloji fabrikasıdır ve bütün tarihi efsane-mit-destan haline dönüştürüp, Orwelyen tarzda tersyüz edip dönemin siyasi ihtiyaçlarına göre yeniden kurgulayarak kayda geçer, din adamları-moğ-mogus-molla-sihirbazlar vasıtasıyla ve dailer-şeyhler, dervişler, babalar, dedeler diliyle de sözlü olarak her istila bölgesine yayar.

Zerdüşt inançlarında kötülük tanrısı olarak anılan Ehrimen, aslında İran’ın sakladığı ikinci yüzüdür ve bu kavramla yansıtma yapar, düşman olduğu her olgu, güç ve inancı şeytanlaştırır. Şeytanın bu şeytani kullanımı, özünde şirktir ve kuran müşrik derken aslında bu İrani kötülük tanrısını asıl tanrıya eş bir güç gibi inananları kasteder. Tarihte başka hiçbir inançta, eş güçlere sahip iki tanrı (Ahuramazda/Hürmüzd/yezdan- ve eşit güçteki karşıtı Ehrimen) anlayışı yoktur. Müşrik, Allaha eş koşulan tanrıdır ve bu ifade Ahuramazda ve Ehrimen’e iki eşit iyi-kötü gücü olarak tapan iranlıları ifade eder. Pagan-Animist inançlarda baş tanrı ve yardımcıları, oğlu, kızı karısı vb vardır. hiçbiri baş tanrıya eşit değildir. Müşrik, sadece düalist İrani inançları ifade eder.) Aynı şekilde Kuran’da cehennem, Ahuramazda’ya yani güneşe-ateşe tapan-güneşi-ışığı-ateşi kutsayan bu müşrikleri taptıklarıyla haşretme sembolizmidir. Cennet ise, hint-iran soylularının bütün toplumun sırtından geçinip kurdukları saltanat ve şaşaalı yaşamın ellerinden alınıp alt sınflara verileceğini vaadeden sembolik bir anlatıdır. Kuran, bu tarihsel coğrafya olarak Hint-İran’ın reddi olarak okunmazsa asla anlaşılamaz.

Yhwe-Yhova-Yahya

Adını anmanın yasak olduğu Yhwe-yahova kavramı ise, aslında İsa’nın gerçek adı olan Yahya’dır. bölgeye sonradan getirilen Yahudiler, mö.1 yy.da bölgedeki Musevilerin lideri Yahya’nın kral Herod ve karısı tarafından vahşice öldürülmesi sonrasında bölge halklarının yücelttiği bu kişiyi kurtarıcı-mesih gibi anmaları üzerine, özellikle Talmud’da tanrılarının asıl adının Yhwe-Yehova olduğunu ama adını anmamaları gerektiğini söyleyerek Tevratlarını bu isimle yeniden restore etmişlerdir. Yani Yahwe, aslında Yahudilerin reenkarne mesihinin adıdır ve kıyamet zamanı inerek Yahudileri kurtaracaktır. Bu nedenle bazı Yahudiler, bazı Şiiler gibi-ki inanç akrabalığı vardır- her mesihim diye çıkan kişiyi-Yahya-isa ve en son Sabatay Sevi’yi- katletmiş, dışlamış ve afaroz etmiştir. Bu nedenle de bu mehdici İranlı Şiiler İran İslam devletini, mesihçi Yahudiler de İzrail’i, asıl mehdi-mesihleri gelmeden kurulan ve onların gelişini engelleyen-erteleyen olgular olarak görmekte ve karşı çıkmaktadır.
Tarihin saydığımız her büyük travmatik olayı sonrası bir ilahi kurtarıcı-redeemer- arayan insanlık, her dönemin büyük kurtarıcı yani Mesih’inin yani Nuh-İbrahim-Musa ve İsa’nın yine geleceğini, yine kıyamete benzeyen zamanlarda zuhur edeceğini (mehdi-Mesih) her çaresiz dönemde inanmıştır. Mesih-mehdi inancı, aslında Hint reenkarnasyon ve Krişna inancından İrani-Zerdüşti inanca da geçmiş ve sonradan Hristiyanlık ve Şii İslam inançlarında da yer bulmuştur. Bu Mesih-mehdi inancının İbrahimi-Hanif-Musevi-Müslüman geleneğiyle alakası yoktur.

İbrani-Hebron

Öte yandan, İbrani kelimesi, Perslerin işgal ettiği Kudüs civarındaki Hebron -bugünkü El Halil-kasabasına kurulmuş Yahudi kolonisi nedeniyle zamanla Hebronlu -İbrani olarak tanımlamak için yerleşmiştir. Yani yahudilerin iddia ettiği gibi, İbrani’nin İbrahim-Abraham-Avram’la bir alakası yoktur.
Kısacası, Yahudilik İran merkezli istilaların bakiyesi olarak bölgede tutunmak için, o tarihlerde egemen olan Asuri-Musevi inanç izleri ile Hint-İran inanç ve alışkanlıklarını yüzlerce yıl içinde sentezleyip oluşturulan şizofrenik bir kimliktir. ne Musevi’dir, ne İsrailoğulları’dır, ne İbrahim’le, İshak’la, İsmaill’e, Yakup’la, Yusuf’la ne Musa’yla, Süleyman’la, ne tevhidle, ne dinle hiç bir alakaları yoktur.

Kolonizatör trajedi olarak Yahudilik

İşte bu tarihsel kök bağları, çok sonraları Pers mogus-moğus-büyücü-kahin hahamların kurnazca icat ettiği masallardır. Bu haham-kahin denilen din adamları, aslında topluluğu güden çobanlar-vasal krallar (Farsça peygamber kelimesi de aynı anlamdadır ve İslamı İranlılardan öğrenen Türkler ve Kürtler hala Resül ve Nebiler için peygamber kelimesini kullanır. Oysa Nebi ve Resul, çok farklı kavramlardır.) Bu haham-kahan-peygamberler Tevrat açısından farklı misyonlara sahiptir hatta birçoğu sinagog-havra denilen banka-banker kurumlarının tüccar-tefecileridir. Yahudi hahamları ve peygamberleri, bölgede öğrendikleri bazı inanç ritüelleri ve kendi yazdıkları eski masalların üzerinden bu göçmen Yahudi topluluğu daima ortak bir havuzda tutmuş ve Perslerden sonra Romalılara, ve sonra dağıldıkları her ülkede yöneticilere mukayeseli üstünlük denilecek mesleklere yöneltip varoluşlarını-güvenliklerini sağlayacak konumlar elde etmeye çalışmıştır. Doktorluk, dokumacılık, sarraflık, tefecilik, ticaret vb konularda yoğunlaşarak her toplum içinde kendi özellikleriyle var kalmaya çalışan, güçlendikçe güçlerinin ötesinde o toplumu yönetmeye kalkan, buna tepki olarak da katledilen veya sürülen, böyle bir dramatik geleneği daima Tevrat-Talmud vb dinsel hikayelerle içselleştirip devam eden Yahudilik, aslında tuhaf, özgün, ürkütücü bir trajedidir.

Ticaretle uğraştıkları için okuma yazma bilen bu topluluğun hahamları, Musa’nın kitabı diye aslında bölgede egemen bütün inanç, mitoloji, masal, efsane ne varsa kayda almış, muhtemelen önceleri aslında İranlı rabblerine istihbarat raporu gibi sunmuş, zamanla bunları atalarının kutsal yazıtları diye benimseyip kutsal kitap yapmıştır. Tevrat’ın esas metinleri zaten sürekli diğer bütün insanlara kin kusan ve düşmanlık aşılayan anlatılardan oluşur. Musevi inançlarla dalga geçer, Nuh kızlarıyla yatmıştır, İbrahim karısını krala sunmuştur, Yakup kardeşini kandırmıştır, Davut komutanının karısını ayartmıştır, Süleyman yüzlerce cariyesi olan ve putlara tapan bir zalim kraldır..vb. Yani aslında önceleri adeta bir İbrahimi- Hanif-Musevilik karşıtı propaganda metinleridir. Bu nedenle Yahudi geleneğinde Tevrat ve Tanah-Talmud yazılarını yorumlama yani kıvırma sanatı olarak tefsircilik-hermonotik geleneği gelişmiştir. Zira düzünden okuyunca gerçekten tuhaf, korkunç, asla ilahi bir öz taşımayan bir metindir eski Ahit.

Kuran, asla Musa’ya Tevrat verdik demez, Musa’ya kitap verdik der. Çok sonraları bu Yahudi topluluğu Tevrat’ı Musa’ya verilen kitap diye sundukları ve başka topluluklarda da böyle yazılı kayıtlar olmadığı için Tevrat isimli kitap, sonraki dönemlerden bugüne Musa’nın kitabı olarak kabullenilmiştir. Kuran, indiği dönemde sonraki nesiller için elinizdeki Tevrat’ı ve İncili biz indirdik diyerek, eldeki tek yazılı kayıtları kasteder ama sürekli o kitaplardaki iddia ve anlatıları düzeltir. İncil’de anlatılan İsa hikayesi de özünde işte bu dinsel çarpıtma ve din sömürüsüne karşı isyanı anlatır. Kurumsal dinsellik, yani insani ahlaki öğütleri ve sosyal yaşama dair beslenme, evlilik, vb kural ve örfleri kutsallık halesiyle örgütlü bir din adamları sınıfı ve kutsal yazıtlar eşliğinde düzenleme ve buradan insanlık ailesinden ayrı bir getto oluşturup geri kalanları dışlama-aşağılama, tüm bunları Allah adına yapma alışkanlığı, tamamen Hint-İran icadıdır ve Yahudilik, işte bu icadın en özgün, en inatçı, en yobaz ve bu yüzden en devamlı biçimidir. İsevilik ve Muhammedilik, orijinalinde aslında bu dinselliğe karşı ortaya çıkmıştır ve fakat zamanla yine dönme Yahudileri vasıtasıyla aynı Yahudi formatında dinselleşmiştir. Pavlus ve İbn ishak, bu gözle bir daha incelenmelidir.

Yahudiliğin öncelikle İbrahimi inançlar listesinden çıkarılması, semavi dinler, üç büyük din, ehli kitap vb ifadelerin asla Yahudiliği içermediğinin tescili, Yahudilerin İbrahim-İshak, Yakup, Musa-Süleyman ve diğer elçi-nebi geleneğiyle hiç bir bağı olmadığının tespiti (Bakara,140-141-Al-i İmran.67), İsrailoğulları-İsrail ifadesinin Asur olarak düzeltilip Yahudilerin ise zaten kendi kullandıkları İzrail kelimesiyle anılmasının ısrarla kullanılmaya başlanması gerekmektedir. Yine Yahudilerin asla ve hiç bir zaman Filistin bölgesinde (İsrail-Yahuda krallığı gib) bir devleti olmamıştır. Asla Kudüs’te bir izleri, eserleri veya mabedleri olmamıştır. Asla homojen bir ulus bile olmamışlardır. Yahudiler tıpkı bugün gibi hep egemen güçlerle işbirliği içinde FETÖ vari lobicilikle kendi güvenliklerini ticaret ve istihbarat örgütlenmesiyle sağlayan, kolonizatör bir topluluktur. (doğrusu FETÖ zaten bu Yahudi lobi örgütlenmesinin taklidi ve uzantısıydı). Etnik olarak çok eski kökleri Hint-İran olsa da bugün dağıldıkları her toplumda melezleşmiş ama Tevrat-Tanah ve bu yetmediği için modern dönemde siyonizm adlı etnodinsel faşist bir ideoloji üretmişlerdir. Siyonizm aslında bir Alman icadıdır ve 20. yy başında hem Yahudilerinden kurtulmak hem de İngiliz egemenliğindeki doğu Akdeniz’e bir Alman kolonisi kurmak için organize edilmiştir. Ama Osmanlı devleti, hem II.Abdulhamit hem de İttihat Terakki yönetimi bu projeye asla müsaade etmeyince siyonistler İngilizlere yanaşmıştır. 1. Dünya savaşı sırasında İngilizler Balfour deklarasyonuyla Siyonistleri yanına çekmiş ve savaş sonrası bir Şerif Hüseyin’e söz verdiği gibi Yahudilere de bir devlet sözü vermiştir. Ama ikisini de tutmamış, Şerif Hüseyin’e Ürdün krallığı, Yahudilere de Filistin’de koloni vatandaşlığı vermiştir. İsrail devleti, 2. dünya savaşı sonrası Avrupa ve Rusya’da kalan yahudileri sürmek için icat edilip ABD ve Rusya öncülüğünde İngilizlerin onayıyla kurulmuştur. Yani siyonistler bu örgütlü ihtirasları ile 20.yy başında Almanların, ortasında İngilizlerin ve şimdi de ABD ve Rusların Ortadoğu’daki kolonizatör gücü olarak İsrail isimli kafese sokulup kullanılan bir topluluktur. ABD ve Avrupa’da ticaret ve tefecilik- fon-borsa vb. oyunları ve buradan sağladıkları ekonomik-medya ve siyasal lobi güçleri, aslında asıl ABD-İngiltere-Avrupa ve Rusların maskesi durumundadırlar ve kullanım süreleri dolduğunda tıpkı Alman Yahudileri gibi, tıpkı FETÖ gibi, bir gecede ellerindeki her şey alınıp sürülecek, yine katledilecek bir günah keçisi, bir trajik kolonizatör topluluğudur.

Bu topluluğun kendi senkretik-rafızi inanç ve gelenekleri kendilerine aittir ve hiç bir şekilde insanlığın ortak inanç ve değerleriyle alakası yoktur. Bu anlamda; Yahudiler ve İzrail topluluğu, her ülkede, her toplumda, her zaman, toplumun genel hukuki standartları çerçevesinde can, mal, inanç, güvencesi içinde eşit olarak yaşayabilmeli, ama insanlığa karşı herhangi bir düşmanlık, tasallut, egemenlik, saldırı veya müdahale imkanlarından arındırılmalıdır. Yahudilik; Ezidilik, Nusayrilik, Ehl-i Hak, Babailik, Haşhaşilik, Bahailik, Dürzilik gibi iran kökenli rafızi bir inanç-topluluk kimliğidir ve siyonizm ise bu rafıziliğin sol-seküler milliyetçi modern ifadesidir. Tıpkı Alman -Aryan ırkçılığının türevleri ve taklidi olan Türkçü kemalizm, Kürtçü Apoculuk, Arapçı Baasçılık gibi, siyonizm de modern dönemin batı icadı milliyetçi rafızilik mezheplerinden biridir. İran-Hint-Aryan kök ırkçılığı, bütün insanlara düşman İblis-Şeytan geleneği olarak modern dönem de de hala insanlığı zehirleyip bir birine düşman etmektedir.

Mesele, öncelikle Yahudilikle özdeş dinsel kök anlatının bir yalan olarak kavranıp artık tamamen reddedilmesi, bu topluluğun diğer tüm toplumlar gibi insanlık ailesiyle karışıp erimesinin sağlanması, Museviliğin ise, İsevi ve Muhammedi topluluklar gibi aynı İbrahimi tevhidi inanç geleneğine ait bireysel bir inanç olarak kabulü gerekmektedir. Bu inancı kabullenmiş Yahudiler de birey olarak Musevi olarak adlandırılabilir. Ki özünde zaten gerçek İseviler ve gerçek Müslümanlar da Musevidir, İbrahimidir. Hatta hiç bir canlı-ölü kişiyi tanrılaştırmayan, hiç bir zorba-zalim sömürücü güce, ırk, milliyet, kavim, devlet, para ve şehvete tapmayan ve dünyanın her yerinde her tür zalime, sömürüye, adaletsizliğe itiraz eden vicdan ve merhamet sahibi her insan, doğuştan gelen mecburi edinilmiş dini ırkı inancı ne olursa olsun, İbrahim milletindendir. Yani Hanif, Musevi, İsevi ve Müslümandır.

İnsanlık, yani iyilik, adalet, özgürlük; millet-i İbrahim’in kadim değerleridir. Ve Yahudiler, bütün insanlık tarafından bu değerlere kıyasla ve bu değerlere mensubiyetle değerlendirilmelidir. Bu anlamda, Anti siyonist Yahudiler aslında Musevidir. Ve insanlığın safındadır. Ama İzrail ve siyonist yahudi lobisi, bu değerlere düşman olduğu için ve düşman olduğu sürece, insanlığın düşmanıdır. Tıpkı bu değerlere aykırı davranan ve adı ister Müslüman ister Hristiyan ister sosyalist, ister milliyetçi, ister batılı doğulu Türk Kürt Arap İranlı Rus Avrupalı Çinli vb olsun, fark etmez, kim İbrahimi değerlere uymuyorsa münafıktır ve insanlığın düşmanıdır.
Yahudilikle ilgili de kadim ölçü ve son söz, budur.

 

Faydalanılan Kaynaklar
-Dinler Tarihine Giriş, Mircae Eliade, Kabalcı Yay. 2003
-İnsanlığın Kaynakları ve İlk Medeniyetler, Şevket Aziz Kansu, TTK
yay. 1991
-Mitoloji ile İnanç Arasında, Şinasi Gündüz, Etüt Yay. 1998
-Sabiiler-Son Gnostikler, Şinasi Gündüz, Vadi Yay. 1995
-Keldaniler ve Nasturiler, Kadir Albayrak, Vadi Yay. 1997
-Dinler Tarihi, Ali Şeriati, Kırkambar Yay. 2001
-Hz. Musa ve Tektanrıcılık, S. Freud, Bağlam Yay. 1987
-Totem ve Tabu, S. Freud, Sosyal Yay. 1984
-Din ve Büyü, C. Levi-Strauss, Yol Yay. 1983
-Tarih Sümerde Başlar, Samuel Noah Kramer, Kabalcı Yay. 1998
-Kara Atena, Martin Bernal, Kaynak Yay. 1998
-Asur Tarihi, Erol Sever, Kaynak Yay. 1996
-Roma Tarihi, Titus Livius, Arkeoloji ve Sanat Yay. 1992
-Musa ve Yahudilik, Hayrullah Örs, Remzi Kitabevi, 1982
-Ortadoğu Mitolojisi, Samuel Henry Hooke, İmge Yay. 1995
-Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi, İletişim Yay.
(Eski Mısır, Mezopotamya ve Yakın Doğu, Roma Dünyası, Yahudi Dünyası, İslam Dünyası, Eski Yunan, Hind Dünyası ciltleri)
-Tarihte Doğu-Batı çatışması İ.Ü., S.A.M., Semavi Eyice Armağanı, Kızıl Elma Yayıncılık, 2005.
-Yahudi Sorunu, Karl Marks
-Yahudiler ve Araplar, S. D. Goitein, İz Yay., 2005.
-Yahudi Tarihi, Yahudi Dini, İsrael Shahak, Anka yay.
-Siyonizm Dosyası, Roger Garaudy, Pınar yay.
-Akdeniz ve Akdeniz dünyası, F. Braudel, 1. cilt
-www.comlink.de/demir/kivilcim’ den Hikmet Kıvılcımlı’nın eserleri
-www.sevivon.com
-www.dunyadinleri.com
-İslam Ansiklopedisi
-Kuran-ı Kerim ve Türkçe meali
-Kitab-ı Mukaddes

Ayrıca ilgilenenler, Wikipediya’da Sümer, Asur, Babil, Hammurabi, Salmanasar, Ramses, İsrail, Davut, Süleyman, Elam, İran, Pers, Kyrus, İskender, Homeros-İlyada, Yunan ve diğer ilgili maddelere bakabilir.

mail: [email protected]