Üzüm Beklerken Jelibon: Yapay Zekâ Öğrencilerin Yaratıcılığını Nasıl Aşındırıyor

2025 yılında bir İngilizce öğretmeni olmanın nasıl bir his olduğunu aktarmaya çalışayım. Yapay zekâ tarafından üretilmiş bir metni okumak, üzüm beklerken jelibon yemek gibidir. Fena değil, ama… gerçek değil.

Yapay tat, bu hakaretin yalnızca bir parçası. Bir de “gerçekliği çarpıtma” (gaslighting) var. Stanford Üniversitesi’nden Profesör Jane Riskin, yapay zekâ üretimi makaleleri “düz, özelliksiz… floresan aydınlatmanın edebî karşılığı” olarak tanımlıyor. En iyi ihtimalle, öğrenci makaleleri okumak insan düşüncesi ve ifadesinin güneşinde oturmak gibi hissettirebilir. Ama sonra sadece iki tıklamayla kendinizi penceresiz, floresan ışıklarla aydınlatılmış bir odada, ucuzcu marketten alınmış jelibonları yerken bulursunuz.

Öğrencilerin öğretmenlerini alt etmeye çalışması yeni bir şey değil — muhtemelen bununla ilgili çivi yazılı tabletler bile vardır — ancak öğrenciler, Edinburgh Üniversitesi’nde teknoloji felsefecisi olan Shannon Vallor’un “gerçeğe benzeyen kelime kolajı” olarak adlandırdığı şeyleri oluşturmak için yapay zekâyı kullandıklarında, sadece onlara bir şey öğretmeye çalışan insanları değil, aynı zamanda kendilerini de gerçeklikten koparıyorlar. Tulane Üniversitesi profesörü Stan Oklobdzija’nın sözleriyle, bir bilgisayardan sizin için bir makale yazmasını istemek, “spor salonuna gidip robotların sizin yerinize ağırlık kaldırmasını istemek” gibidir.

Nasıl ki kaldırabildiğiniz ağırlık miktarı antrenmanınızın kanıtıysa, ağırlık kaldırmak da başlı başına antrenmandır; yazmak da hem öğrenmenin kanıtı hem de öğrenmenin kendisidir. Okulda yaptığımız öğrenmenin çoğu zihinsel güçlenmedir: Düşünmek, hayal etmek, akıl yürütmek, değerlendirmek, yargılamak. Yapay zekâ bu süreci ortadan kaldırır ve öğrenciyi, eğitimin kanıtı olan bu zihinsel ağırlığı kaldıramaz hale getirir.

Araştırmalar da bu sorunun gerçekliğini desteklemektedir. MIT Media Lab’de yapılan yakın tarihli bir çalışma, yapay zekâ araçlarının kullanımının, öğrenmeyle ilişkili sinirsel bağlantıları azalttığını ortaya koymuştur. Araştırmada, “LLM’ler (büyük dil modelleri) anlık kolaylık sunsa da, [bu] bulgular potansiyel bilişsel maliyetleri vurgulamaktadır” uyarısı yapılmıştır.

Bu yönüyle, yapay zekâ eğitim için varoluşsal bir tehdittir ve bu tehdidi ciddiye almalıyız.

İnsan mı, İnsansı mı?

Bu araçlara neden bu kadar hayranlık duyuyoruz? Bu sadece parlayan bir topun peşinden gitmek mi, yoksa yapay zekâya duyulan hayranlık, insan doğasına dair daha eski, daha derin ve muhtemelen daha kaygı verici bir gerçeği mi açığa çıkarıyor? The AI Mirror (Yapay Zekâ Aynası) adlı kitabında Vallor, bilgisayar tarafından üretilen metinlerin görünürdeki “insanlığının”, zihinlerimizin bir halüsinasyonu olduğunu ve korkularımız ile hayallerimizi bu metinlere yansıttığımızı öne sürmek için Narcissus mitini kullanıyor.

Jacques Offenbach’ın 1851 tarihli operası Hoffmann’ın Hikâyeleri, günümüz durumuna dair bir başka metafordur. I. Perde’de, aptal ve aşk acısı içindeki Hoffmann, Olympia adlı bir otomatona âşık olur. Yapay zekâ ile yaşadığımız güncel aşk ilişkisine dair bağlantıyı araştıran New York Times eleştirmeni Jason Farago, Met’te yakın zamanda sahnelenen bir yapımda soprano Erin Morley’in Olympia’nın yapaylığını vurgulamak için “Offenbach’ın partisyonunda yer almayan, neredeyse insanüstü yüksek bazı ekstra notalar” eklediğini gözlemlemiştir. Bu ânı ve seyirciyi saran o elektriksel enerjiyi hatırlıyorum. Morley, 19. yüzyıl versiyonu bir yapay zekâyı canlandırıyordu; ancak partisyona yazılmamış notaları hayal etmeyi tercih etmesi son derece insancaydı — öğrencilerimin yazılarında gitgide kaybolduğunu hissettiğim türden cesur ve insani bir zeka.

Hoffmann, optisyen Coppelius’un “görmek istediğinizi gösteren gözler” olarak tanıttığı pembe gözlükleri takana kadar, otomat Olympia’ya ne âşık olur ne de onu canlanmış bir oyuncaktan fazlası olarak algılar. Hoffmann ve oyuncak bebek sahnede vals yaparken, berrak görüşlü izleyiciler ağızları açık bir şekilde gülmektedir. Gözlüğü düştüğünde, Hoffmann sonunda Olympia’yı olduğu gibi görür: “Sadece bir makine! Boyalı bir oyuncak bebek!”

… Bir sahtekârlık.

Ve işte biz de buradayız: Yapay zekâ hayalleri ile sınıf gerçeklikleri arasında sıkışmış durumdayız.

Dikkatli Yaklaşın

Bize aldatıcı gözlükler mi satılıyor? Yoksa onları zaten takmış durumda mıyız? Yapay zekâ etrafındaki heyecan abartılamaz. Bu yaz, eyaletlerin yapay zekâyı düzenleyici yasalar çıkarmasını yasaklayacak olan kapsamlı bütçe tasarısına dair bir madde, son dakikada reddedilmeden önce neredeyse Kongre’den geçiyordu. Bu arada Oracle, SoftBank ve OpenAI gibi şirketlerin önümüzdeki üç yıl içinde yapay zekâya 3 trilyon dolar yatırım yapması öngörülüyor. Bu yılın ilk yarısında yapay zekâ, reel GSYİH’ye tüketici harcamalarından daha fazla katkı sağladı. Bunlar gerçekliği çarpıtan rakamlar.

Yapay zekânın büyüklüğü ve vaatleri hâlâ — ve belki de daima — gelecekte yer alıyor olsa da, şirketlerin kehanetleri hem cazip hem de ürkütücü olabilir. ChatGPT’nin yaratıcısı OpenAI’nin CEO’su Sam Altman, yapay zekânın mevcut işlerin yüzde 70’ini ortadan kaldıracağını öngörüyor. Altman, Harvard Gazette’e şöyle demişti: “Artık eski usul makale yazımı geçerli olmayacak. Bu aracı fikirleri keşfetmek, ifade etmek ve iletmek için en iyi şekilde kullanmak — bence gelecekte işlerin yönü bu olacak.”

Yapay zekâ şirketlerinin finansal başarısından çok düşünmeye ve yazmaya yatırım yapan öğretmenler buna katılmayabilir.

Öyleyse, gözlükleri bir anlığına çıkarırsak, ne yapabiliriz? Kontrolümüz altındaki şeylerle başlayalım. Öğretmenler ve müfredat liderleri olarak, değerlendirme biçimlerimiz konusunda temkinli olmalıyız. Yapay zekânın cazibesi büyüktür ve bazı öğrenciler buna karşı koyacak olsa da, birçoğu (hatta çoğunluğu!) koymayacaktır. Bir üniversite öğrencisi kısa süre önce The New Yorker’a “tanıdığı herkesin bir şekilde ChatGPT kullandığını” söyledi. Bu, öğretmenlerin dürüst öğrencilerden duyduklarıyla da örtüşüyor.

Bu gerçeğe uyum sağlamak, sınıf içi ödevler, sözlü sunumlar ve öğrenmeye odaklanan, notlandırılmayan projeler gibi alternatif değerlendirme biçimlerini benimsemek anlamına gelecektir. Bu tür değerlendirmeler daha fazla ders süresi gerektirebilir, ancak öğrencilerin bilgisayarlarını değil zihinlerini nasıl kullandıklarını bilmek istiyorsak gerekli olabilir.

Bunun ardından, yapay zekânın sınıflarımıza ve okullarımıza girişini eleştirel biçimde sorgulamamız gerekiyor. Bu heyecana karşı koymalıyız. Yapay zekânın yüce vaatlerini bütünüyle benimsemiş bir yönetime karşı çıkmak zor olabilir, ancak bu konuda bir tartışma başlatmak için Emily M. Bender ve Alex Hanna’nın 2025 tarihli The AI Con (Yapay Zekâ Aldatmacası) adlı kitaplarında sordukları şu sorudan yola çıkabiliriz: “Bu sistemler insan olarak mı tanımlanıyor?” Bu soruyu sormak, bu araçların neleri yapabileceğini ve neleri yapamayacağını net bir şekilde görmemizi sağlayacak makul bir yoldur. Bilgisayarlar zeki değildir ve asla olamazlar. Hayal edemez, rüya göremez, yaratamazlar. Onlar insan değildir ve hiçbir zaman insan olmayacaklardır.

Kalem, Kâğıt, Şiir

Haziran ayında, içinde fazla sayıda floresan şiir barındıran bir şiir ünitesinin sonuna yaklaşırken, sınıfıma dizüstü bilgisayarlarını kapatmalarını söyledim. Çizgili kâğıtlar dağıttım ve artık şiirleri elle, sınıfta ve sadece sınıfta yazacağımızı belirttim. Suçlulukla sandalyelerinde kıpırdananlar, kararsız bir homurtu oldu — ama kısa süre içinde öğrenciler zihinlerinde kelimeler aramaya, kafiyeli kelimeler bulmaya ve kafiyeli kelimelerin öncesine gelebilecek sözcükleri düşünmeye başladılar. Bir öğrenciye alfabeyi baştan sona gözden geçirip, eşleşen sesleri bulmak için kelimeleri yüksek sesle söylemesini söyledim: booed, cooed, dude, food, good, hood vb.

“Ama good, food ile kafiyeli değil ki…”

“Tam olarak değil,” diye cevap verdim, “ama bu bir eğik kafiye, gayet kabul edilebilir.”

Dört ya da beş farklı şiir türü yazmak yerine yalnızca üçüne zamanımız yetti, ama bu şiirler onların şiirleriydi, onların sesleriydi. Bir öğrenci başını sayfadan kaldırdı, sonra tekrar eğildi, yazdı, sildi, yeniden yazdı. Hayal gücünün kıvılcımlarının sınıfa yayıldığını, zihinsel yolların inşa edildiğini, sinapsların çaktığını, ağların kurulduğunu hissedebiliyordum.

İyi hissettirdi. İnsanî hissettirdi, sanki kısa bir hastalıktan sonra tat alma duyunuz yeniden gelmiş gibi.

Artık floresan ve yapay değil, gerçekti.

Tom Moore, New York’ta bir lise öğretmenidir. Yazıları The New York Times, Slate ve Education Week’te yayınlanmıştır.

Kaynak: https://www.edsurge.com/news/2025-09-08-jelly-beans-for-grapes-how-ai-can-erode-students-creativity