Ürdün ve Mısır’daki Halk Öfkesi Bir Kırılmaya Neden Olabilir mi?
Gazze’de aylardır süren İsrail saldırıları, sadece bu kadim topraklarda değil, aynı zamanda Arap dünyasının merkez ülkelerinde de ciddi bir vicdani kırılmaya yol açıyor. Özellikle Mısır ve Ürdün sokaklarında biriken öfke, artık bastırılmakta zorlanan bir hal almış durumda. Açlıktan ölen Filistinli çocukların görüntüleri, bu ülkelerdeki yönetimlerin kendi halkları karşısında ciddi bir meşruiyet sınavına girmesine neden oluyor. Ancak mesele sadece insani değil, aynı zamanda siyasi, ideolojik ve stratejik boyutları olan bir denklem. Çünkü hem Mısır hem Ürdün, Gazze’deki insani trajedinin karşısında sessiz kalmakla eleştirilirken, aslında bu sessizlik, derin yapısal ve dışa bağımlı tercihlerden besleniyor.
Her şeyden önce, bu iki ülkenin İsrail karşısındaki pasif ve etkisiz tutumunun en temel sebebi, Amerikan politikalarına olan yüksek düzeyde bağımlılıklarıdır. Gerek ekonomik yardımlar gerekse askeri ve diplomatik destekler konusunda Washington’un çizdiği çerçevenin dışına çıkmak, bu yönetimler için ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle Kahire de Amman da İsrail’e karşı sert söylemlerden, somut yaptırımlardan ya da diplomatik kırılmalardan özellikle kaçınıyor. Ne büyükelçilerin geri çağrılması ne de antlaşmaların askıya alınması gündeme geliyor. Zira karar mekanizmasının Washington’un çıkarlarına ters düşecek biçimde şekillenmesi ihtimali neredeyse sıfır.
Öte yandan, mesele yalnızca dış politika ile sınırlı değil. Gazze’deki direnişi omuzlayan en büyük aktör olan Hamas’a karşı, hem Mısır hem Ürdün yönetimlerinin tarihsel ve ideolojik bir alerjisi var. Hamas’ın İhvan çizgisinden gelmesi ve Müslüman Kardeşler’le organik bağa sahip olması, bu iki ülke açısından durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Mısır’da İhvan yıllar önce terör örgütü ilan edilip tamamen bastırılmışken, Ürdün’de ise hâlâ sınırlı bir şekilde ayakta duran ancak sistematik olarak zayıflatılan bir yapı söz konusu. Bu nedenle Hamas’ın güç kazanması ya da halklar nezdinde kahramanlaşması, bu rejimlerin iç dengeleri açısından tehdit olarak algılanıyor.
Ürdün örneğinde bu hassasiyet açıkça görülüyor. Gazze’ye yönelik destek mesajları paylaşan ya da İsrail’e karşı eylem planlayan onlarca genç, son aylarda gözaltına alındı ve bazıları ağır cezalara çarptırıldı. Filistin direnişiyle gönül bağı olan aktivistler, kamuoyunda artan tepkilere rağmen tutuklu yargılandı. İsrail’e karşı sınır ötesi bir hamlenin, Ürdün yönetimi açısından kırmızı çizgi olduğunu her fırsatta gösteren Amman yönetimi, bu konuda hiçbir tolerans tanımıyor. Üstelik Hamas’ın Gazze sorumlusu Halil el-Hayye’nin, Ürdün ve Mısır halklarını açıkça ablukanın kırılması için sokağa çağırması, rejimin sinir uçlarına dokunan bir çağrı oldu. Bu çağrının ardından Ürdün medyasında Hamas’a yönelik sert suçlamalar ve itibarsızlaştırma kampanyaları devreye sokuldu. Mesaj açıktı: “Sokağı harekete geçirecek her türlü çağrı, rejim açısından iç müdahale olarak kabul edilir.”
Benzer bir tablo Mısır’da da yaşanıyor. Savaş boyunca Gazze’ye insani yardım girişlerinde Refah Sınır Kapısı’nın kapalı tutulması, Kahire’nin sadece pasif kalmakla yetinmediği, fiilen kuşatmaya ortak olduğu yönünde yorumlara yol açtı. Dahası, sınır henüz İsrail tarafından işgal edilmeden önce de yardımların girişine izin verilmemesi, kamuoyunda ciddi bir kırgınlığa neden oldu. Açlıktan ölen Gazzeli çocukların görüntüleri, Mısır halkının vicdanında büyük bir yara açtı. El-Hayye’nin, “Gazze açlıktan ölürken komşusu Mısır sessiz mi kalacak?” sözleri, yalnızca yönetimi değil, halkı da derinden etkiledi. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, kamuoyunu yatıştırmak için yaptığı konuşmada “Mısır ablukanın bir parçası değildir” dedi ve sorumluluğu İsrail’e yükledi. Ancak bu açıklama, ne toplumsal vicdanı rahatlattı ne de krizin ciddiyetini hafifletti.
Sokağın bu tepkileri, yönetimlerin kolayca görmezden geleceği bir mesele değil. Zira hem Mısır hem de Ürdün, ekonomik krizler, artan yoksulluk ve siyasi baskılarla mücadele eden toplumlara sahip. Gazze meselesi, bu sorunlara eklemlenen ahlaki bir başkaldırıya dönüşme riski taşıyor. Özellikle Ürdün’deki Filistin kökenli nüfusun demografik ağırlığı, rejimin bu konuda daha dikkatli hareket etmesini gerektiriyor. Ancak şu ana kadar görülen, halkla devlet arasında açılan derin bir uçurum ve bu uçurumun her geçen gün büyüdüğüdür.
Netice itibariyle, Amman ve Kahire yönetimleri kısa vadede güvenlik önlemleriyle sokağı bastırmayı başarabilir. Ancak bu durum uzun vadede meşruiyetlerini daha da aşındıracaktır. Gazze’de akan kanın, dökülen gözyaşının ve açlıktan ölen çocukların hesabı sadece İsrail’den değil, sessiz kalanlardan da sorulacaktır. Halkın vicdanında biriken bu öfke, yalnızca bir dış politika tepkisi değil, aynı zamanda iç hesaplaşmanın da zeminini oluşturmaktadır. Ve bu hesaplaşmanın zamanı yaklaştıkça, yönetimlerin üzerindeki baskı daha da artacaktır.